KOMİSYON KONUŞMASI

YUNUS EMRE (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ben de teşekkür ederim açıklamalar için öncelikle. Tabii, çok önemli gördüğüm, gerçekten yani bir "know-how" dendiği zaman sadece teknoloji transferini, birtakım temel bilimleri, mühendisliği falan da düşünmemek gerekli. Yani bu alanda, kamu yönetimi, ticaret, ekonomi politikalarında da dünyanın birikimini, Avrupa'nın birikimini Türkiye'de daha etkili şekilde kullanmamıza yarayacak bir girişim olarak destekliyoruz.

Şimdi, iki şeyi ben sormak istiyorum: Birincisi, bizim, malum İstanbul'da çok etkili, önemli üniversitemiz, eğitim kuruluşlarımız var. Örneğin, işte, iktisat fakültesi, seksen yıla yakın bir mazisi olan fakültemiz İstanbul Üniversitesi bünyesinde. İngilizce eğitim yapan çok iyi eğitim kuruluşları var. Yine, önemli düşünce kuruluşları, araştırma kuruluşları var. Acaba yani yapılan müzakerelerde, çalışmalarda OECD'yle, OECD'nin bu yeni kurulacak ofisi ile bizim bilim camiasının ve entelektüel camianın daha etkili bir iş birliği nasıl mümkün olur? Bunun üzerinde bir çalışma var mıdır? Bunu sormak isterim.

İkincisi de bu ofisin etki alanı tanımlanırken Balkanlar, Orta Doğu, Kuzey Afrika vurgusu yapıldı. Bunun biraz ben açılmasını rica ediyorum. Şöyle ki yani öteden beri Batılıların bizi pek Batı toplumu içinde görmeyen, saymayan, ön yargılı bir tutumu oldu, bilindik bir hadise yani birçok örneği verilebilir. Bizim de buna karşılık yani Avrupa'yı daha bir coğrafi tanım ya da işte, bir şekilde Hristiyan uygarlığı falan gibi değil de demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi temel ilkeler çerçevesinde değerlendiren ve bu ilkeleri savunan, destekleyen bir ülke olmak arzusuyla kendimizi de onun bir parçası hisseden yani Avrupa'nın, Batı'nın parçası hisseden bir tutumumuz var. Ancak öteden beri Türkiye'yi yani Orta Doğu-Kuzey Afrika meselesi de bizim netice itibarıyla utandığımız falan bir hadise değil. Bu, bizim tarihimizin ve bugünümüzün de bir parçası. Ancak niçin böyle özel olarak belli bir alan tanımı üzerinde bu kadar net bir şekilde duruyoruz? Yani bu, az önce çerçevesini çizmeye çalıştığım Türkiye'ye ilişkin tarihî ön yargılarla falan ilgili bir durum mu acaba? Onu da sormak isterim.

Teşekkürler.