KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

ERKAN HABERAL (Ankara) - Sizin yaptığınıza müdahil oldum efendim. Benim sözümü kestiniz, aynısı size yaptım nasıl oluyor diye.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Eyvallah, tamam.

BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu başladı efendim.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Bakan, değerli bürokratlar ve değerli basın mensupları; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Yani ben tabii ki tarım üzerine konuşacağım ama ondan önce birkaç gündür burada olanlarla ilgili birkaç şey söylemek ihtiyacı hissediyorum. Şimdi, arkadaşlar, "yeni bir sistem" diyoruz, eyvallah, yeni bir sisteme geçtik fakat yeni sistemin propagandasının yapıldığı zamanlarda söylenenden farklı bir yere doğru evrildiğimizi görüyorum, gözlüyorum. "Bunu nasıl gözlüyorsunuz?" diye sorarsanız, burada yasama ve yürütme yan yana bulunuyoruz ve iki üç gündür sayın bakanların tavırlarından anladığım kadarıyla yasamayı çok da önemsiyor değiller gibi bir algı...

BAŞKAN - Genel Kurulda almayalım sayın bakanları aşağıya.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - E, almayalım bence de.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - İşimize gelir, işlerine gelir.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - "Gelir mi?" diyorsun.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - İşlerine gelir.

TARIM VE ORMAN BAKANI BEKİR PAKDEMİRLİ - Alırsanız biz geliriz.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Dolayısıyla da yürütmenin bu tavrının kanaatimce çok sakıncalı ve doğrusunu isterseniz daha büyük bir siyasi krizin de habercisi olduğunu düşünüyorum. O sebeple de konuşmaya başlamadan önce böyle bir uyarı yapmak ihtiyacı hissediyorum. Çünkü gerçekten de böyle bir dengesizlik veya böyle bir denge sağlıklı bir denge değil ve hiç kimseyi de Türkiye'yi de tabii huzura kavuşturabilecek bir özelliğe sahip değil diye düşünüyorum.

Şimdi, Sayın Bakan, ben tarımcı değilim ama iktisatçı olarak tarıma baktığımda söyleyecek bazı şeylerim var ve sizin genel olarak, iktidarınızın diyeyim daha doğrusu -öyle söylemek daha doğru sanıyorum- 2008'den sonra kimyası bozuldu diye düşünüyorum yani Sayın Cumhurbaşkanı da dâhil olmak üzere söylüyorum çünkü 2008'den önceki Sayın Cumhurbaşkanının siyasete yaklaşımı çok farklıydı, şimdi daha farklı oldu. Tabii, bu söylediklerimi özellikle Adalet ve Kalkınma Partisindeki arkadaşlarımız değerlendirirler. Ama esas itibarıyla şunu kastediyorum: 2008'e kadar benimsenen politikaların bir kısmı gerçekten de daha önce zaman zaman burada konuştuğumuz gibi olumlu sonuçlar vermiştir, iyi bir büyüme patikası yaratmıştır vesaire vesaire. Fakat anladığım kadarıyla 2008'den sonra bu "kimya bozulması" dediğim şey esasında sadece bize özgü de değil, bence bütün dünyada da...

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - O zaman IMF'nin sopası vardı.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Evet, doğru.

Fakat yani şöyle söyleyeyim: İktisatçılar da bir şey öneremediler, "Ulus devletlerin içine düştükleri kriz koşullarından nasıl çıkarız?" diye baktıklarında ellerinde doğru dürüst bir teori de yoktu, yol gösterici de yoktu. Dolayısıyla da herkes -ne diyelim- kendine özgü yollar bulmaya çalıştı ve biz de bence öyle bir yol bulduk. Fakat bizim bulduğumuz yol o güne kadar yani 2008-2009'dan önce piyasa ekonomisini daha çok önceleyen bir fikriyat üzerinden Adalet ve Kalkınma Partisi ekonomik programını inşa etmişken ki bu da Kemal Derviş'in 2000'li yıllardaki 2001 krizinden sonra belirlediği çerçeve içinde kalmak anlamına geliyordu bütçe disiplini vesair konularında, önerilenlerin dışına çıkmayan bir Adalet ve Kalkınma Partisi gördük ve sonuçta ekonomik olarak da iyi bir performans elde etti. Fakat 2009'dan sonra görebildiğimiz kadarıyla piyasa ekonomisini -benim gördüğüm kadarıyla- gerektiğinde askıya almak gibi ara bir yol buldular yani bunun yerine de esasında -benim gördüğüm kadarıyla- merkezi ve iradi yollarla yürümeyi tercih ettiler. Ne demek istiyorum? Şunu demek istiyorum: Bir yandan piyasa ekonomisini yine öven konuşmalar oluyor. Hatırlayacaksınız, Sayın Cumhurbaşkanı Meclis açış konuşmasında serbest piyasanın öneminden ve serbest piyasaya bağlılığından söz etmişti fakat uygulamalara baktığımızda serbest piyasanın asla kabul etmemesi gereken, etmediği, etmeyeceği politikaları da uygulamaya başladılar bir yandan.

Şimdi, -benim gördüğüm kadarıyla- sizin sunuşunuz da önerdiğiniz çerçeve de bana nereye doğru gideceğinizin belli olmadığı bir hat çiziyor. Yani şunu kastediyorum: Bir yandan mesela ithalatın serbestleştirilmesi meselesi hâlâ bir yerde dururken öte yandan 1999'da IMF'ye verdiğimiz niyet mektubunda tarımla ilgili belirlenen koşulları gerçekleştirmeye çalışırken ama öte yandan da "merkezî müdahaleci" diyeceğim ona, bir hat çiziyorsunuz ki bu başarı şansınızı büyük ölçüde sınırlıyor diye düşünüyorum.

Yani, bir kere belki şunu belirtmekte yarar var: Bu 1999'da IMF'nin bize dikta ettiği diyelim veya bize önerdiği politikanın demetinde ne vardı? Şuradan okuyayım, notlarımdan: Bir kere tarım ürünlerinin fiyatları dünya fiyatlarına çekilmesi gerekiyor deniyordu. İkincisi, fiyat desteklerinin kaldırılması, bunun yerine doğrudan gelir desteğinin verilmesi, gübre ve kredi sübvansiyonlarının kaldırılması, tarım kooperatiflerinin ayrıcalıklarına son verilmesi, tarımsal kitlenin özelleştirilmesi.

Şimdi, bu çerçevede, siz iktidara geldiğinizden hemen sonra, zaten bunlar hayta geçmeye başladı. TEKEL özelleştirildi, doğrudan gelir uygulamalarına başladınız ve asıl önemli olan, kooperatiflerin bazı şeylerini kaldırdınız. Dolayısıyla, tarım doğrudan doğruya piyasaya açılmış oldu. Fakat arkadaşlar, Türkiye ekonomisi böyle piyasa ekonomisi gibi bir ekonomiyi kaldırabilecek bünyeye sahip değil, deyim yerindeyse. Yani şunu demek istiyorum: Kurumsallaşma düzeyi görece düşük olan bir ülkeyiz biz ve böyle bir ülkede piyasa ekonomisi gibi çok ciddi bir hukuk sistemini gerektiren, çok ciddi bir regülasyon mekanizmalarını gerektiren bir sistemdir serbest piyasa ekonomisi. Nitekim, serbest piyasa ekonomisi, sanayide de bence çok çarpık sonuçlara yol açtı ama tarımda özellikle asla teorik olarak düşünüleni gerçekleştirme şansına sahip değildi, nitekim öyle de oldu.

Şimdi bakın, neler oldu diye baktığımızda, hızla geçeyim: Bir kere, enflasyon, 2000'li yıllarda enflasyonda yine az da olsa bir artış vardı ve o sırada kurlar ya da Türk lirası değerli olduğu için ve de likitide sorunu olmayan bir ekonomi olduğu için, esasında, tarımda ithalatı devlet özendirmeye başladı. Esasında bu, o sıradaki şartlar içinde rasyonel gibi gözükebilir bir politikaydı fakat daha sonra kurlar öyle kalmadı. Zaman içinde kurlar arttıkça kurları aşağı indirmek, kur baskısını aşağıya indirmek için faizlerin yükselmesi gerekiyordu ama bildiğiniz gibi, faizleri yükseltmek demek büyümeyi yavaşlatmak anlamına geliyordu ki Adalet ve Kalkınma Partisi de bunu istemiyordu. Dolayısıyla da burada garip bir durum ortaya çıktı. Bir yandan ithalat serbestisi var ve vergiler bir çok üründe sıfırlandı. Üretici sadece tabii ürün ithalatıyla rekabet etmek durumunda değildi, aynı zamanda maliyetlerin bir kısmını da kurların yükselmiş olmasından dolayı yüksek maliyetlerle karşılamak durumunda kaldı. Sonuçta ne oldu arkadaşlar, benim gördüğüm kadarıyla, demin bizim arkadaşımızın Rıdvan Bey yaptığı konuşmada söylediği gibi, Türkiye'de benim gördüğüm kadarıyla tarım yapısı erozyona uğradı. Önemli tarım alanları artık kullanılmaz hâle gelmeye başladı ve tüketici ithal ürünlerle baş başa kaldı. Şimdi arkadaşlar, bu sürdürülebilir bir şey değildir, sürdürülebilir bir nokta değildir ve göreceksiniz önümüzdeki günlerde bunu daha ciddi bir şekilde yaşayacağız.

Şimdi, "Peki, siz ne diyorsunuz?" diye sorabilirsiniz. Tabii, bu kadar kısa bir süre içinde ben düşündüklerimi söyleme, özetleme imkânına sahip değilim ama şunu söylemekle yetineyim: Bir kere, demin ifade ettiğim gibi, piyasa ekonomisi bizim tarımsal yapımıza uygun değildir, dolayısıyla da piyasa ekonomisinde ısrar etmek tarımsal yapı içinde, bence sonuçları hüsranla bitecek, bugüne kadar zaten o öyle oldu, devam eder diye düşünüyorum. Bunun yerine, kooperatifçiliği örgütlememiz lazım, daha büyük ölçüde kooperatifçilik meselesini gündeme getirmek lazım.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, çok uğultu var, uyarın lütfen.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Evet, çok uğultu var Başkan.

BAŞKAN - Uyarmaktan yoruldum.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - İkincisi de şunu tekrar dile getirmek istiyorum: Ekonomik sorunlarımızın büyük bir kısmı ekonomiyle ilgili değil, bunu hepimiz de biliyoruz. Bunların, sorun olarak yaşadığımız sorunların temelinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - İki dakika daha Başkanım.

BAŞKAN - Tabii, Sayın Katırcıoğlu.

Buyurun.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - ...siyasi gerilimin yattığını hepimiz biliyoruz. Bu kriz ya da bu gerginlik her alanda görülüyor, nitekim biz burada üç gündür yaşıyoruz bir bakıma. Tabii, burada yaşanıyor, aşağıda da Genel Kurulda da yaşanıyor bir anlamıyla.

Dolayısıyla da arkadaşlar, özetle şunu demek istiyorum: Bu kadar gerginlikle bu kadar birbirimizi anlamaya çalışmamakla ulaşabileceğimiz yer gerçekten toplumun refahını, huzurunu çok sağlayacak bir yer olmayacaktır. O sebeple de tarımı konuşurken de tarımdan sorumlu bakan ve yardımcılarının, çalışanların gerçekten Türkiye'nin daha barışçıl bir toplum olmasına yönelik katkılarda bulunurlarsa eğer ki bulunabilirler, özellikle hayvancılık vesaire konularda örneğin, barışın çok büyük bir katkı sağlayacağı bir gerçek, görebildiğim kadarıyla tarımda da öyle.

Yani, benim özetle söylemek istediğim Tarım Bakanı ve arkadaşlarına, tarımda da barışçıl bir yol bulmamız lazım çünkü bugün bir sürü mera, benim bildiğim kadarıyla, sadece ve sadece bu siyasi gerginliklerin, terör olaylarının neden olduğu bir sebeple üretime ayrılamamakta, üretim yapılamamakta ve dolayısıyla da Türkiye bundan çok büyük kayıplarla karşılaşmaktadır. Onun için ben, bütçeniz hayırlı olsun diliyorum fakat dediğim gibi, tekrar altını çizeyim, yani bu yönde çabalarınızı bekliyoruz.

Teşekkür ederim.