KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın üyeler, değerli konuklar; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

BAŞKAN - Hocam, bu da mı Anayasa'ya aykırı?

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan, hatırlatmanız pek yerinde oldu.

BAŞKAN - Hocam "çok tarafına aykırı" diyorsunuz, onun için, biraz idareli şey yapmış olması lazım.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ben de zaten Anayasa'yla başlamak istiyordum, başlamayı düşünüyordum. Bu bakımdan, en azından telaffuz bakımından özdeş olmamız sevindirici bir hareket noktası olarak görülebilir.

Gerçekten burada hukuk ağırlıklı konuşma yapmamız gerekiyor. Anayasa madde 81'e göre bizi birleştiren nokta "Hukukun üstünlüğüne, namusum ve şerefim üzerine ant içerim." Bu konuda hepimiz ortak bir zeminde buluşuyoruz, bu önemli.

Bir de Sayın Başkan, yine belirttiğiniz için buluştuk, İç Tüzük madde 38'e göre "Komisyonlar, kendilerine havale edilen tekliflerin ilk önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler." Ben bunu da hatırlatarak giriyorum çünkü genellikle komisyonlarda yapılan, Anayasa Komisyonu işletilmediği için Anayasa Komisyonunda bunları görüşemiyoruz ama katıldığım en başta Adalet Komisyonu olmak üzere Sanayi Komisyonuna kadar her komisyon gerçekten sanki Anayasa yokmuş gibi bir yaklaşımla, bu İç Tüzük'ün 38'inci maddesi yokmuş gibi bir yaklaşımla başlıyor görüşmelere. Bu bakımdan bugünkü toplantı, sizin ironik bir biçimde bana hatırlatma yapmanız olumlu adıma vesile olur diye umut ediyorum çünkü burada yargı reformu herhâlde biraz önce belirttiğim hukukun üstünlüğünün tam kalbinde yer alan bir çalışma alanıdır. Bu bakımdan, çok önemlidir. Ben bu konuşmama mademki bu yasa önerisine Yargı Reformu Strateji Belgesi temel oluşturmuş bulunuyor, şu hâlde bu belgeye yollama yaparak başlamak istiyorum, sonra bu yasa önerisi ve yasa önerisi çerçevesinde saptadığım önemli çelişkilere veya belirttiğiniz üzere, Anayasa'ya aykırılıklara dikkat çekmek suretiyle konuşmamı sonlandıracağım.

Şimdi, bunun öncesi yani bu metnin 30 Eylül günü Meclis Başkanlığına sunulan metnin öncesi dört aya dayanıyor çünkü 30 Mayıs günü açıklandı bu belge. Haziran, temmuz, ağustos, eylül olmak üzere tam dört ay sonra açıklanan, Meclis Başkanlığına sunulan bir belge. Meclis Başkanlığı, 30 Eylül günü sunuldu, hemen bir günde havale etti ve Komisyonu bir gün sonra toplantıya çağırdınız bir torba kanun biçiminde. Biz de dört ay süreyle hiç boş durmadık, sizleri de çağırdık yani sizin mensup olduğunuz partiyi de çağırdık, bütün partileri, Cumhuriyet Halk Partisi, Adalet ve Anayasa Komisyonu olarak bütün partileri çağırmak suretiyle biz de öneriler hazırladık ama torba yasa şeklinde değil de en az 11 yasa önerisi ve bunları da vereceğiz. Biz bir günde gelmesini beklemiyoruz ama bir hafta içerisinde gelmesini Komisyona razı olacağız yeter ki Komisyona gelsin. Sadece birinci partinin teklifleri değil diğer partilerin de teklifleri Komisyona gelsin Anayasa'mız gereği.

Onu beklerken dört ayda ortaya çıkan bu yasa önerisinin temelinde, torba yasa önerisinin temelinde Yargı Reformu Strateji Belgesi yer aldığına göre öncelikle Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde dikkatinizi çeken bazı özellikleri vurgulamak gerekir.

Burada, Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde özellikle anayasal yapı, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısı, insan hakları ihlalleri, yasa ve insan hakları ihlalleri ve uygulama arasındaki ilişkiler, olağanüstü hâl rejiminin bu belgeye yansıması olmak üzere çok farklı alanlar kapsayıcı bir biçimde ele alınmış ve bunlar bu belgeye yansıtılmaya çalışılmıştır.

Tabii ki bizim burada görevimiz, hem hukukçu olarak hem de milletvekili olarak bu önerilerin ne ölçüde Türkiye gerçekleriyle örtüştüğünü ortaya koymaktır veya örtüşüp örtüşmediğini saptamaktır. Bu açıdan tabii ki bu uzun bir konu, ayrıntılı bir konu ancak ben bazı belirgin öğelere değinmekle yetineceğim.

Şöyle deniyor belgede: "Son on altı yıllık süreçte ifade ve medya özgürlüğünün geliştirilmesine yönelik önemli adımlar atılmış ve başta Anayasa olmak üzere mevzuatta köklü değişiklikler yapılmıştır." Belgede "İfade özgürlüğünün güçlendirilmesine ilişkin irade ve bu iradeyi hayata geçirmeye yönelik yeni yaklaşımlar ortaya konulmuştur." denmektedir. Ama bu saptamaya rağmen, Türkiye bir tür özellikle son yıllarda bir fikir suçları yargılamalarına, mahkemelerde görülmekte olan davalar ve hapishanelerde fikir suçluları hapishanelerine dönüştüğünü, bu saptamayı görmezlikten gelmektedir. Burada şunu söyleseydi, yani "Bunlar acaba yasalardan mı kaynaklanıyor, yoksa siyasal iradenin, yargısal irade üzerindeki etkisi nedeniyle uygulamadan mı kaynaklanıyor?" biçimindeki saptama önemliydi.

Ama ben burada, tabii ki Türkiye'nin dünyadaki yerinin ne olduğu, kaç fikir suçlusunun yargılandığı, kaç fikir suçlusunun hapishanede olduğu gibi bilgilere, hususlara girecek değilim. Buradaki ayrışma, benim için önemli olan bu ayrışmadır ve burada saptanan düşünce, özellikle Terörle Mücadele Kanunu'nun düşünce suçu ihdasını önleyecek bir uygulamaya kavuşturulması şeklindeki yaklaşım tabii ki bizim paylaştığımız bir yaklaşım olmakla birlikte acaba öneride ne kadar bu gerçekleşmiştir, biraz sonra ona değineceğim.

Fakat, tabii, burada gözden kaçırmamamız gereken bir husus, hangi partiye mensup olursak olalım... Ki zaten AK PARTİ'li vekillerin de söylediği gibi "Bu, Yargı Reformu Strateji Belgesi erkler ayrılığı çerçevesinde saray tarafından hazırlanmıştır, dolayısıyla bu bizi bağlanmaz." biçiminde bir yaklaşımı dile getiriyor olmalarından hareketle buradaki inkârcı satırları da özellikle vurgulamamız gerekir.

Şöyle diyor metinde: "Geçmişte ileri sürülen sistematik işkence ya da kötü muamele iddiaları artık bulunmamaktadır." Ne zaman söylüyor bunu? 2019 Mayıs ayında ve tam da Türkiye'nin iki büyük barosunun somut vakalarla işkence ve kötü muamele olaylarını sergilediği bir dönemde bunu ortaya koyuyor. Tabii, şuna girmiyorum: Hapishanelerde siz 20 kişilik bir koğuşa 60 kişiyi tıktığınız zaman o zaten kendi başına bir kötü muamele olmaktadır. O konulara girmiyorum.

Şimdi, burada yapılan saptamalarda haksız tutuklamalar özellikle doğrudan veya dolaylı ifade edilmektedir ve bu tutuklamaların Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin öngörüleri doğrultusunda azalacağı belirtilmektedir fakat, tabii ki bu tutuklamaların Anayasa başta madde 19 olmak üzere ilgili yasalara aykırı karar suretiyle gerçekleştiği gerçeği göz önüne alınmamaktadır.

Yine, şöyle birtakım saptamalar dikkatimizi çekmekte, sayfa 13: "2016 yılında yürürlüğe giren Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'yla kişisel verilerin işlenmesinde özel hayatın gizliliğinin ve veri mahremiyetinin korunması sağlanmıştır." Çok güzel ama aynı ayda yani Nisan ve Mayıs 2019'da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal ettirmek için binlerce İstanbullunun gizli sağlık bilgilerine hukuka aykırı bir şekilde erişim sağlanmış olduğu gerçeği yadsınmış olmaktadır bu satırlarla.

Şimdi, burada, tabii bu tür örnekleri çoğaltabiliriz ama Sayın Başkanın geçen gün bize "Genel konuşmayı salı günü yapacaksınız." şeklindeki vaadi çerçevesinde bu konuşmamı genel çerçevede tutup ayrıntılı bilgileri maddeler kısmında açıklayacağım için burada olağanüstü hâl konusuna geçiyorum bu belgede yapılan saptamalar çerçevesinde.

Ve şöyle deniyor: "Olağanüstü hâl kaldırılmıştır. Zorunluluk ve orantılılık kriterlerine hassasiyetle uyulmuştur." Şimdi, kanun hükmünde kararnamelerle on binlerce kişinin adil yargılanma hakkının çiğnenmesi bir yana mahkemenin kapısının bile kapatıldığı bir ortamda olağanüstü hâlle ilgisi bulunmayan düzenleme ve yaptırımlarda nasıl oluyor da zorunluluk ve orantılılık kriterlerine uyulduğu hiçbir şekilde anlaşılamıyor. Zaman ve mekân sınırı tanımadan uygulanan yaptırımlar zaman sınırı tanımıyor çünkü siz bir gece yarısı kararnamesinin ek listesine bir kişinin adını koyduğunuz zaman, o kişinin görevinden yoksun kılınması bir yana Avustralya da bile görev ifa edemiyor kendisi ailesiyle birlikte. Zaman bakımından çünkü onu yasalaştırdınız ve Resmî Gazeteler ek listelerine, o gece yarısı yayımladığınız kararnamelerin ek listelerine adını koyduğunuz kişiler kuşaklar boyu lekelenmiş oluyor. Dolayısıyla Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde, daha sonra Adalet Bakanının "Savcılar rastgele dava açmasınlar. Bunu biz önleyeceğiz çünkü savcıların rastgele dava açması, hemen kolaylıkla dava açması kişilerin lekelenmeme hakkını ihlal etmektedir." biçimindeki beyanlarını, saptamalarını paylaşıyorum kuşkusuz ama on binlerce kişinin lekelenmeme hakkının bu kanun hükmünde kararnameler ek listeleriyle ihlal edilmiş olduğunu, zedelenmiş olduğunu, zaman ve mekân sınırı tanımadan belirtmek gerekir. Burada çok önemli bir gerçekle, hepimizi düşündürmesi gereken bir gerçekle karşı karşıya geldiğimizi görebiliyoruz. Bu belgeyi okumakla... Sevgili Başkan, 7145 sayılı Yasa'yı burada birlikte konuştuk, mutfak dedik, komisyonun işlevinin, yasama faaliyetinin mutfağı olduğunu söyledik ama 7145 sayılı Yasa'da yani OHAL'in üç yıl daha uzatılmasına dair yasada kayda değer bir iyileştirme sağlayamadık. Dileriz ki, umarız ki Anayasa Mahkemesi, Anayasa'ya aykırı öğelerini ayıklar. Fakat şu var: Şimdi, OHAL'le ilgili mahkeme yolunu kapatırken ve Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonunu kurarken gerekçe olarak Avrupa Mahkemesi tavrını ve kararını kullandık meşrulaştırıcı olarak. Ama aradan bir buçuk yıl geçti, 30 Kasım günü verdiği kararda Avrupa Mahkemesi onu uygulatmamak için mahkemelerimize "Avrupa mavrupa tanımayız." dedi. Şimdi, bu çelişkileri bu mekânda eğer ortaya koyamazsak Genel Kurulda bunları ortaya koymamız mümkün olmaz. Dolayısıyla, Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni bu verdiğim örneklerden daha birçok örneğe kadar somutlaştırabilir, geliştirebiliriz ama ben zamanınızı fazla almamak için bunları uzatmıyorum. Fakat burada dikkat çeken husus, esasen Anayasa'nın sistematik bir biçimde ilan edilmiş olduğu ve edilmekte olduğu olgusunu bu belge inkâr etmektedir, yadsımaktadır çünkü Anayasa ihlali sadece yürütme organıyla sınırlı değildir; yasama organı yani biz de ihlal ediyoruz Anayasa'ya aykırı yasalarla. Teklif görüşme ve Genel Kurulda müzakere süreçlerinde ve yargının kendisi de ihlal ediyor ama birçok Anayasa maddesi konumuzla ilgili olması bakımından... Anayasa madde 138, ülkemizde hemen hemen ihlal edilen, yargıcın nasıl karar vereceği yürütmenin başı tarafından önceden, esnasında ve sonrasında herhangi bir şey olmadan, kayıt düşülmeden beyan edilebildiği bir ülke. Bu gerçeği görmemiz lazım yani bu ortak yeminimizin Andımız'ın bir gereğidir. Bununla söylemek istediğim, Anayasa'mızın yürürlükteki hükümleri, normatif nitelikteki hükümleri 138'den başlıyor ve madde 2'ye kadar birçok hüküm ihlal ediliyor, benim metnimde bunlar var, arzu eden üyeye veya konuğa bunları iletebilirim.

Şimdi, yargı reformu hazırlanış biçiminde -tabii ki sevgili teklif sahibi -bunun çok önemli olduğu, Adalet Bakanlığı temsilcisinin de hazır bulunduğu bir ortamda yapılan işin değersizleştirilmemesi gerektiği konusunda görüşümüz kuşkusuz ortak bir görüş olmalıdır fakat şu bir gerçek ki: Meşruluk temeli bakımından Yargı Reformu Strateji Belgesi, Parlamentonun 2'nci partisi olarak Cumhuriyet Halk Partisiyle yani bizle hazırlanma aşamasında herhangi bir biçimde bırakın paylaşılmasını, çağrılmamızı, bir bilgi paylaşımı bile olmamıştır. Bu bakımdan, mesela konuşmamın başında değindiğim üzere, biz, yine, Meclisin 2'nci partisi olarak yasa önerileri hazırlama girişiminde bulunurken bırakın bilgi gizliliği yaratmayı, başta 1'inci parti olmak üzere Mecliste temsil edilen 9 partiye resmen parti Genel Başkanlığı olarak, Adalet Bakanlığı dâhil olmak üzere, resmî davet yazıları göndermiş bulunuyoruz. Bu bakımdan, demokratik meşruluk konusu önemlidir. Ama bir nokta... Mesela, hazır Adalet Bakan Yardımcısı da aramızdayken, Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde birçok güzel kavram, çekici kavram kullanılmıştır, bunlardan biri eylem planı veya yargı reformu stratejisi izleme ve değerlendirme kurulunun en geç üç ay içerisinde kurulacağı... Bakın, kimlerden oluşacağı, kimi izleyeceği, yaptırımın ne olacağı gibi hususları tartışmak ayrı bir şey ama aradan tam dört ay geçti, kurulup kurulmadığı ve bunun muhatabının kim olduğu; yargıçları mı izleyecek, yürütmeyi mi izleyecek, bizi mi izleyecek, bu konular hoş geliyor kulağa ama bu ve benzeri birçok hususun askıda kaldığı, yanıtsız kaldığı burada görülüyor.

Şimdi, sevgili Başkan, teklif sahibi vekil olmak üzere biraz önce ortaya çıkan "Bu teklifin sahibi kimdir?" biçimindeki tartışmaya küçük bir...

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Buradayız.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Buradasınız evet, şeklen buradasınız kuşkusuz.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Şeklen, ruhen buradayız.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Şeklen buradasınız ama Adalet Bakan Yardımcısı kayboldu nedense ben konuşunca, o da olsun ve en azından...

Şöyle: Yan tarafa, yan tarafa, tabii o teklifi biz hazırlamadık biçiminde bir inkâr anlamına gelmiyor.

BAŞKAN - Hocam, vallahi okulu geçtik yani, okulu geçtik. Aslında bu kadar detayı, biz bir toplansak da siz bize anlatsanız Anayasa'yı ve bu yargıyı o zaman çok daha rahat ederdik.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sevgili Başkan, siz savcı olarak kırk yıl kürsü savcılığı yaptınız.

BAŞKAN - Yok, o kadar yok canım.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ben de öğretim üyesi olarak kırk yıl hocalık yaptım ama hiç kimse ne size müdahale etti ne de bana müdahale etti.

BAŞKAN - Hocam, burası ayrı bir yer, orası okul olduğu için müdahale edilmedi.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yo, ben saate de bakıyorum, eğer zaman sınırı olursa deyin ki: Kaboğlu, diğerleri otuz dakika konuştu...

BAŞKAN - Zaman sınırlaması yapmıyoruz Hocam ama sizin insafınıza bırakıyoruz. Yani buradaki tüm arkadaşlarımız dinliyorlar. Bir yerde bitireceğiz bunu ister istemez, onun için toparlayın.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim ama sonuçta benim yaptığım konuşma herhangi bir biçimde politik bir konuşma değil, bağlam dışı bir konuşma değil.

Burada biraz önce ciddi bir tartışma çıktı "Bunu kim hazırladı?" diye ve ben de o konuda hukuken...

MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Çok ciddi bir tartışma değil, hoş da bir ifade değildi sizin gibi bir profesör... Hazırlayan arkadaşımız orada yani...

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, hayır efendim, eğer herhangi bir biçimde münasebetsiz bir şey olsaydı, son derece medeni bir biçimde karşılıklı bir diyalog olsa hemen dile getirirdi zaten ama sizler benim cümlemi tamamlamama müsamaha gösteremediniz.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Katılıyorum Hocam, dile getireceğim zaten.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yaz boyu, dört ay önemlidir, Sayın Adalet Bakanı sürekli "Biz hazırlıyoruz, biz bunu sunacağız." dedi ve Sayın Cumhurbaşkanı 1 Ekim açılış konuşmasında "Biz sunduk." dedi. Şimdi burada, 1 Ekim konuşması önemli çünkü farklı vekillerin değindiği benim bilimsel olarak "monokrasi" adını verdiğim bu sistemin nasıl bir sistem olduğunu teşhir etmesi bakımından önemli. Ama ben tabii ki bu teklifi "Siz yazmadınız." biçiminde bir beyanda bulunmadım. Cumhurbaşkanının bizim huzurumuzda yaptığı konuşmada dile getirdiği hususu burada hatırlatıyorum. Dolayısıyla Ali Bey tabii ki...

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Biz bir bütünüz Hocam. Biz bundan onur ve gurur duyuyoruz, Sayın Cumhurbaşkanımızın arkasından yürümekten, bir eksiklik de görmüyoruz, bir şeref abidesi görüyoruz.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ben bir şey demedim zaten, ben sadece konuşmasında "Sunduk." diyor, ben de onu dile getiriyorum yoksa olmayan bir şeyi dile getirmiyorum.

Şimdi, burada, bu belgede Anayasa'ya yollama var. Bu dönemde Hâkimler ve Savcılar Kurulunun disiplin kararlarına karşı yargı denetiminin genişletilmesi için Anayasa değişikliği önerisinin hazırlanması öngörülmüştür. Sayfa 33 ama açıkçası bu gereksinime rağmen, neden Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yargı bağımsızlığını sağlayıcı bir düzenleme yönünde adım atılmadığı da tabii ki sormamız gereken bir sorudur.

Sayın vekiller, değerli başkanlar; şimdi, burada, bu teklifte en büyük birinci eksik olağanüstü hâl düzenlemelerine yabancı kalmış olmasıdır. Olağanüstü hâl düzenlemelerine yabancı kalan, olağanüstü hâl düzenlemelerini görmezlikten gelen bir yasa önerisi Türkiye'nin gerçeğinden kaçıyor demektir ve kesinlikle yargı reformu için samimi bir adım oluşturamaz. Neden böyle? Çünkü olağanüstü hâl düzenlemeleri adil yargılama ilkelerinin temellerine aykırıdır. Sadece üç ögeyi belirtmekle yetineceğim. Bir: 22 Şubat 2017 günü zamanın Sayın Başbakanı "Kurunun yanında yaş da yanıyor. Biz bu nedenle her yaptığımızın doğru olduğunu söylemiyoruz. Bu nedenle Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonu kurduk. Yakında Komisyon kararlarını verecek." dedi. Kurunun yanında yaş da yanıyor. Tamam, biz hukukta "yakmak" fiilini kullanmayız, suçlu da olsa "adil yargılanma" deriz, yakmak yok.

İkincisi: Tam bir ay sonra yardımcısı şunu söyledi: "Biz kanun hükmünde kararname ek listelerinde kimlerin adının yer aldığını bilemeyiz, biz yapmıyoruz onu. O listeler MİT'ten geliyor, biz ekliyoruz." dedi.

Üçüncü saptama ise İstanbul'da seçimlerin iptal ettirilmesi için "Kanun hükmünde kararnamelerin ek listelerinde adları yer alan kişiler seçmen olamaz." biçiminde birinci parti yönetimi Yüksek Seçim Kuruluna liste sundu. Şimdi bakın, bu üç öge yani kanun hükmünde kararname ek listesinde yer alan binlerce, on binlerce kişi, kendilerinin haberdar olmadığı düzenlemeler Anayasa'nın açık hükmüne rağmen "Seçmen olamaz." iddiasıyla Yüksek Seçim Kuruluna başvurdular. İşte, sadece bu üç öge bile neden olağanüstü hâl döneminde alınan ve sözde istisnai olması gereken önlemlerin mutlaka bu pakete dâhil edilmesi gerektiğini, eğer edilmez ise bunun bir yargı reformu olmadığını göstermesi açısından mutlaka vurgulanması ve belirtilmesi gereken bir husustur.

Şimdi, bu olağanüstü hâli ifade özgürlüğü konusunda ilgili maddeler geldiğinde belirtmeye çalışacağız. Bu yapılan öneriler ifade özgürlüğünü iyileştirici adımlar olabilir kuşkusuz ama fikir suçu ihdasını önleyecek nitelikte değildir çünkü gerek TMK 7/2, gerek 6/2'de bugüne kadar yapılan iyileştirmeler doğrultusunda uygulama yapılamamıştır. Bunun da başlıca nedeni Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapılanış tarzından kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan, üç önemli boşluk var bu metinde. Birincisi, olağanüstü hâle yabancı kalması; ikincisi, düşünce suçunu ihdas edici düzenlemeleri ortadan kaldırmaması, üçüncüsü de Anayasa değişikliği öngörmemesi.

Tabii ki burada konuşmamı genel çerçeveden biraz daha Başkanın açılışta yaptığı üzere "Neresinde Anayasa yok ya da var?" biçimindeki uyarısıyla da, sorusuyla da devam ederek konuşmamı toparlayacağım çünkü yeşil pasaport veriliyor avukatlarımıza. Ben de bir baro mensubu olarak bunu olumlu bir adım olarak görüyorum fakat bu olumlu adımı saptarken derin çelişkileri ve Anayasa'ya aykırılıkları görmezlikten gelemeyiz ve mutlaka burada konuşmamız gerekir. Neden yeşil pasaport? Eğer bizim pasaportlarımız değerli olsaydı yeşil pasaporta gerek duyar mıydık? Dikkat edin, 250 bin dolara vatandaşlık satıyoruz biz. Anayasa'nın 3'üncü maddesinde yer alan resmî dil, ana dil konusunda birbirimizi boğazlayabiliyoruz ama Türkçe biliyor mu, bilmiyor mu herhangi bir biçimde sorgulamadan sadece 250 bin dolar veren kişiye vatandaşlık veren bir devlet hâline geldik. Şimdi, siz bu durumda pasaportlarınızı ne kadar kategorize etseniz de önemli olan burada yurttaşlığın değeridir. Bir yandan para gelsin diye yaptığınız düzenlemelerde yurttaşlığı meta temelinde bir genişletmeye tabi tutuyorsunuz, öte yandan ise "Yeşil pasaport veriyorum, avukatlar daha kolay yurt dışına gitsin." diye bir övünme payı çıkarıyorsunuz. Tabii ki yeşil pasaport konusunda vakıf üniversitelerindeki öğretim üyeleri ile avukatlar arasındaki çelişkiye sevgili meslektaşım biraz sonra dikkat çekecek fakat benim burada dikkat çekeceğim husus Sayın Başkan, anayasal açıdan diğer derin çelişki. Nedir diğer derin çelişki? Tek husus gördüğümüz, sevgili vekiller, teklif sahibi, imza sahibi vekillere de özellikle sesleniyorum, OHAL'e dokunan tek husus pasaport konusu. Peki, siz OHAL kararnameleriyle zaten keyfî olarak, Başbakanın deyişiyle "yakma" yöntemiyle bir önlemler dizisine başvurmuş bulunuyorsunuz ve diyorsunuz ki: "Üç yıl sonra, evet, sizi yargılamıyoruz, yine mahkeme kapısı kapalı size, yargılamıyoruz ama sizin elinizde temiz kâğıdı varsa pasaport alabilirsiniz ancak güvenlik soruşturması kaydı altında." Ya, siz kime pasaport veriyorsunuz? Benim pasaportuma, örneğin burada bulunan pasaporta hukuk dışı bir biçimde, gece yarıları kararnameleriyle el konulmuş. Siz bu pasaportlarını iade etmek durumundasınız. Artı, diyorsunuz ki: "Eğer kolluk güçleri 'evet' derse..." İyi de siz seyahat özgürlüğü için, kamu görevine giriş için bile hukukun genel ilkelerine, Anayasa'mıza aykırı olan, madde 70'e aykırı olan güvenlik soruşturmasını uluslararası seyahat özgürlüğüne mi uyguluyorsunuz? Madde açık, Anayasa madde 23 açık. İşte, Başkan bana "Hocam, yine Anayasa sorunu mu var?" dedi. İşte, açık aykırılık var, Anayasa madde 23, mahkeme kararı olmadan siz seyahat özgürlüğünü sınırlayamazsınız. Tamam, üç yıl boyunca keyfî biçimde yasakladınız, aradan iki yıl geçti, yasaklıyorsunuz "Bundan sonra da yasaklayacağım." diyorsunuz. Lütfen bu konuda saydam olalım, samimi olalım.

Bakın, bu konuda bir kavram da, çok dillendirilen ve son zamanlarda sıkça telaffuz edilmeye başlanan "devlete sadakat." "Devlet kendisine sadakatle bağlı olmayan kamu görevlileriyle çalışmak zorunda değildir." Hayır, burada devlete sadakat ne demek, biliyor musunuz? Devlete sadakat Anayasa'nın üstün hükümlerine sadakat demektir, hukuka sadakat demektir. Siz "devlete sadakat" dediğiniz zaman, Anayasa'da yer almayan bir kavrama sadakat dediğiniz zaman ben başta isem bana sadakat demektir. Böyle bir kavram yok. Bu, Orta Çağ'a götürür bizi. Bu şekilde "devlete sadakat" değil, hukuk devleti hukuk kuralları bütünü olduğuna göre "hukuka sadakat" diyelim. Siz eğer hukuka sadakati savunuyorsanız o zaman on binlerce insanı neden gaz odasında tutuyorsunuz, neden Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonunu yıllar yılı çalıştırıp o kişilerin yargı yoluna gitmesinin önüne geçiyorsunuz? Bu bakımdan, bu kavramları, hukuki kavramları mutlaka yerli yerinde kullanmamız gerekiyor. Yani hani, sözcük karartmalarına, kaydırmalarına giderek biz burada bir yargı reformunu saydam bir biçimde, tutarlı bir biçimde konuşamayız, tartışamayız.

Ve nihayet, değinmek istediğim husus şu: Söylediler arkadaşlar, ben tekrar olmasın diye değinmedim. Gezi davası, görülmekte olan birçok fikir suçu davası... Şöyle bir not ileteyim: "Haklarında daha önceden, aynı olay nedeniyle gerçekleştirilen soruşturmalar sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen ya da yargılama sonucunda beraat eden sanıklar bugün aynı olaylar nedeniyle yargılanmaktadır." E, ne oluyor bu? Uluslararası hukukun önemli bir ilkesi olan "non bis in idem" yani aynı suçtan yeniden yargılama, aynı konudan yeniden yargılama olmaz. Siz güçlü olduğunuz zaman, falan tarihte olmuş olan ve esasen postmodern demokrasi mantığını yansıtan; iktisat, çevre, Anayasa çerçevesinde yurttaşların yaşam mekânlarını korumak için anayasal haklarını kullanarak orada bir eylem sergilemiş olmaları sonucunda, zamanın Valisi nerede, zamanın Belediye Başkanı nerede, zamanın Emniyet Müdürü nerede, bunların yanıtını aramak yerine siz o toplantıya katılan kişileri tekrar tekrar yargılamaya kalkışırsanız, özellikle bunu Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni hazırladığınız dönemde ve kanunun böyle bir ortamda görüşüldüğü bir süreçte yaparsanız inandırıcı olamazsınız.

Burada en sonunda siyasal liberalizm ile iktisadi liberalizm ayrışmasına değinerek Sayın Başkan sözüme son vereceğim. Nedir o? İşte bu alan siyasal liberalizm alanıdır. Fikir özgürlüğü, toplantı özgürlüğü, gösteri özgürlüğü siyasal liberalizm alanıdır. Kamu İhale Yasası'nı işleten süreç ise iktisadi liberalizm alanıdır. Siz siyasal liberalizm alanını sürekli baskı altında tutarsanız kapalı salon toplantısının son dakika yasaklanmasına kadar ama İhale Yasası'nı her ay değiştirseniz, o ülkede ne siyasal liberalizmden söz edebilirsiniz ne iktisadi liberalizmden. İktisadi olanı bir yağma düzenidir, siyasal liberalizm alanı ise bir baskı düzenidir. Benim kullandığım kavram monokrasidir, siyaset biliminin bir kavramıdır, çok ılımlı bir kavramdır.

Dolayısıyla, tabii ki burada konumuz monokrasi olmamakla birlikte, esasen Anayasa değişikliği, adil yargılanma hakkı çerçevesinde Savcılar ve Hâkimler Kurulunun "adalet yüksek kurulu" olarak değiştirilmesi ama gerçekten hakiki yargı reformundan söz etmek istiyorsak torba yasa değil tematik yasalarla yola çıkalım ve esas hedefimiz anayasal denge ve denetim düzeneğinin olduğu demokratik hukuk devleti anayasasına dönüş olsun.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Teşekkür ederim.