KOMİSYON KONUŞMASI

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Müsaade ederseniz kısa bir arzda bulunmak istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Serindağ, estağfurullah.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, Sayın Başkan, Sahil Güvenlik Komutanlığı ile ilgili düzenleme Jandarma Genel Komutanlığından yapılan düzenlemeyle paralellik arz ediyor. Üç aşağı beş yukarı orada yapılan düzenleme Sahil Güvenlik Komutanlığında da yapılıyor. Yalnız şunu hesaba katmak lazım: Sahil Güvenlik Komutanlığı nispeten İçişleri Bakanlığına bağlanması daha yakın zamana tekabül ediyor. Sahil Güvenlik Komutanlığının farklı bir yönü de var. Bildiğim kadarıyla -burada arkadaşlarımız var, yanlışsa düzeltebilirler- Sahil Güvenlik Komutanlığı personeliyle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personeli arasında bir geçişkenlik söz konusu. Yani jandarmadan farklı olarak bugün Sahil Güvenlik Komutanlığında görev alan bir deniz subayı veya astsubayı başka bir zamanda zannediyorum Deniz Kuvvetleri Komutanlığında görev alabilir. Öyle bir düzenleme var. O nedenle bizim, Sahil Güvenlik Komutanlığıyla ilgili olarak yapacağımız düzenleme aynı zamanda Deniz Kuvvetleri Komutanlığını ve giderek de Türk Silahlı Kuvvetlerini ilgilendiren bir husus. O nedenle bana göre, değerli arkadaşlarım, bu işi biz aceleye getirmeyelim. Yani bir yetki açlığı içerisinde olmaya gerek yok. İlla "Şu komutanlık da bize bağlı olacak, şunun iznini vereceğiz, şunu şöyle sıkacağız, şöyle yapacağız." buna hiç gerek yok. Şu anda zaten işleyen bir düzen var.

Bakın, ben Kırklareli Valiliği yaptım, Kırklareli'nde de bir botumuz vardı İğneada'da. Bölge komutanlığı da İstanbul'daydı. Daimî bir bot vardı İğneada'da. Onlar kendi görevlerini yapıyorlardı. Yani mülki idare amirlerinin ikide bir o göreve müdahalesi hizmetin akışına da aykırı. Bağlılığı falan biz bıraktık bir tarafa, hizmetin akışına aykırı, hizmetin görülmesine aykırı, hizmetin zamanında ve yeterli ölçüde yapılmasına aykırı. O nedenle ben şunu öneriyorum: Bu konu üzerinde yeniden düşünelim değerli arkadaşlarım. İfade ettiğim gibi sizin burada yaptığınız düzenleme Deniz Kuvvetleri Komutanlığını, oradan da giderek Türk Silahlı Kuvvetlerini bütünüyle ilgilendiren bir düzenlemedir. Sadece bu düzenleme Sahil Güvenlik Komutanlığıyla ilgili sınırlı kalmayacaktır. Bugün Sahil Güvenlik Komutanlığında bot komutanı olan bir subay yarın Deniz Kuvvetleri Komutanlığında farklı bir göreve atanabilir. Öyle mi? Zannediyorum öyledir, öyle olması lazım. Öyle değilse düzeltsinler bizi tabii.

O nedenle, değerli arkadaşlarım, buradaki düzenleme sorunlu bir düzenleme. Buradaki düzenleme aynen jandarmada olduğu gibi sorunlu bir düzenleme. Burada olması gereken şudur: Asıl olan hizmetin iyi yürümesidir, kurumların güçlü olmasıdır, şuraya bağlılıktan, buraya bağlılıktan öte o kurumun siyasi otorite, daha doğrusu sivil otoritenin denetimine tabi olmasıdır. Orada biz bir sorun görmüyoruz. Ama -belki mükerrer olacak ama- bu yolla o kurumların siyasallaştırılması tehlikeli bir gidişe işaret eder. O nedene biz bu düzenlemeyi, Sahil Güvenlik Komutanlığıyla ilgili bu düzenlemeyi de yeniden değerlendirelim ve personelin atanmasını, zaten generallerde, amirallerde bir sorun yok, onun dışındaki personelin atanmasını da ilgili komutanlıklarına bırakalım. İlgili komutanlıkları kim atıyor? İçişleri Bakanlığının da imzasını taşıyan üçlü bir kararnameyle atanıyor. Öyle mi? Sahil Güvenlik Komutanlığı üçlü kararnameyle atanıyor. İçişleri Bakanının da imzası var orada. Yani İçişleri Bakanının Sahil Güvenlik Komutanıyla ilgili her tür tasarrufta bulunma yetkisi var. Bu kadar kâfi. Bu sivil idarede -tabii siz alıştınız- bir taşeron işçinin alınıp alınmayacağına bile tepedeki zat karar veriyor. Gülay Hanım, samimi söylüyorum bu böyledir. Bırakın personel atanmasını, taşeronun hangi işçiyi çalıştıracağına bile tepedeki zat karar veriyor kimse. Bağımsız genel müdürse o da karar veremiyor, Bakanın mutlaka iznini alıyordur. Bakanlıklarda bakan karar veriyor. Şimdi, bunlar hizmetin akışına uygun değil. Sivil idarede belki bu, gene de hoş görülmez de, hadi öyle yapıyorsunuz -biz öyle yapmayacağız ama- siz öyle yapıyorsunuz ama hiç olmazsa görev özelliği olan, üniformalı olan, silah taşıyan, gerektiğinde yurt savunmasında -gerektiğinde değil, zaten amacı o- görev alacak olan kurumlara hiç olmazsa bu siyasallaşmayı bulaştırmayalım. Yani bu kurumlara yapılacak olan bir haksızlık olur, ileride bizi sıkıntıya düşürür. Her zaman örnek veriyorum, Balkan Harbi'ni biz, efendim, o zamanki ordu siyasallaştığı için kaybettik.

Ama, şimdi, belki birazcık uzatacağım ama bir iki...

BAŞKAN - Şey başladı.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Hemen bitiriyorum.

Şimdi, arkadaşlar, bir şeyi değiştirelim de değiştirirken iyiye doğru değiştirelim, yani iyiye doğru götürelim. İyi nedir? "Yerelleşme." diyorsunuz. Yerelleşme nedir? Hizmetin en yakın birim tarafından görülmesidir. Öyle mi? E, şimdi, siz personelin iznini en yakın amirine bırakmıyorsunuz, efendim, bilmem ne köyündeki karakol komutanının iznini, tutuyorsunuz, valiye veya kaymakama bırakıyorsunuz. Bu yanlıştır, aynen burada da öyle olduğu gibi. Bırakın, atasın, kendi en yakın amiri atasın ama en yakın amirinden de hesap sorun. Yani bir Sahil Güvenlik Komutanlığı personeli, subayı veya astsubayı yanlış yapmışsa onun hesabını Sahil Güvenlik Komutanından sorun "Niye yaptı?" diye. Ama düzeni birden, tümüyle değiştirmemiz mümkün olmaz. Bu neye götürüyor? Efendim, işte, yapılan her şey yanlıştı. Diyor ya "Doksan yıl reklam arasıydı." Şimdi, Gülay Hanım böyle dediğine göre tasvip etmiyor herhâlde bu sözü, öyle mi, tasvip etmiyorsunuz?

GÜLAY SAMANCI (Konya) - Beden dilimi kullanıyorum ya.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Yani tasvip etmiyorsunuz.

Ama gönül istiyor ki bugün, Sayın Başkanımız dâhil, burada İçişleri Komisyonunun tüm üyeleri bu söze karşı çıksınlar. Cumhuriyet doksan yıllık bir reklam arası değildir, cumhuriyet bizim onurumuzdur, cumhuriyet bizi çağdaş uygarlığa götürmüş olan bir idare şeklidir. Elbette bizim tarihimize karşı saygımız sonsuzdur, biz tarihimizi inkâr edecek değiliz, doğrusuyla yanlışıyla bizimdir o tarih. Övünebileceğimiz dönemler vardır, efendim, üzüleceğimiz dönemler vardır ama bütünüyle bizimdir. Ama şimdi, bunu, efendim, böyle söyleyip cumhuriyeti bir parantez arası veya bir reklam arası gibi nitelemek, bana göre, densizliktir, had bilmezliktir. Buna en çok o partinin mutlaka ses çıkarması lazım, o parti üyelerinin ses çıkarması lazım, mensuplarının ses çıkarması lazım, tasvip etmediklerini haykırmaları lazım ve bunu tüm milletimize de duyurmaları lazım diyorum, teşekkür ediyorum.