KOMİSYON KONUŞMASI

CİHAN PEKTAŞ (Gümüşhane) - Sayın Başkanım, çok değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, buraya bir yasa teklifi geldi, ben de şahsen bunun üzerinde çalıştım.

Her yasa teklifinin eksiği olabilir, arkadaşlarımızın somut teklifleri varsa maddelerde bunları vermelerinin ben doğru olduğunu düşünüyorum, konuşuruz, tartışırız çünkü burada en mükemmelini ortaya çıkarmamız lazım.

Sayın Başkanım, şunu da teklif ediyorum: Şimdi, Tarım Bakanlığımız, biliyorsunuz, hemen hemen bizim her köyümüze, ülkemizin en ücra köşesine kadar hizmet veren bir Bakanlığımız. Milletvekili arkadaşlarımızla beraber zaman zaman Bakanlık mesela bizleri davet edip veyahut da hayvancılık konusunda ilgili bakan yardımcısını, genel müdürü, uzmanları biz Komisyona davet edebiliriz, arkadaşlarımızı bilgilendirebilirler, bizleri bilgilendirebilirler. Ben doğru iletişimin çok doğru sonuçlar vereceği kanaatindeyim. Mesela, dün Tarım Bakanımız son bir yılda Türkiye'de yüzde 6,5 oranında hayvan sayısında bir artış olduğunu söyledi. Ben de mesela, memleketim olan Gümüşhane'de her yıl küçükbaş ve büyükbaş hayvanlardaki sayısal değişimi takip ediyorum, her sene bizim Gümüşhane'de aşağı yukarı yüzde 10 civarında hayvan sayımız artıyor. Bunları bence kaynağından öğrenmek için arkadaşlarımızla ben bir araya gelmenin faydalı olduğunu düşünüyorum.

Tabii, bu kanuna arkadaşlarımız gerçekten çok ciddi katkılar koydular, hepsine teşekkür ediyorum. Bu kanunun birinci amacı, bir kere koruma refleksini artırmak, özellikle balıkları korumak ve yeni balık üreme alanlarındaki yavru balıkları korumak. İşte, Rıdvan Bey söyledi, trolle geliyor, efendim, toplayıp götürüyor. Mesela, bununla ilgili kanunun içinde artık elektronik takipler de var. Teknoloji de gelişti, bu nimetlerden de yararlanmak fayda var ama burada tabii, dürüst balık üreticisini de korumak var, olaya bu açıdan da bakmak lazım.

Şimdi, korumak mı, kurtarmak mı? Bakın, önümüze iki maliyet çıkıyor. Eğer bugün koruyamazsak yarın kurtarmak zorunda kalırız. İşte, biliyorsunuz, Rıdvan Bey hep sanayileşmeden bahsetti. Bir örnek vereceğim, Haliç, mesela 1940'lı yıllardan itibaren kirlenmeye başlamış, o zaman sanayi gelişiyor, herkes gidiyor Haliç'in etrafında fabrika yapıyor, yeterli denetim yok ama bu sefer ne oluyor? Şehirdeki insan sayısı artıyor, şehirleşme hızlı bir şekilde gelişiyor hem evsel atık sular hem de sanayinin getirmiş olduğu kirlilik komple geliyor, Haliç'e veyahut da Boğaz'ın kenarından Marmara Denizi'ne bunlar tamamen akıyor. Biz 1994'te İstanbul Büyükşehir Belediyesine geldiğimiz zaman -ben o zaman İSKİ'de çalışıyordum- bir baktık ki Haliç o kadar kirli hâle gelmiş ki artık, Haliç'te oksijen kalmamış, normal hayat yok yani bırakın balıkların yaşamasını, hiçbir canlının yaşama şansı kalmamış. Hatta 1963'te hazırlanan bir DAMOC master planı var, arkasından bazı yönetimler demişler ki "Artık burası adam olmaz, en iyisi biz burayı kapatalım, burayı park gibi bir şey yapalım." diye. Mesela, dünyanın "golden horn" -altın boynuz- dediği yer Haliç. Ancak baktık ki Haliç kurtarılabilir ama maliyeti çok yüksek, dedik ki: "Maliyeti ne olursa olsun Haliç'i kurtarmaya değer." ve biz milyarlarca dolar para harcadık Haliç'e. O gün dünyada daha ilk denenmiş bir teknikle, Haliç'teki bütün o çamurları bir tarama yöntemiyle Alibeyköy'deki bir taş ocağına bastık çünkü Haliç'in dibinde 4,5 milyon ton alüvyon var, çamur var. Eğer siz bunları kamyonlarla taşımaya kalkarsanız zaten insanlar kokudan yaşayamazlar. Bilirsiniz, o zaman insanlar Haliç'in kenarındaki evlerini satıp başka yerlere gidiyorlardı. Biz, netice itibarıyla, bakın, 1997'de Haliç Yılı ilan ettik, Haliç'i temizledik. Şuraya geliyorum: Sadece Haliç'e değil, özellikle Boğaz'ın kenarından ve Marmara Denizi'nin kenarından atık sular tamamen denize boşalıyordu. Biz bütün bu atık suları kolektörlerle toplayarak arıtma tesisleri yaptık ve bu arıtma tesislerinde atık suları arıtarak özellikle Boğaz tarafındakileri -veya Marmara'nın kenarındakileri, biliyorsunuz, Boğaz'dan Karadeniz'e bir dip akıntı var- Karadeniz'in ölü bölgesine göndermek üzere bütün bu arıtma tesislerini yaptık. 1994 öncesi İstanbul'da atık suların sadece yüzde 9'u arıtılıyordu yani her üretilen 100 metreküp atık suyun 91 metreküpü tamamen denizlere boca ediliyordu veya Haliç'e, boğazlara ama bugün bu oran Haliç'te hemen hemen yüzde 100'e yaklaşmıştır İstanbul'da. Biz daha sonra, bu çalışmaları yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü, TÜBİTAK MAM ve Orta Doğu Teknik Üniversitesiyle bir protokol yaparak -o zaman galiba Oruç Reis gemisi vardı- artık bu çalışmalardan sonra Haliç'te, Marmara'da ve boğazlarda nasıl gelişmeler olduğunu bire bir takip ettik. Düşünün, mesela, Haliç'te hiç balık yaşamıyor, Marmara'da ise sadece 4 çeşit balık yaşayabiliyordu ki Marmara Denizi dünyada belki balık çeşitliliğinin en fazla olduğu iç denizlerden bir tanesidir.

Arkadaşlar, bakın, samimiyetle söylüyorum, on beş yirmi günde bir gelen her numunede biz hem Haliç'te hem boğazlarda hem de Marmara'da su kalitesi çalışmalarının sürekli iyileştiğini gördük ve Haliç'te bugün 28 çeşit balık yaşayabiliyor. Ama orada şunu da gördük: Mesela, Tuna Nehri çok büyük bir nehirdir yani Tuna Nehri'nin debisi neredeyse Türkiye'deki nehirlerin debisinden daha fazladır. Biliyorsunuz, Tuna Nehri Avrupa'da birçok ülkeden geçer, Romanya'sı, Macaristan'ı, başka ülkeler... Tabii, buradaki sanayi atıkları da, evsel atıklar da tamamen Tuna Nehri'ne bırakılıyor ve Tuna Nehri'nin debisi o kadar güçlü ki Karadeniz'e geldiği zaman o akıntının gücü Boğaz'ın önlerine kadar gelebiliyor. Biz orada ilk defa o çalışmalar esnasında Tuna Nehri'nin Boğaz'ın dibine kadar gelebildiğini, bu kirliliği ilk defa resmî belgelerle tespit ettik.

O zaman -hiç unutmuyorum- merhum İsmail Cem'di Dışişleri Bakanımız. Biz Veysel Bey'le bütün bu belgeleri, bilgileri aldık, Dışişleri Bakanımıza geldik; dedik ki: Sayın Bakanım, bakın, biz Marmara'da, Haliç'te ve boğazlarda bir çalışma yaptık, suyumuz gayet iyileşiyor ancak Tuna Nehri'nin kirliliği bizim Boğaz'ımıza kadar geliyor. Dolayısıyla, artık uluslararası alanda, bu ülkeleri de toplayarak bunların da tedbir almasına yönelik çalışmaların yapılması lazım ve ilk defa o dönemde, Türkiye ve Dışişleri Bakanlığımız harekete geçerek bununla ilgili çalışmalar yapıldı.

Arkadaşlar, dünya küçüldü; bakın, sadece sizin çalışma yapmanız yetmiyor, başkalarının da çalışma yapması lazım. Ben mesela şunu çok iyi biliyorum: Türkiye'deki denizlerde sintine tesisi yok denilecek kadar azdır. Nedir sintine? Biliyorsunuz, bu gelen gemiler atıklarını bırakıp gidiyorlar ama bugün kıyılarımızda 300 küsur tane sintine tesisi var ve bakın, gemiler o sintine tesislerine atıklarını bırakıyorlar, bırakmadıkları zaman da çok büyük cezalara maruz kalıyorlar. Kusura bakmasınlar, biz balıklarımızı korumak zorundayız, biz denizlerimizi korumak zorundayız ve bugün toplanmamızın esas manası da budur, esas maksadı da budur. Korumaya yönelik teklifler varsa ben iktidar partisinin bir milletvekili olarak seve seve dinlemeye hazırım ve bu konuda da hakikaten, makul teklifler varsa bunları da oturup konuşalım arkadaşlar çünkü bizim hedefimiz en doğruyu bulmaktır.

İkincisi: Tabii, mesela, Su Ürünleri Genel Müdürümüz bu konunun uzmanı doçent bir arkadaşımız. Hani, böyle, işte "Uzmanlar yok." falan filan... Bakın, Tarım Bakan Yardımcımız Akif Bey benim çok uzun yıllardır mesai arkadaşım, kendisi planlama konusunda bir uzman, sulama ve tarımsal planlama konusunda bir uzman, Amerika'da yüksek lisansını yapmış, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yapmış bir arkadaşımızdır. Arkadaşlar, biz genelde böyle önemli vazifelerde, daha doğrusu, teknik konularda çok hassasızdır, genelde konunun uzmanlarıyla çalışırız; bakın, bu konuda çalışmakta da çok büyük fayda var ve şu anda da yapılan budur. Dolayısıyla, isteriz ki bu konunun uzmanı herkes -burada hocalarımız da var, teklifleri inceledilerse- katkılarını sunsunlar.

Bir diğer konu, HES'ler. Arkadaşlar, bakın, HES'lerle ilgili kamuoyu çok yanlış bilgilendiriliyor. Arkadaşlar, HES dediğiniz şudur: Bir dereden su geliyor, oradaki enerjiyi almak için önünü kesiyorsunuz, suyu belli bir yere götürüp yüksekten suyu aşağıya veriyorsunuz, oradan bir düşüş sağlıyorsunuz ve enerji üretiyorsunuz. Bakın, suya bir şey yapmıyoruz, su zehirlenmiyor. Orada üretilen su tekrar dereye, yatağa gidiyor, nehir dibine kadar gidebiliyor. Ha, burada sadece sıkıntı olan nedir? Suyu kanala verdiğiniz zaman o enerji üretiminin geldiği yere kadar olan bölgede su kesintisi oluyor. Arkadaşlar, bakın, bunun için zaten yüzde 10 can suyu mecburi kılınıyor. Bir kere şunu unutmamak lazım: HES'ler kömür gibi değil yani yenilenebilir bir enerji kaynağıdır ve eğer bugün HES'ler olmasaydı açık ve net söyleyeyim, özellikle, biliyorsunuz, temmuz aylarında çok yüksek sıcaklığın olduğu günlerde, pik saatlerde Türkiye enerjisiz kalır. Çünkü HES'leri tam kapasite çalıştırıyorsunuz ve o anda, o pik saatlerdeki sizin enerji ihtiyacınızı koruyor.

Dediğim gibi, burada teknolojiden çok iyi yararlanmamız gerekiyor. Zaten biz bürokrat arkadaşlarımıza geçen toplantıda bunu da söyledik arkadaşlar, mesela bir balıkçı, trolle giriyorsa artık Bakanlık onu anbean takip edebiliyor; öyle yağma yok. Git oraya, daha henüz yavru hâldeyken balıkları yakala, götür... Bunlara artık kesinlikle müsaade edilmeyecek, zaten bu kanun teklifinde bununla ilgili maddeler de var arkadaşlar. Cezaları da artırmamız lazım. Arkadaşlar, bakın, eğer ki bir ceza karşı tarafı caydırmıyorsa, suçu işleyeni caydırmıyorsa bana göre bunun bir kıymeti yok. Çünkü bir tarafta dürüstçe bu işi yapan balıkçılar var, bir tarafta da Rıdvan Bey'in dediği gibi, böyle hurra gelip denizde ne var ne yok hepsini toplayıp götüren insanlar var, bu insanları da bizim ayırmamız şart arkadaşlar. Burada kooperatiflerin de korunması lazım. Ancak burada eğer ki kooperatif yöneticileri de vazifelerini iyi yapmıyorsa onlara karşı da bir müeyyidenin olması lazım arkadaşlar çünkü herkesin vazifesini yapması lazım. Mesela, biz de görüyoruz, Türkiye'de 380 küsur tane balıkçı barınağı var ama bakıyorsunuz ki balıkçı barınaklarına özel yatları çekmişler. Kardeşim, marina var, gitsin yatı oraya çeksin. Çünkü biliyorsunuz, marinacılıkta kâr oranı yüksek, belki zengin adam orada verecek yatı için senede 10-15 bin euro kira, gelip belki burada daha düşük fiyata yatını çekebilir. Arkadaşlar, eğer ortada bir rant varsa bu rantın devletin kasasına gitmesi lazım, bunların da sıkı takip edilmesi lazım.

Tarımla ilgili... Ben arkadaşlarımın tenkitlerini dinledim, çok da memnun oldum ama bana göre en önemli şeylerden bir tanesi de şudur Okan Bey: Bizim bir kere, ürettiğimiz ürünün ne kadarını sofraya getirebiliyoruz, buna bakmamız lazım. Arkadaşlar, bakın, şu anda özellikle yaş sebze ve meyvede çok ciddi kayıplarımız var. İşte şimdi hal yasası geliyor, perakende yasası geliyor, kooperatif yasası geliyor. Arkadaşlar eğer biz bir birim bir şey üretiyorsak bunu en az fireyle sofraya, son tüketime nasıl sunabiliriz, buradaki başarı bana göre tarımdaki en önemli şeyimiz olacaktır. Ama bakıyoruz mesela, işte, geçen bir rapor yayınlamış bir kuruluşumuz, narenciyeden tutun da elmaya kadar, domatese kadar, kayısıya kadar, özellikle meyve yaş dönemdeyken -gerçekten ben üzülüyorum- neredeyse 100 milyara yakın bir israf var arkadaşlar. Bizim dinimizde de israf haramdır. Benim de zeytin ağaçlarım var, uğraşıyorum arkadaşlar; aslında hakikaten çiftçilik çok güzel bir şey, kazancı da bereketli ama dediğim gibi, kesinlikle bizim bu fireyi azaltmamız lazım.

Bir diğer konu da şu arkadaşlar: Maalesef ülkemizde çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan aileler ve insanlar sanki toplumda statü olarak en geride kalmış insanlar. Hâlbuki bakın, Amerika'ya bakın, Kuzey Avrupa ülkelerine bakın; arkadaşlar, orada şu yapılıyor, insanlara şu söyleniyor: "Ey şehirlerde yaşayan on milyonlar, sizin yediğiniz içtiğiniz her şey bu insanların emekleriyle sizin sofranıza geliyor." Arkadaşlar, bakın, burada çiftçimizin hakikaten değerinin daha da artırılması lazım. Mesela çoban bulamıyoruz. Niye? Biliyorsunuz, şunu derler: Bir delikanlı bir kızı istediği zaman "İşin ne?" veya eğer ki bir mesleği yoksa "Git kardeşim, çobanlık yap." Arkadaşlar, çobanlık da önemli bir şeydir. Mesela, son yıllarda bakıyorum, galiba Süleyman Demirel'di herhâlde değil mi...

AYHAN BARUT (Adana) - O zaman işsizlik sorunu ortadan kalkmış demektir.

CİHAN PEKTAŞ (Gümüşhane) - Arkadaşlar, bakın, mesela şu anda Nahcivan'dan, Afganistan'dan, sağdan soldan çoban getiriliyor. Niye? Biraz da bu işi daha da cazip hâle getirmek lazım. Yani inanın, çobana bir daire başkanının aldığı maaştan daha fazla maaş veriyorsunuz, adam gelip çalışmıyor. Biraz bu işi de sevmek lazım. Mesela, gençlerimiz kaçıp geliyor, bizim Gümüşhane'den çok göç var. Arkadaşlar, bakın, şu anda sulamaları yaptık, gerçekten bizim tarımsal hasılamız her sene yüzde 20 artıyor Gümüşhane'de ama gençler çalışmıyorlar yani gelip İstanbul'da Türk Hava Yollarında uçakların bagajına valiz atmayı daha şey görüyorlar. Yani burada biraz insanımızın da tarım yapmaya, çalışmaya heveslenmesi lazım.

GAP'la ilgili bir şey söylendi arkadaşlar, Orhan Bey söyledi galiba. Bakın şunu söyleyeyim: GAP'ta 2003 yılında yüzde 14 sulama vardı, Orhan Bey GAP çok büyük proje ancak biz geldiğimiz zaman Devlet Su İşlerine baktık ki daha çok HES'e, enerji üretimine ağırlık verilmiş.

ORHAN SARIBAL (Bursa) - Hâlâ öyle.

CİHAN PEKTAŞ (Gümüşhane) - Mesela enerji üretiminde şu anda belki orada yapılan barajlarımız 5-6 sefer kendini amorti etti. Ancak sulamada şunu söyleyeyim bakın: Şu anda biz yüzde 55'e geldik. Bunlar bilfiil bitmiş yatırımlar fakat ondan daha öncesi bir kere ana yatırımların yapılması lazım. Mesela Urfa tünelleri, Suruç tünelleri veyahut da mesela şu anda Atatürk Barajı'ndan biz öyle bir kanal açtık ki bakın 200 metreküp/saniye su götürüyor. Bakın, Kızılırmak'ın bile en yüksek dönemde debisi 190 metreküp/saniye. Bakın, bu bir ana yatırımdı, esas yatırımdı ve şu anda biz 225 kilometre, aldığımız suyu ta Mardin ovalarına kadar götürebiliyoruz. Bundan sonra zaten geriye kaldı tali yatırımlar ve özellikle sulamalar ve şu anda yüzde 55'te. Zannediyorum ki büyük oranda da bir sulama projesi aynı zamanda devam ediyor ama burada esas sevindiren şey şu: Mesela, işte, toprağın tuzlanmasından bahsettik. Tabii, Harran'da su yoktu arkadaşlar. Su birden verilince çiftçi zannetti ki çok suyu toprağa verirsek ürünümüz fazla olacak. Hâlbuki suda belli bir tuz oranı vardır. Toprağa siz ne kadar çok suyu verirseniz toprakta tuzlanma oranı artar ve yıllar geçtikçe de bu çölleşmeye kadar gider. Ancak şu anda biliyorsunuz biz kapalı sistem sulama da yapıyoruz arkadaşlar. Bu çok tasarruflu bir şey. Hemen hemen Harran'daki bütün ovalarda da tamamı kapalı sistem şu anda yapılıyor. Mesela orada bir Yaylak Ovası sulamamız var, bilgisayardan yönetilen bir sulama. Ben inanıyorum ki beş-altı seneye kadar bu sulamaların tamamı biter çünkü 100 bin, 200 bin, 300 bin hektarlık ovalar var.

Bir de tabii şu sıkıntıyı yaşadık arkadaşlar: Mesela terörden dolayı bazı bölgelerde çalışmakta çok zorlanıldı. Mesela Diyarbakır'ın en önemli projelerinden bir tanesi Silvan Barajı'dır ki yani 1 milyon 318 bin hektar bir arazi sulanacak. Ya mesela orada müteahhit çalışırken çok zorlandık o zaman ama şu anda tabii bir rahatlık var, müteahhitler rahat çalışabiliyor. Burada bakın 1 milyon 318 bin hektar arazi arkadaşlar, sulamaya açıldığı zaman 1 milyon kişiye doğrudan iş verecek bir proje ve gerçekten mesela ben diğer barajlar yapılırken çok şantiyeye gittim. Cenab-ı Allah o bölgeye öyle bir özellik vermiş ki mesela hayatımda ilk defa gördüğüm bazı meyveleri ben orada yedim. Yani o Mezopotamya dedikleri bölge var ya...

İLHAMİ ÖZCAN AYGUN (Tekirdağ) - Ejder meyvesi de var orada.

CİHAN PEKTAŞ (Gümüşhane) - Yani mesela o zaman bir gittik, böyle ceviz kadar incir gördük veya mesela Gercüş'te susuz yetişen üzüm gördük -mesela sizin Kırklareli'deki gibi- ve gerçekten çok bereketli topraklar.

Haklısınız, bizim bir an önce arkadaşlar, sulamalarımızı bitirmemiz lazım. Orhan Bey'in dediği çok doğru. Şu anda bizim için Türkiye'deki en önemli arkadaşlar güvenlik, gıda arz güvenliğidir. Bizim gıda arz güvenliğini bir an önce teminat altına almamız lazım. Ben Genel Kurulda da söyledim arkadaşlar. Bakın, şu an dünyada 7 milyar insan yaşıyor ama 2035 yılında bu 8 milyara çıkacak, öyle hesaplanıyor. Fakat şunu söyleyeyim: 2035 yılında dünyada üretilen gıda bugünkü üretimden yüzde 12 daha az olacak. Arkadaşlar, nüfusun 8 milyara geldiğini hesap edersek bu gıda üretiminde yüzde 25'lik bir azalma demektir. Buradan da ortaya iki sonuç çıkar: Bir, gıda fiyatları yükselir; iki, gıdaya erişim zorlaşır. Bizim mutlaka bu tarımsal sulamalarımızı bir an önce bitirip... Ki bizim aşağı yukarı 85 milyon dekar ekonomik olarak sulanabilir arazimiz vardır ki ben motorlu pompajlı sulamayı da bunun içine koymuyorum. Mesela 2002'de 2 milyon 200 bin hektardı bu, şu anda bu yaklaşık değil mi Akif Bey?

TARIM VE ORMAN BAKAN YARDIMCISI AKİF ÖZKALDI - 6,6'ya geldik.

CİHAN PEKTAŞ (Gümüşhane) - Arkadaşlar, bakın, 85 milyon dekar arazinin 66 milyon dekarını biz şu anda sulayabiliyoruz ve özellikle 2003'ten bu tarafa da hiçbir sulamayı açık yapmadık, tamamen kapalı sulama yaptık çünkü bizim suyumuz arkadaşlar çok fazla değil. Yüzde 30-35'e kadar yağmurlama ve damlama sulamada bizim avantajımız var, avantaj elde ediyoruz. Dolayısıyla tamamen kapalı sulamalarla gittik. Ha, nedir? Eksiklerimiz tabii ki vardır ama inşallah ben inanıyorum ki dört-beş seneye kadar sulamanın tamamı bitecek çünkü şu anda o 66 milyon dekar arazimiz sulanıyor ama hemen hemen çok az kaldı, hiç girmedik sulamaların, diğerlerinin de büyük kısmı zaten şu anda inşaat hâlinde. Bunlar çok önemli arkadaşlar. Özellikle bulunduğumuz coğrafyaya bakarsak -biz hakikaten mesela şu anda tamam eleştiriler aldık ama ithalatımız var ama- bizim şu anda belki sektörler arasında ihracatı ithalatına göre en yüksek sektör tarım sektörüdür. Ben inanıyorum ki bir gıda bölgesi olarak, gıda ihracat üssü olarak bu ülke belki ürettiğinin çok fazlasını da kat kat fazlasını da yurt dışına satacak bir potansiyele sahiptir. Bunu hep beraber başarabiliriz arkadaşlar.

Ben tekrar bütün arkadaşlarımıza verdiği katkılar için teşekkür ediyorum.