KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben de salonda bulunan herkesi saygıyla selamlıyorum.

Az gittik, uz gittik, on yedi yılın, on sekiz yılın sonunda bir de arkamıza döndük, baktık ki başladığımız noktanın gerisine düşmüşüz. Şu anda hangi makroekonomik veriyi alırsanız alın, 2002'de AK PARTİ iktidarının göreve geldiği dönemin gerisine düşmüş vaziyetteyiz. Bunun hiç inkâr edilecek bir tarafı yok.

"Kriz" lafını kimse kullanmak istemiyor. "Kriz" denildiği zaman "Siz kriz istiyorsunuz, kriz çıkarmak istiyorsunuz." gibi ithamlarla da karşılaşıyoruz ama Sayın Cumhurbaşkanının bir zamanlar konuşma metnini yazan Ankara milletvekilimiz dün bir "tweet" attı, o "tweet"te de diyor ki: "Şu anda var olanı inkâr etmek, kabullenmemek krizin ta kendisidir." Ben de bunu en azından iki yıl önce söyledim, dedim ki: Olan bitenin karşısında "Kriz yok." demek bizatihi krizin kendisidir.

"Kriz" demek bir olayın tepe noktasıdır. O tepe noktasından itibaren artık bir şeyler değişecektir ve bu değişim de birtakım sonuçlara sebep olacaktır. Şu anda olan biten de bu. Kriz, uzunca bir süre içinde yaşanılan ve kuralları herkes tarafından içselleştirilmiş, belirsizliklerin asgariye indiği, ileriye yönelik güven unsurunun çoğu kez aniden ve bazen de tedricen değiştiği bir ortamdır. Şu anda bu ortam iki buçuk yıldır devam ediyor ama maalesef, bu bir türlü kabullenilmedi.

Krizin belli aşamaları var. Bu aşamalardan bir tanesi, önce bir inkâr aşaması var. Bu inkâr aşaması çok uzun sürdü çünkü yöneticiler, karar alıcılar önce şunu düşünüyorlar: "Evet, bir sorun var ama geçicidir, arızidir, beklenti odur ki bir süre sonra bu bitecektir. Dolayısıyla işler normale döndüğünde artık olan biten unutulacaktır. Dolayısıyla bizim buna 'kriz' dememiz gerekmiyor." Dolayısıyla bu aşamada birtakım sıkıntılar ortaya çıktığında işte iç, dış düşman sebep gösterilir, pazarlara, piyasalara birtakım baskılar vesaireler yapılır. Bunların hepsini yaşayarak gördük. Bunun ortadan kalkmadığı, geçici olmadığı ortaya çıktıktan sonra tabii, ortaya bir hayal kırıklığı çıkıyor. "Biz bunun geçeceğini bekliyorduk ama maalesef geçmedi. Niye geçmedi?" Bu hayal kırıklığı bir müddet devam ettikten sonra yerini öfkeye bırakıyor. Biz bu öfke dönemini de yaşadık. Bu öfke döneminde ne oldu? Birtakım fanteziler geliştirdik biz. Geliştirdiğimiz fanteziler şu: Yerli parayla ticaret, Rusya'yla Avrupa Birliği ile Çin'le görüşmeler, oradan belki bir miktar para gelebilir. "BRICS Bankası" diye bir şeyden bir ara kısa süre söz edildi, onun da arkası gelmedi. Sonra, döviz bozdur kampanyası başlattık, altın toplama kampanyası başlattık, BES kampanyası başlattık, Enflasyonla Topyekûn Mücadele kampanyası başlattık, sebze ve meyve tanzim satışları yaptık, "Yastık altındaki altınları ekonomiye nasıl kazandıracağız?" dedik, onun için birtakım şeyler yaptık.

Sayın Milletvekilim, ben de bankacıyım, siz de bankacısınız, şu "Yastıkaltı, ekonomiye nasıl kazandırılır?" safsatasını bir açıklar mısınız? Özel olarak bir oturum yapın, böyle bir şey yok. Yastıkaltının ekonomiye kazandırılması nasıl, şunu bir açıklayın. Bunun bir bacağı ancak yurt dışı olabilirse olabilir; yurt dışı olmadığı sürece de bu, ekonomideki mevcut kaynağın portföy değişimi olur ve belli ellerden belli ellere geçer, ilave bir kaynak söz konusu değil. Eğer bunu bir açıklarsanız size minnettar kalacağım. Yok böyle bir şey. "Döviz bozdurmayanlar haindir." denildi. Bununla yetinilmedi önce "Döviz taşımayın, yapmayın, etmeyin." denildi, Hükûmet kendisi kalktı, euro cinsinden döviz tahvili ihraç etmeye kalktı, dolar cinsinden döviz tahvili ihraç etmeye kalktı. Bütün bunlar bence fantastik inovasyonlar. Türkiye bunu da gördü.

Bu öfke durumundan sonra da geldiğimiz, krizin üçüncü aşaması korku ve panik. Şu anda biz, krizin üçüncü aşaması korku ve panik dönemindeyiz. Burada sorunlar hâlâ ıskonto ediliyor, kural dışı, yüzeysel tedbirler alınıyor ve dolayısıyla sanayici ve iş adamı bu konuda suçlanıyor. Hâlbuki bu aşamada yapılması gereken şey, oturup dört başı mamur, sorumluluğu kabul eden, eyleminin sorumluluğunu kabul eden, toplumla iletişim kurmuş bir yönetim tarzının ortaya konulması lazım. Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda şu anda görüşmekte olduğumuz Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi tam bir panik hâlidir. Niçin panik hâlidir? Şunun için panik hâlidir: Çünkü kaynak bitmiştir ve bunun içinde gördüğümüz şu: Varlık barışının devamı var -benden önceki konuşmacılar da söyledi- Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yedek akçesinin aktarımı, kredi müessesinin tekrar çalıştırılabilmesi için birtakım düzenlemeler var -ki zorunlu karşılıklarla ilgili- yurt dışı çıkış harcı, yurt dışından gelen telefonlarla ilgili bir düzenleme var, şirketlerin borçlarının yeniden yapılandırılması söz konusu. Dolayısıyla bu torba yasa "kriz" sözünü etmeden ekonomik krizde olduğumuzun bir itirafıdır çünkü eğer referans noktanız dünya ise kriz var, bundan hiç şüpheniz olmasın ama "Dünyayla bizim ilişkimiz yoktur, biz kendi kendimize bakarız." diyorsanız evet, o zaman kriz yok.

Enflasyon, düşmüş hâliyle bile bugün dünya ortalamasının 3 katı, işsizlik 2 katı, büyüme ekside, paranın değer kaybında dünya 1'incisiyiz. Şu anda görüşmekte olduğumuz kanunun ana amacı olan kaynak bulma açısından baktığımızda bütçenin hâli de şu: İlk altı ayda nakit açığı geçen senenin aynı dönemine göre 38 milyardan 78 milyar TL'ye yükselmiş; faiz dışı denge 9,7 eksiden, açıktan, 30 milyar TL açığa düşmüş; borç çevirme oranı -bu son derece önemli- 2002'de AK PARTİ iktidara geldikten sonra ve IMF programı uygulanmaya başladıktan sonra yüzde 70-75 civarında alınan merkezî hükûmet borcunun millî gelire oranı zaman içerisinde sıkı bir maliye politikasıyla bugünkü yüzde 30'lu seviyelere kadar düşürdünüz. Dolayısıyla da o günden bugüne de yıllık bazda ortalama borç çevirme oranları 100'ün altına düştü ve bir ara 74'lere, 75'lere kadar düştü. Bugün, borç çevirme oranı ilk altı ayda yüzde 132 oldu yani vadesi gelen 100 liralık borca karşılık 132 lira borçlanıyor bu Hükûmet, yıl sonu tahmini de yüzde 120 olarak gerçekleşecek. 2019 Haziranındaki borç çevirme oranı da yüzde 167 olarak gerçekleşti. Bunun içerisinde -arkadaşlarımın biraz önce söylediği- Merkez Bankasından aktarılan kaynaklar yok ve bunun içerisine aktarılacak olan kaynak da yok. Dolayısıyla bu yasanın özü, esası "Artık deniz bitti, kaynağa ihtiyacım var." deyip "Nereden, ne bulabilirim?" hesabına gelmiş vaziyette. Bunu inkar etmenin hiç gereği yok.

Osmanlı zaman zaman bu tür durumlara düştüğünde "Tekalif-i Divaniye" diye kararlar çıkarırdı dolayısıyla burada, nereden, ne bulunuyorsa bunları toplardı. Belli aralıklarla bu çıkarıldı. Biliyoruz, "Tekalif-i Millîye Emirleri" diye bir emir vardı, Sakarya Harbi sırasında çıkarıldı fakat o gün topraklarımız düşman işgali altındaydı, askeri doyurmaya, yedirmeye, silaha, cephaneye vesaireye ihtiyacımız vardı fakat bugün biz ülke işgal altında olmamakla birlikte, savaşta olmamakla birlikte neredeyse Tekalif-i Millîye Emirlerinin uygulanabildiği bir noktaya ekonomi gelmiş vaziyette.

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, tamamlayabilir miyiz lütfen.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Dolayısıyla maddeler geldiğinde de tekrar görüşeceğiz.

Şu anda, özellikle, kanun teklifinin 1'inci maddesindeki düzenleme, kanun teklifinin takip eden maddelerindeki düzenlemelerle taban tabana zıt. Malum, kredilerin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili düzenlemeleri maalesef siz, bu ekonominin içinde bulunduğu kötü koşulların oluşumunun tohumlarını 2017 yılında 220 milyar TL'lik Kredi Garanti Fonu'ndan verdiğiniz ve yüzde 7,4'lük büyümeyi sağladığını söylediğiniz eylemlerinizle attınız. O eylemleriniz, o büyüme bugünkü sorunlarımızın ana nedenidir ve temelidir. Dolayısıyla 1'inci maddede yapmak istediğiniz şey... Zaten kur riski yemiş, kur farkı yemiş, çok sıkışık durumda olan, faiz yükü binmiş bu KOBİ'lerin borçlarını 15'inci ve 16'ncı maddelerde yeniden yapılandırıyorsunuz. Bu yapılandırma değil. Sizin geçmişinizde, 2002-2006 döneminde parlak bir dönem var. O dönemde birtakım tecrübeler edinmiş olmanız lazım, o tecrübeleri bugün kullanmanız lazım. O dönemde "İstanbul Yaklaşımı" diye bir şey vardı ve onun arkasından bir parasal... Bugün bu yaptığınız yapılandırmayı neyle fonlayacaksınız? Kaynak nerede? Arkadaşlarım söyledim, şirket kayırma olacak, sektörel bazlı olacak, şu olacak, bu olacak vesaire. Bütün bunların asıl önemli noktası, bunun kaynağı nerede? Nereden bulacaksınız bu kaynağı? Senenin başında bir düzenleme yaptınız, dediniz ki: "Alınan kredileri üç yıl süreyle istediğiniz kadar yeniden yapılandırabilirsiniz." Geldiğimiz noktada yeniden bir kanun getirdiniz, iki yıllık süreyle yapıyorsunuz, Cumhurbaşkanına iki yıl daha veriyorsunuz. Bakın, göreceksiniz, altı ay geçmeden siz geri bize geleceksiniz, bunları yeniden yapacaksınız. Bu, yapılandırma değil; bu, zaman kazanmaktan başka hiçbir şey değil. Kusura bakmayın, kendi kendinizi aldatıyorsunuz. Bu işin sonu hayra çıkmayacak, onu söyleyeyim. Yapmanız gereken şey, sorumluğunuzu alıp olayı inkâr etmemek, inkâr etmeden toplumla iletişim kurup ekonominin bir sorunu olduğunu ve bu sorunun içinden çıkılması için de adil bir şekilde bu sorunun yükünün paylaşılmasının nasıl olacağını açıklamanız.

Teşekkür ediyorum.