| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Çevre ve Şehircilik Bakanlığı b)Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 21 .11.2018 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Bakan, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinize saygı ve selamlarımı iletiyorum.
Şimdi, Bakanlığınızın kapsama alanı diğer bakanlıklar gibi oldukça geniş. Dolayısıyla da ben konuşmamı daha genel bir çerçevede tutacağım ve bir İstanbul Milletvekili olarak da İstanbul'la ilgili olarak, şehir yaklaşımlarınızla ilgili olarak bazı düşüncelerimi paylaşacağım.
Şimdi, efendim, bir kere şunun altını çizeyim: Adalet ve Kalkınma Partisi uzun süre İstanbul'u yönetti -Türkiye'yi de yönetti hoş- fakat demokrasi anlayışıyla ilgili olarak bir sıkıntısı olduğu kanaatindeyim, o kanaatle başlayayım. Şimdi, "Nereden çıktı demokrasi?" diyeceksiniz ama şöyle söyleyeyim size: Çevre ve şehir konuları dünyanın gündemine geldiği günden itibaren esasında demokrasinin içeriği ve anlamı da değişti ve maalesef, biz bu demokrasinin içeriği ve anlamıyla ilgili bu değişiklikleri de çok izleyebilir bir ülke olamadık, siyasi partilerimiz de bunu yeteri kadar izleyemediler. Dolayısıyla da bugün şehircilikle ilgili konuştuğumuz konular, çevreyle ilgili konuştuğumuz konular aslında doğrudan doğruya nasıl bir demokrasi anlayışına sahip olduğumuzla da doğrudan ilgili. Çünkü sonuç olarak insanların yaşadıkları mekânlarla ilgili bazı kararlar alınıyor ve bu kararlar bazı sonuçlar üretiyor toplumun yaşamıyla ilgili olarak ve kaçınılmaz olarak eskisinden çok daha büyük ölçüde karşılıklı bir etkileşim alanı oluşuyor ve çoğu zaman da eğer toplumla etkileşimi anlamlı bulup da büyük projelere destek veya büyük projelere hayata geçirilecekse o zaman Türkiye'de olduğu gibi bu tam olarak gerçekleşmediğinden dolayı da toplumun genel olarak zararına olacak olan sonuçlar üretiliyor.
Şimdi, nitekim, İstanbul özelinden de baksak, Türkiye genelinden de baksak gerçekten de bu demokrasi eksikliğini veya farklı anlayışın sonuçlarını görüyoruz ve yaşıyoruz.
Şimdi, yine, Bakanlığınızın projeleri içinde söz konusu olan Yeşil Yol Projesi mesela. Şimdi, Yeşil Yol Projesi Karadeniz Bölgesi'nde düşünülen bir proje fakat daha önce de Karadeniz'de düşünülen bir proje vardı ve bu çok yıllar önce hayata geçmişti; Karadeniz Sahil Yolu Projesi. Şimdi, Karadeniz Sahil Yolu Projesi'ne bugünden baktığımızda büyük bir başarısızlık örneği olarak kabul etmemiz lazım. Peki, niçin oldu bu? Yani bu kadar büyük paralar yatırıldı ve bu kadar büyük bir coğrafya talan edildi. Bu coğrafyadaki insan örgüsü, doğa örgüsü, iklim yapısı büyük ölçüde etkilendi bu projeyle ve sonuçları itibarıyla baktığımızda da gerçekten toplum açısından, toplum yaşamı bakımından da olumsuz sonuçları ortaya çıktı.
Şimdi, bu sorunun cevabı sanıyorum, geriye filmi sardığımız zaman şunu görmemiz lazım çünkü bu projeyi 3 kişi neredeyse hayata geçirmişti ya da bu projeye karar vermişti; hatırlayacaksınız Sayın Mesut Yılmaz ve o zaman Ordu vekiliydi galiba, sanıyorum, Yaşar Topçu yanılmıyorsam. Sinop muydu? Evet, Sinop'tu. Şimdi, buradan şunu söylemek istiyorum arkadaşlar: Çok sayıda insanın hayatını etkileyebilecek bir kararı az sayıda insanın vermesi kadar yanlış bir model olamaz ve maalesef, Türkiye'de bu çok atlanan bir hadise gibi yaşandı ve hâlâ da atlandığı kanaatindeyim ve nitekim konuşmamın sonuna doğru da bunu bir şekilde destekleyen görüşler ortaya koymaya çalışacağım.
Değerli Bakan, değerli katılımcılar; şunu söyleyeyim: Yeşil Yol Projesi de esasında tıpkı daha önceki yıllarda yapılmış olan Karadeniz Sahil Yolu gibi kimseye danışılmadan, kimseye sorulmadan, hatta hatta ÇED raporu beklenmeden inşaatı yapılmış bir proje olarak ya da inşaata başlanmış bir proje olarak ortaya çıkıyor, bu son bilgi de Sayıştayın raporundan esasında. Sayıştay uyarıyor "ÇED raporu daha henüz olmadan bu inşaatlar nasıl oldu, nasıl başlandı?" diye.
Şimdi, bu şunu söylüyor, altını çizerek tekrar edeyim: Bugünün dünyasında demokrasi öyle veya böyle özellikle toplumun çoğunluğunu veya önemli ölçüde insanı etkileyecek projelerin yapılabilmesinin bence tek koşulu vardır, o da o insanların görüşlerinin alınmasıdır. O insanların görüşleri alınmadan böyle büyük projelere girmek doğru değildir, yanlıştır. Çünkü demokrasi artık eskiden olduğu gibi "Seçildiğimde her şeyi yapabilirim." yetkisi anlamına gelmemektedir arkadaşlar, böyle bir yetki yoktur. Dolayısıyla da Türkiye'de benim gördüğüm kadarıyla bütün seçilmişler seçildikleri andan itibaren her şeye muktedirmiş gibi davranabiliyorlar. Böyle bir şey olamaz. Çünkü biz sonuç olarak şunu anlıyoruz ki, giderek dünya şunu fark ediyor ki tek bir dünya üzerinde yaşıyoruz, gidecek başka yerimiz de yok, dolayısıyla da çevremize ve yaşadığımız şehirlere olağanüstü önem vermemiz lazım ve bir anlamda yaşanabilir şehirler hâline getirmemiz lazım, çevreler hâline getirmemiz lazım. Bu da nasıl olur? Bu da özellikle, demin de ifade ettiğim gibi, büyük projelerin mutlaka ama mutlaka toplumla etkileşerek gündeme getirilmesiyle olur. Aksi takdirde siz yaparsınız, yapmış olursunuz, olur da tıpkı Karadeniz Sahil Yolu gibi ama on yıl geçtikten sonra insanlarınız şunu fark ederler ki bu yapılan projeler esasında yanlışmış, tıpkı Karadeniz Sahil Yolu'ndaki sonuçları şu anda yanlış olarak değerlendirmemiz gibi.
Dolayısıyla da sevgili arkadaşlar, ben buradan özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin ve Sayın Cumhurbaşkanının da benim gördüğüm kadarıyla anlayış dünyasında böyle bir kavrayış yok ve bunun, bir anlamda, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin dikkat etmesi gereken, değerlendirmesi gereken bir görüş olduğu kanaatindeyim. Altını çizecek olursam, şuraya bir üst geçit yapılırken demiyorum ama mesela Kanal İstanbul gibi çok kaba bir hesapla 1 milyon insanın hayatını etkileyecek bir projeden söz ediyorsak mutlaka ve mutlaka İstanbullu insanlara sormamız lazım böyle bir projeyi. Yoksa "Ben karar verdim Ankara'dan, ben bunu yaparım." derseniz, demin de söylediğim gibi, yapmış olursunuz ama topluma çok büyük de bir zarar vermiş olursunuz.
Bu çerçevede baktığımızda yine buradan Kanal İstanbul meselesine gelebiliriz. Kanal İstanbul meselesi, yani benim gördüğüm kadarıyla, çok parlak bir proje gibi geldi Sayın Cumhurbaşkanına ve işte "çılgın proje" adıyla ifade etti vesaire. Şimdi, bir anekdot anlatayım: Ben 1991'de Erdal İnönü'yle çalıştım, bu eski Başbakanlık binasında, inanır mısınız her gün bize bir proje gelirdi, her gün bir proje gelirdi ve gelen projelerin çoğu, ilginçtir mesela, askerlerimizden gelirdi. Yıllarca Anadolu'da görev yapmış askerler o coğrafyayı düşünüp kendilerine göre bir proje geliştiriyorlardı. Mesela, Van Gölü'nün sularının bilmem ne olmasıyla Dicle, Fırat'a bağlanması gibi bir proje mesela veya İzmit körfezinin Karadeniz'e bağlanması gibi. Onlar da çılgın projelerdi. İşin ilginç tarafı, bize geldiği için biz de bunları ciddiye alıp araştırırdık gerçekten yani yetkililerle görüşürdük, böyle bir proje fizibil midir, yapılabilir midir diye. Hatta hatta, bu projelerin içinde, şimdi aklıma geldi, Ankara'da göl yapma projesi bile vardı, Çorum nehrinden yanılmıyorsam, Ankara'nın bir kısmına bir göl getirmek.
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Kayseri'ye liman projesi.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Efendim?
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Kayseri'ye deniz, denize liman projesi.
BAŞKAN - Sayın Öztürk, lütfen.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Evet, o da var galiba değil mi.
Dolayısıyla arkadaşlar, yani böyle bir proje... Hani böyle bir proje olabilir de böyle bir projeyi toplum tartışsa mesela anlamlı da bulabilir belki ama iddia edilenlere baktığımızda, iddiaların da çok -nasıl diyeyim- ikna edici olmadığını görüyorum. Mesela şöyle bir iddia var amacıyla ilgili olarak söylerken "Deniz ticareti, Boğaz'dan geçen deniz ticareti artmıştır." deniyor mesela. Benim notlarıma göre bu böyle değil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - İlave süre veriyorum Sayın Katırcıoğlu.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Lütfen.
Mesela 2004'te 57 bin gemi geçerken şimdi 43 bin gemi geçiyormuş. Bu, benim bu tartışmayla ilgili öğrendiğim bir bilgi. Yani, dolayısıyla da gemi geçişlerinin artışıyla doğrudan bağlantılı bir meseleden söz etmiyoruz, başka bir meseleden söz ediyoruz. Sayın Bakan konuşmasında altını çizdi esasında, bu yeni bir rant projesidir arkadaşlar. Yani bugüne kadar inşaat sektörüne yapılmış olan yatırımların -makine, teçhizat yatırımlarını söylüyorum- boş kalmaması için düşünülmüş bir proje bence, hafriyat projesi esas itibarıyla. Daha sonra eğer gerçekleşirse etrafında köprüler, şunlar, bunlar yapılacak ve yeni şehirleşme alanları oluşturulacak vesaire. Şimdi, böyle bir şeye ihtiyacımız var mı bizim hakikaten? Yani, İstanbul'un bunu tartışması lazım, İstanbul'un özellikle bunu tartışması lazım ve maalesef böyle bir tartışmaya gerek görmeden Hükûmet bu konuda karar aldığını söyleyebiliyor. Hatta bizim Meclise geldiğimiz günlerde gelen bir torba yasada gördüğümüz kadarıyla yap-işlet-devret formatında bu meselenin gündeme getirilmesi öneriliyor.
Şimdi, arkadaşlar, ben size şunu söyleyeyim: Tekrar altını çizeyim, böyle bir proje toplumla etkileşmeden, toplumun çeşitli örgütlerini, insanların görüşlerini dikkate almadan hayata geçerse emin olun Karadeniz Sahil Yolu Projesi gibi berbat bir sonuç verecektir ve bu berbat sonucu geri çevirmemiz de mümkün değildir esasında. Dolayısıyla da bunu, özellikle Bakanlığa bu uyarıyı yapma ihtiyacı hissettim.
Şimdi, öte yandan, Sayın Cumhurbaşkanımızın ilginç bir tutumu var diyeyim, bazen gerçekten bir söylediği ile başka bir söylediği arasında tezatlar olabiliyor. Mesela, İstanbul'u yönetti kendisi, biliyorsunuz, kendi yönettiği zaman İstanbul'da hemen hemen bugünün gökdelenlerinin yarısından fazlasının kararını kendisi verdi ve geçen sene şöyle bir konuşması var, orada şöyle diyor: "Son yıllarda şehirleşme noktasında ciddi sorunlarımızın olduğunu, hatalarımızın, eksikliklerimizin olduğunu defalarca söyledim. Evlerimiz genişlese de gönüllerimiz daralıyor, binalarımız yükseldikçe ufkumuz kararıyor." Kendisinin esasında hatalı davrandığını, İstanbul'a ihanet ettiğini söyledi. Şimdi, İstanbul'a ihanet ettiğini söylemesi önemli bir şey hakikaten çünkü İstanbul'a bakan, benim gibi İstanbul'da doğan bir insan açısından da bakarsak, İstanbul, benim gençliğimdeki, benim gençliğimin geçtiği bir İstanbul değil. Yani, hatta eski fotoğraflarım olmasa, benim Boğaz'da, Arnavutköy, Kuruçeşme'de doğduğumu, büyüdüğümü bile anlatamam kimseye çünkü artık öyle bir yer kalmadı yani. Dolayısıyla da bunu tespit etmesi veya bunu ifade etmesi doğru bir şey. Fakat, arkadaşlar, hemen arkasından yani geçen sene bu lafları söyledikten çok kısa bir süre sonra Maslak'ta, Mecidiyeköy'de, Esenyurt'ta, Ümraniye'de, Fikirtepe'de gökdelen kararları verildi ve verenler de Adalet ve Kalkınma Partisinin belediye başkanlarıydı.
BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu, toparlayabilir miyiz lütfen.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Tamam, bir iki dakika daha lütfen.
Dolayısıyla da buradan şunu söylemek istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanı, o zaman Belediye Başkanlığı yapmış bir kişi olarak İstanbul'u da çok iyi tanıdığını bildiğimiz Sayın Cumhurbaşkanı gerçekten eğer "ihanet ettik" diyorsa burada bir suç vardır demektir arkadaşlar, kent suçu dediğimiz bir suç vardır ve bu suçun da sorgulanması gerekir, böyle geçiştirilebilecek bir suç da değildir bu. Dolayısıyla da bugün itibarıyla baktığımızda, gördüğüm kadarıyla, İstanbul'da hâlâ gökdelenlere izin veriliyor, gökdelenler yapılmaya devam ediyor, toplumun sosyal örgüsü hızlı bir şekilde değişiyor, mahalleler yok oluyor, insanlar bugün bir bakıma kapitalizmin en büyük dertlerinden biri olan bireyselliğin çukuruna düşmüş vaziyette, herkes kendi çıkarı peşinde koşmak zorunda kalıyor ve bizim gençliğimizde yaşadığımız Türkiye olmaktan çıkıyor, böyle bir sosyoloji artık kalmıyor neredeyse. Arkadaşlar, bu çok büyük bir hasardır. Yani Kanal İstanbul'un veya Karadeniz Sahil Yolu'nun yarattığı veya yaratacağı sorunlardan çok daha derin bir sorundur bu. Bu, toplumun örgüsünün, toplumun sosyolojisinin bozulması sonucunu doğuracaktır.
Dolayısıyla da ben sözlerimi bitirirken şunun tekrar altını çizeyim: Çevre ve şehir konuları özellikle 1980 sonrası dünyada gündeme geldi çünkü neoliberal politikalar öyle bir rüzgâr yarattı ki gerçekten insanın tek bir yaşam alanı olan dünyanın talan edildiğini ve her geçen gün yaşanması zor bir yer hâline geldiğini gördükleri için önce Avrupa'dan ve daha sonra dünyanın her yerinden yayılan bir çevrecilik hareketleri oluştu ve şehircilik hareketleri oluştu. Bunların esasında tartıştığı konular çevre ve şehrin çok özel bir konu olduğunu ve demokrasi anlayışlarımızın da bu özel durumu dikkate alan bir biçimde yeniden düşünülmesi gerektiğini söyledi. Dolayısıyla da önümüzde sandıktan çıkanın her şeyi yapabildiği bir demokrasi anlayışı bitmiştir arkadaşlar, böyle bir demokrasi anlayışı yok, aksine, insanına karşılıklı olarak saygı gösteren ve herkesin görüşlerini alarak bir anlamda toplumun ihtiyaçlarını gidermeye yönelik kararlar alabilen bir yönetim anlayışı giderek dünyada geçerli tek demokrasi anlayışı olmuştur.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Katırcıoğlu.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - O sebeple de ben Bakanlığın bütçesinin hayırlara vesile olmasını dilerim tabii ki ama lütfen bu çevre ve şehircilik konularını böyle basit konular olarak almayın yani Sayın Cumhurbaşkanının -son bir söz- Gezi'yle ilgili olarak "Orada 3 ağaç söz konusu oldu, biz binlerce ağaç dikiyoruz." lafı bile esasında çevre konularında Sayın Cumhurbaşkanının eksik bir bakış açısı olduğunu söylüyor çünkü çevre konusu öyle bir konu değildir.
Teşekkür ederim.