| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | Bazı Kanunlarda ve 652 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1963) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 20 .06.2019 |
ŞENOL SUNAT (Ankara) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, bugün Bazı Kanunlarda ve 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde konuşacağız. Evet, en önemli konularımızdan biri eğitim Türkiye'de ve her geçen gün de kötüye giden konu olarak eğitimi ele aldığımızda bunu hiç polemik konusu yapmadan -keşke daha geniş bir zamanda- değerlendirilebilmesinin çok daha önemli olduğunu ifade etmek isterim. Tabii, bize iki gün önce geldi ama çalışmalarımız neticesinde üzerinde durabildiğimiz kadarıyla eksik yönlerini gidermeye çalıştığımız bir teklif bu. Dediğim gibi, aslında Millî Eğitimin çok fazla sorunları var, keşke geniş çaplı, torba bile olmasa, Millî Eğitimle ilgili bir kanun teklifi önümüze gelmiş olsaydı diyorum.
Biraz uzun olacak, sıkılmazsanız, söyleyeceklerimin faydalı olacağına inandığım için biraz uzatabilirim.
BAŞKAN - Sayın Sunat, yalnız, çok söz talebi var yani diğer arkadaşların da hakkını gözeterek yani mümkünse.
ŞENOL SUNAT (Ankara) - Biliyorum Sayın Başkan ama söyleyeceğim şeyler günlük politik mesajlar değil, kanunla ilgili, kanunda yapılması gereken konularla ilgili olduğu için söyleyeceğim.
2'nci madde -kısaca hemen bazı maddeleri geçiyorum- ilkokula başlama yaşını düzenleyen madde. Evet, yedi yıldır, çok önce de pedagogların, uzmanların çok üstünde durduğu ama ısrarla 60 aya düşürülen çocukların okula başlama yaşının sıkıntılı olduğu ortaya çıkmış, yedi yıl çocuklarımız kobay olarak kullanılmış ama neticede bugün 69 aya çıkarılıyor. Doğru olarak değerlendiriyorum bir eğitimci olarak. Buradan hareketle yanlış yapmamanın çok önemli olduğunu burada bir kere daha vurguluyorum.
3'üncü madde Diyanet İşleri Başkanlığında görev yapanlarla, 17'nci madde sözleşmeli öğretmenlerin zorunlu çalışma kadrosu, 4+2'den 3+1'e düşürülmesiyle ilgili. Gerek sözleşmeli öğretmenlerimiz gerekse Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan sözleşmeli personelin zorunlu çalışma ve kadroya geçme süresinin 3+1'e düşürülmesi tabii ki iyi bir şey ama sadece sözleşmeli olarak öğretmenler ve Diyanet İşleri Başkanlığındakiler çalışmıyor. Tarım ve Orman Bakanlığında, Adalet Bakanlığında, Sağlık Bakanlığında, tüm kurumlarda çalışan 4B ve 5393 sayılı Kanun kapsamında çalışan vekil ebe, hemşirelere de bu hakkın verilmesinin daha hakkaniyetli ve anayasal, eşitliğe uygun olacağını ifade etmek istiyorum. Ama esas asıl olanın 4A kadrosuna bütün sözleşmeli personelin alınmasının, bu farklı hukuk kurallarının tabii hâle gelmesinin ve tayin, terfi gibi özlük hakları farklı çalışma gruplarının oluşmasına bir son verilmesinin önemini sizlerle paylaşmak istedim. Şu anda yaklaşık olarak 300 bin sözleşmeli personelin olduğu söyleniyor, memur çalışıyor ve bu 300 bin sözleşmeli memurun kadroya alınmasının devlete çok büyük bir yükü de aslında yok. Birçok sözleşmeli memur tayin hakkı olmadığı için eşlerinden, çocuklarından ayrı yaşıyorlar ve aile birliği dağılıyor. Çocuklar anne ve baba sevgisinden uzak büyümektedir ve bize çok sayıda bu konuda sözleşmeli personele tabii kişiler geliyor ve gerçekten çok mağdurlar ve bu mağduriyetlerin bir şekilde aslında giderilebilmesi için Meclisin bir şekilde bu konuya el atması gerekiyor.
Öğrenci yurtları mevzusu var. Evet, Gençlik ve Spor Bakanlığına yükseköğretim bağlanıyor. Tamam, olabilir ama bence esas yurtların denetiminin çok önemli olduğunu ve yurtların işte kamu yararına çalışır dernek ve vakıf olarak nitelendirilen, özellikle çok sayıdaki vakfın yani bir siyasi partinin arka bahçesi olmaması için bu yurtların ve bu çocuklarımızın böyle kamplara bölünmeden herkesin rahatlıkla barınma ihtiyacının karşılanacağı bir sıcak yuva hâline getirebileceğimiz yurtlara sahip olunması konusunda hiçbir siyasi partiden gelen vekillerimizin ayrışmadan bu konuya "evet" demesi gerekir diye düşünüyorum. Ensar Vakfını unutmadık, Aladağ'daki olayları unutmadık, Karaman'daki olayları unutmadık ve daha o kadar çok, her işe alınana "Hangi yurtta kalıyorsun?" gibi sorulara muhatap kaldığı bir ülke artık istemiyoruz. Çocuklarımızı kamplara ayrıştırmayalım, çocuklarımızın gerçekten iyi bir eğitim alabileceği bir ortamı sağlayalım diyorum.
Şimdi, esas üzerinde durmak istediğim, söz konusu değişikliklerle, biliyorsunuz, 6744 sayılı Kanun'la çıraklık, kalfalık ve ustalık eğitiminin "Mesleki Eğitim Programı" adı altında zorunlu hâle getirilmesine ilişkin uyum düzenlemelerinin yapılması, eğitim-istihdam bağlantısının güçlendirilmesi, özel sektör tarafından mesleki eğitime doğrudan katkı sağlanması ve faaliyet gösteren alanlarda ihtiyaç duyulan becerilere sahip nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesi amacıyla meslek eğitim merkezlerinin organize sanayi bölgesi yönetimlerince ve özel sektör tarafından açılabilmesinin amaçlandığı belirtiliyor bu kanun metninde.
Şimdi, sayın vekili de dinledik. Her ne kadar genel gerekçede çeşitli kanunlara ilişkin uygulamalarda birlikteliğin sağlanmasından bahsedilse de kanun teklifinin 5, 6, 7 ve 8'inci maddelerine yönelik uygulamalar -biraz önce sayın vekilin ifade ettikleri gibi- 26/3/2017 30019 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği'nde yapılan değişiklikle... İki yıldır zaten uygulanıyor. Yani kanuni düzenleme yapılmadan -ki çoğu konuda bunu yapıyor iktidar- önce yönetmelik ve esaslarında değişikliklere giderek yani mevzuat çıkarma tekniğine aykırı olarak uygulama sürecine geçiliyor, iki yıl sonra uygulamalarda birlikteliğin sağlanması gerekçesiyle de bugün bu kanun maddelerini görüşüyoruz.
Aslında Millî Eğitim Bakanlığında çıraklık ve mesleki eğitim uygulamalarında yetki ve sorumluluğun hangi genel müdürlükte olduğu da belli değildir. Şöyle ki 18/5/2018 tarih ve 30425 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair 7141 sayılı Kanun'la 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun 6'ncı maddesine yeni fıkra eklenmiş: "Bu kanun kapsamında faaliyet gösteren kurumlarda, Bakanlıkça belirlenen programları başarıyla tamamlayanlar aldıkları kurs bitirme belgeleriyle tamamladıkları programlara ilişkin işyerlerinde çalışabilir ve işyeri açabilirler. Bu durumda olan kişiler için başkaca bir meslek belgesi aranmaz." denmiştir. Hâlbuki, kanun teklifinde adı geçen 2/2/2016 tarih ve 6764 sayılı Kanun'un 3'üncü maddesi ile 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 9'uncu maddesinden sonra gelmek üzere (ç) bendi eklenerek çırak, kalfa ve ustaların genel ve mesleki eğitimlerinin yürütülmesi görevi Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğünden alınarak Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. Çırak, kalfa ve ustaların mesleki eğitime yönelik uygulamaları da günümüzde 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu hükümleri doğrultusunda yürütülmektedir.
Kanunun otuz üç yıllık uygulama sürecinde çalışma hayatına düzen ve sistem getiren en önemli maddesi 30'uncu maddesidir. Bundan dolayı da ülkemiz genelinde otuz yılı aşkın uygulama sürecinde çıraklık eğitimine bu kadar çok ilgi gösterilmesinin nedeni, çırak ve kalfalarımızın "İleride iyi bir usta olursam, kalfalık belgesinden sonra ustalık belgesini de alarak kendime ait bir iş yeri açarım." düşüncesidir. Gençlerimiz bu düşüncelerden hareketle üretim, hizmet sektörlerinin içerisinde yer almak için çıraklık eğitimi almak üzere mesleki eğitim merkezlerine gitmektedir. Bu düşüncenin gelişimine sebep olan unsur da 3308 sayılı Kanun'un iş yeri açmayla ilgili 30'uncu maddesidir. Bu madde "Ustalık belgesine sahip olanlar veya bunları işyerlerinde çalıştıranlar bağımsız işyeri açabilir. Bu Kanun kapsamına alınan il ve mesleklerde; belediyeler ve işyeri açma izni vermeye yetkili diğer kurum ve kuruluşlar işyeri açılışında, esnaf ve sanatkârlar ile tacirlerin kendilerinden veya işyerinde her bir meslek dalında çalıştırdıkları en az birer çalışanından ustalık belgesi ya da en az ön lisans diploması istemek zorundadır." derken 7141 sayılı Kanun'la yapılan düzenlemeyle kurs bitirme belgesiyle iş yeri açabileceği hükmü getirilmiştir.
Aynı bakanlık içerisindeki iki farklı genel müdürlükten biri yani Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü iş yeri açmada ustalık belgesi veya en az ön lisans diploması isterken diğer genel müdürlük, Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü kurs belgesini yeterli görmektedir. Asıl önemli olan ve gözden kaçırılmaması gereken husus da genel müdürlükler arasındaki farklı uygulamalar neticesinde mesleki eğitimde uygulanan programlar arasında birliktelik, bütünlük kaybolmuştur. Örneğin, çok ufak bir örnek: Güzellik ve saç bakımı alanında 4'üncü seviye yeterliliği için Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğünce veya özel öğretim kurumlarında hazırlanan programlarda 1.280 saat teorik, 864 saat uygulama gerekirken Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü için 310 saat teorik, 516 ders saati yeterli görülmekte ve kurs bitiminde de alınan bu belgeyle 7141 sayılı Kanun'un 12'nci maddesi gereği iş yeri açılabilmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı zorunlu eğitim kapsamında olsa da bu yapısı ve uygulamalarıyla mesleki eğitime öğrenci bulmakta zorluk çekmeye devam edecektir.
Örneğin, devam edelim: Güzellik uzmanlığı meslek dalında iş yeri açmak için 4'üncü seviye üç yüz on saat teorik eğitim yeterliyse üç yıl kalfalık eğitimi, artı, bir yıl daha ustalık eğitimi olmak üzere dört yıl mesleki eğitim almak için mesleki eğitim merkezlerine devam etmeye gerek duyulmaz. O zaman, devletimizin kaynaklarının daha etkin ve verimli bir şekilde kullanılması da amaçlandığına göre, gençlerimizi dört yıl boyunca adı geçen okullarda oyalamanın da anlamı yoktur. Bu nedenle, gerçekçi olmak gerekirse 7141 sayılı Kanun'un 12'nci maddesi uygulamada kaldığı sürece çıraklık, mesleki eğitime olan ilgi de her geçen gün azalmaya devam edecektir.
Mesleki eğitimde bir diğer önemli problem ise alışkanlıklarla yönetmekten verilerle yönetmeye geçilememesidir. Bunun için de mesleki eğitimin istihdam boyutu da dikkate alınarak gününde ve gerçek verilere ulaşmak, günümüzde mühimden öte elzemdir. İnanın, ben, asla mesleki eğitimin alanlarıyla ilgili bir bilgi alamadım bugüne kadar.
Millî Eğitim Bakanlığınca Kasım 2018'de yayımlanan Türkiye'de Mesleki ve Teknik Eğitimin Görünümü raporunda, 2017-2018 eğitim öğretim yılında, ülkemiz genelinde 322 mesleki eğitim merkezinde 101.036 öğrenciye 27 alanda ve 142 dalda öğretim programı uygulandığı belirtilirken Strateji Geliştirme Başkanlığının yayımlamış olduğu 2017-2018 eğitim öğretim yılı istatistiklerinde bu rakamın 136.274 öğrenci olduğu belirtilmiştir. Yani Bakanlık, çırak öğrenci verilerinde bile bir birliktelik sağlayamamaktadır. Bunun yanı sıra, verileri eğitim yılları itibarıyla analiz etmek istediğimizde meslek alanı, meslek dalı bazlı verilere ulaşmak mümkün değildir. Bilindiği üzere, çıraklık eğitimini, esas olarak genel eğitim sisteminden koparak iş piyasasına dâhil olan gençlerimiz oluşturmaktadır. Çıraklık eğitiminin zorunlu eğitim kapsamına alınarak her meslek için sürenin dört yıl olarak belirlenmesi tarafımca -özel, şahsen söylüyorum- benim için uygun görülmemektedir. Her mesleğin öğrenme zorluğu ve öğrenme süresi farklı olacağından, mesleklere göre çıraklık süresi meslek kuruluşlarıyla iş birliğinde yeniden belirlenmelidir.
Bütün meslekler için benzer tek tip eğitim modeli benimsenmiştir. Meslekler arası hüner farklılığı ve gerekli eğitimin niteliği dikkate alınmamıştır.
1986 tarihli ve 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu, tartıştığımız bu kanun teklifini de dikkate aldığımızda, otuz üç yıllık uygulama süreci içerisinde 15'inci defa değişikliğe uğramış olacaktır. 3308 sayılı Kanun 1986 tarihinde, yürürlüğe girdiği tarihte, ülkemiz, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecinin sıkıntılarını yaşıyordu. Köyden kente göçlerin artmasıyla birlikte, insanlarımızın, şehirlerde tutunabilmek açısından, başta imalat sektörü olmak üzere iş bulabildiği mekânlarda, kendilerini veya zorunlu eğitimi bitirmiş çocuklarını çalıştırmak için arayış içerisinde olduğu bir döneme rast gelmişti. Otuz yılı aşkın süreçte özellikle çıraklık eğitimine yönelik maddeleri 1986-1997 yıllarında başarıyla uygulanmış, nitelik ve nicelik yönünden gelişmeler yaşanmıştır, çırak öğrenci sayısı 250 binleri aşmıştır.
1997 yılında yürürlüğe giren... Tabii ki zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılması, daha sonra on iki yıla çıkarılması çıraklık eğitiminde ikinci bir olumsuzluk yaratmış ama 2012-2016 yılları arasında çıraklık eğitiminin zorunlu öğrenimden sayılmaması mesleki eğitim merkezlerinde çıraklık eğitimine kayıtları azaltmıştır. Ama bugün, bu zorunlu hâle getiriliyor.
Üstteki bu açıklamalarımdan sonra -ışığı altında diyelim- otuz yılı aşan bu süreçte mevzuat düzenlemeleri ile uygulamalardan kaynaklanan şartlar nedeniyle günümüzde çıraklık sistemine, dolayısıyla mesleki eğitim merkezlerine gençlerimizin ilgisi azalmış bulunmaktadır. Aynı problem yıllardır mesleki ve teknik liselerimiz için de geçerlidir. Yine, günümüzde, teknolojide çok büyük değişikliklerin yaşandığı da göz önüne alındığında, 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu'nun ilgili maddelerinde değişiklikler yapmak yerine, mesleki eğitimde taraf olan tüm paydaşların katılımıyla bir mesleki eğitimi geliştirme kanununun hazırlanıp uygulamaya geçirilmesinde büyük yarar olacağına inanıyoruz İYİ PARTİ olarak. Sayın Bakan Yardımcısına da buradan sesleniyorum. Her defasında bir değişiklik getirmek zorunda kalıyoruz ama gerçekten mesleki eğitimi geliştirme kanunu hazırlanırsa çok daha iyi olacaktır diye düşünüyorum. Aynı zamanda, imam-hatip ortaokulları olduğu gibi, mesleki ortaokulların da açılmasının çok önemli olduğunu, böylelikle çıraklık, kalfalık ve ustalık eğitiminin zorunlu eğitim hâline gelerek ülkemizin gelişiminde çok önemli olacağını ifade ediyorum.
Çok uzun konuştum, çok özür diliyorum hepinizden ama maddeler geldikçe yeniden söz alacağım.