KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli bürokratlar ve değerli basın mensupları; hepinize saygı ve selamlarımı sunuyorum.

Biliyorsunuz, bir buçuk aydır süren bu maratonun son günü bugün. Son gün olması hasebiyle yeni bir milletvekili olarak bu bütçe tartışmalarından ne anladığımı biraz söylemek ihtiyacı hissettim. Sayın Başkan da umarım biraz daha izin verir.

Ben hemen söyleyeyim yani böyle bütçe olmaz, böyle bir bütçe tartışması olmaz. Yani bir gün önce elimize gelen birtakım rakamlı dosyalar üzerinden... Gerçekten eğer bizden anlamlı, herkesin tabii ki farklı bakış açısı var o bakış açısını yansıtan bir biçimde bir değerlendirme yapmasını bekliyorsa eğer bu toplantı düzeni, bu sağlanmıyor. Yani ne oluyor diye baktığımızda, ben açıkça söyleyeyim Türkiye'nin bölünmüşlük haritasını burada aynen yeniliyoruz esasında. Yani bazen soruyorlar, ben doğrusu Türkiye'nin bir kimlikler sıkıntısı yaşadığı kanaatiyle konuşuyorum. Bazı arkadaşlar kabul etmiyor olabilir ama bugün dünyanın geldiği ve Türkiye'nin de geldiği yer itibarıyla baktığımızda kimlikler bağlamında bir sorun yaşadığı kanaatindeyim. O kanaatin de buradaki somut görüntüsü de bu bence. Çünkü her kimlik kendi penceresinden olaya baktığı için bir toplum gerçekten anlamlı ve önemli bir şey üretemez burada. Ancak ne olur? Hâkim olan kimlik esasında kendi istediğini yaptırır ki öyle oluyor gibi gözüküyor şu anda. Tabii bu sürekli hâkim olmak anlamına gelir mi, onu bilmiyoruz, onu göreceğiz ama on altı yıldır bu ülkeyi Adalet ve Kalkınma Partisi yönetiyor ve... Tabii insan şunu bekliyor özellikle Sayın Bakan sunuşunda... Yani şöyle yaklaşılabilir pekâlâ "Geçmişte şunları yaptık, bazı şeyleri yanlış yaptık, bazı şeyleri doğru yaptık." denebilir. Yani dün yine Ekrem arkadaşım burada yaptığı sunuşta bize bir şeyler hatırlatmaya çalıştı, Adalet ve Kalkınma Partisinin hep mi kötü yaptığına dair. Hayır, biz de öyle düşünmüyoruz zaten, Adalet ve Kalkınma Partisinin doğru yaptığı birçok şey var tabii ki ama bizim söylemeye çalıştığımız şey şu: 2009'dan sonra Adalet ve Kalkınma Partisinin bir şeyi bozuldu, ben ona "Kimyası bozuldu." diyorum, artık buradan ne anlarsınız bilemiyorum ama. Yani doğru kararlar veremiyor gibi geliyor bana ve nitekim bu bütçeyle karşımıza gelen Sayın Bakan da esasında "Türkiye'nin ihtiyacı olan bir bütçe midir?" sorusunun cevabını vermiş olmuyor gibi geliyor bana. Yani pekâlâ şu söylenebilir: Tabii ki iktidarda olan bir partinin Bakanı olarak bunu söylemek belki zor ama gerçekçi olmak adına söyleyecek olursak "Evet, zordur durumdayız ekonomik olarak." Yani neresinden bakarsanız bakın. Rıdvan arkadaşım demin benim de konuşmayı düşündüğüm krizin haritası sayılabilecek veya krizin göstergeleri sayılacak konularda... Kötüye gidiyoruz, imalat sanayisi hızla düşüyor, bu millî gelirin düştüğü sıfıra hatta eksiye doğru gittiğine de işaret ediyor. Enflasyon, biliyorsunuz bütçede 20,1 civarında bir enflasyon hedefi yıl sonu itibarıyla -galiba yanlış hatırlamıyorsam- konmuştu fakat Merkez Bankası 23,1 veya ona benzer bir rakam ifade etti sene sonu itibarıyla. Şimdi dolayısıyla da mesele krizin maliyetlerinin nereye, nasıl yansıtılacağı meselesi gibi geliyor bana. Şimdi ne demek bu? Bu şu demek: Şimdi, önümüzdeki günlerde Hükûmetin alması gereken kararlar var. Bunlardan bir tanesi asgari ücretin ne kadar artırılacağıyla ilgili bir karar. Bu, bir tartışma devam ediyor bildiğim kadarıyla, TÜRK-İŞ 2 bin lira söylüyor yanılmıyorsam, DİSK 2.600 lira söylüyor, işverenler de 100 lira artışla bu işi götürelim diye bakıyorlar ve Hükûmetin bir karar vermesi lazım. Ortada enflasyon hedefi veya yıl sonu itibarıyla enflasyon, şurada iki ayı kaldı. Şimdi burada alınacak karar esasında bu maliyetin ne kadar kısmının işçilere yükleneceğini gösterecek gibi geliyor bana. Öte yandan bankacılık sektöründe ciddi bir sıkıntı var bence yani yine krediler konusunda, batık krediler konusunda ciddi alarm verici işaretler var. Dolayısıyla da bankaların stres testine tabi tutularak öz sermayenin yenilenmesi gibi bir mesele var. Burada da bir karar vermeleri lazım ve anladığım kadarıyla zaten işverenlerle yani banka sahipleriyle bir tartışmadır gidiyor. Yani ne kadarını işverenler ödeyecek ne kadarını devlet ödeyecek konusu daha netleşmedi ama burada da bir karar vereceksiniz. Öte yandan tabii KOBİ'ler ki büyük ölçüde KOBİ'lerin desteğini aldınız, onu görüyorum ama KOBİ'lerin finansa ihtiyacı var ve bankacılık sektörü bu finansmanı sağlayabilecek düzeyde değil. Onun için de sizin mutlaka ve mutlaka ÖTV indirimleri yapmanız, lazım KDV indirimleri yapmanız lazım artı, Kredi Garanti Fonu'ndan yine desteklemeniz lazım. Şimdi dolayısıyla "Bu kısıtlar altında siz ne yapacaksınız?" sorunusun cevabı yani toplumsal yapı açısından baktığımızda bu maliyeti nereye bükeceksinizin ortaya çıkmasını sağlayacak olan bir nokta olacak gibi geliyor bana, bu karar noktası ve benim gördüğüm kadarıyla, benim hissettiğim kadarıyla siz bunu yine çalışanlara yükleyeceksiniz gibi geliyor bana. Yani yanılıyor olabilirim, inşallah yanılırım ama benim izlenimim o. Dolayısıyla da asgari ücrette işçilerin, emeklilerin beklediği artışlar olmayacak gibi geliyor bana ve dolayısıyla da böyle bir sıkıntı devam edecek.

Şimdi benim esasında konuşmak istediğim başka konular da var. Bunlardan bir tanesi yani gerçekten anlamakta zorlanıyorum yani hakikaten benim de kabaca bildiğim kadarıyla Adalet ve Kalkınma Partisinin hatta Cumhurbaşkanının etrafında birçok iktisatçı var ve kendisine söylemezler mi acaba stokçuluk başka bir şeydir, stokçuluk yasal bir şeydir, makul bir şeydir. Yani eğer serbest piyasa ekonomisini siz savunuyorsanız -ki Sayın Cumhurbaşkanı savunduğunu söyledi Meclisin açılış konuşmasında- ama spekülasyon olmadan serbest piyasa ekonomisi çalışmaz, çalışmaz yani borsa çalışmaz. Şimdi, siz soğan üreticilerini stokladı diye yakaladınız. Yahu, zaten ne yapsınlar adamlar? Zaten rutin bu. Çünkü yılda bir defa toplanan bir ürün bu yani önümüzdeki nisana kadar bu ürün devam edecek ve beklenti o ki fiyatlar artacak. Onun için fiyatların artacağını gören iş dünyası aktörleri stok yaparlar, bu yasal bir şeydir, bu manipülasyon değildir. Manipülasyon olması için...

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Karaborsa mı gelsin? Öyle deme ama.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bir dakika arkadaşlar, öyle değil. Manipülasyon ile stokçuluk yani spekülasyon arasında önemli bir fark var.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Bir şey daha söyleyin bakalım.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ya, bir dakika, müsaade edin Ekrem Bey, biz sizinle sonra sohbet ederiz ama sohbet etmiyoruz şimdi, ben bir konuşma yapıyorum, Allah aşkına bırakın.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Bir müsaade edin arkadaşlar.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Şimdi, yani burada şunu söylemiyorum: Benim iktisatçı olarak, serbest piyasa ekonomisiyle ilgili olarak sorunlarım var. Ben serbest piyasa ekonomisini, kimi liberallerin iddia ettiği gibi, sorunlarımızı çözecek ve güvenmemiz gereken bir alet olarak görmüyorum zaten. Ama siz sanki öyle görüyorsunuz gibi geliyor bana çünkü Sayın Cumhurbaşkanı "Serbest piyasa ekonomisine bağlılığımız devam edecek." dedi. Şimdi, serbest piyasa ekonomisine bağlılığımız devam edecekse...

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Tedbirdir efendim.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bir dakika, müsaade edin! Ya, Allah aşkınıza yapmayın! Yani şimdi ekonomi 101 dersini başlatmayın bana. Ama spekülasyon, bu sistemin bir mütemmim cüzüdür, ondan ayıramazsınız.

Yani bakın şimdi, siz soğancıları yakaladınız, ben çok yakından biliyorum, mesela elma üretenler ne yapıyorlar sizce? Buzhaneye koyuyorlar, kendileri bekliyorlar çünkü daha yüksek fiyat beklentisi içinde. Tersi de çıkabilir çünkü bir riski göze alıyorlar yani riskle ilgili bir hikâye bu.

Onun için arkadaşlar, Sayın Bakanım, Sayın Cumhurbaşkanının bir düzeltme yapmasına lütfen şans verin. Manipülasyon ile spekülasyon arasındaki farkı bir şeklide dikkate alarak bir açıklama yapsın yoksa bu, inzibati tedbirlerle enflasyonun düşürülmesi kadar bence, kanaatimce komik bir duruma düşürmeyin bizi. Bu komik bir durumdur. Yani bizim belediyelerimizle birtakım inzibat kollukları organize edeceklermiş galiba, duyduğum kadarıyla, piyasaları dolaşacaklar, marketler; dolaşacaklar kaça satıyorlar diye. O zaman bu, serbest piyasa olmaz arkadaşlar. Yani şimdi adını ne koyduysak ona göre konuşmamız lazım, böyle bir şey olamaz.

Ama maalesef, ben geçen ki konuşmamda da Sayın Bakana sormuştum ve cevabını da alamadım açıkçası yani hiçbir cevap vermemişsiniz benim sorularıma. Ama sorduğum bir soru vardı: "Yüzde 10'a uymayanları ne yapacaksınız?" sorusu vardı ama anladım ben sonra yani ye yapılacağı belli işte böyle bir rüzgâr yaratacaksınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu, lütfen son cümlelerinizi alayım.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Yani bir tür korku yaratacaksınız, "Aman stokta malım var." diye korkacak insanlar ve piyasaya sürecekler.

Arkadaşlar bu, problemi çözecek bir durum değildir. Bugün stokçuları yok edin, yarın çok daha yüksek fiyatlarla karşı karşıya kalacaksınız çünkü spekülasyon ilerideki yükselen fiyatları aşağı çekmek için kullanılan bir araçtır aynı zamanda. Dolayısıyla da burada yanlış bir yaklaşım olduğu kanaatindeyim.

Bir konu da sürem elverdiği kadar, özelleştirmeyle ilgili bir konu var. Arkadaşlar, özelleştirmeyle ilgili olarak sürekli yanlış yaptınız, yanlış yapmaya devam ediyorsunuz ama bu yanlışı sadece siz yapmıyorsunuz. Bakın, ben 1991-1993 yılları arasında Erdal İnönü'nün danışmanı olarak özelleştirmeyle ilgili birinci derecede sorumlu insanlardan birisiydim. Özelleştirme İdaresi Başkanına, o zamanlar -adını hatırlamıyorum şimdi ama- şöyle söylemiştim, ÇİTOSAN özelleştirilecekti: "Bir gruba vermeyelim şu şirketleri yani yanlış olacak." "Niçin yanlış olacak?" dediler. "Ya, işte bunu verirseniz orada bir tekelleşme olur, o bölgede. Zaten adamların birçok yerde böyle şeyleri var, çimento fabrikaları var." O zamanlar hiç unutmuyorum, Özelleştire İdaresi Başkanı bana şöyle dedi: "Ya, Hocam, zaten onların 3 tane şirketi var orada, 1 tane daha olsa ne olur?" Ben de dedim ki: "Yani tam da bunu demek istiyorum zaten." Yani özelleştirdiğiniz kurumların eğer özel sektör tekeli hâline gelmesini istemiyorsanız ki istediğinizi varsaymıyorum doğrusu ama eğer istemiyorsanız, o zaman mutlaka ve mutlaka bir regülasyon mekanizması getirmeniz lazım, bunsuz olmaz. Ama gördüğüm kadarıyla böyle bir şey. Mesela, elektrik özelleştirmeleri tümüyle yanlıştır bence. Bugün elektriği tüketicilerin yüksek kullanmasının sebeplerinden bir tanesi, biliyorsunuz, TEDAŞ bölgesel bazda özelleştirildi, o bölgeleri satın alanlar esasında kendi perakende şirketlerini kurdular ve dolayısıyla da dağıtımında bir tekelleşme ortaya çıktı ve bu hepimizin gözü önünde oluyor, hatta Rekabet Kurulunun gözü önünde oluyor. Ben Rekabet Kurulu Başkanına bunu anlatmaya çalıştım ama yani anladığım kadarıyla 2011'den sonra zaten bağımsızlık diye bir şey kalmamış dolayısıyla da bakan ne derse veya yukarıdakiler ne derse onu yapan bir kurum hâline dönüşmüş.

Şimdi, toplarsak, çok konu var konuşacak ama bir şeyi daha söyleyeyim isterseniz. Bu adalet meselesini konuşulurken orada konuşmuştum, sizlerle de bunu paylaşmış olayım: Adalet, gerçekten çok önemli bir mekanizma, ekonomiyle ilgili olarak da önemli bir mekanizma. Mesela, bugün, söyleyeyim, banka kredilerinin yüksek olmasının ana sebeplerinden bir tanesi de ipotekle, gayrimenkul ipoteğiyle çalışıyor olmasıdır bankacılık sisteminin. Gayrimenkul ipoteğinin nakde çevrilmesi, yasal süreçlerin uzun olmasından dolayı çok maliyetlidir ve o sebeple de bankalar daha yüksek gayrimenkul taleplerinde bulunurlar ve dolayısıyla da kredilerin maliyetleri daha yüksek olur.

BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum. Yani bitiriyorum, esasında tabii bitmez bir mesele, çok konuşulması gereken konu var. Ama biliyorum ki yani yine bu bir buçuk aylık deneyimim sonucunda, ben de konuştum, Durmuş Hocamın söylediği gibi, suya yazdım, onu biliyorum, kimsenin aklında bir şey kalmadı ya da bilmiyorum yani bunu böyle söylemek doğru olmayabilir ama. Ama burada konuşuyoruz, konuşuyoruz ve hiçbir karşılık bulamıyoruz, hiçbir etkileşim olmuyor. Hâlbuki bu etkileşim olmadan, sanıyorum ortak aklı bulmamız da mümkün değil. Onun için, ben yine son sözüm olarak şunu da söyleyerek bitireyim: Türkiye'nin ekonomisinin de siyasi yapısının da sosyal yapısının da tek tedavi ya da tek ilacı var, o da demokrasi, demokrasi, demokrasi. Yani demokrasi olmadan bu ülkenin ne ekonomisinde bir adım atabiliriz ne siyasetinde doğru dürüst gerçekten ortak bir kimliğe doğru bir adım atabiliriz ne de sosyolojisindeki bölünmeleri giderebiliriz.

Hepinize teşekkür ediyorum.