KOMİSYON KONUŞMASI

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli Komisyon üyeleri, değerli vekiller, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız, değerli bürokrat arkadaşlarımız, basın mensuplarımız; güzel bir gün geçirmemizi diliyorum hep birlikte.

Tabii, bu plan üzerine yirmi dakika, bütün konu başlıkları hakkında konuşma yapmak mümkün değil yani böyle de bir gerçek var. Ben de bazı başlıklar seçtim üzerinde konuşmak üzere. Sorularım da bu süreç içerisinde olacak. Bu soracağım soruların da not alınmasını açıkçası rica ediyorum, cevap verilebilmesi açısından.

Yalnız, konuşacağım konu başlıklarına geçmeden önce Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımıza bir şeyi ifade etmek istiyorum. Şimdi, dün akşam en son konuşmayı tabii siz yaptınız. Konuşmanızı dinledik, teşekkür ediyoruz yaptığınız konuşmadan dolayı ancak iki tane konuda şöyle bir yorumunuz oldu: Bir tanesi, sistem üzerine yapılan eleştirilerdi. "Sistemin başarısız olduğu, asla kabul ettiğimiz bir husus değildir. Sadece gelişmesiyle ilgili çalışılacaktır." dediniz. "Bu, 1'inci yılda da çalışılır, 5'inci yılda da 50'nci yılda da, Allah nasip ederse bininci yılda da çalışılır." şeklinde bir ifadeniz oldu.

İkinci olarak yine bir ifadeniz: "On Birinci Kalkınma Planı başarısız değildir." dediniz. Şimdi, ben...

BAŞKAN - Onuncu.

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (İstanbul) - On birinci.

BAŞKAN - Şu anda on birinciyi görüşüyoruz.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Ama öyle dedi, "on birinci" dedi.

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (İstanbul) - "On birinci" dedi. Ben dün not aldım "on birinci" dedi.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - On bir özellikle, evet, evet.

CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI FUAT OKTAY - On birinci üzerinde yapılan yorumlar üzerine dedim.

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (İstanbul) - Ya, "on" da dese yani... Ama "on birinci" dediğini biliyorum.

Şimdi, dün On Birinci Kalkınma Planı üzerine birçok tartışma yapıldı; usulü üzerine, geliş şekli üzerine, içeriğiyle ilgili, birinci bölüm üzerine, ikinci bölüme de girildi hatta. Yapılmış olan bu kadar eleştirinin üzerine siz "On Birinci Kalkınma Programı başarısız değildir, çok başarılı bir programdır." diye bitirdiğiniz zaman açıkçası, bizim yaptığımız bütün bu eleştiriler, sanki sizin ile bizim aramızda bulunan bir duvara çarptı ve bize geri döndü. Ve ben bugün bunu sorguluyorum. Bugün yapacağımız eleştiriler, uyarılar -yapıcı olmak kaydıyla tabii ki- tarafınızdan nasıl karşılanacak? Eğer yine bu şekilde karşılanacaksa o zaman biz burada neyi konuşup neyi tartışıp neyin üzerine görüşlerimizi bildiriyoruz? Ya, elbette savunacaksınız yaptığınız kalkınma planını ama bu savunmanın da bir ölçüsü ve sınırı olmalı. "Başarısız değildir." dediğiniz zaman, bizim yaptığımız bütün uyarıları kesip atmış oluyorsunuz. Yani bunun ben altını çizmek istedim.

Sistemin başarısız olduğuyla ilgili de açıkçası yapmış olduğunuz açıklamayı biraz gayriciddi bulduğumu ifade etmek istiyorum yani birinci yılında, onuncu yılında, bininci yılında bu ülke sürekli bu sistemin revize edilmesi ve düzeltilmesiyle mi uğraşacak? Örneğin ben size bir soru sormak istiyorum: Siz kimin Cumhurbaşkanı Yardımcısısınız, siz kimin Başyardımcısısınız daha doğrusu; bu ülkenin Cumhurbaşkanının mı, parti genel başkanının mı? Şimdi, aynı kimliği bir kişi taşıyorsa bu ülkede zaten sistem en başta bir kaosa sürükleniyor. Önce belki bunların tartışılması lazım ve "Bu, başarısız olduğunu asla kabul ettiğimiz bir husus değildir." demek de yine bir bariyer çekmektir. Bunların altını çizerek devam etmek istiyorum.

Yine, tutanaklarda, bahsetmiş olduğunuz konular var, özellikle eğitimle ilgili olanlar dikkatimi çekti ama o konuyla ilgili konuşacağım sırada değineceğim.

Şimdi, tespit ettiğim bazı başlıklarla ilgili konuşacağım izin verirseniz. Birincisi, "Yaşanabilir Şehirler, Sürdürülebilir Çevre" başlığı altında kentsel dönüşümle ilgili (693.4.) başlığında şöyle bir cümle var: "Kentsel dönüşüm uygulamalarına kaynak sağlanmasına yönelik hazineye ait sanayi parselleri küçük sanayi kooperatiflerine satılacaktır." Şimdi, detayına geçmeden önce bir şeyin altını daha çizeyim: Planda birçok için "yapılacaktır" "edilecektir" gibi temenni şeklinde olduğu için geneli üzerinde özellikle üzerinde yorum yapabileceğim başlıkları seçmeye çalıştım, onun da altını çizeyim. Şimdi, bu içinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda sanayi kooperatiflerinin çoğu kredi borçlarını ödeyemez durumdayken hazine arazisi satın alıp yeni yatırımlar yapabilme durumunda olup olmadıkları da tartışmalıdır. Bu çalışa yapılırken bununla ilgili herhangi bir araştırma, bir çalışma yapılmış mıdır? Burada elde edilmesi beklenen kaynaklar kimlere sağlanacak? Bu soruların da cevaplanması gerekiyor. Bugüne kadar kentsel dönüşümün hep bir rantsal dönüşüm olduğunu ifade ettik yani yapılan da buydu zaten; yani bu rant anlayışıyla hazine arazilerini de işin içine katarak acaba yeni rant alanları çıkma riski yok mudur? Örneğin yerel yönetimler bu satıştan pay alabilecek midir? En çok dönüşüme ihtiyaç duyan İstanbul ilimizde Büyükşehir Belediyesine bu kaynaklardan da bir aktarım olacak mıdır, işin içinde olabilecek midir? Bunların da cevaplanması gerekiyor.

Yine, (693.5.) no.lu başlıkta, "İstanbul genelinde kentsel dönüşüm uygulamaları ve imara yeni açılacak alanların planlaması yapılırken nüfus yoğunluğu dikkate alınarak afet ve acil durum toplanma alanları oluşturulacaktır." deniyor. Yani güzel bir ifade, inşallah yapılır ama bugüne kadar baktığımızda, ilan edilmiş olan toplanma alanlarının hep imara açıldığını gördük. Yani ilan edilmiş 493 toplanma alanından 416'sı imara açılarak AVM, rezidans ve gökdelenler yapıldı bugüne kadar. Bu alanlar ranta açılırken merkezî Hükûmet neden müdahale etmedi acaba bunlara, şimdi mi aklımız başımıza geldi? Ve yeni açılacak alanlarda toplanma alanlarından bahsediliyor, şu andaki mevcut yerleşim alanlarında yaşayanlar ne yapacak? Bunun da yanıtlanması gerekiyor. Kentsel dönüşüm projeleri yapılırken bu toplanma alanları konusuna çok dikkat edilmesi lazım. Bir de bazı duyarlı ilçe belediyelerinin imar izni vermediği alanların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı izinleriyle imara açıldığını da biliyoruz. Bunu da notlarımız arasına alalım.

İnşallah, bu fay hattına yakın alanların kentsel dönüşümü için önceliklendirilmesinde geç kalmamışızdır; temennim, bir an önce bunların yapılmasıdır. Kentsel mekânın yeniden üretilmesi yoluyla sağlıklı kentleşmenin sağlanmasını umut ettiğimiz bu 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun 2012'de yasalaşarak yürürlüğe girmişti ancak o günden beri doğru dürüst bir adım atılmadı, İstanbul'da hâlâ 600 bin konut dönüşüm bekliyor. Önemli deprem kuşaklarının üzerinde bulunan ve dünya ölçeğinde deprem riski bulunan kentler sıralamasında ilk 10'de yer alan İstanbul'da nüfusumuzun da büyük bir bölümü risk altındadır. Şimdi, çıkarılan imar affıyla, kaçak, ruhsatsız, güvenlikten uzak binaların affedilmesiyle de olası depremlerde daha fazla can ve mal kaybı yaşanmasına neden olunmaması da en büyük dileğimdir. Bu da bir soru işaretidir Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız. Bu imar affı da önümüzde bize sıkıntı yaratacak etmenlerden bir tanesi olacaktır.

Yine, bir tablo var planda, 606 sayılı Kanun 15/12/2012 tarihinde çıkarılmıştı, bu kanunun çıkarılışının üzerinden yedi yıl geçmiş olmasına rağmen tablo 45'te gördüğümüz üzere Kentsel Dönüşüm Strateji Belgesi hazırlanan il sayısı sadece 2 olarak görülüyor. On Birinci Kalkınma Planı sonunda bu hedefin 81 olacağı kayda geçmiş. Yedi yılda sadece 2 strateji belgesi hazırlayan anlayışın, neredeyse bir yıl gecikmeli olarak devreye sokulan On Birinci Kalkınma Planı'nda yani önümüzdeki dört yılda bunu 81'e çıkarması açıkçası çok da inandırıcı görülmemekte. Kâğıt üzerinde hazırlansa bile hayata geçirilmesi hiç inandırıcı görülmemekte.

Kentsel altyapıyla ilgili (698.4.) no.lu başlıkta "Atıksu arıtma tesislerinin etkin şekilde çalıştırılması için KÖİ -kamu-özel iş birliği- modeli yaygınlaştırılacak, atıksuya ilişkin denetim, teknik bilgi eksikliği ve kapasite gibi mevcut engellerin hızlı ve etkin şekilde üstesinden gelinecektir." deniliyor. Şimdi, planda atık su arıtma tesislerinin etkin bir şekilde çalıştırılması için KÖİ modelinin yaygınlaştırılacağına ilişkin bir hedeften söz ediliyor. Yani "kamu-özel iş birliği" denince akla maalesef, vatandaşın cebinden çıkan paralar geliyor, bizim aklımıza bu geliyor yani geçmediği köprü, yatmadığı hastane için şirketlere verilen garantiler. Şimdi de içmediği ya da kullanmadığı suyun parasını da mı vatandaş ödeyecek? Arıtılan bölgelerde de vatandaştan arıtma payı olarak su parasına ilave mi edilecek? Yani bu da olabilir, "KÖİ" denilen sistemde böyle bir ihtimal var. Nasıl bir çalışma düşünülüyor yani burada, su arıtmada KÖİ modeli nedir? Bununla ilgili de bir açıklama yapılırsa seviniriz.

Bir de katı atık yönetimiyle ilgili (699.) no.lu başlıkta "Katı atık yönetimi etkinleştirilerek atık azaltma, kaynakta ayırma, ayrı toplama, taşıma, geri kazanım, bertaraf safhaları ve düzensiz/vahşi döküm alanlarının rehabilitasyonu teknik ve mali yönden bir bütün olarak geliştirilecektir. Katı atık yönetiminde kaynak verimliliğinin ve çevresel sorumluluğun sağlanmasını teminen KÖİ başta olmak üzere uygulama araçları geliştirilecektir." denilmektedir. Şimdi, Greenpeace Doğu Asya Bürosu tarafından yayınlanan rapora göre Türkiye dünyada en fazla plastik çöp ithal eden 3 ülkeden 1'i. Türkiye'ye plastik çöpü ihraç eden ilk 10 ülke İngiltere, Belçika, Almanya, ABD, Hollanda, İspanya, İtalya, Slovenya, Fransa ve Japonya olarak sıralanıyor. Plastik malzemeler sağlığa zararlı çok sayıda toksik kimyasal madde içeriyor. Hangi çeşit plastik olduğuna bağlı olarak plastik ürününde bulunan toksik kimyasallar da farklılıklar gösteriyor. 2018 yılı içinde Türkiye'nin sadece İngiltere'den ithal ettiği plastik çöpün miktarı 100 bin ton civarında. İşte, burada katı atıkla mücadele ve On Birinci Kalkınma Planı'nda buna yer verenlere şu soruları sormamız gerekiyor, birincisi: Çöp olarak ithal edilen bu plastikler ne oluyor, Türkiye bu çöpleri ne yapıyor? İthal edilen plastik çöpün içinde PVC esaslı plastik malzemelerin miktarı ne? Depolanması maliyetli olan ve geri dönüşüm oranı da son derece düşük olan PVC esaslı plastik çöpe ne oluyor? İthal edilen plastik çöpler hangi yerleşim noktalarında depolanıyor, yakılıyor mu yoksa? Ve son olarak, her ay on binlerce ton plastik çöp ithal etmek gelecek nesillerin ve doğal hayatın sağlığını tehlikeye atmak anlamına gelmiyor mu? Bazı ülkeler bu çöp ithalatını biliyorsunuz tamamen bıraktılar. Bizde bu ithalatla ilgili büyük sıkıntılar önümüzdeki süreçte karşımıza çıkacak gibi geliyor. Bu sorulara, tabii, Sağlık Bakanlığı, Gümrük Ticaret Bakanlığı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yetkililerinden de cevap beklememiz gerekiyor. Yerel yönetimler kendi atıklarımızla mücadele etmeyecekler. Bir de dünyadan gelen, bu ithal edilen milyarlarca ton atıkla mücadele etmek zorunda kalacak. Bu, bilimsel olarak da mali olarak da çok mümkün görünmüyor açıkçası. "İstanbul'a geldiğimizde çöp yığınları vardı." diyenler maalesef ülkemizi dünyanın çöp yığınlarının bir atık merkezi hâline getirmişler.

"Hukuk Devleti, Demokratikleşme ve İyi Yönetişim"; Hukuk Devleti ve Demokratikleşme", "Adalet Hizmetleri" başlığı altında deniyor ki: "

Kamu verisi şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılımcılığı artırmak ve katma değerli yeni hizmetlerin üretimine imkân sağlamak üzere ve mahremiyet ilkeleri çerçevesinde açık veri olarak kullanıma sunulacaktır. Yürütmenin hukuka bağlılığı, nesnelliği, şeffaflığı ve hesap verebilirliği güçlendirilecektir.

İdarenin her türlü genel düzenleyici işlemlerinin belirlilik, ölçülülük, nesnellik ve kazanılmış hakların korunması gibi hukukun temel ilkelerine uygun olarak oluşturulmasına yönelik mekanizmalar ve usuller geliştirilecektir."

Yıllardan beri şeffaflık, hesap verebilirlik, hukukun üstünlüğü ve denetim konularında iktidar bütün eleştirilere maalesef kulaklarını tıkamıştır ve her geçen yıl da bu konuda daha kötü bir karneye sahip olduğumuzu sürekli ifade ediyoruz. Sürekli değiştirilen ihale kanunları, kurumların etkisizleştirilen ve yandaşlaştırılan denetim birimleri, köy projelerinde olduğu gibi açıklanamayan ihale sözleşmeleri, en son torba yasa görüşülürken özellikle şehir hastaneleriyle ilgili görüşülen konuda şehir hastaneleriyle ilgili mali tabloların bir sır olarak ifade edilmiş olmasını burada not olarak düşmek istiyorum. Sayıştay gibi, bir ülkenin sağlıklı yönetilebilmesi için olmazsa olmaz denetim kurumu üzerindeki baskılar ve yargının durumu gibi daha çok sayabileceğimiz birçok olumsuz gerçek ortadayken kalkınma planına bunu koymamız umarım gerçekleşir. Dünya Adalet Projesi Şeffaflık Endeksi ölçümlerinde 126 ülke arasında 94'üncü sırada olduğumuz gerçeğini dün de ifade etmiştim. İnşallah bu sıralamada, önümüzdeki bu dört yıllık kalkınma planı sürecinde biraz daha sıramızı yükseltiriz.

"Nitelikli insan, güçlü toplum", "eğitim" başlığı altında şimdi... Evet, bizi gülümseten bir madde. 560.2 no.lu başlıkta "

Japonya örneği incelenerek sadece kadın öğrencilerin kabul edildiği kadın üniversiteleri kurulacaktır." deniyor.

Şimdi, Japonya'da Cumhurbaşkanımız G20 zirvesine gitti. Gidip de oradan kadın üniversitesi fikriyle dönmüş olması gerçekten inanılır gibi değil. Biz de bekliyorduk ve düşünüyorduk ki gelişmiş diğer ülkelerle ekonomik alanda bazı anlaşmalar yaptık, dış ticaret hacmimizi artıracak kararlar aldık. İşte, Japonya'dan şöyle teknolojiler ihraç ediyoruz, ithal ediyoruz. İhraç edeceğimiz ürünler arttı ve benzeri kararlar alındı. Ama şansımıza ne çıktı? Kadın üniversitesi çıktı ve bizim bilim insanlarımız da hiç sorgulamadan hemen uygulamaya geçmek için adım atmaya başladılar bile. Neden? Çünkü emir büyük yerden geldi. Kadına değer verdiğimiz için mi yoksa kadını toplumdan, iş hayatından soyutlamak için mi kuracağız bu üniversiteyi sormak istiyorum.

Japonya'da bir samuray geleneği olarak ne kadar eğitimli olurlarsa olsunlar, politikaya ve ekonomiye katılımları konusunda dünya sıralamasının oldukça gerisinde kalan Japon kadınların evde kalmalarının istendiği bilinmektedir. Chicago Üniversitesi profesörlerinden Kazuo Yamaguchi bu gibi çağ dışı uygulamalar ve kadınlara yönelik ayrımcılık yüzünden Japonya'daki kadın doktor oranının OECD üyesi ülkelerin en düşüğü olduğunu söylüyor. Yamaguchi bir toplumun bünyesindeki farklı insan kaynaklarını tam kapasite kullanamamasının ekonomik olarak hiç de rasyonel olmadığını söylüyor. Altını çiziyoruz tabii bu söylenenlerin. Kadının toplumun her alanında daha fazla girmesini sağlayacak politikalar geliştirmek yerine kadın üniversitesi kurulmasının plana girmesi, ayrımcılığı artıracağı gibi kadını daha fazla toplumun, yaşamın dışına itecektir. 2019 yılında yüzde 28,2 olan işsizler içerisindeki kadınların payı 2018 yılında yüzde 41,1'e yükselmiştir. Kadınların iş gücüne katılımında belirgin bir artış eğilimi izlenmesine rağmen istihdam oranının istenen ölçüde artmadığı, bu nedenle de kadınlar arasında işsizlik oranının yükseldiği görülmektedir.

(Oturum Başkanlığına Kâtip Şirin Ünal geçti)

BAŞKAN - Sayın Emecan, son bir dakikanız.

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (İstanbul) - Toparlıyorum izin verirseniz.

561 no.lu başlıkta da "Dünya akademik başarı sıralamalarında 2023 yılı itibarıyla en az 2 üniversitemizin ilk 100'e ve en az 5 üniversitemizin de ilk 500'e girmesi sağlanacaktır." deniyor. Üniversite kurmanın bina açmaktan ibaret olmadığını defalarca dile getirdik. Açılan üniversitelerin yeterli akademik kadroya sahip olmamaları, bilimsel araştırma için gereken altyapının kurulmamış olması, tüm bunlar, fiziksel koşulların yetersizliği gibi birçok sorunla karşı karşıya olması nedeniyle kaliteli bir dünyayla rekabet edebilir bir eğitim sistemimiz olduğu söylenemez.

2014-2015 eğitim-öğretim döneminde Uluslararası Yükseköğretim Derecelendirme Kuruluşu verilerine göre ilk 200'de sadece 4 üniversitemiz bulunuyordu. Yani eğer bu yıl açıkladığı sıralamayı 200'le sınırlı tutsaydı tek bir üniversitemiz bile bu sıralamaya giremiyordu. Yani bunun da altını çizelim. Biz şu anda üniversitelerimizin kampüslerindeki ağaçları kesmekle ve ağaç katliamıyla uğraşıyoruz. Nasıl olacak bu iş onu da merak ediyorum açıkçası. Bir de mezun sayısının ihtiyaçtan fazla olduğu da göz ardı edilemez. Bunun da çalışılması gereken bir konu olduğunu belirtmek istiyorum.

Son olarak "eğitimde gerici bir yaklaşım" şeklindeki dünkü eleştirimize bir cevap vermiştiniz Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız "Tam tersi, aslında biz eğitimde son derece ilerici bir yaklaşım içerisindeyiz." diye. Nasıl bir ilerici yaklaşım olduğunu sormak istiyorum. Sıbyan mektepleri ile imam-hatipler arasına sıkıştırılmaya çalışılan bir eğitim sistemimiz var. Çocuklarımız tarikat yurtlarında hayatlarını kaybediyor ve istismara uğruyorlar. Müfredat başka bir sorunlu durum. Böyle bir eğitim sisteminden mi bahsediyorsunuz? Kalkınma Planı'ndaki birtakım rakamsal uygulamalarla sınıf sayısının, öğrenci sayısının düşürülmesi, müfredatla ilgili birtakım değişimler yapılması, bunlarla mı eğitim sistemi ilerici bir seviyeye ulaşacak? Bunun da altını çizmek istiyorum.

Aslında çocuk işçiliğiyle ilgili de konuya girmek istiyordum ama sürem yetmedi. Bununla ilgili, izin verirseniz, sadece bir iki cümle söylemek istiyorum. Konuya yer verilmiş ama çok yuvarlak sözlerle yer verilmiş çocuk işçiliğiyle ilgili "Çocuk" bölümü başlığı altında.

Şimdi, Hükûmetinizin 2018'i çocuk işçiliğiyle mücadele yılı ilan etmesine rağmen bu konuda hiçbir şey yapmadığını da gördük açıkçası. Çocuk işçiliğinin Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı açıklandıktan sonra yüzde 20 arttığının da altını çizmek istiyorum. Burada bazı tespitler yapılıyor uzmanlar tarafından da 4+4+4 sisteminin girmesiyle birlikte bu sayının arttığı şeklinde.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Emecan.

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (İstanbul) - İzin verirseniz burada bir şeyi daha ifade etmek istiyorum sayılarla.

Bir de, bir çocuk işçi tanımı var biliyorsunuz İş Kanunu'nda. Çocuk işçi 14 yaşını bitirmiş, 15 yaşını doldurmamış ve ilköğretimini tamamlamış kişidir. Genç işçi 15 yaşını tamamlamış ancak 18 yaşını tamamlamamış kişidir. Aslında bu çocuk işçi tanımlarından da zannederim vazgeçmemiz gerekiyor. Bunun da altını çizmek istiyorum. Belki o zaman çocuk işçiliğiyle gerçekten mücadele edebiliriz.

Teşekkür ediyorum. Aslında daha bu konuda söylenecek çok şey var ama fırsat bulursak önümüzdeki saatlerde söyleriz.