| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2215) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 07 .10.2019 |
ABDURRAHMAN TUTDERE (Adıyaman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Tabii sabahki oturumda sıra gelmedi bize. Ben de birkaç şey belirterek maddeyle ilgili birkaç düşüncemi ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii, önemli olan kanunların nasıl yazıldığı değil, nasıl uygulandığıdır. Sanırım, 1954 yılında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ülkemiz kabul etmiş ama bugüne kadarki uygulamalara baktığımızda ne bu sözleşmenin hükümlerine ne de bizim Anayasa'mızda öngörülen temel hükümlere mahkemelerce riayet edildiğini veya kısmen riayet edilmediğini hep uygulamada görüyoruz. Dolayısıyla aslında maddelere, yasalara yazılandan ziyade yasaların nasıl uygulandığı, yasayı uygulayıcıların bunları uygularken nasıl, hangi saikle hareket ettikleri çok önemli.
Bugün, tabii, bu, bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi önemli, birtakım yeni düzenlemeler içeriyor, hukuk sistemimiz için önemli ancak -bütün arkadaşlarım da belirtti- bizim, Türkiye'de hukukun ve adaletin içinde bulunduğu durumu düze çıkarmak ve daha güvenilir, hukukuna saygılı... İnsanların özellikle hukuk konusundaki endişelerinin, kaygılarının giderilmesi için sistemsel anlamda birtakım uygulamaları hayata geçirmemiz lazım. Özellikle iktidarın ve siyasi erkin yargı konusundaki tavırları konusunda birazcık daha hassas davranılması gerekiyor. Biraz önce Sayın Adalet Bakanının söylediği gibi, o çadırın direğine aslında iktidardakilerin de hassasiyet göstermesi lazım. Ülkeyi yönetenlerin de o çadıra gerekli hassasiyeti göstermesi, zaman zaman baltayla vurmaması gerekiyor. Aksi takdirde, o çadırın altında herkes kalır ve herkes ezilir.
Bu konuda -özellikle Anayasa'daki düzenlemelere ve uygulamalara- yargı mensuplarının, özellikle hâkim ve savcıların uygulamada karar verirken siyasetin etkisinde kaldıklarını görüyoruz. Mesela, 1'inci maddede biz avukatlara yeşil pasaport imkânı getiriyoruz, çok güzel ama uygulamada şunu da görüyoruz ki avukatlar savcılara bile ulaşamıyor, savcılar da şifreli kapılar arkasında kalıyor. Avukatlar kendi dosyalarını incelemek için veya bir dosyada kendi müvekkilleriyle ilgili birtakım beyanlarını, dilekçelerini savcılara ulaştırabilmek için şifreli kapılardan bile geçemiyor. Avukatlara sadece yeşil pasaport vermekle biz savunmayı güçlendiremiyoruz. Avukatların diğer özlük haklarının ve avukatların yargının bir parçası olduğunun unutulmaması gerekiyor. Ben bu konuda özellikle son dönemlerde yargıda oluşan tahribatların giderilmesi konusunda iktidarın birazcık daha Anayasa'yı ve uluslararası sözleşmeleri dikkate alarak birtakım uygulamaları yapmasının doğru olacağını düşünüyorum.
2'nci maddeye gelince de -biraz önce Alpay Bey de söyledi- kanun hükmünde kararnamelerle mağdur edilen binlerce insanın aklandıktan sonra tekrar yeni bir soruşturmaya tabi tutulmaları ve burada "Pasaport verilebilir." şeklinde İçişleri Bakanlığının takdirine bırakmak doğru olmayacaktır çünkü uygulamada bunlar hakkında daha önce soruşturmanın bulunmuş olması pasaporta engel olarak değerlendirilecektir ve bunların hiçbirisine pasaport verilemeyecek. İçişleri Bakanlığı geçmişteki soruşturmaları ve hukuksal durumu nazara alarak bunları kesinlikle bu haktan yararlandırmayacaktır. En azından "verilir" şeklinde amir bir hüküm konulursa bu mağduriyet giderilecektir.
Teşekkür ediyorum.