KOMİSYON KONUŞMASI

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Teşekkür ederim.

Öncelikle Başkan, bir iki şey söyleyerek geneli üzerinde konuşmaya başlayacağım.

Öncelikle ben bu saat yedi meselesinin bir daha gözden geçirilmesini... Çünkü bitiremeyeceğiz. Bu Komisyon "Hadi konuşalım, biraz tartışalım, dağılalım." gibi bir komisyon değil; gerçekten, buradan ne kadar iyi bir sonuç çıkartabiliriz üzerinden değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Eğer saat yediyi bitirme saati olarak takdir ediyorsanız bence burada bitirmeyip geneli üzerindeki görüşmeleri, hafta içerisinde buradan devam etmemiz gerektiğinin daha iyi olacağını çünkü bu meselenin çok önemli bir konu olduğunu düşünüyorum. Toplumsal beklentinin ne kadar büyük olduğu hepimizin takdiri çünkü muhtemelen hepinize bu konuyla ilgili sayısız mesajlar, sayısız görüşme talepleri geliyordur, onun için bu meseleyi oldubittiye getirmeye gerek yok bence.

Bir de esasında biz bu kanunu görüşmeden önce Anayasa'ya uygunluk açısından bir denetime tabi tutulması gerektiğini ve Anayasa Komisyonunda da bir incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü bazı maddelerin Anayasa'yı, eşitlik ilkesini ihlal eden birtakım maddeler olduğunu, Anayasa'ya aykırı bir biçimde idareye takdir yetkisi verdiğini, bu açıdan da öncelikle bu teklifin Anayasa'ya aykırılık açısından incelenmesi gerektiğini biz düşünüyoruz. Bu açıdan da bir önerge vereceğiz. Öncelikle bunu değerlendirelim, biz genelle ilgili görüşlerimizi bundan sonra ifade edelim. Yani ben burada kesmeyeceğim ama bunu bir oylayalım, biz önergemizi verelim.

BAŞKAN - Yalnız, bizim uygulamamız şöyle: Görüşüyoruz genelini, görüştükten sonra maddelerine geçilmesini kabul ediyorsak zaten Anayasa'ya aykırılığı kabul etmiyoruz demektir; Anayasa'ya aykırılığı kabul ediliyorsa oylarken o zaman zaten maddelerine geçilmiyor, gidiyor. Sistem bu şekilde. Yani maddelerine geçilmesinin oylaması aynı zamanda Anayasa'ya aykırılık olmasını da içeriyor.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Tamam, o zaman biz devam edelim ama biz bunun çok uygun olmadığı düşünüyoruz çünkü biz kanunun esasını tartışmaya başladığınız zaman, sanki gerçekten burada Anayasa'ya uygun bir düzenleme, bir taslak varmış gibi, bir teklif varmış gibi yaklaşıp devam edeceğiz. Ama biz, dediğim gibi, öncelikle Anayasa'ya uygunluk açısından bir görüşmenin yapılması, daha sonra esasa geçilmesinin daha uygun olduğunu düşünüyoruz.

BAŞKAN - Peki, buyurun.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Kabul görmedi mi? Yani siz takdir ettiniz ve reddettiniz.

BAŞKAN - Hayır, maddelere geçerken zaten onu kabul ediyoruz veya etmiyoruz demektir.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Sayın Başkan, ama bu Komisyon üyeleri Anayasa'ya aykırılık bulunup bulunmadığı görüşünü ifade etmeli ama.

BAŞKAN - Etsinler zaten, söyledi, herkes söyleyebilir Anayasa'ya aykırı olup olmadığını.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - İşte bizim böyle bir iddiamız var ve oylama yapılmasını talep ediyoruz. Ondan sonra esasla ilgili görüşme...

BAŞKAN - Hayır, biz onu bütün olarak veriyoruz.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - "Kanunun esasına geçmeden oylama yapalım." diyor arkadaşlar.

BAŞKAN - Biz şimdiye kadar bütün yaptığımız oylamada Anayasa'ya aykırılıklar hep öne sürülüyor, sonuçta maddelerine geçilmesini oyluyoruz, kabul edilmediyse zaten o sizin dediğiniz kabul edilmiş sayılıyor. Yani maddelerine geçilmesi kabul edilirse Anayasa'ya aykırılık gündemden düşmüş oluyor. Yani sistem böyle, yıllardır böyle bu.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - İkisini bir arada oylarız Sayın Başkanım. Uyarıyı öyle yaparsınız, "Anayasa'ya aykırılık iddiasını da oyluyoruz." diye yaparsınız.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Yani hocam da buradan tekrar uyarıyor; bu, İç Tüzük madde 38. Evet, yani önergeyi alıp değerlendirirsiniz, o zaman...

BAŞKAN - Tamam, gönderin siz.

Siz konuşun bir taraftan, önerge gelir.

Siz buyurun, görüşlerinizi açıklayın.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Yok, önergeyi iletelim size. Siz oylarken onu ayrıca da belirtirseniz...

BAŞKAN - Sonradan onu getireceğiz, tamam mı?

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Değerli arkadaşlar, burada benden önce konuşan birçok arkadaş gibi, biz de parti olarak da kişisel olarak da bunun bir reform olmadığını düşünüyoruz. Çünkü "reform" demek aslında düzeltme anlamına gelir ama burada düzeltmekten çok aslında sürekli bir hâl alanmış gibi yapma huyumuzun burada da açığa çıktığını görüyoruz. Çünkü eğer gerçekten bir reform yapılacaksa, eğer bu ülkenin gerçekten artık özellikle iktidar partisi de yargı açısından bir problemin olduğunu kabul edip bunu düzeltmek için bir girişimde bulunacaksa esasında bunun uygun olarak içeriğinin belirlenmesi lazım.

Arkadaşlar, ben siz konuştuğunuz zaman adapte olamıyorum. Yani Başkanın uyarması gerekiyor ama Başkan da beni dinlemediği için şu anda ben konuştuğumu falan duyamıyorum.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Çok özür dilerim. Sizin başlattığınız bu süreç devam ediyor.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Başkan kapattıktan sonra konuşun dedi ısrarla, yoksa ben tartışmanın devam etmesi gerektiğine katılıyorum. Doğru, ben de tartışmayı devam ettirme görüşünü savunuyorum ama Divandan "kapatın" dedikleri için, ben baştan alarak o zaman devam edeyim.

BAŞKAN - Yok, başa dönmeyelim, kaldığı yerden devam etsin.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Hayır, ama şöyle bir şey: Şimdi, insicamım bozulduğu için başa almazsam ne dediğimi bir daha kuramayacağım belki, onun için arkadaşlar lütfen, ben sesten çok rahatsız oluyorum, onu bir daha belirteyim.

Şimdi, benden önce belirten arkadaşların ben genel olarak görüşlerine katılıyorum. Genel şöyle bir görüş çıktı: Bunun reform olmadığı. Ben de reform paketi olduğuna inanmıyorum. Çünkü bir reform paketi esasında meseleyi düzeltme iradesini sergilemek ve ona göre bir kanuna gelmek demek ama maalesef, biz, bu kanunun maddelerinde de detaylı olarak konuşacağız. Bir kısmını tabii ki destekliyoruz ama esasını, genelini incelediğimiz zaman, şu anda, mevcut durumda özellikle yargıya güvenin bu kadar düştüğü, insanların neredeyse 10 kişiden 8'inin artık "Ben yargıya güvenmiyorum, başıma bir şey geldiğinde mahkemeye de gitmeyeceğim, mahkemeye düşersem de başıma ne gelecek belli değil." dediği bir ortamda ve iktidarın da bu "Ben bir Yargı Reformu Strateji Belgesi açıklıyorum. Ben bu problemi çözeceğim." demesinden de anladığımız kadarıyla artık iktidarın da bu meseleyi kabul ettiği, bunu çözüyormuş gibi davrandığı bir sürece girdik ama bu paketle esasında biz bu problemimizi çözemeyeceğiz, bu çok net ortada duruyor. Yani bunu cepheden, muhalefetin bir karşı duruşu olarak değil... Ama gerçekten eğer biz yargıya güveni artırmak istiyorsak, gerçekten bu ülkede insanların mahkemelere gittiğinde, adalete başvurduğunda, adliye saraylarına çıktığında, saraydan değil, adaleti elde edip çıkacağı bir mekanizma oluşturmak istiyorsak bizim birazcık daha gerçekten bu meselenin üzerine daha detaylı konuşmamız lazım. Tabii bu Yargı Reformu Strateji Belgesi buraya kadar nasıl geldi, arkadaşlar açıkladı ama biz de biraz açıklayalım. Çünkü "Kendilerine bu paketi iletmeyeceğiz." denilen tek parti biziz. Bu, basın önünde de deklare edildi. Bu Meclisin bir siyasi partisi olarak, o 5 gruptan 1'i olarak bu ülkenin 6 milyon vatandaşından oy alan, bu Komisyonun bir parçası olan milletvekilleri ve bir siyasi parti olarak, bir Yargı Reformu Strateji Belgesi açıklanırken aslında yargısız infazla karşı karşıya kaldık, bir defa buradan başlamak lazım galiba. Bunun backgrounduna, dediğim gibi, öncesine bir geri dönelim.

Şimdi bu Yargı Reformu Strateji Belgesini işte AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanının çok böyle şaşalı bir törenle, açıklamasıyla gerçekten toplumun büyük çoğunluğunda da şu oluştu yani bu çok ciddi bir algıydı ve gerçekten "Galiba iktidar özellikle 15 Temmuz darbe girişimi ve öncesindeki birkaç yıl daha ortaya çıkan yargı problemleri, adalet problemleri, insanların hak ve özgürlükleri, insanların kendini ifade edemediği bir ortama demek ki bir çözüm bulacak." gibi bir algı oluştu. Böyle şaşalı bir salon toplantısıyla Yargı Reformu Strateji Paketi açıklandı beş yıllık. Ama neyin ne zaman geleceği belirsiz, gördük ki başta, gelen çok da bu toplumun ihtiyaçlarını giderecek bir paket değil. Daha sonrasında gizli kapaklı birtakım görüşmeler yapıldı; kimlerle ne görüşüldü, bu görüşmelerin sonucunda kimler nasıl öneriler sundu, bunu bilemeyiz. Bir liste var ama o liste de dediği gibi arkadaşlarımızın, Adalet Komisyonu üyeleri de var. Ben şahsen katılmamıştım. Çünkü orada bir yemekli toplantıda bu kadar önemli bir konunun bir sohbet arasında geçiştirilecek bir konu olduğunu açıkçası düşünmüyorum. O açıdan biz varmışız gibi ama yokmuşuz aslında meselesi var birazcık burada, bu yapılan toplantıda. Böyle gizli kapaklı bir gidiş gelişlerin sonunda partilere, siyasi partilere ve gruplara yargı paketi, bu paket sunuldu ve dediğim gibi, AKP Grup Başkan Vekili basının ve kamuoyunun karşısında "HDP hariç, herkese götüreceğiz." dedi. Yani "HDP hariç, herkese..." dediğiniz zaman, zaten buradan...

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Taslağı gönderdi.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Doğru ama ben açıklamadan söz ediyorum, onu açıklayayım.

BAŞKAN - Neyse, devam edin.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Bir defa böyle bir açıklamadan başlarsanız, oradan bir şey çıkmaz; gelir gelmez, sonra kapı arkasından bir şekilde gelir ama kamuoyunun önünde bir partiyi böyle kriminalize edecek bir tarzda, "İçerisinde kabul etmiyoruz." diyen bir tarzda yaklaşımın, bir defa yargı açısından ya da işte özgürlük ortamı oluşturma açısından büyük bir problem olduğunu düşünüyoruz.

Şimdi, bir dönemdir, özellikle dediğim gibi, işte 15 Temmuzdan bir süre önce, 7 Hazirandan bir süre sonra AKP'de özellikle iktidarın tavrı, bakış açısı değiştikten sonra gerçekten ülkede neredeyse insanların kendini ifade edebileceği hiçbir ortamın kalmadığı bir Türkiye toplumu gerçekliği ve bir yargı gerçekliği ortaya çıktı. Arkadaşlarımız bir örnek verdi ama sadece 2017 yılında 20.539 kişiye Cumhurbaşkanına hakaretten soruşturma başlatılmış. Bunlardan 6.033 kişinin soruşturmaları ceza davasına dönmüş. Yakın zamanda, bir örnek daha söyleyeyim, Cumhurbaşkanına hakaretten on iki yıl ceza alan vatandaşlar var ve biz yargı paketini konuşurken bu vatandaşlar ceza alıyor. Yani yargı reformunu, tırnak içerisinde, konuştuğumuz esnada aslında Cumhurbaşkanına hakaretten on iki yıl ceza alan insanlar var. Bakın, Türkiye'de insan öldürmenin cezası bile neredeyse bu kadar değil. Kravat taktığında, takım elbiseyi giydiğinde kadın cinayetlerini işleyenlerin çoğu, aslında çok küçük cezalarla işte yatıp hatta tahliye oluyorlar, dışarıya çıkıyorlar. Yani yargının geldiği hâl, aslında iktidarın siyasi bakış açısı çerçevesinde kendini konumlandırdığı bir hâl.

Bir defa yargıyı, yürütmeyi, yasamayı yani bu kuvvetler ayrılığı dediğimiz meseleyi birbirinden ayırmadığımız müddetçe 40 bin tane paketle gelelim, bizim açımızdan zaman kaybından başka bir şey olmayacak. Çünkü toplumda kırılan bu adalete inancı biz telafi edemeyeceğiz. Eğer bu ülkede Cumhurbaşkanının bir sözüyle soruşturmalar başlatılıyorsa -örneklerini birazdan vereceğim- Cumhurbaşkanının bir sözüyle yargılamaların şekli değişiyorsa ya da yargılamaların seyri değişiyorsa, dediğim gibi, 40 bin değil, 80 bin paket daha buraya getirelim, biz bu meseleyi çözemeyeceğiz. Yani esasımız, şu anda bir problem ortada duruyor, bir cenaze ortada duruyor ama biz bu cenazenin etrafında dolaşmaktan başka bir şey yapmıyoruz, kimse o cenazeye dokunup aslında yerden kaldırmaya çalışmıyor. O yerde yatan cenaze de Türkiye'deki adalet, ölmüş artık.

Bakın, bu paketin içerisindeki birtakım düzenlemelerle müthiş bir şey yaratıldığı söyleniyor, mesela bunlardan biri, avukatlara yeşil pasaport. Doğru, verilsin, kimsenin buna karşı çıkacağı yok, avukatlara pasaport, yeşil pasaport verilsin ama avukatlar Batman gibi bir ilde savcıların olduğu kata çıkamıyorsa öncelikle bunu bir çözelim, avukatlar savcılık katına çıkıp savcılarla görüşme yapamıyor. Siz yeşil pasaport verseniz ne olacak, vermeseniz ne olacak? Yargının 3 sac ayağından 1 tanesi diğer sac ayağından 1 tanesini göremiyor, izne tabi. Savcı eğer lütfederse görüşürsünüz, lütfetmezse görüşemezsiniz; böyle bir yargı mekanizması olabilir mi? Biz yargının bir tarafını iktidara, yürütmeye bağlamış durumdayız, onlar bir tavır sergiliyor, onun karşısında olanlar da dış kapının mandalı muamelesi görerek soruşturma bürolarına giremiyorlar. Yani bu kanunla yeşil pasaportu verelim, bu sorunu çözülecek bir uygulama değil. Onun için, dediğim gibi, bakın, mesele yargının siyasallaşması meselesi, yargının şu anda artık işlevsizleşmesi meselesi. Her şey bir fermana bakıyor. Ferman ülkesine döndük. Hiç kendimizi kandırmayalım, mahkemelerde yargılama falan olmuyor, hepimiz yargılanıyoruz.

Bakın, bu Meclis çatısı altında bizim dokunulmazlıklarımız kaldırıldı, biz de yargılanıyoruz. Bizim söylediğimiz sözler suç kabul edilirken buradaki diğer milletvekillerinin hiçbirinin söylediği sözler suç kabul edilmedi. Çünkü yargı kişiye göre, partiye göre, bir ideolojik düşünceye göre, hatta zenginliği ve fakirliğine göre, hatta iktidarın yanında yer alan kişilere, zümrelere göre karar verir durumda. Bu, sadece politik, siyasi davalar açısından değil; bakın, diğer davalarda da hukuk davalarında da diğer adli davalarda da mesele çok da bundan farklı değil. Hepimiz çok yakından takip ediyoruz; kamuoyuna mal olan bazı dosyalarda, toplumsal hassasiyetin yükseldiği dosyalarda bir şekilde o mahkemeler o toplum vicdanını telafi edebilecekleri, o toplum vicdanındaki yarayı giderebilecekleri kararlar verirken ama kapalı kapılar ardında ya da kamuoyuna çok mal olmayan birçok dosyada farklı farklı kararlar ortaya çıkıyor çünkü tekli bir hukuk sistemimiz yok, ikili; kişiye göre, mevkisine göre, politik bakış açısına göre, hatta dediğim gibi, zenginliğine ve fakirliğine göre karar veren bir yargı mekanizmamız var. İşte, "Bunun çözümü bu yargı paketi mi?" derseniz, dediğim gibi, 80 bin tane getirelim.

Bakın, bu ülkede daha önce demokratikleşme paketleriyle bir kısım paketler burada görüşüldü ve kısmi bazı düzenlemeler oldu, kısmi bazı değişiklikler oldu ama esastan başlandı. Şimdi, biz meselenin esasından almayıp ortasından, arkası yarın dizisi gibi arkasından da gelecek dersek eğer arkasından ne zaman gelecek? Hangisi, neyi, hangi önceliğe göre bu paket hazırlanmış mesela, bununla ilgili tek bir açıklama yok. "Gelecek, bu paketi çok yargılamayın. Aman, bu pakete de bir şey demeyin. Hadi gelin, bu paketi de geçirelim, hızlıca geçirelim. Arkası yarın, gerisi gelecek." Peki, bu öncelik neye göre sıralanmış, biz bilmiyoruz; hangi önceliklere göre sıralanmış? Gerçekten bu önceliklere göre esası da aslında burada konuşulmayan, işte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine her gün gitme yolunda olan dosyaları engelleyebilecek miyiz engelleyemeyecek miyiz? Engelleyemeyeceğiz. O 10 kişiden 8'inin fikrini değiştirebilecek miyiz? Değiştiremeyeceğiz. İnsanlar kendini özgür bir şekilde ifade edebilecek koşulları yakalayabilecek mi? Hayır, yakalayamayacak. İnsanlar yine politik görüşlerine göre bir şeyi söylediğinde eğer iktidarın hoşuna gidiyorsa sümen altı edilecek ama iktidarın hoşuna gitmiyorsa suç olarak kabul edilecek.

Bakın, az önce örnekler verildi. Soruşturmaların gizliliği ilkesine göre soruşturmanın kapsamını açıklamak habercilik olarak kabul edilmedi, bazılarına ceza verildi. Bunların bir örneği de yanımda oturuyor, arkadaşımız, Milletvekilimiz Ahmet Şık. Aynı, habercilik yaptığı için Deniz Yücel'e Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararı verirken arkadaşımıza "Haberci değil." dendi, o özgürlük kapsamında kabul edilmeyip ceza verildi. Aynı vasıfta 2 kişi ama farklı kararlar çünkü biz biliyoruz ki Almanya'yla ilgili görüşmeler vardı, arka kapıda diplomasiler yapıldı ve o karara etki edildi, kendisi bırakıp gitti. Ama arkadaşımız, siyasi görüşü iktidarın karşısında olduğu için, gerçek muhalefet partisinin bir mensubu olduğu için arkadaşımıza ceza verildi.

Şimdi, 40 tane maddeyi daha ekleyelim oraya, burada bir değişiklik olacak mı? Olmayacak. Bizimle ilgili, HDP milletvekilleriyle ilgili daha bizlere tebliğ edilmeden soruşturmalar çarşaf çarşaf basında yer alırken bunlarla ilgili bizim yaptığımız hiçbir suç duyurusunun sonucunda "Soruşturmanın gizliliği ihlal edildi." denmedi. Bunu, siz buraya bir madde koyun, ne değiştirecek? Mesele maddenin buraya girmesi değil ki, mesele yasal düzenleme değil. Sadece Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ilke alsak bile aslında bu söylediklerimizin hiçbirini konuşmamıza gerek yok ama bunlar uygulanmıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı uygulanmadı. Örneği vereyim: Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş, üç yıla yakındır tutuklu bulunuyor, ana davasında yargılanıyor. Haksız tutukluluk, adil yargılanma hakkının ihlali diye başvuru yapıldı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar gidildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dedi ki: "Tutukluluğu hukuka aykırı, adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir. Derhâl serbest bırakılsın." Tabii, manipüle edildi ana akım medya tarafından, yandaş medya tarafından; o başka bir şey, bunu dedi ama. Selahattin Demirtaş'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde verilen bu kararından sonra AKP Genel Başkanı çıkıp dedi ki: "Biz serbest bırakmayız, hamlemizi yaparız." İkinci gün ne oldu? İşte, bu istinaf mahkemeleri hızlıca karar verdi, yürüyen bir dosyasını birçok dosyanın önüne alıp istinaf mahkemesinde onu hep hükümlü hâle getirdi, bunun önünü kapattı. Tabii, hikâye burada bitmiyor arkadaşlar, hikâyelerimiz o kadar uzun ki bitmez burada. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararını uygulamadık. İhtiyaç var mı düzenleme yapılmasına? Yok. Sonra ne oldu? Aynı dosya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki dosya Hükûmet tarafından da bizler tarafından da üst mahkemeye götürüldü, Büyük Daireye gitti. 18 Eylülde Büyük Dairede duruşması vardı. Büyük Dairenin duruşmasından birkaç gün önce tahliye kararı verildi ana dosyada. O dosyadan tahliye edildikten sonra Büyük Daire duruşmasına gittik, geldik ve inanıyoruz ki Büyük Dairede de yine benzer bir karar, hatta daha büyük hak ihlalleriyle geri dönecek; keşke dönmese, keşke kendi problemlerimizi içte çözsek, keşke hiç Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmesek. Ama maalesef Türkiye'de adil bir yargı olmadığı için insanlar oraya dayanmak zorunda kalıyor.

Bakın, geldik mahsup başvurusunda bulundu Selahattin Demirtaş'la ilgili avukatlar. Ama öncesinde savcı itiraz etti. Biz bekliyoruz, savcının itirazı günlerce bekletildi. Daha sonra savcı itirazını reddetti, mahsup başvurusu yaptılar. Mahsup başvurusunu yaptık, mahsup kararı çıktığı gün daha önce ana dosyasında da yargılama konusu olan bir meseleyle ilgili dosyalarının milletvekilleri açısından tefrik edildiği, tefrik edilerek Meclise fezleke olarak gönderildiği, bundan sonra dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla beraber ana dosyasında yargılama konusu olan dosyayla, suçla ilgili başka bir dosyada isimleri olmamasına rağmen bir soruşturma yürütüldü. Yok, ismi yok dosyada, ayrılmış, dosyalar tefrik edilmiş, başka bir dosyada yargılama oluyor. Bakın, bu en temel ilke değil midir? Bir suçtan 2 defa cezalandıramazsınız kimseyi, bu en temel ilke, tarihin bilinen en temel ilkelerinden biri. Biz bu ilkeyi uygulamıyoruz şu anda. Bu ilke uygulanmadı. Biz sorduk. Mesele ne? "302'yi unuttum." dedi. Genişlet, hayır ama ana dosyadan tahliye verecekti ama bir taraftan da tutuklu durumuna getirecekti. Şimdi, böyle bir yargılama mekanizması olabilir mi? Şimdi, siz gelin 40 bin tane yargı paketi geçirin burada. Hangisini düzeltip düzenleyeceğiz? Düzeltemeyiz arkadaşlar, öncelikle bakış açısını düzeltmemiz gerekiyor.

Bir örnek daha vereyim: Birkaç gün önce KCK ana dava dosyasından içinde milletvekili arkadaşlarımızın da olduğu yüzlerce kişiyle ilgili, mahkeme onama kararı verdi. Şimdi, KCK ana dava sürecini bilenler bilir, bilmeyenlere de açıklayalım. 2009 yılında birçok siyasetçilere, içinde milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız olan siyasetçilere yönelik bir operasyon düzenlendi, yüzlerce kişi gözaltına alındı ve hatırlatırım, o gözaltına alan polisler de o gözaltı işlemini yapan savcılar da o sonrasında mahkemelerde yargılamayı yapıp karar veren hâkimler de sonra FETÖ'cü çıktı; hatta Diyarbakır'da ağır ceza başkanlığı yapan Menderes adındaki hâkim cemaat üyeliğinden 2 defa ağırlaştırılmış müebbet aldı ama bizim mahkemeler hiç bunu görmedi. Bakın, aynı dönemde Balyoz ve Ergenekon oldu, kumpastı ama KCK hiçbir somut delile dayandırılmadan, tamamen bir kumpas, bir siyasi soykırım operasyonu olan KCK dosyası Yargıtay'da onandı. Bir kısım arkadaşlarımızla ilgili de aleyhe bozma geldi. Peki, biz KCK'yi bir de nereden hatırlıyoruz biliyor musunuz? 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Cumhurbaşkanlığı sitesinde, -sonra kaldırıldı, geçenlerde kaldırıldı- kumpas davaları sayılıyor. Cemaat ne yaptı, FETÖ ne yaptı bu ülkeye? Kumpas davaları; Ergenekon, Balyoz, KCK. 15 Temmuzda bu yazıldı. Üstünden kaç yıl geçti? İki buçuk üç yıl geçti. Geçenlerde Mecliste dillendirdik. Apar topar onu oradan çıkardılar. İki buçuk yıl, 15 Temmuzda kumpas da Yargıtay onadığında kumpas değil mi? Peki, bu kadar cemaatçi içerideyken, neredeyse 4.500-5.000'e yakın hâkim savcı, polis, kolluk bu soruşturmaları yürütürken, bu delilleri üretirken, görevdeyken ve bunlar derin bir paralel devlet örgütlenmesi olarak tanımlanırken bunların yürüttüğü yargılamalar nasıl kabul edilip onanıyor Yargıtay tarafından? Yargılamaların bir kısmı birilerine göre kumpas ama birilerine göre değil. Bunu hangi kanun düzeltir? Delil üretmiş savcı, mahkeme başkanı cemaatçi çıkmış, FETÖ'cü çıkmış ama bu karar tasdik ediliyor. Demek ki mesele HDP'lilere gelince kumpasın bir önemi yok, yeter ki "Bizim siyasi, politik tavrımıza göre yararlı olsun." Böyle bir durum olamaz.

Bu kanunda, bir tane daha sayayım, yine Ahmet Bey yanımda, sürekli onunla ilgili örnek veriyorum ama Bülent Şık, ağabeyi olur kendisi ama onunla ilgili olmasa da açıklamak lazım. Bir araştırma yapmış, kendisi akademisyen. Tabii, bu ülkede akademisyen olmak da çok zor çünkü akademisyenseniz bir bildiriye imza attığınız için yargılanırsınız, ceza alırsınız. Ha, o süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ya da AYM'nin tavrından sonra beraatler gelmeye başladı ama yargılanırsınız, pasaportunuz elinizden alınır, işinizden edilirsiniz; akademisyen olmak çok zor bu ülkede, doğru. Bu akademisyen ne yapmış? Bir kanser araştırması yapmış, bir kanser araştırması. Bu kanser araştırması yayımlandığı için devlet sırrını açıklamaktan ceza aldı. Bu sır değil ki, bu sırrı üç gün sonra, beş yıl sonra yaşayarak öğreneceğiz. Bu akademisyen bu toplumun geleceği için bir araştırma yapmış ama cezalandırmayla karşı karşıya kalıyor. Biz, hangi kanunun neresini düzeltsek buna bir çözüm bulacağız? Bulamayız. İktidar, orada bir şeyleri örtbas etmek için yargıya kendine kalkan yapmış durumda; bunu yaptığı sürece, dediğim gibi, bin tane kanun düzeltelim, düzelmez. Önce bu kuvvetler ayrılığı meselesini ne yapacağız?

Bir tane daha söyleyeyim: Şimdi, bu gelmiş buraya. Önceliklerimiz neye göre? Birazdan ben sayacağım da. Önceliklerimiz gelmiş bir KHK, tek bir KHK meselesi var, o da yine idareye takdir yetkisi veren pasaport meselesi. Mahkemeler varsa eğer, bir yargılama devam ediyorsa ya da yargının elinde zaten yurt dışına çıkış yasağı verme yetkisi varsa niye idareye biz bu yetkiyi veriyoruz, niye idare birileriyle ilgili olarak böyle bir karar alabiliyor? "İşte bir araştırma yapalım." Mahkemenin araştıramadığını ya da mahkemenin karar vermediği şeyi idare mi verecek? Biz idareyi güya işte, hukuk devleti ilkelerine göre yürüteceğiz; bu bürokrasinin, kişilerin vicdanına bırakıp yürüyoruz. E, yapsın. Herkese pasaportunu iade edelim. Mahkeme de varsa bir karar onunla ilgili yurt dışı yasağı versin, böyle bir karar versin. Ama yurt dışı yasağı kararı yok dosyasında, biz pasaportunu elinden alıyoruz. Niye? E, böyle bir soruşturma olmuş. Vallahi, biz bunun hangi istihbari bilgilere dayandığını da çok iyi biliyoruz. Binlerce insan "istihbari bilgi" denilen bilgilerle ihraç edildi ve şu anda hâlâ OHAL Komisyonunun tozlu raflarında kararı bekliyor ya da mahkemenin dosyalarında. Beş yıl sonra adaletin gelip gelmemesinin kime faydası olacak? İnsanlar ülkeden çıkmaya çalışırken sularda boğuldular. İnsanlar açlıktan intihar etti. Peki, hangimiz bu vicdanı, bu yarayı pansuman edebileceğiz? Mahkemeler varsa kendileri karar versin.

Şimdi, KHK'yle ilgili tek bu düzenleme var. Peki, KHK'ler ne yaptı bu ülkeye? Bu mu bizim önceliğimiz? KHK'lerle, kanunlaşmasıyla beraber onlarca, yüzlerce neredeyse kanunda Anayasa'ya aykırı olarak düzenlemeler yaptı, Anayasa'ya açık aykırı düzenlemeler getirdi kanun hükmünde kararnameler. Bunları araştırdık mı? Bu Komisyon ya da işte, bu teklifi sunanlar dert etti mi? 1980 darbe anayasası ama bu ülkenin anayasasına aykırı bir düzenleme var, bunu düzeltelim kaygısına girdi mi? Hayır, çünkü işimize geliyor, çünkü 15 Temmuzu Allah'ın lütfu olarak gördük. Bunların biri de kayyumlardı. Kayyum uygulaması Anayasa'ya açık aykırı. Anayasa, belediye başkanlarının da kamu görevlilerinin de görevlerinden nasıl alınacağını açık ifade eder, görevlerinden dolayı işledikleri suçlar varsa, soruşturma veya kovuşturma varsa, açık. Biz, OHAL geldi, OHAL kanun hükmünde kararnamelerini OHAL'e sebep olanlar dışında toplumdaki bütün muhalif, bütün karşı duranlara, bütün sesini yükseltenlere karşı kullandık. Bir de böyle Anayasa'ya aykırı bir madde sıkıştırdık, gelin düzeltebilirseniz düzeltin. Burada dert ettik mi? Anayasa'ya aykırı maddeler var." diyoruz. E, bizim görevimiz değil mi yani bu Komisyonun görevi ya da bizlerin, bu teklifi hazırlayanların görevi değil mi bunu da ayıklamak eğer reform düşünüyorsak? Reform budur. Öncelikle, 1980 darbesinin Anayasası'na yaklaşacak bir düzenleme yaptın; yok. Gelin, ya da bu Anayasa'yı değiştirelim, baştan sona konuşalım. Daha önce çalışması yapıldı, gelindi, bu Meclis çatısı altında Anayasa uzlaşma komisyonları kuruldu. Bu yargı paketini ya da bu reform paketini de aynen bu mantıkla da yapabilirdik; bir uzlaşma komisyonuyla, herkesle olur. Ama son anda getirip "Hadi gelin, saat yediye kadar konuşalım, aman bugün de bitirelim; eğer bunda bir şey çıkmazsa da sonraki pakette konuşuruz." mantığıyla değil, ya gerçekten oturup bu toplumun neye ihtiyacı var, toplumun beklentisi ne? Sizlere de mesaj geliyordur arkadaşlar, bu değildir toplumun beklentisi. Hani gittiyseniz yanlış kişilere gitmişsiniz, onu söyleyeyim, çok yanlış kişilere gitmişsiniz; bu değil. Toplumun beklentisi ne? Gidin cezaevlerine...

Şimdi, denetimle ilgili bir mesele var çünkü denetimli serbestlikten yararlanmayan onlarca, yüzlerce, binlerce insan var, "Bir dilekçe imzalayacaksınız yoksa denetiminizi yakarız." dedikleri onlarca insan var. İnfazla ilgili size de geliyordur dediğim gibi. İşte, eğer doğru tarafı dinler, doğru tarafa kulaklarınızı açarsanız... Esasında ne yapacağınızı siz de çok iyi biliyorsunuz, infazla ilgili güya bir düzenleme var ama bu ülkede esas itibarıyla infazla ilgili nasıl bir talep var? Bir infaz farklılığı var şu anda; bunu düzenleyelim. Yani cezaevlerinin problemleri var, bunu gelin konuşalım ya da şu anda -yine burada yok, onu da söyleyeyim- cezaevinde onlarca hasta mahpus var; her gün cenazeler çıkıyor, her gün cenazeler çıkıyor. Bu, bu paketin önceliği olmayacaksa ne zaman, neyin olacak?

Bu paketin önceliğine baktığımda değerli arkadaşlar, kusura bakmayın yani dediğim gibi, hani cepheden bir karşı meselesi değil ama hangi önceliklere göre, kimin önceliklerine göre belirlemişsiniz... Doğru, vallahi, Metin Feyzioğlu'nun önceliklerine göre belirlenmiş ama bu toplumun önceliklerine göre belirlenmemiş. Kim bu yargı paketini olumladı? Ben o çarşaf çarşaf gezen iktidar taraftarlarının haricinde bu yargı paketini olumluyanı görmedim. "A, bakın, beklentimiz buydu, bekliyorduk, bunu bekliyorduk; geldi işte. Ülke gerçekten feraha erecek, bir ışık görünecek." Bunu diyen tek birini görmedim. Bakın, ışık yok, ışık. Işık olsa diyeceğiz ki bu tünelin sonunda bir şey var. Tünelin sonundaki ışık görünmüyor. Bu paketten ben ne bekleyeceğim ya da sonraki paketlerde?

Bir tutukluluk süresi var yani ne yapılmış bilmiyorum. İki yıl boyunca savcıya tutuklu bırakma hakkı tanıyor. Bu, böyle algılanır; biz biliyoruz, siz de bilirsiniz. Eğer bir sınırlama getirirseniz şöyle anlar savcı: "Ha, demek ki ben iki yıla kadar dava açabilirim. E, bekleyeyim, ne olacak?" İki yılın sonuna bir gün kala davayı açar. Tutuklanmanın kriterleri nedir? Açıktır, madde 100'de sayar. Tabii, çok da gerekçelendirmez de hâkimlerimiz ama orada, "Gerekçeleri açıkla." der, belirler. Nedir? Bir defa, bir delil yoksa eğer, tutuklamayı gerektirecek bir sebep yoksa demek ki savcının elinde bir şey yoktur. İki yıl neyi bekleyecek, neyi araştıracak? Eğer gerçekten elinde sağlam bir delil yoksa iki yıl keyfiyen bekleyecek. İki yıl boyunca insanlar davasının açılmasını bekleyecek. Bu, böyle döner. Yani bizde böyledir, yani böyle algılanır. Şimdi, esası bu mu yoksa aslında uzun tutukluluk süresi mi? Gerçekten uzun tutukluluk. İnsanlar cezaevlerinde yıllarca bekliyor, iki yılda dava açılır, beş yıl da tutukluluk süresi devam eder, bir de bir terim bulmuşuz evlere şenlik "hüküm özlü" diye. Onu da biz bulduk tabii; hani uzun tutukluluğu Avrupa'ya anlatırken aman buradan da bir ihlal dönmesin diye "hüküm özlü" dedik. Hüküm verildi, Yargıtaya gidince artık o tutukluluk süresi içerisinde kabul edilmez. E, oradan da gitti, insanlar bekle de bekle gelsin adalet. E, vallahi bu hâliyle mezarda adalet; böyle olmuş zaten Türkiye'de. Mesela, cenazeler çıkıyor adalet beklerken. Böyle bir reform olamaz. İşte, bunun için reform değil.

Madde madde daha da uzun konuşacağız ama dediğim gibi şimdi, eğer biz gerçekten bu ülkede insanların adalete güvenini istiyorsak başlangıcı doğru yapalım. Düğmeyi yanlış yerden iliklediğiniz zaman devamı doğru gelmez. Şimdi, yanlış taraftan iliklemeye başladık, ortadan iliklemeye başladık; oradan biz doğruyu bulamayız.

Şimdi, esası nedir? Bir daha üstüne basa basa söylüyorum: Bir defa bu yargıyı yürütmenin gölgesinden çekip çıkartmamız lazım. Cumhurbaşkanının "Gereği yapılacaktır." dediği her şeyde davayla karşılaşmak korkusunun olmayacağı bir ülke yaratalım ya da iktidar cephesinden işte birinin işlediği suçun yargının da kendi yanında olduğunu hissederek üstünün kapatılmasına izin vermeyeceğimiz bir ülke yaratalım, gerçekten özgürlükçü, eşitlikçi yeni bir anayasayı konuşalım.

TMK diye bir kanunumuz var, ona da eklemişiz iki cümle, bunu özgürleştiriyoruz. Terörün, terörist kavramının bu kadar çekiştirildiğini, genişletildiği başka bir ülke daha yoktur. Herkes terörist olabilir; döviz teröristi olursunuz, ekonomi teröristi olursunuz, her şey olursunuz. Bu kadar geniş bir terörist tanımı; e, buna sınırlama getirelim.

BAŞKAN - Toparlayalım.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - İnsanların düşüncesini ifade ederken korkmadan ifade edebilecekleri bir ülke oluşturalım; ifade özgürlüğü budur. Aslında bu şekilde biz koruma altına alabiliriz. Hâkimler, savcılar korkmasın ya. "Selahattin Demirtaş'a tahliye verdiğimde başıma ne gelecek?" demesinler. Onları onurlarıyla, gururları ile mideleri arasında tercih yapmaya zorlamayalım. Ya ben çalışacağım, evime bakacağım ya da onurumla, gururumla davranacağım demek zorunda bırakmayalım. Bunda hepimiz sorumluyuz.

BAŞKAN - Toparlayalım.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Bitireceğim Başkan.

Zamanımız var, çok zamanımız var ve ben de çok var, çok olmalı.

BAŞKAN - Maddelerde nasıl olsa görüşeceğiz hepsini tek tek.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Belki işte, birazdan Anayasa'ya uygun görülmeyecek Başkan ve ben bu düşüncelerimi kayda geçirmek istiyorum.

BAŞKAN - Arkadaşları da dinleyelim de onlar da belki bir şeyler söyleyecekler.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Tamam dinleyelim, zamanımız var; üç gün konuşalım, beş gün konuşalım. Yani bundan önemlisi var mı? Reform yapıyoruz, ya bu ülkeye yeni bir ufuk açıyoruz; bırakın biraz konuşalım. Sorun değil yani.

BAŞKAN - Konuşalım da sabahtan beri konuşuyorsunuz, bir şey demedim.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Tamam da, tamam; bitireyim ben.

BAŞKAN - Lütfen, bir zahmet yani, toparlayın.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Ee, tamam ben istediğim şekilde bitireyim, toparlarım.

BAŞKAN - Ondan sonra maddelerinde daha çok izin vereceğim, konuşacaksınız merak etmeyin.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Konuşalım zaten Başkan, yani böyle izin şeyi yapmayalım da ona.

BAŞKAN - Burada konuşuyoruz zaten.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Konuşuruz, konuşuruz; sorun değil. Çok konuşalım. Çok konuşmak kötü bir şey değil. Yani ne kadar konuşursak müzakereye o kadar yakınız demektir. Zaten bu Meclisin de tanımı o; müzakere makamı. Eğer burada müzakere etmeyeceksek ne yapacağız, burada konuşmayacaksak ne yapacağız?

BAŞKAN - Konuşuyoruz, bir şey demedik ki sabahtan beri.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Tamam Başkan, bitireyim ama izin verirseniz toparlayayım.

BAŞKAN - Toparlayın dedik artık, ne diyelim yan?

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Toparlarım, toparlarım.

BAŞKAN - Hadi, buyurun.

MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Bizim haklarımıza da saygı gösterilsin.

BAŞKAN - Buyurun.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Teşekkür ederim.

Efendim?

MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Bizim haklarımıza da saygı; yani aynı şey tekrar olunca...

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - İnsicamım bozuldu.

BAŞKAN - Yani yeter.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - En baştan alıyorum; yo, yo bitiriyorum.

BAŞKAN - Tamam, maddelerde konuşalım.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Bitireceğim.

Gerçekten anlatacak çok şey var, konuşacak çok şey var. Kimin kapısını çalsanız bu adaletle ilgili söyleyecek üç cümlesi vardır bence. Bir çıkalım ama dediğim gibi doğru yere kulak kabartalım.

Umarım maddelere geçmeden bir denetim de yapılır ve daha sonra tekrar konuşuruz.

Teşekkür ederim.