KOMİSYON KONUŞMASI

ŞENOL SUNAT (Ankara) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri; UNESCO Dünya Miras Listesi'nde -Göreme'nin de içinde olduğu- yer alan Kapadokya, evet, turizmde sahip olduğu payla ülkemizin ekonomik gelişimi açısından önemli bir yere sahip ki yılda 3 milyona yakın turistin ziyaret ettiği bir alan.

Arkeolojik, kentsel ve doğal sit alanları, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi, millî park gibi birçok farklı koruma statüsü ve bu koruma statülerine ilişkin farklı mercilere tanınmış yetkiler bulunuyor yani kanun teklifinde yetki karmaşasından bahsediliyor. Türkiye'de bu konuda yetki karmaşasının alabildiğince karıştığı ve kanunların uygulanamaz bir hâl aldığı, herkesin yetkisini ve kanunları uygulamaktan korktuğu ve kaçındığı, tepeden gelen talimatlarla iş görüldüğünden bu süreçte bu bölgemizde de bu konular yaşanmakta ve kaçak yapıların arttığı görülmektedir.

Jeolojik özellikli alanların yönetimleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından sağlanmaktadır. Mevzuat açısından ise birincil mevzuat olarak uluslararası sözleşmeler, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 2873 sayılı Millî Parklar Kanunu ile Yönetmeliği, 2872 sayılı Çevre Kanunu ve 6831 sayılı Orman Kanunu hükümleri uygulanmaktadır. Jeolojik özellikli sahalar bu mevzuatlar gereği doğal sit alanı, arkeolojik sit alanı, millî park, tabiat anıtı gibi statülerle korunmaktadır. Bugün dünya, jeopark konusunda çalışmalar yapıyor ve turizm gelirlerini alabildiğince artırıyor ve bugün Kapadokya'nın UNESCO'nun jeopark ağına dâhil edilme şartlarını keşke burada konuşuyor olabilseydik. 2014 yılında Türkiye'nin ilk ulusal jeoparkı, biliyorsunuz, Kula Volkanik Jeoparkı ve dünyada gerçekten emsali görülmemiş Kapadokya'nın bu jeopark ağına katılması için çalışmalar yapabiliyor olsaydık, ülkemizdeki yasal ve yönetsel düzenlemeler kapsamında jeositlere ya da jeoparklara yönelik bir tanımlama olmadığı için özel koruma ve kullanma şartlarını belirleyen düzenlemeler de henüz mevzuatımızda bulunmamaktadır. Yasal olarak terminolojideki bu eksikliğin şüphesiz ki pek çok olumsuz etkisi olmaktadır. Bunların başında, millî park, tabiat anıtı ya da doğal sit olarak ilan edilen her alanda aynı hükümlerin geçerli olmasıdır. Örneğin, Uludağ Millî Parkı, ormanlık alanları ve zengin habitat çeşitliliğine sahip olup bu kaynak değerleriyle koruma altına alınmıştır. Kapadokya bölgesi içindeki Göreme tarihî, millî parkı ise Erciyes ve Hasandağı'nın volkanları ile oluşan eşsiz jeolojik güzellikleri ve bu jeolojik yapılarda yaşanmış kültürel zenginliklerle millî park kategorisinde bulunmaktadır. Ancak Uludağ Millî Parkı da Göreme Millî Parkı da aynı mevzuatla yönetilmekte ve uygulamalara konu olmaktadır.

Birkaç daha örnek verebilirim ama vermeyeceğim vakit dar olduğu için.

Dolayısıyla ülkemizde henüz kaynak değerlerin niteliklerine yönelik bir mevzuat geliştirilememiştir.

Gelelim söz konusu kanun teklifine. Kapadokya bölgesinin bütünlüğünü sağlamak ve bütünlük içinde korunması, yaşatılması ve geleceğe tüm varlık değerleriyle aktarılması noktasında tek elden planlanması, yönetilmesi ve denetlenmesi öngörülmektedir. Evet, planlama sistematiği açısından baktığımızda, planlamanın tek elden yürütülmesi doğrudur. Ancak bu kanun teklifiyle sınırları belirlenen Kapadokya alanında aynı değerde önemli bazı yerlerin ihmal edildiği görülmektedir. Tarih ve doğanın iç içe geçtiği, dünyanın sayılı en büyük kanyonlarına sahip açık hava müzesi niteliğindeki Ihlara Vadisi'ni Kapadokya alanından ayırmak imkânsızdır; özel coğrafik oluşumlarıyla da Kapadokya bölgesinin temel karakteristiğine sahiptir. Her ne kadar Ihlara, Güzelyurt yerleşkesi içinde yer alsa da konum olarak "Güzelyurt bölgesi" ve "Ihlara Vadisi" diye tanımlamak daha anlamlı olacaktır. Güzelyurt bölgesi de yer altı şehirleri, kaya mezarları, tarihî, kültürel değerleriyle Kapadokya bölgesinin tüm özelliklerine sahip bir bölgedir ve dolayısıyla Ihlara Vadisi ve Güzelyurt bölgesinin de bu kanunla teklif edilen Kapadokya alan sınırları içinde yer alması daha uygun olacaktır.

Yine bu kanun teklifinde alan sınırları içinde tüm plan yapma, yaptırma, onama ve resen onama yetkisinin idareye verildiği görülmektedir. Ancak söz konusu alan içindeki kurumların yani kuruluşların, kamu kurum ve kuruluşlarının plan teklif etme yetkisinin olup olmadığı belirsizdir. İlgili kurum bünyesinde ilgili kurum tarafından idareye plan teklifinin sunulabilmesine ilişkin düzenlemelere bu kanun teklifinde yer verilmelidir.

Yine geçici 1'inci maddede, kanun öncesinde sözleşmeye bağlanmış işlerin idare teşkilatının kurulmasını takiben sözleşmelerle birlikte tüm hak ve alacak ve borçların da idareye devredilmiş sayılacağı belirtilmektedir. Alanda yürütülen işlerin tür ve niteliği düşünüldüğünde, bu madde hükmüyle hukuki büyük sorunlar yaşanacağı da aşikârdır.

Kanun teklifinin 1'inci geçici maddesinin (4)'üncü bendinde tüm alanda uygulanacak imar planı yapılması öngörülmektedir. Oysa üst ölçek planla uygulamaya geçilecek alanlar da vardır. Bu hükmün "üst ölçekli imar planları" olarak değiştirilmesi daha hayata geçirilebilir ve doğru olacaktır.

Yine sizlerle paylaşmak istediğim: Bu kadar yetkiye sahip idare ve oluşturulacak olan komisyonun üyelerini kim seçecek, üyeler hangi kriterlerde olacak, çalışma ve karar alma yöntemleri nasıl olacaktır? Biraz önce de ifade ettiğim gibi, planlama sistematiği açısından planların tek elden yürütülmesi doğru bir yaklaşım olabilir ama "Uzmanlık isteyen kültürel ve doğal değerlerin korunmasını, arazilerin planlanmasını ve kiralanmasını ve satışını mümkün kılan bu kanunla yeni rantlara yelken mi açılıyor?" diye sormak istiyorum. Rant yolları tek yetkili kurumla daha kolaydır. Türkiye'nin tüm turizm bölgelerinde böyle alan idareleri kurma yoluna gidildiğinde, belediyeler dâhil, birçok ilgili kurumun devre dışı bırakılarak yandaşların ve ülke yönetiminde bulunanların iş görmesi kolaylaşacak olabilir.

Kanunlar ve yönetmelikler uygulanamaz, kurumlar işlev göremez hâle getirilmişse, yargı bağımsız değilse yeni kurumlar oluşması bütçesiyle, kadrolarıyla da devlete yük olur; bunu da hepimizin bilmesi gerekir.

Evet, Kültür ve Turizm Bakanının şirketi olan ETS'nin, Gökova ve mavi yolculuğun ilk konaklama koyu olan Adalıyalı'da inşaat yapılması yasak ve sakıncalı olan toplam 124 bin metrekarelik alanda inşa edilecek otel gündemde. İki gün önce, uluslararası kredi alabilmek için alelacele bir ÇED toplantısı düzenlendi. Yürütmeyi durdurma kararı verilen 25.000'lik plana rağmen, 1.000'lik ve 5.000 ölçekli plan nasıl yapılabilir? Bütün bölge arkeolojik deniz alanı ve tamamen dalışa yasak bölge olmasına rağmen ve buranın deniz turizm alanı ve mavi yolculuktaki teknelerin konaklama alanı olmasına rağmen ekosistemin bozulmasına sebebiyet verebilecek ve köylülerin ekmeğiyle oynayabilecek bu faaliyete nasıl müsaade edilmektedir? Mavi turu, denizi, doğayı ve güneşi, arkeolojiyi ve tarihini eklersek satabileceğimiz başka bir turizm de bu bölgede yoktur. Kissebükü'nü ve Adalıyalı'yı yok etmek mi acaba dert, bunu da sormak gerekir.

Bu bölgede köylünün tapulu arazileri imara kapalı ama otel inşaatına açık hâle getirilmek istenmektedir. Bilirsiniz, 1970'lerde bu bölgede 88 koy varken artık bugün 44 koya düşmüştür. Şimdi, balık baştan kokuyor. Marmaris Oklu Koyu'nda saray yapılıp ormanlar yok edildi, Bakanımızın şirketi de Adalıyalı'da böyle bir inşaata girişmiş bulunuyor. Şimdi, değerli Komisyon üyeleri, çıkarılan kanunlar alanları korumaya çalışırken biz şimdi koylarımızı veya bu arkeolojik ve tarihî alanlarımızı bakanlardan mı korumaya çalışacağız?

Ben teşekkür ediyorum.