KOMİSYON KONUŞMASI

EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Ben de sayın konuklara sunumlarından dolayı teşekkür ediyorum.

Şunu ifade etmek istiyorum: Bir, bu insan hakları eğitiminin içeriği nedir, müfredat nasıl veya nasıl bir şey olduğunu anlamadık burada, bunu çok anlatmadılar sunumda. Daha çok aslında olası hak ihlalleri karşısında işlenecek usuli yönleri anlattılar. Burada birçoğumuz hukukçuyuz, onları anlatmaya gerek yoktu, iç hukuk yollarının tüketilerek AİHM'e gidilebileceğini bilebilecek durumdayız.

Benim sunuma dair şöyle bir eleştirim var, sanırım bu biraz aslında tabana doğru indikçe emniyet müdürlüklerindeki yansımayı da biraz ifade ediyor: "Kadınlarımız" ifadesi kullandı. Bir kadın olarak bu ifadeyi kadın etmiyorum, doğru bir tanımlama değil. Özellikle toplumsal cinsiyete duyarlı ve insan hakları savunması yapıyorsak bu yanlış bir tanımlama. Bu konuda en azından bundan sonraki sunumlarda özgün bir hassasiyet istiyorum.

Şunu ifade edeyim: Sezgin Bey bence iyi bir öneri yaptı, kadınların yaşadığı mağduriyetlerle ilgili durumlara daha özel, bu konuda daha duyarlı personelin muhatap olmasıyla ilgili çünkü şunu biliyoruz: Özellikle şiddet ve kadınların öldürüldüğü vakalarda maalesef erkek polisler aslında çok da kadın merkezli bu işe yaklaşmıyorlar. Yani aksine, diyelim ki taciz veya tecavüz mağduru bir kadınsa kadını suçlayan, kadını zan altında bırakan ve yeri geldiğinde kadının gelip o mekanizmayı kullanmasının önüne geçen tutum ve davranışlar içerisine giriliyor. Dolayısıyla ben bu nedenle toplumsal cinsiyet eğitimi hizmet içi eğitimlerde ve insan hakları eğitiminde ne boyutta onu merak ediyorum.

Mesela, çok yakın bir tarihte biz Mardin'de bir olay yaşadık. Bir kafeteryada şiddete maruz kalan bir kadına polis memuru "E, sen de o mekâna gitmeseydin." ya da işte "Yanlış yerdesin, seni başka yere gönderelim." falan gibi ifadeler kullanıyor. Bunun üzerine kadın bir suç duyurusunda bulunuyor ama bu hani bizim en bildiğimiz, en basit vakalardan bir tanesi. Daha somut olaylarda daha ciddi sıkıntılara yol açıyor. Dolayısıyla kadınlar mağduriyetlerinin takibini yapamıyorlar. Bu konudaki şeyi merak ediyorum. Gerçekten Bakanlığınızın özel bir çalışması var mı ve bu ne durumda?

Bir diğer konu, ben şeyi ifade etmek istiyorum "İşkenceye sıfır tolerans." dediler. Mesela, CPT raporları için hepimiz biliriz ki Bakanlığın, Hükûmetin onay vermesi için raporların açıklanması için. Madem CPT bu kadar her şeyden çok memnun, raporlar neden açıklanmıyor, Hükûmet neden bu konuda onay vermeyecek CPT'nin raporlarına? Özellikle işkenceyle ilgili raporlarının açıklamıyor, sadece ziyaretini açıkladı ama detaylı raporu için Hükûmetin onay vermesi gerekiyor. Bunu yapacak mısınız yani Bakanlık bu onayı verecek mi? Çünkü biz raporu gerçekten merak ediyoruz. Ben CPT'nin gözlemlerini bu anlamıyla önemli buluyorum.

Bir diğer konu, özellikle insan hakları ve güvenlik politikalarında gerçekten o dengeyi iyi kurmak lazım çünkü bazen güvenlik kaygısı temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve insan hakları önündeki temel engellerden bir tanesi. Mesela, ben biraz daha çok bulunduğum ilden örnek vereceğim çünkü daha somut yaşadığım örnekler. Mesela Mardin Valiliği bir yıl boyunca dışarıda yapılacak bütün basın açıklamaları için önceden izin alınması zorunluluğu getirmiş, bunu bir idari tasarrufla yapıp internet sitesinden bir duyuruyla. Ve dün mesela Mardin'de kadınların kadına yönelik şiddete dair yapacakları basın açıklaması bu engele takıldı, izinli başvuru yapmış olmalarına rağmen. Şimdi, gösteri ve yürüyüşler temel hak ve özgürlüklerden bir tanesidir. Siz bunu getirip bir idari birimi, bir mülki amirin inisiyatifine bıraktığınız andan itibaren insan hakları ihlali başlar ve bir yıl gibi bir sürede böyle bir karar yetkisi yok yani kanun bu konuda açık "önceden izin almaksızın" deniliyor. Bu konuda Bakanlığınızın bilgisi var mı, buna dair neler yapacaksınız onu merak ediyorum.

Bir diğer konu, özellikle bu Nusaybin, Cizre ve benzeri yerlerdeki meselelere değindiniz.

HAKAN KAHTALI (Kütahya) - "Önceden izin almaksızın..." Hiç gerek yok.

EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Yani izne gerek olmadan yapılıyor ama...

HAKAN KAHTALI (Kütahya) - Emniyete de gerek yok.

EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Hayır ama öyle değil.

BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen.

Sayın Günay, devam edin lütfen.

HAKAN KAHTALI (Kütahya) - Herkes de kafasına göre yürüsün.

EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Ya "Herkes kafasına göre yürüsün." meselesi değil, sonuçta bir temel hak ve özgürlük meselesidir.

HAKAN KAHTALI (Kütahya) - Temel hak ve özgürlükler ama birilerinin özgürlükleri kısıtlanıyorsa orada bitmesi lazım.

BAŞKAN - Sayın Kahtalı, düşüncelerinizi söz verince ifade edebilirsiniz, müdahale etmeyin, daha sonra inşallah.

HAKAN KAHTALI (Kütahya) - Peki.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Günay.

EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Bir vali kendi kafasından temel hak ve özgürlükleri kısıtlayamaz, net. Vali olması bu hakkı ona vermiyor.

Bir diğer konu, şimdi, Nusaybin'de 12 etaptan oluşan 9.500 TOKİ konutu yapılmış ve 31 Marttan önce Cumhurbaşkanı telekonferansla katılarak anahtar teslimi yaptığını ifade etmiş ve aslında TOKİ sözleşmesi şunu söyler: "Anahtar teslimiyle beraber kira yardımı da bitecek." Yalnız ortada şöyle bir durum var: Ne anahtarlar teslim edilmiş, vatandaş ne evlerine taşınabilmiş ne de artık kira yardımı yapılıyor. Sunumda böyle sanki her şey bitmiş ve teslim edilmiş gibi anlatıldı, öyle bir şey yok. En azından ben Nusaybin için bunun böyle olmadığını biliyorum.

İÇİŞLERİ BAKAN YARDIMCISI MUHTEREM İNCE - "Süreç devam ediyor." şeklinde söyledim onu, özellikle belirttim.

EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Ama şunu söyleyeyim: Mesela Nusaybin'de teslimatlar yapıldı, anahtar teslimi yapıldı, kura çekimi gerçekleştirilmiş ama anahtarlar teslim edilmemiş, kira yardımı kesilmiş. İnsanlar hem evine gidemiyor hem kira yardımını alamıyor yani böyle bir mağduriyet var.

İÇİŞLERİ BAKAN YARDIMCISI MUHTEREM İNCE - Onunla ilgilenelim.

EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Bununla ilgilenirseniz sevinirim.

Bir diğer konu, biraz sanırım polisin çok aşırı bir özgüveni var, özellikle merkezden, Bakanlıktan doğru. Böyle, her yerde, her tartışmada biraz aslında o polise mukavemetle ilgili davaların ve hakaretlerin bu kadar çok açılmasının ben onunla ilgili olduğunu düşünüyorum çünkü basına da yansıdı, mesela bir polis çok rahat "Ben devletim, benimle konuşamazsın." deme hakkını kendinde buluyor ama oysaki bir devlet memuru en nihayetinde. Kolluk gücü olması, bunu özellikle bir milletvekiline karşı da söyleme hakkını kendisine vermiyor ya da Diyadin'de gidip bir belediye binasında belediye başkanlarını dövme yetkisini kendisine vermiyor. İşte, sözlü talimatla... Sözlü talimat diye bir şey yoktur, her şey yazılıdır. Bir kamu kurumuna o şekilde giremez. Bir polis memuru bunu çok rahat yapabiliyor. Hani bu konudaki yaklaşımız ne? Ben bunu gerçekten bilmek istiyorum. Ya tabandaki, daha alt birimlerdeki polis memurlarınız sizi takmıyor, bakanlığı takmıyor ya da başka bir talimat var.

Ben bir de şeye dikkat çekmek istiyorum. Özellikle "işkenceye sıfır tolerans" derken mesela Urfa çok uzun zamandır gündemde, Halfeti'de bu konu da çok ciddi gündeme geldi. Baro, insan hakları kurumları bu konuda raporlar açıkladı. 51 gözaltı oldu. Şiddet, kötü muamele ve işkenceler doktor raporlarıyla tespit edildi. Hatta gözaltına alınan kadınlar taciz ve tecavüzle tehdit edildiklerini basına beyan ettiler ve insan hakları kuruluşları bunları raporladı, bunları beyan ettiler. Ve Urfa aslında öncesinde de özellikle olağanüstü hâl döneminde de bu tip olaylarla çok sıkça gündeme gelen, gözaltı koşullarının kötü olduğu... İşte, stadyumlarda bekletilen insanlar, biliyorsunuz müvekkillerimiz vardı böyle. Hani bu konuda Urfa'da neler oluyor? Bu gerçekten Bakanlığınızın bilgisi dâhilinde mi bu tip şeyler?

Yani ben biraz belki bunları ifade edebilirim. Teşekkürler.