KOMİSYON KONUŞMASI

HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) - Sayın Bakan, Değerli Bakan Yardımcıları, bürokratlar ve basın emekçileri; hepinize merhaba.

Öncelikle tüm Müslüman âleminin Mevlit Kandili'ni kutluyorum. Hayatını kaybeden CHP Milletvekili için de CHP ailesine ve kendi ailesine başsağlığı diliyorum, Allah rahmet eylesin.

Burada konuşmama başlamadan önce de Hakkâri Vekilimiz Leyla Güven'in açlık grevini buradan selamlıyorum.

Sayın Bakan, ben öncelikle biraz kısa kısa bazı şeylerde -aslında biraz soru gibi de olacak ama- sitemlerimizi de dile getireceğim.

Sunumun tümünde Bakanlığın gerçekleştirdiği icraatlardan söz ediliyor ancak tüm bu icraatlarda çok dilliliği ve çok kültürlülüğü savunan bir Bakanlık vurgusuna rastlamamaktayız. Bakanlığın ülkenin tüm kültür ve dil çeşitliliğini sahiplendiğine dair bir yaklaşım ne yazık ki bu sunumda da yer almıyor. Kültür Bakanlığının bu ülkenin tüm kültürel mirasını sahiplendiğine ilişkin güçlü vurgular yapması gerekiyordu, sizce de öyle değil mi?

2019 yılı, (2018/6) sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi'yle "Profesör Doktor Fuat Sezgin Yılı" ilan edildi. Aynı biçimde, bu toprakların kültürel değerleri olan diğer şahsiyetlerle ilgili de benzer uygulamalara gidilmesi düşünülüyor mu? Örneğin, Cumhurbaşkanına 2020 yılının Musa Anter yılı ya da Ahmedi Hani yılı ya da Gomidas Vartabed yılı olarak ilan edilmesini önermeyi düşünüyor musunuz? Aslında bu sabah bunu yazarken rahmetli Musa Anter'i yazdım ama ne yazık ki bugün, Musa Anter'in katil zanlısı olan kişinin Şırnak'ın bir beldesinde AKP belde belediye başkanlığı için aday adaylığı başvurusu yaptığını öğrendim. Bunu da kamuoyunun bilgisine sunmak istiyorum.

Yine, bu Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı sadece Türklerin kültür ve tarih mirasıyla ilgili mi faaliyet göstermektedir? Bu ülkede yaşayan her halkın kültür ve tarih mirası bu Başkanlığın faaliyet alanına girmekte midir? Bu ülkede daha önce de yaşayan ve hâlen yaşayan Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, bir kısmı göç etmek zorunda kalan bu diğer topluluklar akraba değil mi? Hani, onu belirtmek istiyorum.

Sunumda "Üzerinde yaşadığımız topraklar doğusu ve batısıyla âdeta bir kültür mozaiğidir." deniyor fakat kayyum idareleri bu kültür mozaiklerini tahrip ediyor. Örneğin, Van'da -Garo Vekilim de değindi- Ermeni mezarlığının üzerine tuvalet yapılabiliyor.

Bir de şu durumu belirtmek istiyorum: Siz her ne kadar Türkiye'yi bir mozaik olarak görseniz de bizim anlayışımıza göre, Türkiye bir ebru sanatını temsil ediyor çünkü her şey karışmış durumda, birbirine bir geçişkenlik durumu söz konusu. "Mozaik" olarak nitelemek de benzetmek de bence kısmen bize karşı kullanılan -bu terimi de kullanmayı çok sevmiyorum ama- bir bölücülüktür çünkü mozaik, parça parça birleştirilen renklerden ya da farklılıklardan oluşuyor. Biz bu durumu, Türkiye'deki durumu "ebru" olarak nitelendiriyoruz ve böyle olmasının da ülkede toplumsal barışın sağlanmasına katkı sunacağını düşünüyoruz.

Yine, sunumda "Somut olmayan kültürel miras alanında UNESCO'ya en çok unsur kaydettiren 5 ülkeden biridir." dendi. Peki, ifade edilenler dışında, niçin, örneğin, Kürt kültürünün önemli bir geleneği olan "dengbejlik" yani sözel tarihî ezgisel anlatım, somut olmayan kültürel mirasımız olarak görülmeyip listeye dâhil edilmemiştir. "Dengbejlik" bu toprakların somut olmayan kültürel mirası değil midir? Sizden bir cevap olarak da bu konuya ilişkin fikrinizi açıklamanızı bekliyoruz.

Bir de sunumda Bakanlığınızın sinema filmleri ve dizilere sağladığı destekten söz ediliyor. Bu filmlerden kaç tanesi Türkçe dışında bir dilde çevrilmiştir. Örneğin, Kürtçe ya da Ermenice sinema filmlerine ve dizilerine de destek veriyor musunuz?

Yine, Türkiye sinema müzesinin kurulacağından da söz edildi sunumda. Örneğin, Yılmaz Güney de bu müzede yer alacak mı, yoksa yine maalesef ki tekçi bir yaklaşımla sadece Türkçe ve Türk sinemacılar mı burada işlenecek?

Yine, Sayın Bakan, sunumunuzda "Bakanlık olarak zengin tarihsel geçmişiyle çok çeşitli kültürlerin yeşerip gelişmesine sahne olan ülkemizin bu özelliklerini içeren kültür merkezlerini hizmete kazandırmaya önem veriyoruz." dediniz. Ancak biz biliyoruz ki bu iktidar, KHK'lerle Kürt dili, edebiyatı ve tarihiyle ilgili çalışmaların önemli merkezlerinden olan İstanbul Kürt Enstitüsünü, Kürt Yazarlar Derneğini, Mezopotamya Kültür Merkezini, KÜRDİ-DER'i kapattı. Kültürleri yeşertmek, zenginleştirmek AKP için bir amaç olmamıştır maalesef ki, dönemsel olarak bir araç olmuştur sadece. Türkiye'de on altı yıllık AKP iktidarları döneminde söylendiğiyle çelişen bir yönetim maalesef ki ortaya çıkmıştır.

Yine, ulusal ve uluslararası düzeyde kültür, sanat etkinliklerini düzenlediğinizi söylediniz ancak daha geçtiğimiz temmuzda 18'incisi yapılması planlanan Munzur Kültür ve Doğa Festivali yasaklandı. Bir süre önce OHAL bahanesiyle yasaklanan festival, OHAL kalktıktan sonra da yasaklanmıştır.

Yine, Diyarbakır'da, Sur'da Dört Ayaklı Minare'nin restorasyonuna ilişkin de birkaç şey paylaşmak istiyoruz. Maalesef ki Sur'un durumu, kabul edilemeyecek bir restorasyon çalışmasıyla karşı karşıya. Hani, milattan önce 7.500'lü yıllara dayanan Suriçi'nin iş makineleriyle yıkıldığı görüntüleri tüm kamuoyuyla da paylaşıldı. Burada tarihî camiler, kiliseler maalesef ki aslına aykırı bir şekilde bir restorasyondan geçirildi, beton bloklara bazalt taşlar yapıştırılarak bir nevi bir restorasyon yapıldığı iddia edildi ancak kendi özelinden tamamıyla çıkmış bir durumda.

28 Aralık 2016 tarihinde imar planına göre 6 karakol ve yol genişletme planı, buna göre içeride olup da tescili olan yapıların yıkımı öngörülüyordu. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İmar Müdürü "Tescilli yapıları kurul koymuş, kurul kaldırabilir." açıklamasını yaptı. Hani "Burada tescil olup olmaması önemli değil, biz istediğimizde yıkarız." demek isteniyor.

Yine, İçkale'de çevre düzenlemesi yapıldı. Arkeolojik yere beton döküldü. Altından katman katman tarih çıkıyor ama maalesef ki tarihî bu katmanlar da yok edildi. "Çarşiya Şewiti" denilen bölgede de restorasyon yapılıyor. Oraya girildiğinde tipik bir İç Anadolu mimarisi var. Ankara Kalesi içerisindeki restorasyon ile Sur birbirinin aynısı şu an yapılan restorasyon sonrası yani Sur olduğu anlaşılmıyor. Hani, tamamıyla bu yapılan restorasyonların hafıza kırımına ve kültür kırımına neden olduğu tüm kamuoyunca da bilinmekte.

Maalesef ki Sur'daki taşlar çalındı. Devletin görevi, bunları saklamak ve restorasyonunda kullanmaktı ancak bu tarihî bazalt taşlar, sütunlar çalındı ve buna göz yumuldu maalesef ki.

Yine, bunlarla birlikte, Batman'da, Hasankeyf'te, on binlerce yıllık tarihi olan, binlerce tarihî yapının var olduğu Hasankeyf'te elli yıllık bir baraj için maalesef ki Hasankeyf gibi bir kültür mirası da yok edilmiş durumda. Göstermelik birkaç parça bir şeyin taşınması bu tarihin yok olmasını önleyemeyecektir.

Yine, bunlarla birlikte, kültüre karşı başlatılan bu imhacı, maalesef ki, yaklaşımı da tekrardan herkesin görmesi için şu örneği vermek istiyorum: Van Müzesi'nde görevli olan arkeolog -sadece Türkiye'de bir kişi var- Urartu dilinde ve çivi dilinde okuması olan tek kişi, doktorası var, uluslararası makaleleri var, araştırmaları var, Urartu çalışmalarında otorite olan İtalyan Profesör Salvini'yle çalışmış bu şahıs sadece KÜRDİ-DER'e üye olduğu için son KHK'yle ihraç edildi. Şu an Türkiye'de bu dili bilen tek kişi ve maalesef ki bu ülkenin kanunlarına göre kurulmuş bir derneğe üye olduğu için ihraç edildi. Şu an yurt dışından öğretim görevlisi olarak çağırılıyor bazı üniversiteler tarafından ama yurt dışı çıkış yasağı olduğu için de gidemiyor.

Bununla birlikte, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde de yani sarayda da Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu oluşturuldu yani bir gölge bakanlık bizce bu durum. Bir karar verilirken kendiniz veya Bakanlık bürokratları mı veriyor, yoksa sarayda kurulan gölge kurul mu karar veriyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Evet, Sayın Kaçmaz, son cümlenizi alayım.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) - Biraz daha vakit alayım.

BAŞKAN - İki dakikanız var.

Buyurun.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) - Tamam Başkanım.

Öncelikle Sayın Çelebi'nin bir iddiasına da karşı çıktığımı da belirtmek istiyorum. Sayın Çelebi, Hazreti Nuh'un gemisinin Ağrı Dağı'nda olduğunu iddia ediyor ama Kur'an-ı Kerim Hud Suresi 44'üncü ayette Cudi Dağı'nda olduğuna ilişkin açık ifade var. Yine, yüzyıllardır devam eden sefine kutlamaları, daha önce, İslamiyet'ten önce de Hristiyanların ve diğer dine mensup Ezidilerin de kutladığı Cudi Dağı'nın tepesinde olan bir alan var, şu an eski tarihlerden kalan bir ibadethane olduğuna ilişkin de bilgiler var. Yine, Hazreti Nuh'un gemisinin konduğu yerde...

BAŞKAN - Sayın Çelebi ne yapar eder sahip çıkar oraya.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - O alana girmeyecektin, yanlış yaptın.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) - Yok, hep "Ağrı" diyor. Karşılıklı tartışırız bunu.

"Heştan" denilen yani Kürtçe'de 80'ler denilen Hazreti Nuh'un gemisinin Cudi Dağı'na geldiğinden sonra ilk kurulan köy olduğu iddia edilen bir köyümüz var Heştan denilen, Kur'an-ı Kerim'de de bu şekilde 80'lerden bahsediliyor. Burada maalesef ki bu yapıların hiçbiri hak ettiği değeri görmüyor. Şırnak'ta Gutiler, Babil, Med, Asur ve daha birçok medeniyetin ev sahipliği yaptığı bir bölgede olmasına rağmen gerekli ilgiyi görmüyor. Tüm bunlarla birlikte özellikle kayyumların son dönemlerde belediyelerde kültür üzerine yoğunlaşan kurumları kapatması da açıkçası bölgedeki kültüre, devletin kültüre yaklaşımı konusunda hani kendini aslında ele veriyor. Sadece şunu söylemek istiyorum: Bu ülkede toplumsal barış istiyorsak gerçekten bu ülkede sadece Türklerin olmadığını, sadece Türklerin tarihi olmadığını bilmemiz gerekiyor. Siz nasıl ki Türklerin tarihini, kültürünü koruyup kollamak istiyorsanız diğer milletler ve diğer etnik kökenler de kendi kültürünü, tarihini öğrenmek istiyor. Bunu belirtmek isterim. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı var ama sadece Türkler mi akraba? Hani etnisiteyle alakası yoktu bu Türk üst kimliğinin? Hani bu durum çözülmediği sürece maalesef bu topraklara huzur gelebileceğinden endişemiz var.

Teşekkürler Sayın Başkanım.