KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın üyeler, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

On dakika olduğuna göre hızlıca giriş yapayım ve hızlı devam edeyim.

Tabii, bugün 15 Temmuz, hain darbe girişimi vesilesiyle lanetleme söylemlerine ben de katılıyorum. Katılıyorum ve 15 Temmuz darbe girişimi ile şu anda görüştüğümüz plan arasında ve yine Yargı Reformu Strateji Belgesi arasında bir bağlantı kurmak suretiyle giriş yapacağım.

15 Temmuz darbe girişiminin nedeni Anayasa değildi, Anayasa hükümlerinin ihlaliydi, ilk olarak, Anayasa'yla bağlantı kurar isek eğer. Fakat 15 Temmuzdan sonra darbecilere karşı mücadele etmek amacıyla olağanüstü hâl ilan edildi ve olağanüstü hâl sürecinde suçlulara karşı bile adil yargılanma hakkı süreci işletilmesi gerekirken "Kurunun yanında yaş da yanıyor." söylemiyle birçok suçsuz yargısız infaza tabi tutuldu ve olağanüstü hâl, esas itibarıyla darbecilere karşı mücadele yerine -adil yargılanma hakkı çerçevesinde- Anayasa değişikliğine yönlendirildi. Devletin hemen hemen bütün güçleri Anayasa değişikliği yolunda seferber edildi, OHAL ortam ve koşullarında Anayasa değişikliği yapıldı. Anayasa değişikliği yapıldı, OHAL ortam ve koşullarında Anayasa uygulamaya geçirildi ama uyum yasaları bile çıkarılmadan Anayasa uygulamaya geçirildi ve şimdi, bugünlerde sistem tartışması yapılmaya çalışılıyor.

Hemen belirteyim, "12 Mart Anayasa değişikliği meşru değil." demiştik çünkü olağanüstü koşullarda, sıkıyönetimde; "1982 Anayasası meşru değildi." diyorduk çünkü olağanüstü hâl, sıkıyönetim ortamında yapılmıştı. Bu da aynı şekilde, aynı ortam ve koşullarda yapıldı. Ama işin daha acı ve düşündürücü tarafı, esasen bir tartışma mekânı olan yüce Mecliste "Bunu biz tartıştırmayız, sistemi tartıştırmayız." biçimindeki söylemlere ve tepkilere dikkat çekmek istiyorum. Sistem olsaydı eğer o zaman bu tartışılır mı, tartışılmaz mı, bunu ele alabilirdik fakat bir anayasacı olarak, bir siyaset bilimci olarak bence sistemden söz etmemiz çok zor. Çünkü sistem, uyum hâlinde bulunan kurallar birlikteliğini, kuralların uyumlu bir biçimde işleyişini ifade eder. Oysa burada Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız tek kişi ama pekâlâ yarın iki kişi olabilir, Sayın Erdoğan daha sonra "11 Cumhurbaşkanı yardımcısı atadım." diyebilir, hiçbir engel yok veya CİK, yeni kurulan Cumhurbaşkanlığı İstişare Kurulu kaç kişiden oluşuyor belli değil. Bu örnekleri artırabilirim, 2 ama 12 olabilir, zamanım olmadığı için... Söylemek istediğim şu: Sistem yok ortada çünkü ancak önceden bilinebiliyorsa kurumlar ve kurallar sistemden söz edilebilir. Ama burada sistemden çok "monokrasi" adını verebileceğimiz, hukuk kurallarından öncelikle bir kişinin tercihlerini öne çıkaran bir düzenleme, tarzı karşımıza çıkıyor. O nedenle "gericilik" dedi bu tartışmayı yapan, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da hazır huzurumuzda iken "Yeni sistemde revizyon çalışmaları başladı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Başkanlığında..." İki gün önceki haber ve bu çerçevede, sistemi revize ediyorsunuz -tırnak içerisinde- sizi de Meclisimiz "gericilik"le itham etmiş oldu. "Meclis güçlenmeli." diyorsunuz burada; evet, Meclisin güçlenmesi bir yana biz yetkilerimize sahip çıkarken burada tartıştık, yoğun bir biçimde tartıştık "Hayır, Gaziantep Bilim ve Teknoloji Üniversitesine 'İslam' başlığı getirilmesin." dedik, uzlaşma doğdu, Meclise gittiğimiz zaman, Genel Kurula, "Emir yukarıdan." denildi ve nitekim, ertesi gün rektörü de atandı. Şimdi, burada tabii ki çok ciddi bir vesayet söz konusu, Meclis üzerinde bir vesayet söz konusu. Bu nedenle, sistem tartışması -sistemin yokluğu bir yana- biraz lüks gibi geliyor. Böyle bir ortamda "dignitas" sözcüğünü hatırlamamak mümkün değil, Latince kökenli, "haysiyet" "görevini yapmak" demektir "dignitas." Bu Meclisin haysiyeti söz konusu, aslında özerkliği filan bir yana bırakarak.

Bu bakımdan, benim bu vesileyle esasen değinmek istediğim husus, yakın geçmişte ilan edilen Yargı Reformu Strateji Belgesi -evet, ne yazık ki çok ağaca kıyılmış, üzücü o ama- en azından bu, belki bir olağanüstü hâl içerisinde, sırasında neden olunan katliamlara bir çözüm yolu olabilir diye bir teselli kaynağı idi. Ama bu belgenin iki ay geçtiği hâlde asgari biçimde de olsa neden bir yasa önerisiyle uygulamaya geçirilmediğini anlayabilmiş değiliz, CHP olarak hemen hemen bu belge kadar bir karşı öneri yazdığımız hâlde, öneri getirdiğimiz hâlde. Şimdi, burada ön saptama olarak şöyle bitiriyorum bu giriş kısmını: Hem bu belgede yani Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde hem de sizlerin hazırladığı On Birinci Kalkınma Planı'nda 15 Temmuz sürecinden sonra yürürlüğe konulan ve bir tür Türkiye'nin sadece cumhuriyet rejiminde değil hukuk rejiminde de parantez açılan olağanüstü hâl bu topraklarda yaşanmamış gibi ona yabancı bir yaklaşım söz konusu. Şimdi, buna yabancı bir yaklaşım söz konusu olduğu sürece -ben bugün hukuk kısmına girmiyorum çünkü o yarınki konu- hukuktan söz etmemiz veyahut da kalkınmadan, gelişmeden söz etmemiz mümkün değildir. Çünkü o bizim birer gerçeğimizdir. Hepimiz biliyoruz ki ilan ettiğimiz olağanüstü hâlle toptan bir biçimde, bırakın, insanları yargılayarak onlardan hesap sormayı, mahkeme kapılarını bile sonuna kadar suçsuzlara kapattık ve bu Yargı Reformu Strateji Belgesi onlara tamamen yabancı durmaktadır, durduğu sürece ne yargı reformundan söz edebiliriz ne de kalkınma planından.

BAŞKAN - Sayın Kaboğlu, iki dakikanız var.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sadece o kadar mı kaldı?

Şimdi, burada, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi öngörüsünde esasen Anayasa fakiri diyebiliriz bu plana, kalkınma planı Anayasa 166'ya dayandığı hâlde. Fakat Anayasa'dan iki yerde söz ediliyor. Bir: "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi yönetimi hızlandırdı." diyor. İki: "CİMER yoluyla bilgi edinme hakkı sağlandı." deniliyor. İyi de mademki hızlandırdı yönetimi, neden planı bu kadar geciktirdi, neden bir buçuk yıl gecikti? Öyle ya, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi çok hızlı çalışıyordu, neden hemen yapmadı? Veyahut da hemen soruyorum: CİMER mademki yurttaşların bilgi edinme hakkını sağlıyor, neden bu belgeye dayalı olarak hazırlanması gereken kanun teklifi gündeme getirilmeden Meclis tatile giriyor, biz muhalefet partileri olarak neden böyle bir bilgilenme hakkına sahip değiliz 82 milyon adına? Şimdi, bu tür çelişkileri uzatmamız mümkün. Ben politika yapmayacaktım burada, eğer Başkan bir dakika bana hoşgörü tanırsa bir iki çelişkiye değinmek istiyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Siz siyasetçisiniz, politika yapabilirsiniz Hocam.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yok, hayır çünkü teknik açıdan çok sorun var, o nedenle...

BAŞKAN - Sayın Kaboğlu, buradasınız, izliyorsunuz; kimseye böyle bir hak tanımadım, sadece cümlenizi tamamlayabilirsiniz süreniz bittikten sonra.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - İzin verin de duyalım, her zaman duyamıyoruz, önemli.

BAŞKAN - Süreniz bittikten sonra cümlenizi tamamlamanız için size söz veririm.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Çok teşekkür ederim.

Tabii, metne, metnin içeriğine yarın girme şansım olacak diye umuyorum çünkü bu metinde esasen çok önemli konular var. Mesela, afet konusuyla ilgili düzenleme...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, tamamlıyorum, toparlıyorum, uzatmayacağım.

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Çok teşekkür ederim.

Ama mesela, afet konusunun insan haklarıyla ilişkilendirilmemesi -öncesi, esnası ve sonrası- bu kadar önemli bir konunun sistematik bir biçimde ele alınmaması bir eksiklik. Veyahut da hızlı şehirleşmeden bahsediliyor ama hızlı şehirleşmeden bahsederken Anayasa madde 23 ve 57 bağlamında plansız kentleşmeden söz edilmemesi başka çok önemli bir eksiklik. Veyahut da dil bakımından, nitelikten, kaliteden bahsediliyor ama birkaç yerde nitelik var. Bu çerçevede, sürdürülebilir gelişme hakkından söz ediyoruz, kalkınma olmamalı; Anayasa madde 66 iktisadi, sosyal ve kültürel plandan söz ediyor, o zaman bu bir gelişmedir. Biz sistematiği Anayasa'nın bu bağlamına göre yerleştirseydik -yarın bunlara devam etme şansım olacak umarım- o zaman şöyle bir yanılgıya düşmezdik: Mesela, kayıt dışı ekonomi acaba bu şekilde mi ele alınmalıydı? Eğer bu şekilde ele alınırsa o zaman on ikinci planda bile bunu gideremeyiz. Yani iktisat ve hukuk arasındaki ilişkiler açısından -ben fırsat olursa yarın özellikle bu açıdan konuyu açmak istiyorum- çok önemli hususlar var.

Teşekkür ederim.