| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | On Birinci Kalkınma Planının (2019-2023) Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/777) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 16 .07.2019 |
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında iki gündür üzerinde konuşuluyor: Adalet, eşitlik, işte halkın yanında olmak. Birçok konuya değiniliyor ama zaman açısından ve sürece giriş açısından da çok dar bir zamanda çok önemli bir konuyu konuşmak yetersiz kalıyor ve tekrar acele ediyoruz, bir an önce Genel Kurula gelmesi için. Aslında önümüzdeki beş yıl için veya önümüzdeki dönem için her bir saat bile önemliyken bu konuların daha detaylı tartışılması, incelenmesi gerekirdi. Gerek "adalet" dediğimizde, ülkede son dönemde adaletsizlik had safhada; "eşitlik" dediğimizde, eşitsizlik had safhada; halkın yanında olmak yerine, aslında belli bir azınlığın yanında olmak ve çoğunluğu görmemek; refah yerine artık giderek israfın had safhaya ulaştığı, sefaletin görünür olduğu bir dönem. Çatışma ağırlıklı olmuş, şiddet her yerde yaygınlaşmış, insanlar birbirini tolere edemiyor ve kutuplaşma için resmen yangına körükle gidilmekte. Ve daha çok aslında uzlaşma, konuşma, tartışma, yan yana gelme, birlikte olma süreci olması gerekirken biz birbirimizden uzaklaşıyoruz, birbirimizi dinlemiyoruz ve giderek fanatik topluluklar hâline gelme çabası gibi sanki bir çabaya dönüşmüş oluyor. Ne olmuş oluyor sonuçta? Ekonomik kriz, toplumsal kriz, siyasi krizle karşı karşıyayız. Bir tarafta büyümeden söz ediyoruz, gelişmeden söz ediyoruz fakat ülkenin kendi içindeki duruma baktığımızda, sokağa çıktığımızda, mahalleleri gezdiğimizde, köyleri gezdiğimizde de böyle bir durum yok. Ekonomiyle ilgili de baktığımızda, büyük bir çoğunluk kredi kartını ödeyemiyor, tüketici kartını ödeyemiyor, konut kredisini ödeyemiyor, taşıt kredisini ödeyemiyor, evine götürdüğü, pazardaki aldığı şeylerden artık tasarruf etmeye başlıyor. Belli kesimlere yapılması gereken tasarruf, vergi; daha çok, en çok mağdur ve dezavantajlı kesimlere uygulanıyor. Üretim yerine özellikle orta sınıf diyebileceğimiz, esnaf dediğimiz kesimin desteklenmesi yerine, daha da sıkıntılı bir süreçle karşı karşıyayız. Ne idi? Çünkü uzun bir süredir bütün yapılan çalışmalar inşaat üzerine, konut üzerine daha çok rant yaratan bir sektöre yönelmişti; hiçbir zaman üretim düşünülmüyordu, çiftçi düşünülmüyordu, emekten yana düşünceler yoktu. Türkiye gibi geniş bir tarım alanına sahip bir ülkede tarımdaki istihdam gibi, tarım artık dışa bağımlı bir hâle geldi, kendi tohumunu üretemeyen, dışarıdan hayvan getiren, dışarıdan ürün satın alan bir sürece dönüştü. Ne oldu? Daha çok enerji, köprü, havalimanı, otoyol ve şehir hastaneleri. Ve ne yapıldı? Bu, büyük reklamlarla, büyük bir tanıtımla, büyük bir zaferle, büyük bir başarıyla dile getirildi ama aslında önümüzdeki dönemdeki yıllarda bunun birçok borcu bütün hepimize yansıyacak. Birçok bakanlık, kamu bütçesinde de bunun nasıl karşılanacağı için şimdiden tartışmalara başlanıyor. Nitekim, bu programa baktığımızda da giderek bu sektörden uzaklaşılıp, uzun yıllardır bizim partimizin de dile getirdiği, birçok kesimin de dile getirdiği üretime dönük, imalata dönük bir şeylerden söz ediliyor ama hâlâ biz endişeliyiz: Tekrar kayırmacılık mı yapılacak, nasıl yapılacak? Çünkü enflasyon yükselmiş, işsizlik artmış, dövizin seyrinin nasıl olacağı bilinmiyor ve gerçek bir realite yok. Bütün bunları ele aldığımızda en büyük sorunlardan birisi de değindiğim gibi, ekonomik kriz ve toplumsal krizle beraber, demokrasinin de giderek yok olması. Bir yerde, siz, demokratik koşullar otoriterleşmeye doğru evrilirse, demokrasiden uzaklaşırsanız, hukuktan uzaklaşırsanız, aslında birçok krize de anahtar vermiş olursunuz, birçok krizin yolunu açmış olursunuz. Türkiye şu anda aslında birçok krize yol açmış durumda.
Bakın, daha önceki beş yıl için hedeflere baktığınızda, Onuncu Kalkınma Planı'nda gayri safi yurtiçi hasıla için 13 trilyon dolar denmiş, 2018 yılında -Ticaret Bakanlığı- 784 milyar dolar gerçekleşmiş. Kişi başına gelir 16 bin dolar hedeflenmiş, 9.632 dolar olmuş. İhracat 277 milyardan 167 milyara düşmüş. İşsizlik 7,2 denilmiş, yüzde 11'e çıkmış. Biz şimdi önümüzdeki On Birinci Kalkınma Planı'ndaysa 2018 için hedeflerin çok çok gerisinde rakamları dile getirmiş oluyoruz. Gerek Mecliste gerek muhalefeti her yaptığımız ortamda "Kriz var." dediğimizde, "İşsizlik var." dediğimizde, "Sıkıntı var." dediğimizde, inkâr edilen ve buna işte her türlü krıminal laflarla karşı çıkan, medyasıyla birçok yerde saldıran kesim aslında bu rakamları kendi kendisine deklare etmiş oluyor, savunmuş oluyor ve resmî belgeye dönüştürmüş oluyor. 2023 gibi tablolarla, büyük hedeflerle her yerde dile getirilen süreç, aslında 2013'te konulan hedeflerin de çok çok gerisinde olmuş oluyor, bu da durumun vahametini gösteriyor.
Bakın, bugün sabahleyin gazetelere düştü. İşsizlik rakamlarıyla ilgili Nisan 2018 ile 2019 arasında 1 milyon 116 bin kişi işsizlik sayısına eklenmiş ve şu anda 4 milyona yakın bir kişiden söz ediliyor ve bunlar resmî veriler, Türkiye İstatistik Kurumunun açıkladığı veriler. Genç işsizlikte Avrupa'daki en üst sıradayız ve son dönemde biz gazetelere baktığımızda, televizyonlara baktığımızda, kısmi de olsa yayınlansa, birçoğu görünmese bile, işsizlik nedeniyle intihar edenler var; işsizlik nedeniyle, borcu nedeniyle buna kalkışanlar var. En son dört beş ay önce, Mecliste bile insanlar bu konuda çeşitli girişimlerde bulundu.
Bu plan ve programa baktığımızda daha çok yuvarlak ve anlaşılması zor süreçlerden söz edip işsizliğe çare olunması düşünülüyor. Geçmişte söylenenlerin hiçbirisi gerçekleşmediği gibi bu kriz döneminde bunun gerçekleşmesi çok zor. Tekrar bugün düşen bir rakam: Yılın ilk yarısında yani altı ayda 53 bin esnaf iş yerini kapatmış ve son beş yılda yarım milyon esnaf iş yerini kapatmış, giderek insanlar iş yerlerini kapatmak zorunda... Bir taraftan da insanlar borçlarını nasıl ödeyeceği telaşı içerisinde, çaresizliği içerisinde. Ama biz ne yapıyoruz? Daha çok torba yasa veya birçok kesime, büyük şirketlere, büyük, tanınmış ve bugüne kadar hep desteklenen şirketlere tekrar vergi affı, tekrar düzenlemeler getirmeye çalışıyoruz. Bu programda da görüldüğü gibi, daha önceki süreçlerde de bizim değindiğimiz gibi bu "esnek" lafı çok kullanılıyor. Yani gerçekten "esnek" lafı da esnek bir kavram içeriyor, istediğiniz yere çekebiliyorsunuz. Bunu insan haklarında da demokraside de ekonomide de "esnek" dediğinizde bilin ki altında bir şey saklanıyor, art niyet var çünkü gerçek durum ortaya çıkartılmıyor.
Bu, 2016 yılında, AKP hükûmetlerinde, gelir vergisiyle ilgili düzenlenen bir torba yasada, o dönem işte bir esnek çalışmayla ilgili tekrar bir düzenleme yapılmıştı. Biz o dönemde de muhalefet etmiştik çünkü güvencesiz bir çalışma ortamına neden olacağını ve bunu başlatacağını demiştik ve o dönem kadınlara yönelik bir özendirme veya iyileştirme gibi tanıtılmıştı. Bütün karşı çıkmamıza rağmen yürürlüğe girdi ve şu anda birçok yerde esnek çalışmaya dönüştürüldü ve istatistikler şöyle diyor: 1 kişinin işini 4 kişi yapacak ama 4 kişiye 1 kişiden az emeğin karşılığı verilmiş olacak. Bu bir taraftan insanları muhtaç etme, perişan etme sürecidir.
Birçok arkadaşımız değindi fakat bunlar hiç dikkate alınmıyor. Kadın meselesi burada yok. Kadın meselesi tekrar korunmaya dönük bir şekilde ele alınmış, hak bilinciyle ele alınmamış. Nitekim Türkiye'ye baktığımızda, son yıllardaki istatistiklere baktığımızda, 2016 yılında küresel toplumsal cinsiyet uçurumu verilerine göre 115 ülke arasında 105'inci, 2014'te 142 ülke arasında 125'inci, 2017'de 144 ülke arasında 131'inci konuma gelmiş. Daha çok kadınlara düşündüğümüz, evde iş ortamı, annelikle ilgili tanımlamalar. Fakat bir düzenleme, gelecekle ilgili, hakla ilgili herhangi bir şey tanımlanmıyor.
Gelir eşitliğinde Türkiye aslında OECD ülkeleri arasında sondan 6'ncı ve birçok Avrupa ülkesinin yayınladığı istatistiklere baktığımızda, gerek insan haklarıyla ilgili, gerek demokrasiyle ilgili, gerek ekonomik verilerle ilgili, gerek işsizlikle ilgili birçok konuda Türkiye son sıralarda ve bu son sıradaki konumu giderek daha da kötüye gitmekte. Yani basın özgürlüğüne baktığınızda, insan hakları ihlallerine baktığınızda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruya baktığınızda, işkenceyle ilgili söylemlere baktığınızda, eğitimle ilgili çalışmalara baktığınızda birçoğunda olumsuz bir pozisyonla karşı karşıyayız.
Ve nedir? Daha çok hep palyatif, geçici çözümler bulunuyor ve ona işte esnek veya sihirli cümleler bulunuyor. Kamu-özel ortaklığı deniyor, kamu-özel iş birliği deniyor ve bu kamu-özel iş birliği dediğimizde özelin karşılığı da şu: Gerçekten özel bir statüyü tanımlıyor. Ya tapulu yerden muafiyet tanınıyor, ya KDV'den muafiyet tanınıyor, ya teminattan muafiyet tanınıyor ya da özel tüketim vergisiyle dışarıdan getireceği ürünlerden bir ayrıcalık tanınıyor. Tümüyle vatandaş yok, şirketlere her türlü muafiyet var ama oradan yararlanacak insanlara hiçbir şey düşünülmüyor. Özel tüketim vergisi dünyanın birçok yerinde uygulanıyor, işte Türkiye'de de düşünülmüştü. İsmine baktığınızda özel tüketim vergisi ama yattan, pırlantadan alınmıyor, tırnak makası gündeme geldiğinde alınmaya çalışılıyor. Nedir? Vergi aslında tekrar fakirden, yoksuldan alınmakta ve biz "Asgari ücretliler vergiden muaf tutulsun." dediğimizde kıyamet kopuyor, "Emeklilikte yaşa takılanlar." dediğimizde kıyamet koparılıyor fakat birçok şeyde düzenleme yapılıyor. 1986'dan 2016'ya, otuz yılda bir yığın özelleştirme yapıldı ve bu özelleştirmelerin aslında yüzde 87'si hatta yüzde 88'i AKP döneminde yapıldı. Hâlâ özelleştirmeden söz ediliyor, hâlâ bunun karşılığı bulunmaya çalışılıyor.
Bir taraftan da bu raporu ele aldığımızda demografik verilerden söz edilip demografik fırsat penceresinden en iyi biçimde yararlanmaktan söz ediliyor. Ama aslında Türkiye'de siyasal anlamda demografik yapı bir zenginlik olarak kabul edilmesi gerekirken, farklılıklar bir zenginlik olarak kabul edilmesi gerekirken bu önümüzdeki dönemle ilgili On Birinci Plan'da yer almıyor. Aleviler, Kürtler, gayrimüslimlerle ilgili yapılan düzenlemeler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Süryanilerle ilgili hiçbir düzenleme ve gelecekle ilgili bir şey düşünülmüyor. Türkiye gibi kültürel açıdan ve farklılıklar açısından, medeniyet açısından hem tarihî hem de zengin olan bir yapıda önümüzdeki dönemle ilgili bu küresel çağda daha çok bunun bir avantaja dönüştürülmesi gerekirken hâlâ daha dezavantaj ve bir baskıcı tarza dönüştürülmektedir. Neden? Çünkü bunu söyleyenler, bunu dile getirenler hemen "Teröristsiniz.", "Bölücüsünüz.", "Kötüsünüz." gibi kavramlarla karşı karşıya kalmakta.
Bir taraftan da "Tasarruf artacak." deniyor ama tasarrufun nasıl artacağı değil, daha çok vatandaşın nasıl tasarruf yapacağı dile getiriliyor. Örneğin bireysel emeklilik sistemiyle ilgili bir yığın düzenleme tanımlandı ama şimdi bireysel emeklilikten insanların çıkışını zorlaştıran düzenlemeler yapılıyor. Bütün bunların hepsine baktığımızda çiftçi, emekçi, işçi ve herkes perişan vaziyette, giderek yoksulluk artmakta.
Peki "Türkiye'de en yoksul kentler nerelerdir?" dediğimizde, bu raporu yazanlar hiç buna dikkat ettiler mi, verilere baktılar mı? Mardin, Urfa, Batman, Siirt, Şırnak yıllardır en yoksul kentler, bu kader midir? Bakın, eğitimle ilgili düzenlemeler yapılıyor; son sınavlarda, gerek üniversiteye gerek liseye giriş sınavlarında, bütün sınavlarda son on yılın verileri çıkartılsın, incelensin, bu kentler yine en dezavantajlı, en dipte yer alan kentler. Niçin bunlarla ilgili bir düzenleme, gelecekle ilgili bir düzenleme düşünülmüyor? Yok çünkü dikkate alınmıyor. Bu kalkınma planlamasında ruh yok, ruh olmuş olsa daha çok insani ve gelecekle ilgili düzenlemeler dikkati çekerdi. Bütün bunlarla beraber bu kriz giderek artmakta, derinleşmekte.
Eğitimle ilgili baktığımızda burada, işte üniversitelerin belli bir yere girmesi, ilk 500'e girmesi gereken üniversitelerden söz ediliyor, ilk 100'e girmesi gereken üniversitelerden söz ediliyor ve biz biliyoruz ki Cumhurbaşkanı birkaç yerde işte "İlk 500'e giren üniversitemiz niye yok?" diyor. Türkiye şu anda akademik açıdan, öğretim üyeleri açısından herhangi düşüncelerini ifade edemediği gibi düşüncelerini ifade edenler yargılanıyor, ceza alıyor, "barış imzacıları" diye bildiğimiz ve Türkiye'de son yıllarda en çok dikkati çeken ki Almanya bunu yayınladı: "Geçmiş dönemde işte bize Türkiye'den az göç vardı, şimdi en çok göç beyin göçünün olduğu, Avrupa'ya giden gençlerin olduğu kesim Türkiye'den giden gençlerdir." Bunu niçin söylüyorum? Türkiye'de artık insanlar geleceğiyle ilgili endişe duyarken bir taraftan da Türkiye'deki düşünce ve ifade özgürlüğündeki eksiklik...
Eğitimle ilgili Sayın Cumhurbaşkanı seçim çalışmalarında birçok kez şunu dile getirdi: "Güneydoğu'da bizden önce Kürtçe tabela yoktu, şimdi Kürtçe tabela var. İnsanlar cezaevinde artık -babalarıyla çocuklarıyla- Kürtçe konuşabiliyor, anneler çocuklarıyla Kürtçe konuşabiliyor. Arkadaşlar, Kürtçe konuştukları için insanlar cezaevinde yani buna önlem bulmak lazım. Arkadaşlar, Mardin Artuklu Üniversitesinde bölüm açıldı, mezun olanlar atanmıyor, mezun olanlar dışarıda. Bir şeyi mış gibi yapmak doğru değildir, buna inanıp geliştirmek lazım. Siz bunu yapmadığınız zaman sıkıntılar ortaya çıkmakta, beyin göçü olmakta.
Bir diğer konu sağlık. Sağlıkla ilgili birçok madde yazılmış ve Mecliste hepimizin odalarında da birçok kesimde de sağlıktaki şiddet gündeme gelmekte. Sağlıktaki şiddete çözümle ilgili bir yığın başvuru var, bir tek cümle edilmiyor bu konuda. Hekimler öldürülüyor, hemşirelere, sağlık çalışanlarına her gün saldırı yapılıyor, acillerin camları kırılıyor ve Bakan ne diyor? "Koruma artıralım.", işte "Önlemi artıralım.", "Özel güvenliği artıralım." Niçin bu insanlar bunu yapıyor? Çünkü sağlık öyle bir hâlde tanımlanmış ki gittiğinizde her şey güllük gülistanlık ama insanlar gün aldığında, insanlardan ek ücret istendiğinde, insanlar derdine çare bulamayınca hemen karşısındaki kişiye, hekime veya sağlık çalışanına saldırmakta, buna yönelik çözümlerden hiçbirisi yok.
Yoksullukla ilgili, Türkiye'de modern anlamda aslında sosyal yardım programı yok. Bakın, bakan diyor ki: "Sosyal yardımlar 21 kat arttı." Bir ülkede sosyal yardımlar 21 kat artıyorsa demek siz yoksullukla mücadele etmiyorsunuz, yoksulluğu önlemek için bir çaba harcamıyorsunuz, insanları yardıma muhtaç gibi düşünüyorsunuz. Asıl çözüm, yoksulluk neden kaynaklanıyor, yoksullukla nasıl başa edebiliriz diye bir çalışma yürütmektir. Ama bunlar düşünülmüyor çünkü belli bir azınlığın zenginliği düşünülüyor, yoksullar, emekçiler dikkate alınmıyor.
Bir çok soruna değinebiliriz, hukuk anlamında zaten hukuksal sorunlar had boyu, insanlar düşüncelerinden, ifadelerinden dolayı cezaevinde, haber yazdıklarından dolayı cezaevlerinde, sosyal medyada paylaşımlarından dolayı cezaevlerinde ve birçok cezaevinde artık yer kalmadı, düzenlemeler de yapılmamakta, giderek de artmaktadır. Ve programda şeffaflıktan söz ediliyor. Biz biliyoruz ki hiçbir yerde şeffaflık kalmadı, en büyük göstergesi Mecliste milletvekilleri herhangi bir bakanlığa sorduğu sorulara bile yanıt gelmiyor ve son dönemde yapılan bir çok düzenlemede zaten Sayıştay da devre dışı bırakılmakta.
(Oturum Başkanlığına Kâtip Şirin Ünal geçti.)
BAŞKAN - Son iki dakika Sayın Vekilim.
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Teşekkürler.
Avrupa Birliğiyle ilgili, müktesebatıyla ilgili getirilen şeyler de hiç Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin dediği şeyler dikkate alınmıyor, ilerlemelerde de bunlar sadece bir tavsiye ve öneri mahiyetinde düşünülüyor, aslında bunlar olmazsa olmazlardır. Çocuk, kadın, yaşlı konusunda koruma değil haklara önem vermek lazım. Sivil toplum kuruluşlarından söz edilmiş, işte demokrasi için, gelişme için sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği denilmiş. Biz biliyoruz ki meslek örgütleri "barış" dediği için ceza alıyor. Bunları siz düzenlemediğiniz sürece, sivil toplum örgütlerinin kendi düşüncelerinin muhalefetine siz ön açıcı davranmadığınız sürece Türkiye daha da gerilemiş olur.
Bir diğer konu, 197'nci sayfada yerel yönetimlerle ilgili bir düzenleme var. Türkiye gerek Avrupa Birliği yerel yönetimler özerklikle ilgili düzenlemeleri daha önce hedefine almışken ve hep konuştuğunda burada yerel yönetimlerle öyle hiç anlaşılmayan cümleler kullanılıyor ki, mesela bir tanesinde diyor ki: "Büyükşehir belediyeleriyle -801'e 3- büyükşehir ilçe belediyelerinin çakışan yetki ve sorumlulukları nedeniyle ortaya çıkan hizmet aksamalarının giderilmesi için görev tanımları etkinlik temelli olarak yeniden değerlendirilecektir." Demek ki bu seçim sonuçlarına göre böyle bir cümle, az önce dediğim gibi esnek bir cümle bırakalım da ilerde bir düzenleme yapalım. Ama 800'üncü maddenin girişinde "Belediyelerin karar alma süreçlerinde vatandaşların katılım ve denetim rolü güçlendirilecektir." denilmiştir. Yani sonuçta insanların seçtiği belediye başkanlarını kabul edemiyorsunuz, insanların yüzde 70'ini seçtiği belediye başkanlarının yerine kayyum atıyorsunuz, böyle bir dönemde bundan nasıl söz edilir? Giderek şeffaf demokratik bir tarza dönüşmesi gerekirken ama daha baskıcı, daha da zorlayıcı bir sisteme dönüşmektedir. Aslında şeffaf...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım Sayın Vekilim.
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - ...toplumun tüm kesimlerinin katılabileceği bir kalkınma planının düzenlenmesi lazım. Bunun uzun süreli istişare edilip alt komisyonlarda ilgili kurumlar ve sivil toplum kuruluşlarının katkısıyla daha zenginleştirilmesi lazım.
Teşekkür ediyorum.