KOMİSYON KONUŞMASI

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle imar barışıyla ilgili 2981 sayılı Af Yasası'na göre hak sahibi olmuş olan yurttaşlardan daha önce bu bedelleri ödememiş olanların ikinci bir bedel ödememesi konusunda bir düzenleme getiriliyor. Aslında 2981 sayılı Yasa'ya göre 1983 ve 1984 yıllarında af müracaatında bulunmuş olan kişilerin imar planı olsun ya da olmasın -ki olmayan yerlerde pek çok biçimiyle burada mülkiyetin tesis edilmesi de söz konusu değil- buralarda ıslah planlarıyla vatandaşın hâlihazırda kullanmış olduğu ya da mevcut binasıyla birlikte kullandığı arazinin o günkü yasanın öngördüğü biçimiyle 400 metrekareye kadar olan kısımlarının tespit edilip bunların sokak emlak rayiç bedelleri üzerinden mutlaka vatandaşa verilmesi gerekir. Bakın, üzerinde yapı bulunan ve muhtelif tarihlerdeki af yasasıyla hak sahibi olmuş olan insanlarla ilgili bu "rayiç bedel" düzenlemesinin, mutlaka belediyenin belirlemiş olduğu "sokak rayiç bedeli" olarak düzenlemesi ve bunun artık bir daha başka hiçbir yetkili tarafından da değiştirilmemesinin sağlanması gerekir. Biz burada, otuz yıl, kırk yıl, elli yıldır üzerinde yaşadığı binayı sahip olmak isteyen yurttaşı değerlendirirken şöyle bakmamız gerekir: Burada oturan insanların ortalama yaşı ne kadardır? Hepsi 60 yaşın üzerinde yani sosyal güvenlik kurumlarından ya da Emekli Sandığından emekli olmuş insanlar. E, bunların da ortalama aldıkları aylık ücretleri 1.000 lirayla 2.500 lira arasında olduğunu düşünürseniz -BAĞ-KUR emeklisinden devlet memuruna kadar- bunlara... Şimdi, eğer biz özellikle geçmişte şehrin çeperlerinde, kenar mahallerinde olan ama bugün yoğunluk ve nüfus artışı sebebiyle giderek şehir merkezinde bulunması dolayısıyla emlak odasında tespit yapalım, ticaret odasından tespit yapalım yani sanki burayı bir yurt dışından gelmiş bir uluslararası şirkete satar gibi kendi insanına satma konusundaki değerlendirmeleri mutlaka terk etmek gerekir. Burada yasa koyucunun o sokaktaki emlak rayiç bedeli üzerinden bunu yurttaşlarımıza taksitle vermesinin mutlaka ortaya konması gerekir.

Şimdi, 18'inci maddeyle ilgili bir problem var. İstanbul'da çok sayıdaki belediyle imar planlarını yaptı ama 18'inci madde uygulamasını gerçekleştiremiyor. Niye gerçekleştiremiyor? Burada meslekte olan insanlar da var. İki türlü: Bir, bu araziyi 1960 ve 1970'li yıllarda bir parselasyonla hisseli olarak satan insanların üzerinde buradaki yollar, buradaki cami yeri, okul yeri, varsa yeşil alan yani donatı için ayrılmış olan alanlara ilişkin bütün tapular kök tapunun sahibi olan kişi ya da kişinin mirasçılarında kaldı. Herkes burada kendisine satılmış olan 200 metrekare, 250 metrekare, 300 metrekarelerin tapularını aldı. Şimdi, burası uygulamaya girdiğinde bu kök tapudan o yollara hissesi düşen şahıslar tekrar aynı arsanın ortağı oluyorlar yani aslında vatandaş satın almış olduğu yerde -ortalama yüzde 30'dur bunun oranı- yüzde 30'luk bir hakkını yeniden o kök tapunun sahibine ya da belli dönemlerde bu kök tapunun ölmüş olan sahibinin varislerini bularak buraları çok düşük bedellerle ele geçirmiş olan birtakım komisyoncuların ortağı oluyorlar. Şimdi, yasa koyucunun burada eğer bir yapı adasıyla ilgili, yapı bölgesiyle ilgili, bir hisseli tapulu parselle ilgili uygulama yapılacaksa vatandaşların o parselasyon planına göre almış oldukları haklarını saklı kılarak geriye kalanları da emlak bedelleri üzerinden kamulaştırıp oradaki hissenin de vatandaşa devredilmesi gerekir. Bu yapılmadığı sürece o zaman... Niye belediyeler 18 uygulaması yapmıyorlar değerli arkadaşlar? Çünkü belediye 18 uygulamasını yapsa bu kök tapudan gelen hisseler vatandaşın ortağı olacak ve tescil yapıldığı anda da gidip izale-i şuyu davasıyla vatandaşın ya evine el koyacak ya da "Al sat yap." diyecekler. Bunu gördüğü için de hiçbir belediye başkanı böyle parsellerle ilgili 18 uygulaması yapmaz. Siz buna beş yıllık süre de öngörseniz yine yapmayacak. Kendi vatandaşıyla karşı karşıya gelmeyi göze almaktansa devletle karşı karşıya gelmeyi göze alacaktır. Bunu belirlemekte fayda var yani bu 18'inci madde uygulamasıyla ilgili genel bir hükmün olma şansı yok.

Başka bir şey daha var: 18'inci maddenin uygulamasıyla ilgili hâlihazırda mesela İstanbul için söylüyorum, arkadaşlar, İstanbul'da 1990'lı yıllarda yapılmış ya da 2002-2003 yıllarında yapılmış imar planları var. Şimdi, bu planların artık bence uygulama şansı da kalmamış durumda. Yirmi yıllık dönem içinde buralarla ilgili 18 uygulaması yapılarak mülkiyet vatandaş lehine müstakil parsellere dönüşmemiş ise ve burada da kaçak yapılaşmayla, hele de Baki Bey'in dediği gibi imar barışıyla birlikte de zaten bizim bütün hafızamız yerle bir edildi. Bütün bu kente ilişkin insanların hafızasına yerleşmiş olan... Kaçak yapı iyi değildir, kaçak yapı insanı mutsuz eder, kaçak kentleşme bizim açımızdan deprem riskinden yaşam standardımızın düşürülmesine, ortak alanlarımızın olmamasına, eğitim alanlarının planlanmamasına kadar bir sürü sorunu biz aslında bu milyonlarca başvuruyla da başladığımız yere çevirdik. Yani nasıl böyle bir hata yapıldı, nasıl böyle bir gelir elde etmek için... Uzun yıllardır mücadele ettiğimiz ve toplumu belli bir aşamaya getirdiğimiz bilinç seviyesinde "Bu kaçak yapılarla artık bu ülke yönetilemez, kentler yönetilemez." anlayışını yerleştirdiğimiz dönemde Ege'nin, Akdeniz'in bütün sahilleri kaçak inşaatla doldu, Karadeniz'in bütün yaylaları. Gümüşhane nüfusunun yarısı kadar kaçak inşaat var. Bakın, Gümüşhane nüfusu 120 bin, 60 bin tane imar barışı var. Böyle bir şey olabilir mi ya? Bunu hiç sormuyor musunuz siz yani hiç değerlendirmeye almıyor musunuz? Bir şehrin nüfusunun yarısı kadar imar barışı müracaatı olur mu yani?

BAŞKAN - Kanunu biraz istismar edenler oldu.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Biraz değil efendim, düşünülmeden çıkarılan bu tür kanunların bizim geleceğimizi de ciddi biçimde risk altına aldığını belirtmemiz gerekiyor.

Şimdi, ben şunu söyleyeyim: 2000'li yıllarda, hatta 1990'lı yıllarda -Sayın Başkan, siz de belediye başkanıydınız, burada belediye geçmişi olan arkadaşlarımız da var- yani biz Ankara'nın plan yapma yetkisinin, imar süreçlerini yönetme yetkisinin Türkiye'yi içinde bulunduğu bu kıskaca sürüklediğini, o nedenle olabildiğince yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yerel meclislerin plan yapma yetkisi, uygulama yetkisi ya da diğer konularla ilgili hep yetkilerinin artırılmasını konuştuk ve bunu en çok savunanların başında da o zaman İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Sayın Cumhurbaşkanı geliyordu. Bunu en çok savunanlardan bir tanesi geçen dönem TOKİ'nin başındaydı, şimdi Fatih Belediye Başkanı. İşte, Kadir Bey 3 dönem İstanbul'da Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptı. Hep belediyelerin yetkilerinin daha çok artırılması ve merkezî Hükûmetin olabildiğince büyük kentlerde, özellikle de büyük şehirlerde plan yapma sürecinin dışına çıkarılmasını istiyordu. Niye istiyoruz biz bunu?

Bakın, 6306 sayılı Yasa'yla afet riski altındaki alanların dönüştürülmesiyle ilgili bir düzenleme yapılacak. Burada hektar başına düşen nüfus yoğunluğu fazla. Bu alanların dönüştürülmesiyle ilgili bundan on yıl önce ya da yedi, altı yıl önce genel yaklaşım şuydu: "Aş, serbest yapalım, yoğunluğu da 5-6'lara brütte getirelim." O, uygulamada 10 brüte kadar çıkacaktı, işte, Esenyurt, 10 brüt, 12 brütle yapılmış inşaatlar var. Yani 10 bin metrekare arsanın içinde 1.500 daire var, 1.800 dairenin olduğu inşaatlar yapılmış durumda. O zaman hep şunu söylerdik: Yani kamuya ait olan ve üzerinde de çok ciddi yapı bulunmayan parsellerle bu dönüşüm alanları birlikte hamur edilir. Buradaki ortak alanlarımız gerek KOP ya da DOP'a gidecek alanlar, bu kamuya ait olan arsalar birleştirilirse o zaman biz yoğunluğu bir miktar aşağı çekeriz ve kamunun ihtiyacı olan da başta eğitim tesisleri olmak üzere... Büyük kentlerde en fazla sıkıntının olduğu alanın başında ilköğretim ve ortaöğretim okullarının yapılamaması geliyor çünkü bunlara ilişkin olarak da plan sınırları içinde gerekli yerlerin ayrılmaması geliyordu. Fakat öyle bir hâle geldi ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı büyük kentlerde rant geliri elde edebileceği ne kadar kamu arazisi varsa önce bunların mülkiyeti TOKİ'ye devrediliyor, sonra Çevre Bakanlığı buraya bir plan yapıyor, sonra burada brütte 5-6 emsalle yapılar yapılıyor, sonra da bu binalar yapıldıktan sonra biz dönüp diyoruz ki: Bu dikey mimari yanlıştır, biz yatay mimariye döneceğiz.

Arkadaşlar, ben şunu söyleyeyim: Yatay mimari diye bir şey yoktur, böyle bir terim de yoktur, böyle bir "yatay mimari" kavramı da yoktur. Düşük yoğunluk vardır, orta yoğunluk vardır, yüksek yoğunluk vardır. Siz düşük yoğunluklu olan bir alanda yüksek mimari yapabilirsiniz, aş serbest yapabilirsiniz; orta yoğunluk yaparsınız, yüksek yoğunluk yaparsınız. Şimdi, Bağcılar'da, Esenler'de, Güngören'de, Bayrampaşa'da yani hektarda 2 bin-3 bin kişinin yaşadığı yerlerde, sizin yatay mimariyle dönüşümü kamu alanlarını bu alanlara ortak etmeden gerçekleştirme şansınız yok ki. O nedenle de biz terimleri ve kavramları yanlış yerlerde yanlış biçimiyle kullanıyoruz.

Kentsel dönüşümün, Çevre Bakanlığı eliyle yani merkezî yönetimle, Ankara eliyle yürütülmesinin mümkün olmadığı ortaya çıktı, yanlışta ısrar etmenin anlamı yok. Yani bugüne kadar... Fikirtepe, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılmış bir plan... Arkadaşlar, Fikirtepe'de mağdur insan sayısı on binlerin üzerinde. Yani en yüksek imarları verdiniz, planı onayladınız, buralarla ilgili süreci yönettiniz ama artık eski Bayındırlık Bakanlığının, şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, özellikle büyükşehir belediyesi olan yani yeterli sayıda teknik personeli bulunan, harita mühendisi, mimarı, kadastrocusu, şehir plancısı olan belediyelerle ilgili bu şehirleşme sürecinde mutlaka elini eteğini çekmesi lazım. Şu an İstanbul'da kentsel dönüşüm sürecinde mağdur insan sayısı 300 bin.

Burada devletin devreye girmesi gereken nokta şu: Müteahhitler ile -devlet açısından söylemiyorum- yurttaşlar arasında yapılmış olan kat karşılığı sözleşmelerle ortalama her ilçede 300-400 tane yapı adasında şu anda çöküntüler oluşmuş durumdadır. Vatandaş evini müteahhide vermiştir, 10 daire, 5 daire, 20 daire, 3 bina, 5 bina birleşmiştir, bir yapı adasında bir dönüşüm planına girmişler, uygulamaya girmişler, evlerini yıktırmışlar; sonuçta da bu binalar yıkılmış, ekonomik açmaz ve ülkenin yaşadığı sıkıntı sebebiyle de vatandaş evini kaybetmiş. Tapusunun yüzde 50'sini müteahhide devretmiş, müteahhidin de borçlarının karşılığında bu arsalar üzerine ipotekler gelmiş ve bunun karşısında da olan vatandaşa olmuştur. Burada 3194 sayılı İmar Yasası'yla ilgili mutlaka bir düzenlemenin yapılması gerekir. Bakın, dönüşüm alanlarında yapı ruhsatının oluşması için önce binaların yıkılması, arkasından ruhsatın oluşması gerekiyor. Yani projeyi onaylarsınız, arkasından binaları yıkarsınız, elektrik, su, doğal gazını kesersiniz, kesme yazısıyla gider harcı yatırırsınız, binanın da yıkım tespit tutanağı ilgili daire tarafından tutulur, sonra ruhsat verilir. Bunun dönüşüm alanlarında mutlaka değiştirilmesi gerekiyor. Nasıl değiştirilmesi gerekiyor? Yapı ruhsatını aldıktan sonra binaların yıkılması gerekir arkadaşlar. Yani hiç olmazsa biz bankada gerekli teminat mektubunu ya da gerekli bu binayı yapabilecek kapasitesi olup olmadığını tespit etmede, işte burada Bakanlığın devreye girmesi gerekir. Plan yapmak yerine, siz, vatandaşın arsasını dönüştürmeye tabi olan kamu ya da özel sektör ile vatandaş arasında yapılan sözleşmede vatandaşı korumak istiyorsanız onun arsası üzerinde yapılacak olan binayı ilgili müteahhit firmanın yapabileceğine dair gerekli teminatların şartlarını oluşturmanız gerekir. Eğer bunlar yoksa o zaman vatandaşın evinin yıkılmasıyla ilgili, yıkım ruhsatının düzenlenmesinin mutlaka engellenmesi gerekir.

Şimdi, burada düzenleme, müteahhitlerin borçlarıyla ilgili olarak, ilgili parsel sahiplerinin arsalar üzerindeki devredilmiş olan hisselere ipotek ya da haciz konamayacağını, yalnızca yarım kalan inşaatla ilgili olarak işçilik ve malzeme giderlerinin bundan sonra işleneceğini öngörüyor. Bu, doğru bir düzenleme ama bu, bugüne kadar yaşanmış olan problemleri çözmeye yetmiyor. Peki, ne olacak şu ana kadar kentlerdeki çöküntü alanları, burada yaşayan insanların mağduriyetleri ne olacak? Bunu çözemiyoruz.

Bu düzenlemenin içinde... Çok ilginç tabii, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız gasbedilmiş olan hakkının karşılığında yeniden yapılan seçimle ilgili mazbatasını bugün alıyor ama şimdi ben bakıyorum, yapı sektörünü en çok ilgilendiren kentlerde aşağı yukarı belediyelerin tümü değişti. Bir düzenleme getiriyorsunuz, ben, tabii, buradan merak ediyorum, bu ilgili belediyelerin yeni oluşan yapılarıyla ilgili görüş ve düşünceleri bu yasa taslağının içinde nasıl yer aldı? Yani Çevre Bakanlığı bu süreci doğru yönetemiyor. Belediyelerin görüş ve düşüncesi alındı mı? Büyükşehir belediyeleri bu işin neresinde? Bu birliktelik nasıl sağlanacak, bunlarla ilgili ciddi endişeler var.

Düzenleme ortaklık payının yüzde 40'tan 45'e çıkarılması ve KOP'un kaldırılmasıyla ilgili düzenleme açısından şunu söyleyeyim: Yani, bunun yeni bir şey getirme ihtimalini ben görmüyorum çünkü geçmişte plan yapıcı, düzenleme ortaklık payını yüzde 40, KOP'u da yüzde 15'lere kadar koyabiliyordu. Zaten uygulama esnasında da KOP olan kısımlar da bedelsiz olarak terk ediliyordu. Burada, uygulamada neydi? Brüt arsanın yüzde 60'ı üzerinden imar alıyordu, böylelikle devlette yüzde 55'e kadar DOP ya da KOP alabiliyordu. Yani bundan dolayı da yeni bir şey getirdiği kanısında değilim.

Bu ortak kullanım alanlarıyla ilgili şunu söyleyeyim: Evet, gerçekten, özellikle 1980'li yıllarda İstanbul'da Sayın Dalan'ın belediye başkanlığı döneminde çok sayıdaki arazi kooperatiflere devredilmişti ve binlerce üyesi olan kooperatiflere de bu tür ortak alanlarla ilgili bir tapu hissesi düşmüştü. Şimdi, bunların aslında gerçekte bir tapusu yok. Kişi dairesinin tapusunu alıyor, satıyor fakat o geri kalanında da yeşil alanlar, sağlık tesis alanları, ticaret alanları gibi, ortak kullanıma ayrılmış olan alanlarla ilgili de bir çoklu hisseliği var; bunların içinde spor alanları var, sağlık alanları var. Şimdi, ilgili belediyelerin buralarla ilgili olarak bir işlem yapabilmesi mümkün değil çünkü herhangi bir hak sahibinin burada açacağı bir davada zaten problem ortaya çıkıyor. Bu tür yerlerle ilgili hızlı bir düzenlemenin de ben de hızla geçirilmesi gerektiğine yürekten inanıyorum. Buralarla ilgili de olabildiğince kamulaştırma bedelinin de ilgili belediye tarafından ya da ilgili büyükşehir belediye tarafından rahatça ödenebilmesi açısından bunların amacına uygun olarak -yani sosyal donatı amacı, eğitim, sağlık, kültür ya da diğer yeşil amacıyla- kullanılabilmesi için buralarda da gene sokak rayiç bedelleri üzerinden kamulaştırılmasının yapılmasına ihtiyaç duyuyorum.

Bir başka konu da şu, onu söylemem gerekiyor: Şimdi, biz uygulama yaptığımız anda, işte, imar planlarına göre parselasyon planları ve şuyulandırma listelerini yapıyoruz, bunları belediye encümeninden geçirip askıya çıkarıyoruz; sonra, askı sürecinde itirazlar yapılıyor, sonra mahkemeye gidiliyor. Bence buralarla ilgili olarak hukuki sürecin hızla takip edilerek sonuçlanması ve buna göre de tescil işlemlerinin yapılması noktasında yeni bir döneme geçmemiz lazım. Arkadaşlar, bu uygulama bittikten sonra tapular ilgili kurum tarafından veriliyor. Üç yıl, beş yıl, yedi yıl sonra bir mahkeme geliyor, bütün uygulamayı iptal ediyor.

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) - Orada bağlayıcı süre yok, otuz yıl sonra da dava açabiliyor adam uygulamaya.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Yani burada bu uygulamanın iptal edilmesiyle, Bakın, bir kent...

BAŞKAN - Gökan Bey, toparlayalım isterseniz.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Tamam.

Burada, plan yapılmış olan yerle ilgili inanılmaz derecede problemler çıkıyor ve artık buranın bir daha çözümlenme şansı yok. Bu nedenle, dava açma ve sonlandırılması ve buna göre tescil işlemlerinin yapılarak tapuların devredilmesiyle bence bu sorun düzenlenebilir. Çünkü böylelikle hem belediye hem de ilgili kurumlar sürekli olarak aynı yerle ilgili milyonlarca lira para harcıyor, gereksiz bir parayı da harcamış oluyor.

13'üncü maddeyle ilgili şunu söyleyeyim: Tüm yetkiyi Bakanlığa veriyorsunuz. Bu alanlardaki şahıs parselleri de buna dâhil edilmiş gözüküyor. Burada bence mülkiyet hakkına bir müdahale söz konusu olabilir yani vatandaşın en temel hakkı olan mülkiyet hakkına bir müdahale söz konusu olabilir. Bunun mutlaka düzenlenmesi lazım.

Bir de tapu müdürlüklerinde yani yurt dışından ya da başka şehirlerden yapılacak olan uygulamayla ilgili çok ciddi endişelerim var. Yani bu devletin işleyişiyle ilgili, kurumların işleyişiyle ilgili bir güven problemi var. Bakın, bu ülkede üniversite sınavları, KPSS, memuriyete giriş sınavları, bütün sınavların soruları çalındı ve biz bir dönemi böyle yaşadık. Yani kişinin devlette görev yapan insanlara karşı olan güveni tesis edilmeden, bu işle ilgili yapılmış olan çalışmayı bir devrim olarak tanımladı arkadaşlarımız. Burada hâlâ ciddi sıkıntılar olduğunu, şu an bile, tapu dairelerinde karşılıklı satışlarda bile birtakım sıkıntıların yaşandığını ve orada vatandaşın kendisinin dışında başkaları üzerinden sahte evraklarla işlem yapıldığını görüyor ve duyuyoruz. Buna ilişkin açılmış davaları biliyoruz. Buna ilişkin, özellikle yurt dışı, yurt içi çalışmalarda endişelerimi ifade etmek istiyorum.

Son olarak da şunu söyleyeyim: İkinci bölüm, madde 7'de "Sosyal donatı alanları, yol, park, meydan, yeşil alan, çocuk bahçesi, ibadethane hariç yapı yapmaya uygun." deniyor. "Okul, hastane, plan amacına uygunsa kültür tesisi alanlarında kamulaştırılıncaya kadar buralarda sahibi tarafından tesis yapılabilir." deniyor. E o zaman biz kamulaştırma yaparken bu yapılmış olan tesislerle ilgili yeniden bir bedel ödeyeceksek neden biz bu uygulamayı yapıyoruz ki? Yani bir yeri kamulaştıracaksak, burayla ilgili bir planlama yapmışsak, o zaman buralarda ilgilisi tarafından bina yapılmasını açıkçası çok anlamış değilim. Onu da belirtmek istiyorum.

Teşekkür ederim.