KOMİSYON KONUŞMASI

HASAN SUBAŞI (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Adalet Komisyonunun değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çok önemli bir konuyu tartışıp görüşüyoruz ama baktığımız zaman, birçok yasada, herhâlde 15 civarında yasada değişiklik yapan bir torba yasa olarak karşımıza çıkıyor.

Bu reform denilen taslağın ilk tanıtımını 26/12/2018'de Sayın Adalet Bakanı bir yemekte takdim etmişti bize. O zaman "Yargının tarafsızlığında, bağımsızlığında birtakım sorunlar yaşıyoruz, ayrıca İnsan Hakları Mahkemesiyle uyumda da birtakım sorunlar yaşanıyor; bunları çözmek adına bir reform paketi hazırlıyoruz." dediğinde, ben o günkü konuşmamda "Sayın Bakan, bu konularda Anayasa'mızda yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla ilgili yeterli yasal düzenlemeler vardır, kanunlarımızda da vardır. Acaba sorunu doğru teşhis etsek, tespitlerimizi doğru yapsak, doğru yaklaşsak" sözlerini söylemiştim, yine aynı şeyi söylüyorum. Biz sorunlarımızı doğru teşhislerle ortaya koyarsak tespitler ve sonradan çözümler de çok kolaylaşır ama sanıyorum teşhis ve tespitlerde ciddi yanılgılarımız oluyor. Bugün de yine basit bir torba yasayla büyük bir, çok ihtiyacımız olan bir reform yaptığımız iddiasıyla yola çıkıp yine torba yasalarla devam ediyoruz.

Bana göre torba yasalara ihtiyaç devlet çarkının yeterince dönmemesi, birçok kurumun işlevselliğini kaybetmesinden ileri geliyor. Anayasa'ya baktığımızda "Yürütme, tarafsız bir Cumhurbaşkanının başkanlığında Türkiye'nin, toplumun, ülkenin birliğini, beraberliğini sağlar ve de devletin kurumları arasındaki uyumu sağlar." cümleleriyle başlar ki en önemli görevidir ama Türkiye'de doğru teşhis ve tespit dediğimiz zaman acaba yürütme bu görevi, Anayasa'da tarif edilen görevi layıkıyla yapıyor mu dediğimiz zaman, daha ilk cümlelerde yeterince bu görevin yapılmadığını görürüz.

Yine yasamaya ve yargıya baktığımız zaman, Türkiye'de yasamanın işlevselliğini giderek kaybettiğini ve Anayasa'daki gerekli hükümlere rağmen yargının da giderek tarafsızlığını, bağımsızlığını ve gücünü kaybetmeye başladığını, hatta halk nezdinde de itibarının giderek zedelendiğini görüyoruz. Bunları doğru teşhis edebilirsek doğru hukuk nizamını kurabiliriz diye düşünüyorum.

Ciddi bir deprem yaşadık. Eğer 5,8 değil de 6'dan daha büyük bir deprem olsaydı Allah korusun, ucuz atlatamazdık, çok büyük felaketle karşılaşabilirdik ve de karşımıza çıkan bir gerçek var: Kamu binalarının büyük çapta hasarlı ve çürük olduğunu gördük. Oysa biz ne yapıyoruz? İhale Yasası'nı 186 kez değiştirerek ihalelerin ve birçok şeyin adrese teslim, yanlışlarla dolu, kamuyu denetlemek yerine yanlış yatırımlar yapan, denetlenemeyen bir yürütme ve kamu yaratmaya çalışıyoruz. İstanbul gibi bir deprem bölgesinde, felaket olabilecek bir bölgede imar affını çıkararak ne kadar kaçak ve çürük yapı varsa onları ruhsata bağlayıp yapılaşma izni veriyoruz ve onaylıyoruz; ardından devlet kurumlarını denetleyen yargının, yasamanın ve Sayıştayın denetim görevlerini giderek kısıtlıyoruz. O zaman, baktığımız zaman, denetlenemeyen, sorgulanamayan, yanlışlar yaptığında, insanlarımız öldüğünde hesap vermeyen bir devlet nizamıyla karşılaşıyoruz. Bu kamu binalarında, İstanbul'da tespit edilen çürük hastanelerde ve okullarda Allah korusun 6'nın üstünde bir deprem olsaydı ya da 6 şiddetinde bir deprem olsaydı binlerce öğrencinin ya da vatandaşımızın öldüğünü görecektik. Bunun acaba sorumlusu kim olacaktı? Hâlâ o depremden dolayı, çürük binalardan dolayı kim sorumludur, sorgulamıyoruz. Neden 186 kez İhale Yasası değişti, neden imar afları çıkarıyoruz, neden gittikçe devlet nizamını denetimlerden ari tutmaya çalışıyoruz? Bunları sorgulayamıyoruz ama bakıyoruz ki devlet nizamında kurumlar arasındaki ahenk sağlanamadıkça, devlet kurumları işlevini kaybetmeye başladığında sürekli torba yasalarla devleti işletebileceğimizi zannediyoruz.

Biraz önce, Birleşmiş Milletlerde Cumhurbaşkanımızın konuşmasını, neler dediğini tespit edeyim derken istem dışı -özür dilerim- sesi hemen açıldığı için sesini kısmen sizler de duymuş oldunuz. Birleşmiş Milletler konuşmasında Sayın Cumhurbaşkanı "Herkes için özgürlük, herkes için hukuk, barış, refah ve herkes için adalet ve herkes için huzur ve güvence." demişti -ki ne kadar güzel- ama kendi ülkemize baktığımız zaman "Herkes için hukuk." derken bu İstanbul depreminde karşımıza çıkan tablo bir hukuk devletinde olmaz; Denetlenmeyen, sorgulanmayan devlet nizamı olmaz. Bunu çok ciddiye alıp reformlara Anayasa'dan başlamak gerekir. Anayasa nedir, belki oradan başlamak gerekir. "Anayasa nedir?" dediğimiz zaman belki birçok kişi "Anayasa, devleti güçlü kılmak için hazırlanmış metinler." diyebilir oysa tam aksine, anayasalar, güçlü devlete karşı bireyi güçlü kılan, hak ve özgürlüklerini güvenceye alan belgelerdir. Biz güçlü devlete karşı bireyin hak ve özgürlüklerini ortaya koyan anayasalar yerine, her darbeden sonra devleti biraz daha nasıl tahkim ederiz, nasıl güçlü kılarız, bireye karşı nasıl devletin gücünü artırırız diye düşünerek anayasalarımızı yaptık. Yani söylemem o ki sorgulamamız gereken en başta zihniyetimizi ve doğru bir şema yaparak doğru teşhis ve tespitlerle olaya yaklaşmamız gerekir diye düşünüyorum.

FETÖ nedeniyle bütün devletin ve herkesin kimyası bozulmuştur, kabul; cezaevleri dolmuştur ama yüz binlerce insanın da çoğu suçsuz yere mağdur edilmiştir. Peki, siyasi gücü, siyasi erki temsil eden "17-25 Aralık milat." derse ve de soruşturma ve kovuşturmalar ondan sonrası için başlarsa burada hukuk ve adaletten bahsetmek mümkün olabilir mi? Olamaz. Eğer bir işin temeline, nereden başlayıp nereden bittiğine dair bir sorgu ve soruşturma yapılamıyorsa ne kadar çalışırsak, ne kadar gayret edersek edelim o yargı yıpranmaya mahkûmdur ve işin temeline inip de konuyu çözme imkânı hiç yoktur. Zaten geldiğimiz noktada da görüyoruz, FETÖ diye kâh Cumhuriyet gazetesinin kâh Sözcü gazetesinin peşine düşüyoruz, şu mu acaba FETÖ'cü, bu mu FETÖ'cü diye avlanmaya gidiyoruz. Bu yargının, bu sistem içinde sorunları çözebilme imkânı yoktur. Peki, yargıyı mı suçlayalım? Hayır, bizim sistemi baştan sona bir sorgulamamız gerekir diye düşünüyorum ve Sayın Cumhurbaşkanının Birleşmiş Milletlerdeki konuşmasını belki temel alarak Türkiye'de bunu nasıl yakalayabilirizi a'dan z'ye düşünmemiz gerekir ama bu konunun teşhisini ve tespitini doğru yapmaz da torba yasalarla bu devlet çarkını çevirmeye kalkarsak, devleti işlevsiz hâle getirmeye çalışırsak inanın yasalarımızın içinden çıkılmaz bir kargaşayla karşı karşıya olacağını ben ifade etmek istiyorum. Onun için, öncelikle yasamanın gerçek gücüne kavuşarak tartışan, konuşan, birbirine tahammül eden ve de sabırla sorunları doğru teşhis ederek doğru tespitlerle ancak önümüze gelmesi hâlinde Türkiye'nin sorunlarını çözebiliriz ama bütün kamu kurumlarının yaptığı binalar çürük yapı olarak karşımıza çıkıyor da bundan hiç kimse sorumluluk duymuyorsa yapacağımız çok şey yok demektir. Onun için "hukuk devleti" demek yanlışların sorgulanabildiği, adaletin tesis edildiği devlettir.

Benden önceki konuşmacılar ve hatiplerden anladığım, hep özet olarak şunu söyleyebiliriz: "Yargının gözü bağlı değil, gözü açık." demek istediler yani yargıda karşısındakinin kim olduğuna, cinsine, şekline, rengine, ırkına, düşüncesine ve muhalif olup olmadığına göre karar verebilen bir sistem yaratılmış demektir ki daha orada çok ciddi arıza var demektir. Oysa yargının, yargıcın gözünün -hepimiz hukukun nasıl temsil edildiğini biliyoruz- bağlı olmasının sebebi de tarafsız olabilmesi ve karşısındaki muhatabını görmemesi gerektiği için öyle sembolize edilir.

Ben bu torba yasanın bazı maddelerinin İYİ PARTİ tarafından destekleneceğini, çoğunun desteklenmeyeceğini ama reform olmadığının, bir hukuk reformu olmadığının altını çizerek sözlerimi bitiriyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.