| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1580) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 20 .02.2019 |
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkürler.
Sayın Başkan, değerli üyeler; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Belki benim burada kıdem itibarıyla birçoğunuza göre bir özelliğim var, o da adı üniversiteye verilmesi önerilen Sayın Türkeş'in sesini -27 Mayıs ihtilali veya o zamanki deyimle ihtilal, sonra devrim dendi, sonra darbe- henüz ilkokul çocuğu iken radyodan duymuş olmam 1960'ta; öbür taraftan ise adları verilen, kişi adları taşıyan üniversiteler olarak Montesquieu Üniversitesi, Descartes Üniversitesi gibi dünya çapında ünlü olan üniversitelerde öğretim üyeliği yapmış olmak.
Şimdi, tabii ki her zaman ülke gerçekleri ile dünya gerçekleri örtüşmeyebilir ama Atatürk'ten bu yana hep çağdaş uygarlık düzeyini hedeflediğimize göre, Sayın Cumhurbaşkanı da bunu zaman zaman vurguladığına göre belki bizim hedefimiz gerçekten çağdaş uygarlık düzeyi olmalıdır diye düşünüyorum. Çağdaş uygarlık düzeyinin yolu da üniversitelerden geçer, bilimden geçer. Sayın Bostancı bir üniversite mensubu olarak bunu çok iyi bilir. Bu açıdan burada adları telaffuz edilen Nazım Hikmet, belki Yaşar Kemal gibi dünya çapında tanınmış olan Türk yazarların, Türkiyeli edebiyatçıların da belki üniversitelerde adının anılması, onların adlarının verilmesi kuşkusuz daha farklı olurdu, daha anlamlı olurdu. Ama burada Türkeş'in adının üniversiteye verilip verilmemesi sorunundan önce sevgili meslektaşımın dile getirdiği üzere ve benim de uzmanlık alanım vesilesiyle bu işlerin bir tür kotarılma tarzı, bir tür yürütülme tarzı açısından karşı karşıya geldiğimiz sorunları, hangi görüşe mensup olursak olalım zannediyorum, biraz tartışmamız ve aynı yanılgılara düşmememiz gerekir diye düşünüyorum özellikle üniversite mensubu olmam nedeniyle. Tabii ki Türkiye açısından eski Sayın YÖK Başkan Vekilimiz burada, beni üniversite temsilcisi olarak görmüyordur, "Yurt dışında bekliyorlar, madem ki seyahat olanağınız oldu, yarım kalan derslerinizi tamamlayın." biçiminde...Ama o farklı bir konu kuşkusuz ona girecek değilim. Ama beyin göçünden çok söz edildiği bir dönemde aynı zamanda bilim kıyımından habersiz olmak diye bir lüksümüzün de olmadığını belirtmek istiyorum.
Şimdi, burası şöyle önemli sayın vekiller, değerli başkanlar, üyeler; şöyle bir sorunumuz var, Sayın Akçay'la da zaman zaman Genel Kurulda bu konuyu farklı biçimlerde dile getiriyoruz, zaten kendileri de bir biçimde her ne kadar AK PARTİ'yle müttefik olsalar da sorunları görmezlikten gelmiyorlar, gelmemeleri de gerekir, şöyle ki: 6771 sayılı Kanun değişikliğinde en çok savunulan, destek istendiği sırada 3 kavram karşımıza çıktı; bir; erkler ayrılığı sağlanacak, iki; yasama özerkliği söz konusu olacak, üç; bunun da aracı kanun teklifi, kanun teklifi için artık Meclis tekeli söz konusu olacak diye ve bu da gerçekten diğer faktörler arasında "evet" oyunu pekiştirdi, artırdı. Tabii ki o tartışmalara girmeyelim. Ama özellikle bu teklif konusunda karşılaştığımız sorunlara dün Plan ve Bütçe Komisyonunda AK PARTİ'li üyeler de gerçekten rahatsızlıklarını dile getirdiler böyle olmamalı diye yani "Ya Anayasa'yı değiştirelim, teklif bizden çıksın ya da Anayasa'ya uyalım, teklif bizden kaynaklansın" diye.
Şimdi, değindiği üzere, İslam üniversitesi gündeme geldiği zaman tabii ki bizim bu ülkede "Hayır, İslam adı konulmasın." diye bir karşı çıkma lüksümüz yok, dedik ki "Böyle bir ad verilebilir üniversiteye ama bu ad kurulu bir üniversiteye verilmesin, pekâlâ teoloji üniversitesi diyebilirsiniz, bir ilahiyat üniversitesi, yeni bir üniversite kurabilirsiniz, bu iddialı da olabilir dünya çapında, bunu yaparsınız." Bu şekilde farklı gerekçelerle çıkınca Komisyon Başkanı "Tamam, o zaman bunu müzakereye alalım." dedi ve müzakereye alındı yani Plan ve Bütçe Komisyonunda tartışma bitti, müzakereye alındı dolayısıyla partiler arasında uzlaşma sonucu bu çıkarılacaktı. Olmadı bu, Sayın Başkan "Hocam, benim irademin dışında." dedi, bunun ötesini söylemeyeyim. Kanun oylanır oylanmaz hemen rektör atandı. Ha, rektör belliymiş, kaynak belli ve üniversite böyle kuruldu. Sonra duyduk ki efendim, bu cemaat üniversitesi, şöyle dendi: "Cemaate bir mesaj mı? İslam'sa biz bunu sizden daha iyi biliriz." Şimdi bunlar olagelen hususlar.
Şimdi, biz Plan ve Bütçe Komisyonuna bu adla, YÖK Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi diye torba kanunla çağrıldık, gittik, gittiğimiz zaman "Hayır, bu teklifin adı değişti." dediler, "Nedir?", "Adsız kanun teklifi hâline geldi çünkü YÖK teşkilatı çıktı." dediler. Ondan sonra diğer konular görüşülmeye başlandı, "Peki, adı ne?" "Henüz adı yok.", "Peki, teklif nereden?" Komisyon Başkanı sayıyor, birçok bakanlığın temsilcisi var, "Genel müdür altında temsilci istemiyorum." dedi ama tabii gelen kişiler daire başkanı, genel müdür yardımcısı falan. En az 10 ayrı yerden gelen, böyle bir tür hani torbalama yöntemiyle yapılmış, hiç YÖK'le ilgisi olmayan maddeler ve maddeler dizisi.
Şimdi, ilginçtir, Genel Kurula geçtik. Cuma günü de burada, Ceza Kanunu hakkındaki reformu görüşmüştük hâkim ve savcılık atamasına dair. Şimdi düşünün, 4 temel kanun... Ama kanunda "Adalet Bakanlığı Müsteşarı, müsteşar yardımcısı" diyor, onlar duruyor, dedim ki: "Sayın üyeler, sayın başkanlar; biz 6771 sayılı Anayasa değişikliğine karşıyız parlamenter rejime dönülmesi için, şimdi görüyorum ki siz de karşısınız çünkü müsteşar yok artık ama 'sınav komisyonunda, mülakat komitesinde müsteşar, müsteşar yardımcısı' diyor, o zaman gelin anlaşalım, hiç değilse anayasal düzene dönelim." Böyle bir şeyde de bulundum ama herhangi biçimde değişiklik yapılmadı, şu anda Genel Kurulda görüşülüyor. Çünkü burada paket biçiminde gelmiş. Hani sınav dedik, yargıçlık sınavında en çok tartışma nereden çıktı? FETÖ'cüler nasıl sızdı? Sözlü sınavlardan. "Gelin, sözlü sınavları kamera kaydına alalım." "Yok." dendi falan. Dolayısıyla bu tabii konumuz değil. Hani buraların işlevi de gerçekten, Komisyonunun işlevi Genel Kuruldan önce yasama çalışmasının mutfağı olmalı, şu ana kadar ben birçok komisyona gittim ama olmadı, olanlar da Plan ve Bütçe Komisyonunda olduğu gibi Genel Kurula gidinceye kadar değişti.
Şimdi, buna gelince, izninizle, uzatmamak için, burada üç sorun dikkatimi çekiyor. Şimdi Sayın Bostancı her ne kadar konuya milliyetçilik açısından yaklaştı ise de tabii Sayın Türkeş siyasal açıdan eğer Demirel'le, Menderes'le, Ecevit'le karşılaştırılacaksa bence siyasal unvanıyla, siyasal mevkisiyle karşılaştırılmalı yani Başbakan yardımcısı. Ama burada hâlen hayatta olan birçok Başbakan var. Peki, acaba o açıdan baktığımız zaman Başbakanlar şunu düşünmezler mi: Peki, bizim arkamızda da ya da Mecliste bizi temsil eden bir parti olsaydı, bizim adımız da verilseydi, mademki hayatta olmayan Başbakanların adları verildi, hatta hayatta olanların da verildi, o zaman, şimdi sıra Başbakan yardımcılarına geldiğine göre bizim hukukumuzu kim savunacak diye. Şimdi, bu konu, siyasal açıdan baktığımız zaman çok ciddi bir sorudur, yanıtı verilmesi gereken, aranması gereken bir sorudur. Ama Sayın Bostancı, ideolojik açıdan baktıysa o zaman tabii ki kuşkusuz farklı entelektüel birikimleri olan, Türkiye'de çok farklı kulvarlardan mücadele eden siyasetçileri de en azından anmak gerekir, Mehmet Ali Aybar gibi, Behice Boran gibi ya da daha farklı adları, onları da anmak gerekiyor. Fakat burada sorunu daha daraltacak olursam, Sayın Akçay dile getirdi, Sayın Cumhurbaşkanından bu inisiyatifin geldiği gibi, tıpkı İslam Üniversitesinde olduğu gibi.
Şimdi, burada ben de Sayın Akçay, 50'nci yılınızı kutluyorum ama 50'nci yılı 2019 boyunca 50'nci yıl olacak. Bunu açıkçası yerindelik açısından, zamanlama açısından acaba 31 Mart öncesi yapma gereği var mıydı? Yani yerindelik açısından belirttiğim gibi... Benim gönlümde Sancar gibi bilim alanında, Cahit Arf gibi bilim alanında veyahut da edebiyat alanında Nazım Hikmet gibi, Yaşar Kemal gibiler ama siyasal alanda olacak idiyse az önce değindiğim tarzda bir tartışma yapmamızın yerinde olacağını düşünüyorum. Ama zamanlama açısından acaba 31 Mart öncesi bunu yapmak... İki gündür şöyle duyumlar gelmeye başladı: "Acaba, hani bir yandan cemaate karşı İslam konusunda bizden kuşku duymayın, biz üniversiteyi de kurarız. İkincisi, evet, biz daha çok muhafazakâr maneviyatçı parti olarak tanınıyoruz ama Türklük bakımından da bizden kuşku duymayın, işte, bunu da yapıyoruz. Dolayısıyla, İslam-Türk sentezi bu şekilde sağlanır." şeklinde birtakım duyumlar, söylentiler ortaya çıkmaya başladı.
BAŞKAN - Sayın Kaboğlu, toparlar mısınız?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, zaten ben de toparlıyordum, teşekkür ederim.
Zamanlama olarak bir 31 Mart öncesi gerçekten... Evet, Sayın Bostancı'nın dile getirdiği -siyasal görüşüne katılalım katılmayalım ama- bu topraklarda yetişen büyüklerimize, önderlerimize saygı duymak, minnetle anmak bizim borcumuz fakat bu, çok saygı duyduğumuz kişilikleri acaba, bir bakıma seçim öncesi üç beş oya indirgeme şeyimiz olmalı mıdır, bunu yapmalı mıyız? Bu bakımdan da, bu açıdan da konuya yaklaşılmasını istirham ediyorum ve Sayın YÖK Başkan Vekilimizi de sadece biraz önce değindiğim beyin göçü ve bilim kıyımı konusunda -kuşkusuz YÖK başka sorunlardan eğer başını alabilirse- bunu konuyu da düşünmelerini istirham ediyorum.
Teşekkür ederim.