| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 02 .10.2019 |
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, çok değerli mesai arkadaşlarım; hepinize bu çalışmadan dolayı ayrıca teşekkür ediyorum.
Israrla bu reform mudur, değil midir tartışması yapıyoruz farkında mısınız? Aslında bu tartışmanın temel nedeni, toplumun beklentileriyle önümüze gelen bu metin arasındaki uçurumdan kaynaklanıyor. Bu çalışma içeriği itibarıyla tartışılmak yerine bir imaj tartışmasına tabi tutuldu toplumun önünde. Bundan iki ay önce Grup Başkan Vekilimiz Sayın Özgür Özel ve ben bir çağrı yaptık topluma, diğer arkadaşlarımız da yaptı: "Toplumu çok fazla beklentiye soktunuz, Meclis tatile girmeden önce 'yargı reformu' adı altında görüşeceğimiz konuları gelin hep beraber görüşelim." Metnin bu şekilde geleceğini bilseydim "Çok fark etmez, sonra da görüşürüz." derdim ama yargı dönem dönem bizim yapamadığımızı kendi içinde tamir ederek yapıyor. O dönemdeki çağrılarımızın temelinde hürriyeti tahdit altında, haksız tahdit altında olan insanların bir an önce özgürlüğüne kavuşması, iki ay daha ceza ve tutukevlerinde kalmamaları isteği vardı ki sadece hürriyet tahdidi meselesi değildir kuşkusuz bu çalışmanın özeti ama gördük ki, mesela Cumhuriyet gazetesi yazarlarıyla alakalı yargı kendi içinde bizim yapmadığımızı kendine görev atfederek yaptı, Yargıtay bir kararın içerisine öyle bir alan daha yerleştirdi ki açıkçası bu Meclise ders verdi, hepimize ders verdi, ondan sonra da biz istinafla ilgili temyiz meselesini tartışır hâle geldik.
Reform mu yapmak istiyorsunuz? Benim size reformla ilgili önerilerim var. Gelin, beraber yapalım. Mesela Anayasa'ya bir madde koyalım. Bugün çok da önemi yokmuş gibi gözüküyor ama sorunlarımızın başladığı yerin ne olduğunu iyi anlayabilmemiz için "OHAL döneminde asla anayasa değişikliği yapılamaz." diye bir madde koyalım, var mısınız? Bunlarla reform olur işte. Gelin bunları yapalım. Ya da başka bir şey yapalım. Bugün tartışıyoruz, sevgili meslektaşlarım söyledi, Ayhan Bey söyledi, birkaç arkadaşım söyledi, siyasileşmiş kadrolarla çalışıyoruz. Bizim eski milletvekillerimiz bunu dava konusu yaptı, basına konu yaptı, son dönemde alınan hâkimlerin siyasi partilerle... İsim verirsem kızıyorsunuz, vermeyeceğim, bir siyasi parti ya da siyasi partilerle ilişkisi diyeyim çok fazla üzerinde tartışma yaratmamak için. Yüzlerce kişi siyasi partilerde görev yaptığı hâlde bu kadronun içerisine dâhil edildiler. Şimdi benim kişisel görüşüm, ben eğer avukatlık yapıyor olsaydım, bu arkadaşlarımızın bakmış olduğu davalarda, özellikle eğer içerisinde bir siyasi dava söz konusuysa, eğer içerisinde bir siyasi kapışma söz konusuysa, mesela eğer içerisinde Sayın Cumhurbaşkanına hakaretten yargılama söz konusuysa kesinlikle reddi hakim talebinde bulunurum ve avukatlara çağrımdır, bulunsunlar, hâkimlerin geçmişlerini araştırsınlar, eğer geçmişlerinde bu tarz bir siyasi bağlantı söz konusuysa fiilî durum ilan etsinler, reddi hâkim talebinde bulunsunlar çünkü... Herkes genel başkanlığı bakılacak yıldız olarak kabul eder. Bizim için Genel Başkanımız çok kıymetlidir, sözleri bizi bağlar, Genel Başkanımıza özel değer veririz. Bir siyasi partiye üye olmak ayıp değildir, kutsal bir iştir. Toplum adına çalışmak istiyorsunuzdur ama yargının içine taraflı kişilerin dahledilmesi ayıp olduğu kadar, bu ülkede var olan tüm ilişkilerimizin dinamitlenmesi anlamını taşıyor. Orada da acaba önceki genel başkanına çoban yıldızı gibi bakacak mıdır bu arkadaşlarımız, tartışılmaz mı bu? Bakmasalar bile, az önce Ayhan Bey'in söylediği gibi, bu doğrudan bir tarafsızlık tartışması yaratmaz mı, kendiliğinden bir tarafsızlık tartışması yaratmaz mı hâkim açısından?
Şimdi ortada şöyle bir şey var: Bir yapı oluşturduk, bu yapı her şeyi birbirine hercümerç eyledi, buradaki çok değerli konuşmacıların da söylediği gibi, sistem birbirine girdi, az önce bir başka arkadaşımız da bize masal anlatır gibi anlattı. "Ya, bizim Cumhurbaşkanlığı sistemimiz çok güzel bir şey, sorunları çözüyor, hatta güven yarattı." dedi. E, ama, sizin bu Cumhurbaşkanlığı sisteminizde yargıya güven yüzde 30'un altına düştü işte. Görmezden gelebilir miyiz bunları? O zaman istirham ediyorum, ne olursunuz, buralar ihtisas komisyonlarıdır, buralarda özel polemik aramak ya da politik argümanlarla "O iyidir, bu kötüdür." demek yerine, tarihe not düşüyoruz, hukukçu olarak -özellikle hukukçulara çağrımdır- bu tip polemikler yerine doğruları tartışalım. Yani kamuoyuna şirin gözükmek ya da siyasilere şirin gözükmek yerine doğruları da... Gerçek şu kardeşim: Bizim yargı sistemimize var olan güven yüzde 30'un altına düşmüş, en çok güvenilir kurumlardan biriyken birdenbire son on yıl içerisinde azala azala azala... Ha şunu söyleyebiliriz: FETÖ'cüler vardı. E, FETÖ'cülerden sonra da başka bir dünya var, en az onlar kadar sorumlu hâle geldi. Şimdi böyle bir yapının üzerine "Avukatlara yeşil pasaport verdik, sorunu çözdük." diyerek bir şey anlatamayız.
Şimdi ben görüyorum ki... Kuşkusuz avukatlara yeşil pasaport çoktan verilmeliydi. Yani bununla ilgili zamanında gelen teklifleri reddetmemeniz gerekiyordu, Genel Başkan Yardımcımızın söylediği gibi. 2015 yılında gelen teklifin içeriği de aşağı yukarı buydu, niye reddettiniz? Ha, iyi bir şey yapıyoruz, yapalım, sorun yok. Bu getirilen kanunun içerisinde de iyi her şeyi beraber sahiplenelim. Ama milletin beklentilerini, sosyolojik durumumuzu, yaratılmış bütün travmaları yok sayarak biz kanun yaptık diyebilecek durumda değiliz. Görüyorum ki burada bu kanunun albenisi avukatlara yeşil pasaport üzerinden tarif ediliyor. Ya, ne olacak avukatın yeşil pasaportu olsa veya olmasa, yargı bağımsızlığı, yargı tarafsızlığı, adil yargılama, hızlı yargılama, seri yargılama, her neyse, bütün bu kavramları -Sayın Bakanım, size sıra gelir- kendiliğinden oluşturmayacak ki.
Ben size başka bir şey söyleyeyim: Avukatlara bir iyilik yapmak istiyorsak bir defa avukatları yargının günah keçisi olmaktan çıkaralım. Yine örnekler verildi. Avukatlarla ilgili, hemen hemen, kural hâline gelmiş, bütün soruşturmalar gizli. Hâlbuki Anayasa'da bu böyle tarif edilmiyor. Anayasa'mızın çok kötü olmayan birçok maddesi var, böyle tarif edilmiyor. Sacayağı tarif ediliyor, avukatın da o sacayağının ayrılmaz parçası olduğu, hatta her adli yıl açılışında da kutsal parçası olduğu anlatılıyor ama bütün avukatlara gizlilik kararı uygulanıyor. O gizlilik kararı uygulanan bütün dosyalar da aslında aleni, basına yansıyor, konuşuluyor. O zaman ben diyorum ki, hiç kimseyi töhmet altında bırakmak için söylemiyorum: En masumu avukatlarmış. Zaten onlar dosyaya vâkıf olmuyor ama birileri o dosyaya dâhil oluyor, kendim yaşadım avukatken ya, kendim yaşadım. Bir ünlü yazarın davasına girdim, karar açıklanmadan önce ara verildi, kararı bekliyorum, bir yandaş basın yayın organı "Şu kadar ceza aldı." diye yazdı, aynen böyle yazdı. Bekledim içeride karar böyle mi verilecek diye? Verildi. Mahkeme hâkimine gösterdim, dedim ki: Bakın, bu şu saatte atılmış bir "tweet"tir, siz henüz karar vermeden bu nasıl... "Efendim, siz yargı yollarına başvurun, hakkınızı arayın." dedi. Hak mı olur burada ya? Böyle bir şey mi olur? Şimdi, demek ki önce başka yerlerden olaya bakmamız gerekiyor, bu tekçi sistemden çıkmamız gerekiyor, bu tekçi sistemden çıkmamız gerekiyor. Örneklerini vereceğim şimdi bazı şeylerin: Hatırlar mısınız, Amerikalı rahip meselesi vardı. Öyle polemik yaratacak şekilde üzerinde durmayacağım, ne demek istediğimi anlıyorsunuz. Çok yakın tarihte, hatırlıyor musunuz, bir eski bakan parti kurmak istediğini açıkladı, partisinden istifa etti, ertesi gün ona soruşturma açıldı "FETÖ'yle iltisaklıdır." diye, bir kurumun içerisinden birileri bir... Bir sonraki gün de takipsizlik kararı verildi. Hayatınızda böyle bir şey gördünüz mü yargıda? Birinci gün soruşturma, ikinci gün takipsizlik...
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Soruşturma değildi, dilekçe verildi.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, hiç fark etmez.
Hiçbir şey yapılmıyor.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Soruşturma açılmadı ki, sadece şikâyet dilekçesi verildi.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, anlatmak istediğim başka. Ama akil ağabeyler konuştu ondan sonra. Oraya sokmayın artık, çıkaramazsınız.
Akil bir ağabey çıktı...
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Efendim, soruşturma var mı, onu söyleyin.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, şikâyet söz konusu, öyle diyelim.
Efendim, akil bir ağabey çıktı, dedi ki: "Yanlış yapıyorsunuz." Aynı akil ağabey başka bir şey daha söyledi, onu da anlatacağım şimdi, aynı akil ağabey onu da söyledi, onu hiç görmediniz, dedi ki Sayın Canan Kaftancıoğlu'nun yargılamasıyla ilgili: "Ben iyi bir ceza avukatıyım. Bu yedi yıl sonra gündeme getirdiğiniz "tweet"ler yanlış çünkü bu tip yargılama konusu yaptığınız maddelerde toplumda birilerinin tahrik olması gerekirdi bu işten o tarihte, birilerinin infial duyması gerekirdi." Çok iyi bir hukukçu. Bakın, hakkını teslim etmek gerekir, içimizdeki en iyi hukukçulardan biri Sayın eski Bakan. "Bunlar olmadı. Siz yedi yıl sonra yargılama yapıyorsunuz." dedi. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Aynı perhiz ve lahana turşusuyla alakalı başka bir şey daha söyleyeyim: Gezi davası. Altı-yedi yıl sonra ortaya çıktı. Şimdi bütün bunlar bize bir şey gösteriyor: Yargıyı kimlikli kılmadığımız sürece, bağımsız ve tarafsız hâle getirmediğimiz sürece... Bu yaptıklarınızın birçoğuna katılıyorum, burada bir sorun yok ama bunlar değil reform, yargıyı bağımsız ve tarafsız hâle getirmediğimiz sürece, kimlikli kılmadığımız sürece burada daha çok paketler tartışırız. Ama asıl mesele iki yerde düğümlenmiştir. Birincisi, bu anayasanın tekçi sistemidir. Ayağımıza sıktık bu Anayasa'yla tabiri caizse. Yargı hiç düzelmeyecek bu tekçi sistemin içerisinde, hiç kimse hayal görmesin. Eminim bu salondaki herkes bu söylediklerime inanıyor, bu tekçi sistemin doğru olmadığına inanıyor ama hiçbiri doğru olarak doğru zamanda dile getirmenin dışında bir şey düşünemiyor olabilir, o da o tekçi sistemin baskıcı yanıdır.
İkincisi, bu tekçi sistemin içerisindeki HSK kalkmadığı sürece bu işin çözülme ihtimali olmayacaktır.
Bu şu demek değildir: Bu iyi şeyleri görüşmeyelim demek değildir, yanlış anlamayın. Ama burada beyhude birbirimize bazı kelimeleri kullanmak durumunda kalmayalım.
Yapılması gereken neydi, ben size söyleyeyim. Toplumun şu anda yaşadığı travma iki ana başlıkta toplanmış: Bir, kötü yönettiğiniz ekonomiden ortaya çıkan sorunlar... Az önce arkadaşlarımız söyledi, 1 milyar doları oraya buraya savurup bir iş adamına -ki toplum tarafından da çokça eleştirilen bir iş adamına, hayatıyla beraber eleştirilen bir iş adamına- verip bazı şeyler yapacağınıza, şu anda yüzlerce, binlerce, on binlerce insan sizin kötü ekonominiz yüzünden vergi borcunu ödeyememiş, SGK borcunu ödeyememiş, üstüne çeklerini ödeyememiş. Onlarla ilgili hâlâ "İdari para cezasını ödesin." diyorsunuz kanunlarda. Borcunu ödeyemeyen adama diyorsunuz ki: "İdari para cezasını ödesin, sonra da borcunu ödesin." Öyle de olsun, böyle de olsun. On binlerce insan var ya, bize "tweet"leri geliyor, size gelmiyor mu? Hepimiz Adalet Komisyonu üyesiyiz. Bana günde yüzlerce, binlerce... Ve sorumlusu bu yapıdır, ekonomiyi kötü yönetenlerdir. O arkadaşlarımız diyor ki: "Biz borcumuzu ödemek istiyoruz ya." Tamam, amenna, ama bu tabloyu biz yaratmadık ki. Şimdi böyle bir tabloda işin bir ekonomik yanı var, diğer yanı da az önce söylediğimiz yanı, bu tekçi merkezden çıkan sorunlar. Bu iki yanı çözmediğimiz sürece burada söyleyeceklerimizin bir anlamı olmayacak.
Burada bazı düzenlemeleri güzel yaptınız, onlara katkı anlamında söyleyeceğim. Mesela temyiz yolunun açılması meselesi var. Temyiz yolunun açılması meselesinde göz ardı edilen maddelerden bir tanesi Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesidir. Birçok gazeteci o maddeden yargılanıyor. Eğer o maddeden 314'le gönderme yapılmamışsa, ki 314 farklı örgütsel terör tarifi üzerinde, onu ilişkilendirme anlamında, daha masum olabilecek insanlar bu anlamda buradan yararlanmıyor. Yani şu anda mesela bizim parti Meclis üyemiz Eren Erdem. Sayın Zeynel Emre söyledi, dedi ki: "Kardeşim, bir, 'gizli tanık' adı altında yalancı tanıkla..." Açık, yargılama sırasında ortaya çıktı, yalancı tanıkla. İki, aynı zamanda kendisine iftira atacağını açıkça söylediği ispatlanan birisi kanalıyla bir yargılama yapılıyor, sonunda da bakın, böyle bir yargılamada hüküm kısmı bağlanırken deniliyor ki: "Her ne kadar senin FETÖ metö hiçbir ilişkin yoksa da ya, sen bu konuları çok biliyorsun, bizim sana bir ceza vermemiz lazım, 220'den verelim." Yani, "FETÖ'cü değilsin ama 220'den sana verelim." Bunlar hak ihlalleri değil mi, bunlar yara değil mi, bunlar istinafta kesinleştiği zaman bu acemi hâkimlerin, belki de korku dünyası içerisinde özgürce reyini ortaya koyamayan bu hâkimlerin kararlarına karşı bu yolun da açılması gerekmiyor mu? O anlamda ben buraya 220'nci maddenin ısrarla eklenmesi gerektiğini düşünüyorum kendi adıma.
Başka önerilerde bulunayım ben size: Az önce Eren Erdem'den açılmışken bir şey daha söyleyeyim, yine, işte, bu şahsiyetli hukuk kadrosu yaratamamaktan kaynaklı yaşadıklarımızdan bir tanesi. Eren Erdem hüküm giymeden bir önceki duruşmasında onun dosyasına tümüyle vâkıf olan ve uzun süre Eren Erdem'i tutuklu tutmuş olan mahkeme tahliye etti, dedi ki: "Bihakkın tahliyesine." Ne yapacaksa artık. Cezaevinden çıkmaya hazırlanırken alelacele, ne şekilde olduğunu anlayamadığımız bir yöntemle hemen itiraz oldu, üç saat sonra, gece saatlerinde bir üst mahkeme toplandı ve 65 klasörlük dosyada yarım saatte tutukluluğun devamına karar verdi o mahkeme. İşte, bu olduğu sürece bu iş olmaz. 65 klasörü oradaki 3 hâkime bölseniz, "Ayrı ayrı inceleyin." deseniz herhâlde beş günde ancak incelerler ya da bir haftada ancak incelerler. Bir önceki olayı bilen mahkeme tahliye ediyor, sonra alelacele toplanan bir mahkeme 65 klasörü incelemiş gibi tutukluluğun devamına karar veriyor. Siz yargıya güveni nerede bulacaksınız böyle bir sistemde? Orada anlaşılıyor ki bir başka irade, artık yargıya egemen olan bir başka irade orada bir tasnif yaptırıyor, devam etmesi lazım bu tutukluluğun ve çok ilginçtir, tahliye eden mahkeme de daha sonra hüküm veriyor, o hükümle beraber tutuklu kalıyor. Peki, biz yaşamadık mı yakın tarihimizde Sayın Adalet Bakanımızla beraber bazı siyasi çevrelerin kapışmasını ve ortada birtakım kavramların ulu orta gezmesini yaşamadık mı? Yaşadık. Ne olduğu ayrı bir konu. Hepimizin gözünün önünde yaşandı.
Ben Sayın Adalet Bakanını tevazuya dayalı kişiliği dolayısıyla ve bu konuda hakikaten çabaları dolayısıyla kutluyorum kendi adıma. Başka bir partide oluyor olmam insanın hakkını teslim etmeyeceğim anlamına gelmiyor. Zor koşullarda bir bakanlık yapıyor, bulunduğu koşullarda da taciz altında olduğunu düşünüyorum. Bu tacizin kaynağı neyse, taciz çevreleri ortaya koymak zorundadırlar çünkü bu taciz hukuk sistemimizedir. Bu taciz bir öncesinde FETÖ borsasını açıklayıp bir şekilde milletvekilliğinden olan arkadaşların da söylediğinin doğru olduğunu ortaya koyar. Bu taciz bizim Genel Başkanımızın "Bazı avukatları takip edin..." Çok da özeline girmiyorum. "Onlar nereyle ilişkiliyse bu tablo..."
Şimdi, işte, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı bu kadar ayaklar altına alınmışsa, idarenin de eli bu kadar bu işin içerisindeyse o zaman yapılması gereken şudur: Yeni bir HSYK yapısı gereklidir, yeni bir HSYK yapısı. Ve asla o HSYK'nın içerisinde yürütmeden hiç kimse, olmamalıdır, hiç kimse. Sayın bakan, sayın bakan yardımcısı, falan filan... Hâkimlerin bazı meseleleri yürütmenin elinde olmamalıdır. Özellikle geçici yer değiştirmeleri, soruşturma sırasındaki durumları, falanı filanı, bilmem neyi. Cesur şeyler yapmak istiyorsak, eğer reform yapmak istiyorsak işte bunları konuşmamız gerekir. Ha, sonra mı konuşuruz? Biz konuşacağız, biz dile getireceğiz bunlarla ilgili. Burada sadece avukatlara yeşil pasaport verip iki tane imajla beraber reform diyemeyiz. Değişikliklere varız, doğru değişikliklerin tamamına varız, onları da çıkaralım ama "reform" falan deyip bir şekilde...
Bakın, başka bir şeyi daha örnek vereceğim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri iptal edildi. Denildi ki "Sandıklardakiler terörist." İfade buydu. Çok namuslu da olsan, ne oldu bilemiyoruz, insanlar bu ifadeyle karşılaştılar. Ne oldu biliyor musunuz? Sayın Ekrem İmamoğlu "Bu adamların durumu ne oldu kardeşim? Seçim iptal ettiniz." diyene kadar soruşturma bekledi, sonra da bazı takipsizlik kararları falan da çıktı arada. Takipsizlik kararlarında ne diyor biliyor musunuz? Diyor ki: "İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin sonuçlarını etkileyecek düzeyde hiçbir ihlal yoktur." O YSK yerinde oturuyor. Durumumuz budur. Otuz sekiz gün bekleyen bir YSK, bütün kuralları ihlal ederek yürütmenin gözüne bakan bir YSK'dan sonra biz bir yeni seçim yaşadık, trilyonlarca bize maliyeti söz konusu oldu, toplumsal huzurumuz bozuldu, hukuka güvenimiz azaldı. Sonuç itibarıyla sıradan bir incelemede bile savcı diyor ki: "Kardeşim, bu seçimleri iptal edecek bir şey yoktu." Şimdi, bu ayıplar bize yeter.
Başka önerilerimiz de var. Mesela, siz bir şeyle övünüyorsunuz, haksız değilsiniz, övünmelisiniz. Yüksek Askerî Şûra kararlarına karşı yargı yolunu açmakla övünüyorsunuz. Doğru, açılmalıydı, açılmasının da bir sakıncası yoktu. Anayasa'mız idarenin bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimi altında olduğunu söylüyor 125'inci maddede. Peki, bu HSK'nin kararları niye hiçbir denetime açılmıyor, niye bunları getirmiyorsunuz, niye vesayete bu kadar karşı olan bir parti kendisi "Bunları da kaldıralım." demiyor? Niye bizden bekliyorsunuz? Neye sığınmak gerekiyor.
Size başka bir reform söyleyeyim mi? Mesela, bizden gelecektir büyük bir ihtimalle. Hâkimleri alıyorsunuz -az önce söylediğim gibi- bir odaya alıyorsunuz mülakat yapıyorsunuz, sonra 90 alan adam giremiyor, 70 alan giriyor, ne olduğu anlaşılmıyor. Var mısınız şeffaf yapmaya bunu? O mülakat sesli ve görüntülü kayda alıp çıkan çocuklara "Bize saçma sapan sorular sordular." dedirtmeyecek bir ortama var mısınız? Bunları yapmamız gerekiyor reform olacaksa. Ha, bunları küçümserseniz bu iş olmaz. Ben size söyleyeyim, bu yasayı geçiririz, yanına bir şeyler daha geçiririz, bitmez bu dertler, bitmez. Yarın bir başkası bu ülkeyi yönetir, inşallah o iyi niyetli olur. O iyi niyetli olur da bu sıkıntılar yaşanmaz.
Efendim, biraz uzattım ama kusuruma bakmayın.
BAŞKAN - Ya Turan Bey, çok özür dilerim, bir şey söyleyeceğim de sen konuşmana devam et. Bu akşam için özel bir durum vardı, o konuda arkadaşlardan ben istirham ettim.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Bitireceğim, bitireceğim...
BAŞKAN - Mümkünse kısa sürede...
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Biliyorum ama keşke buraya sıkıştırmasaydınız.
BAŞKAN - İşte böyle oldu.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Şimdi, avukatlık sınavı meselesi, şirinliğe gerek yok, bu da benim kişisel görüşüm, bilmiyorum. Hukuk fakülteleri kariyerin yapıldığı yer değildir, hukuk eğitiminin alındığı yerlerdir. Barolar da bu konuda çok net tavır koyuyorlar, arkasında durulması gerekir. Bu kadar kötü bir şekilde adli teşkilatın olduğu yerde hâlâ dört yıl daha, üç yıl daha biz buna prim verelim diyerek hiçbir yere varmak mümkün olmaz. Hukuk fakültesine giriyorsanız, nasıl ki hâkimlik sınavında değişiklik yaptığınızda "Eski tarihte hukuk fakültesine girmiştir, bu sınavın koşullarından bir şekilde muaftır." diyemiyorsanız avukat olmasını da doğrudan kabul edemezsiniz. Hukuk fakültesini bitirir hukukçu olur. Avukatlığın hemen sınava bağlanması gerekir. Bu ülkede hukuk katliamının önüne geçilmesi gerekir. Şirinlikle falan bir şekilde oraya buraya serpiştirilecek konular değildir.
Bir de yine bu yargının içerisinde bir konudan bahsedeceğim. Az önce arkadaşlarımız saydı, Terörle Mücadele Kanunu 7/2'yle ilgili görüşümüz AİHM kararlarına uygun hâle getirilmesidir. Hiç kimsenin eline hiç kimseyi bırakamayız. AİHM kararlarına uygun hâle getirilmesi gerekir. "Barış akademisyenleri" diye bir dava yaşadık biz. Mahkemeler patır kütür yargıladılar, ortalıkta bir dünya ifadeler, idareden, yürütmeden, oradan buradan insanlara bir dünya laflar söylendi, her şeye rağmen bu Anayasa Mahkemesi dedi ki: "Bu iş bu adamların işi kardeşim, eleştirecekler de." Bilim adamları hak ihlali yaptınız. İşte, bu tip şeylere mahal vermemek için düşüncenin önünün açık olması gerekiyor. Üzerinde Demokles'in kılıcını hâlâ sallandırarak "Biz aslında oraya onu koyduk, bunu koyduk." diyerek bir yere varamayız. Hatta daha uç örnekler vereyim reform olarak. Bana kalırsa hakaretten etkilendiği iddia edilen çevreler... Mesela, hakaret olmuş Twitter'da, bana göre kısa zaman aşımı süreleri koyulmalı, altı ay, bir yıl; var mısınız, koyalım. Yedi sene sonra yargılamalar olmasın. Etkileniyorsa altı ay önce...
Bu tip konuları konuşmamız gerekirdi. Süre uzun tutulmadığından dolayı bugün, çok daha fazla söylenecek söz olmasına rağmen, kesmek zorundayım. Bunları maddeler üzerinde konuşuruz.
Hepinize çok teşekkür ediyorum tahammülünüzden dolayı.