KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, basın mensupları; hepinize saygılarımı sunuyorum.

Yani bir usul tartışmasıyla başladık ve bu usul tartışması gerçekten bir gereklilikti çünkü üzerinde genel olarak konuşulması mümkün olmayan -yani Cemal Bey yine kusura bakmasın- bir torba geldi önümüze. Yani bunun nesinin geneli olabilir diye düşündüğümüzde... Çünkü o kadar ayrı konular var ki bunun geneli ne olabilir? Ben bir geneli buldum esasında, biraz onun üzerine birkaç şey söylemek istiyorum. Bakın, bugün mevcut yeni Cumhurbaşkanlığı sistemi esas itibarıyla şöyle bir sistem benim gözlemlerimden ve gördüklerimden çıkardığım sonuç olarak: Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan kendi partisi olan Adalet ve Kalkınma Partisinden de kurtuldu, bizim gibi muhalif partilerden de kurtuldu, kendisi yükseldi, göğe çıktı, orada atadığı 16 bakanla ve elinin altındaki tekelleşmiş bir medyayla Türkiye'yi kendi başına yönetiyor. Buradaki maddelerin hemen hemen tümü, böyle bir merkezîleşmenin bir anlamda olduğunu kanıtlayan maddeler. Yani birazdan maddeler üzerinde konuştuğumuzda zaten daha net olarak çıkacak ortaya. Böyle bir durum var arkadaşlar. Yani bunu Adalet ve Kalkınma Partisindeki arkadaşlar ne kadar görüyorlar, diğer arkadaşlarımız ne kadar görüyor, bilmiyorum veya benim gördüğüm doğru mudur yanlış mıdır, sizler ne düşünürsünüz, bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla Türkiye bu sistemle birlikte inanılmaz bir merkezîleşmeye döndü. Hatta tek adama itiraz ediyorlar arkadaşlar, "tek adam yönetimi" lafına ama gerçekten öyle yani Mehmet Uçum'un söylediği çok doğrudur. Bu maddelerde "Cumhurbaşkanı yetkilidir." denmesiyle esasında "Hükûmet yetkilidir." demek istiyorlar." Cumhurbaşkanı tek başına bir hükûmet esasında, şey bu yani soyutlarsanız, karşılaştığımız sistemin temel yapısı bu. Şimdi, bu yapı, kanaatimce, bugün içinde bulunduğumuz ve bulunmaya devam edeceğimiz ekonomik krizin de sebebidir ve bir türlü içinden çıkamadığımız -Suriye bağlamında söylüyorum- siyasi krizin de sebebidir ve Türkiye'nin sosyolojisi açısından söylüyorum, Türkiye'de barışın tesis edilememesinin de sebebi budur. Bunlar, öyle veya böyle yani inşallah ömürlerimiz yeter ve hepimiz yine bir şekilde buralarda veya başka yerlerde karşılaşırız ama bu yol, yol değildir arkadaşlar. Yani 80 küsur milyon insanın yaşadığı bir ülkede bu kadar az sayıda insanın bu kadar çok sayıda insanın hayatını etkileyecek kararlar alabilmesi Sovyetler Birliği'nde yanlıştı, bizde de yanlış; bu kadar bence açık görünüyor.

Şimdi, maddelerle ilgili baktığımda, mesela üzerinde konuşmak istiyorum bunun. Mesela, Anka Teknoloji Üniversitesi diye bir üniversitenin artık kapatılacağından söz ediliyor.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Açılamadı, açılamadı.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Açılamamış, üç yıldan beri açılamamış.

Mesela, ben şunu öğrenmek isterdim: Neden açılamadı acaba? Yani bir yanıyla KHK'li yapıp da bir metne imza attı diye yüzlerce, binlerce öğretim üyesini siz sokağa bırakın, hatta açlığa bırakın ve ondan sonra bir üniversite kuruyorsunuz, üniversiteye eleman bulamıyorsunuz anlaşılan, bilmiyorum, başka bir sebebi var mı?

Yine Gaziantep Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin adı şöyle değişiyor: "Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi" olacakmış. Tamam, böyle bir değişiklik yapılabilir ama niçin bu "İslam" kondu diye anlamaya çalıştım. Metnin gerekçelerinde çok net olan bir şey yok ama şu cümleye takıldım: "Belli bir misyon içinde" diye bir tabir var. Yani esasında belli bir misyondan ben şunu anlıyorum: Arap ülkelerinden veya "İslam" diyelim, "Arap" yanlış ifade, affedersiniz, İslam ülkelerinden bu üniversiteye bir biçimde işte burslar verilerek vesaire başka ülkeden, İslam ülkelerinden insanların gelmesiyle ileriki yıllarda oraları etkileme şansını elde edebilmenin bir tür emperyalist projesi diye de bakılabilir çünkü Batı'da emperyalist ülkeler böyle yaparlar, anlaşılan bizde de böyle bir anlayış gelişmiş gibi gözüküyor.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - "Emperyal" diyeceksin.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Emperyal, peki.

Şimdi, madde 32'de şöyle bir laf var, deniyor ki: "Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu'nda yapılacak değişiklikte imalat girdilerinde meydana gelen beklenmeyen fiyat artışları dolayısıyla..." Affedersiniz, "beklenmeyen" nedir, biz neye "beklenmeyen" diyoruz? Yüzde 2'lik artış beklenmeyen midir, yüzde 12'lik artış beklenmeyen midir? Neye göre beklenmeyendir üstelik? Yani dünyada konjonktür veya ülkedeki konjonktür öyle bir yere gelebilir ki yüzde 20 artış da normal bir artış olabilir. Dolayısıyla da bir muğlaklık açısı olduğu çok açık.

"Şalgam suyunda ÖTV kaldırılıyor." Bu da tuhafıma gitti. Yani niçin şalgam suyunda kaldırılıyor da domates suyunda kaldırılmıyor veya ne bileyim portakal suyunda kaldırılmıyor? Yani demin onu söylemeye çalıştım, biz kanunun tümünü bilirsek bu madde değişikliğinin de ne anlama geldiğini anlarız diye düşünüyorum ama anlaşılan bu benimkisi biraz fazla bir şey istemek oluyor.

Madde 48'de mesela şöyle bir şey var: "Belediyelerin ihtiyaç duyduğu yatırım nitelikli projelerin gerçekleştirilmesi amacıyla strateji ve bütçe başkanlığı bütçesine konulan belediyelere yardım ödeneğini belediyelerin talebi üzerine kullandırmaya Cumhurbaşkanı yetkilidir." Şimdi, arkadaşlar, hem parti başkanı olacaksınız hem Cumhurbaşkanı olacaksınız ve farklı partilerin seçimle kazandığı belediyelerin imkânlarını siz belirleyeceksiniz. Böyle bir tuhaflık olabilir mi? Çünkü diyelim ki, bizim herhangi bir belediyemizin bir ihtiyacı oldu, bunu belirtti ve Cumhurbaşkanı karar verecek onun verilip verilmeyeceğine. Cumhurbaşkanı bizim rakip partimiz, aynı zamanda partinizin lideri. Peki nasıl olacak bu arkadaşlar, bu nasıl bir anlayış? Hakikaten anlamakta zorlanıyorum.

Evet, dediğim gibi ileride daha ayrıntısını konuşuruz herhâlde, bu genel -tırnak içinde, nasıl bir genelse- bir konuşmaydı ama altını çizerek konuşmamı bitirmek istiyorum. Bir, böyle bir bütçe tekniği doğru bir teknik değildir. Hele hele Türkiye gibi gerçekten ekonomik, siyasi ve sosyal sorunları yığılmış bir ülkede daha uzlaşmacı bir anlayış üretmek lazımdır ama gördüğüm kadarıyla böyle bir uzlaşı arayışının yani artık herhâlde, ne kadar vardı geçmişte bilmiyorum ama şimdi tümüyle kalkmış olduğunu görüyorum. Ve bugüne kadar gelen bütün torba yasalarda yasa değişiklik önerileri doğrudan doğruya Cumhurbaşkanlığı sisteminin güçlendirilmesine yöneliktir, Cumhurbaşkanlığı sisteminin merkezileşmesine yöneliktir ve yani öyle veya böyle bu yetki konsantrasyonu emin olun hiç kimsenin yararına olan bir konsantrasyon olmayacaktır. Çünkü hep söylüyorum, İbni Haldun'dan beri merkezileşme, esasında zayıflamadır. Herhangi bir sistem merkezileşiyorsa kırılganlaşır ve bu, bütün Osmanlı tarihinde böyle yaşanmıştır. Gördüğüm kadarıyla tarih bir şekilde... Hani inanmam tekerrür ettiğine ama anladığım kadarıyla Sayın Cumhurbaşkanının çok önemsediği bu Cumhurbaşkanlığı sistemi bence Türkiye'yi kırılganlaştıran bir sistemdir ve bu yasalar da ona hizmet etmektedir.

Teşekkür ederim.