KOMİSYON KONUŞMASI

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkan Yardımcısı, değerli bürokratlar, basın temsilcileri; bütçeyle ilgili on saate yakın konuşuyoruz. Tabii, birçok arkadaşımız dile getirdik, sabah ilk başladığımızda sivil toplum örgütlerinden söz etmiştik, keşke onların da ismini anımsasaydık ve burada olsalardı. Fakat bu 27'nci Dönemde "sivil toplum örgütleri" "yerel yönetimler" gibi kavramları çok kullanıyoruz. İşimize geldiğinde değiniyoruz, işimize geldiğinde öcü ilan ediyoruz. Ki yerel yönetimlere, hesabımıza gelmediğinde kayyum atayarak veya kendi yetkilerini kısıtlayarak birçok uğraşa da giriyoruz.

Sivil toplum örgütleri derken, aslında buraya, Halkların Demokratik Partisinden 3 üye olarak bizim verdiğimiz kurumların isimlerine baktığımızda... Oylamadan reddedildi. Aslında bir kısmı kamu kurumu niteliğinde. Bunlar Türkiye... Hep sizlerin -iktidarın- hep tekçilikten eleştirip ve tekçiliğe geldiğiniz, nedense hep zamanında karşı çıktığınız şeyleri, olmaması gereken şeyleri elinize geçtikten sonra değerlendirdiğiniz süreçle beraber orada da öyle bir süreç.

Menderes döneminde, 1950'lerde Türk Tabipler Birliği, Türk Mimar-Mühendisler Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Türk Veterinerler Birliği, bunlar yasayla düzenlenmiş. Ve bunlar o dönem, o günkü koşullarda bir çoklu geçişe geçişin... Sivil toplumun sesi çıksın, örgütlensin, model olsun diye düşünülmüş. Ne zaman ki bunlar aykırı ses söylese neredeyse budayacağız; mahkemelere çıkarıyoruz, yargılamaya çalışıyoruz. Üstüne üstlük, burada bütçeden, bütçe hakkından, demokrasiden, katılımdan söz ettiğimizde, şeffaflıktan söz ettiğimizde burada olmamaları büyük bir eksiklik. TMMOB dediğimiz kurumun 550 bin üyesi var. Türk Tabipler Birliği dediğimiz kuruma hekimlerin yüzde 80'i üye. Severiz sevmeyiz, diğer kurumlar... Biz bunların ismini niçin söyledik? Diğer kurumların, diğer konfederasyonların, KESK, DİSK dedik, hepsinin katılması lazım çünkü bize katkı sunacaklar, sonuçta bizi seçen insanlar. Bunlar bir kere yok, bu büyük bir eksiklik. Bence de bizim ayıbımız oldu.

Bütçe hakkı demokrasi hakkı dedik. Gerçekten bunların olmazsa olmaz düşünülmesi gerekir.

Bir taraftan, Sayın Naci Ağbal burada. Bugün Türkiye'de -aslında kendisi YÖK üyesi de- bugün YÖK'ün kuruluş yıl dönümü. Otuz sekiz yıl önce, 12 Eylül askerî darbesinin kurduğu bir kurum. Yani ben isterim ki siz birazdan konuştuğunuzda, YÖK'ün nasıl olduğunu, ne aşamaya geldiğini anlatın. Az önce söyledim, normalde, Adalet ve Kalkınma Partisi ilk kurulduğunda "YÖK'ü kaldıracağız." dedi, başörtüsü için "Kaldıracağız." dedi, "Üniversiteler kapatılıyor." dedi, "Ses yok." dedi, "Tek seslidir." Dedi. "İnsanları odalara kilitliyorlar." dedi. Bugün geldiğimiz yerde, siz barış akademisyenlerini "barış" dedikleri için uzaklaştırdınız ve geri dönüşlerine engel oluyorsunuz. Anayasa Mahkemesi o kadar süreden sonra... Ki bunları sadece barış akademisyenleri değil "barış" dedikleri için bütün dünya konuşuyordu, sosyal çevre konuşuyordu, hâlâ dönüşlerinde problem var. Onlar belki de Türkiye'nin bir kısmında... Şu anda cezaevlerinde üniversite kurulabilecek düzeyde akademisyen var. Bunları konuşmak lazım. Bir YÖK üyesi olarak şeffaflaşma, ileriye gitme, demokrasi, hukuk, adalet dediğimizde bunlara da değinmek lazım. Bugün 38'inci yıl, birçok kişi de buna değiniyor.

Şimdi, bütçeyle ilgili arkadaşlarımız çok konuştu, dönem dönem bazı şeyleri dile getirdiler. Mutlaka bizim de konuşup bütçeyle ilgili daha iyiye gitmek için... Gerçekten bütün arkadaşlar söylediğinde birlik, bütünlük... Biz de birlik, bütünlük istiyoruz. Ama birlik bütünlük tekçilik değildir, farklılıklarla beraber zenginliktir, çok seslilikle beraber katılımdır, şeffaflıktır.

Burada, yoksulluk var dediğimizde kıyamet kopuyor, işsizlik var dediğimizde kıyamet kopuyor. Bakın, az önce arkadaşımız dedi ki: "Yeni üniversiteler açılıyor."

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız... Bakın, siz Maliye Bakanlığı yaptınız, stratejiyle uğraşıyorsunuz, bütçeyle uğraşıyorsunuz; Türkiye'de 4 gençten 1'i işsiz ve bu genç işsizlerin büyük çoğunluğu da üniversite mezunu. Üniversite açmak yeterlilik değildir, yetenek değildir. Siz onları istihdam edemiyorsanız problem oradadır. Bugün Türkiye'de istediğimiz kadar üniversite sayısı olsun, eğer tam istediğimiz düzeyde eğitim veremiyorsak, akademisyenler özgür değilse, öğrenciler özgür değilse ve mezun olduktan sonra istihdam edilemiyorlarsa büyük bir problem var.

Şimdi, yoksulluk dediğimizde, arkadaşlarımız biraz önce rakamları söyledi. Ben hemen sizden sonra baktım, yeşil kart nedir biliyorsunuz değil mi? Yeşil kart ilk çıktığında Türkiye'de şuydu: Ben o zaman tabip odasında başkandım, biz savunmuştuk. Neden? İlk defa, yeşil kartla beraber, Türkiye'de "Benim yoksulum var, sağlık güvencesi yok, sağlık güvencesi için yola çıkayım." dediler ve o dönem biz savunduk. Bir itirazımız vardı. Neydi itirazımız biliyor musunuz? Niçin yeşil kart verdiğiniz kişiye ilaç vermiyorsunuz? Düzenlendi, reform adı altında birçok şey yapıldı. Şu anda yeşil kart kime veriliyor? Geliri asgari ücretin dörtte 1'i altında olanlara veriliyor; 856 küsur lira.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Üçte 2.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Üçte 2, pardon, evet.

Türkiye'de şu anda yeşil kartlı sayısı sadece son dönemde 366 bin kişi arttı, biliyor musunuz bunu? "Yoksulluk yok." diyorsunuz 2001 ile bugünü mukayese edip. Ben size daha altı ay önceki rakamı veriyorum.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Yoksulluk yok demedim. 4 doların altında geliri olanları söyledim.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Devam edeyim.

BAŞKAN - Sayın İpekyüz, devam edin.

Buyurun.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Benim "Yoksulluk yok." diye söylediğim bir şey yok, 4 doların altında geliri olanları söyledim.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Pardon, söylemediniz.

Ben, o zaman şunu söylüyorum: Yoksulluk sayısı arttı. 8 milyon kişi şu anda yoksul bu verilere göre ve 800 liranın altında bir gelire sahip, 800 lira. Az önce okuyordunuz ya, geçim için 800 lira. Bu, hepimizin ayıbı. Bu bütçede bu yok. Bunların ne olacağı yok. Genç işsizlerin problemi yok. İşsizlik yok. İşsizlikte şu anda -az önce söylediler- Avrupa'da, OECD ülkelerinde Türkiye derece yapıyor, üst sıralarda geziyor. Bunlara değinmek lazım. Nedir? İşçi, memur, emekli, çiftçi, bunların yine bu bütçeyle bununla ilgili gelecekleri yok.

Şimdi, bütçe dediğinizde, aslında, farklılıkları zenginleştiren, dezavantajlı kesimleri düşünen, onlara yönelik bir şey yapılması lazım ama hep belli bir kesime bir şey düşünülüyorsa bu bütçe değildir. Nitekim, bu Parlamentoda 27'nci dönemde, gerek Plan ve Bütçede gerek birçok şeyde öyle bir hâle geldi ki biz vergi affı getirdiğimizde öğrencilere, işçilere, emeklilere, memurlara yönelik bir af yok. Şu anda kredi kartı borcunu ödeyemediği için bankada 58 milyon kişi takipte, borç ödeyemediği için. Peki, biz bu bütçeye adil mi diyeceğiz, adaletli mi diyeceğiz? Hayır, buna demeyeceğiz çünkü bir bütçe adil olmadığı zaman bütçeyi kamufle etmek için, yoksulluğu, işsizliği kamufle etmek için bazı girişimler yapmak lazım. Nedir bu girişimler? Ya açılım yapacaksınız, haktan, adilane bir yol izleyeceksiniz ya da saklamaya çalışacaksınız. Saklamaya çalışmanın en rahat yöntemi nedir? Demokrasiyi askıya alacaksınız, adaleti askıya alacaksınız, hukuku askıya alacaksınız. Bunu yaparsanız korku gelir, otoriterleşme gelir, insanlar kendi haklarıyla ilgili bir şey söylediğinde hamasetle karşılaşır "Vatan hainisin, teröristsin, bölücüsün." deyip susturulur. Az önce fotoğrafını gösterdiğimiz arkadaşlarımız yürürken polisler etraflarını sarıyor ve bir kadın ne diyordu biliyor musunuz: "Ben ilk defa İstiklal Caddesi'nde polislerin yürüyüş yaptığını görüyorum." Çünkü arkadaşlarımız görünmüyordu. Bu ayıptır ya! Bu ayıptır.

Buradan geliyoruz, birçok konuya değinebiliriz fakat giderek, gerçekten, yoksullukla beraber, işsizlikle beraber belli bir kesimi zengin edip, belli bir kesimi koruyup vergiden söz etmek, haktan söz etmek adilane olmuyor, hele adaletten söz edip, kalkınmadan söz edip bir firmaya 425 milyonluk bir vergi affıyla çizgi çekmek, sonra da asgari ücretten söz etmek, mukayese etmek gerçekten haksızlık oluyor bizi dinleyenlere.

Ne yapıyoruz? Ödemeler dengesi bozuk, döviz krizi var, finansal kriz var, devlet borcu krizi var, az önce söylediler, borçlanma konusunda tekrar derecede, faiz konusunda tekrar derecede ve ülke küçülüyor. Küçülünce ne oluyor? Yoksulluk artıyor. Ama bugüne kadar neydi? İnşaatla artıyordu, emlakle artıyordu, bununla geliştiriliyordu. Ama ne oldu? Bu da bitti, tükendi. Neredeyse şeye dönüştük: "Bu yüksek binaları kimler yaptı?" Binaların yapıldığı süreçler belliydi, o rantı alanlar belliydi, şimdi geriye döndük ama bu bitince, şimdi, en rahat şey, hukuku askıya aldıktan sonra, bitirdikten sonra, demokrasiden uzaklaştıktan sonra gerginlik, şiddet ve savaş politikaları, askerî harcamalar... Bunu söylediğimiz zaman, bu söylendiği zaman kimse itiraz edemez, konuşamaz ama insanlar perişan, aç. 4 kişilik aile, bugün Türkiye'de herkesin konuştuğu 4 kardeş ve en büyük haksızlık, belki de bizim konuşmamız gereken en büyük vicdanları zedeleyen ne? Onların cenazeleri çıktıktan, morga otopsi için götürüldükten sonra BEDAŞ denilen firma -özelleştirilmiş bir firma- gelip elektriklerini kesiyor. Bugün mü yapılır bu şey ya? Ayıp değil mi ya! Utanılacak bir şey değil mi ya! Bu rezalet bir durum değil mi ya! Bütün basın şimdi bunu yazıyor. Bu, tüm Türkiye'nin ayıbıdır. İnsanlar Meclisin çatısına çıktı burada. Çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden insanlar oldu. Biz bunları görmediğimizde de bunlar çıktığında da hamasete dönüşürse bu haksızlık oluyor. Gerçekten önümüzde ciddi ciddi problemler var. Bu krizi hamasetle çözemeyiz. Bu krizi gerçekten... Bizim samimi olarak dönmemiz lazım.

Şimdi, "Kürt meselesi" dediğimizde, Kürt meselesi sanki Kürtçe şarkı söylemek, TRT Kürt'te Kürtçe konuşmak. Arkadaşlar, on beş gün önce -ben kişiyle görüştüm- Çanakkale'de hastanede yatan, eşi göz ameliyatı olmuş eşiyle beraber Kürtçe konuşuyor, yanı başındaki bir genç -demek bir heyecana mı geliyor, bu televizyonların pompalamasıyla maşallah, herkes kutuplaşmış, birbirine bir gerginlik, düşmanlıkla bakıyor- soda şişesini yaşlı amcanın başında patlatıyor. Konuştum, benimle konuşurken gözleri doluyor, diyor ki: "Ben ona ekmek getirmiştim, ben ona bisküvi getirmiştim, eşimle beraber paylaşmıştım, ne olduğunu anlayamadım." Peki, ne oldu? Hasta taburcu edildi. Peki, ne oldu? Takipsizlik verildi. İşte Kürt meselesi budur, Kürtçe konuştuğunda senin halkının başına bir şey geldiğinde takipsizlik verilmesidir.

Ne oldu? Antalya'da Kürt öğrenciler ev tutmak istedi, vermediler, saldırdılar, hücum ettiler. Adalet ve Kalkınma Partisi Antalya İl Başkanı ne diyor, biliyor musunuz? "Selahattin Demiştaş'ın senaryosunda yer aldığı Asuman filminin Antalya Film Festivaline gelmesi, jürinin değerlendirmeye alması çok ayıp bir şeydir. Belediyeye ve jüriye kayyum atanması lazım." Böyle bir şey mi var ya! Baş edemediğiniz şeylere en rahat çıkış yolu: Kayyum atayalım. Çünkü siz, seçimle, jüriyle, tercihle yapılan şeylere dayanamıyorsunuz. Bu ülkeyi bu aşamaya getirdiniz. Peki, ne oluyor? Hukuk yok oluyor, adalet yok oluyor ve geleceğimiz tümüyle bir sıkıntıya giriyor. Peki, bütün bu verilerle beraber...

Türkiye'de bazı verileri biz çıkaramıyoruz, mesela desek ki: "Diyarbakır'ın verileri nedir? Batman'ın verileri nedir?" Bazen saklanıyor. "GAP illeri" deniyor, içine Kilis de giriyor, Antep de giriyor. "Erzurum'la ilgili" dediğinizde Iğdır da giriyor, başka il de giriyor. Aslında, verileri isteyemiyoruz ve biz milletvekili olarak bazen istatistik kurumlarından istediğimizde yanıt verilmiyor. Soru önergesiyle sorduğumuzda yazılı soru önergelerimize cevap verilmiyor.

Ne oluyor? Bütün bu işsizlikle beraber, yoksullukla beraber TÜİK bunları açıklıyor. TÜKİ diyor ki: "Yoksulluk arttı, işsizlik arttı." Bu verilere göre bile ciddi bir sıkıntı var. Şu anda, yüzde 27'den fazla genç işsizliği var. Borçlanmayı söyledim.

Arkadaşlar, hesaplamalara göre. günde 4 bin kişi işsiz kalıyor son dokuz ayda. 1 milyon 65 bin kişi son dokuz ayda işsiz kaldı. Bunu söylemeyecek miyiz? Bunu söylediğimizde başka bir yafta mı çizecek? Bu sadece Batman'da mıdır, Diyarbakır'da mıdır?

Peki, ben size bir şey söyleyeyim: Bu yeşil kart sayısı, yoksulluk, işsizlik Türkiye'de çıkaralım bir harita, çıkaralım rakamları, illere göre dağıtalım, o illeri gördüğümüzde gerçekten, bunun bir kader olmadığı çıkacak ortaya. Niçin hep aynı iller ortaya çıkıyor? Nasıl ki üniversite sınavlarında, lise sınavlarında hep aynı iller dipteyse, aynı iller yoksulsa -Batman, Mardin, Diyarbakır, Siirt, Şırnak- o zaman bu bütçede bölgesel eşitsizlik konusunda, Kürt meselesi konusunda samimi olmamız lazım. Bakın, giderek bu samimiyeti yok ettiğimizde inanç kalmıyor.

Arkadaşlarımız haklı olarak "anneler" diyor. Anneler başımızın tacıdır. Peki, siz Cumartesi Anneleriyle ilgili bir şey söylemeyecek misiniz? Galatasaray Meydanı'ndan derneğin önüne koyduğunuz için bir şey söylemeyecek misiniz? Barış Anneleri için bir şey söylemeyecek misiniz? Beyaz tülbentleriyle coplarla sopalanan anneler için bir şey söylemeyecek misiniz? Diyarbakır'daki anneler Adalet ve Kalkınma Partisinin önüne gittiler "Anayasal açıdan suçtur." dedikleri için bir şey söylemeyecek misiniz? Size gelince iyi oluyor, başkalarına olunca bir şey mi olmuyor?

Bakın, arkadaşlar, bunun görmezsek vicdan sızlıyor. Ben, size hepimizin bildiği bir şeyi anımsatmakta yarar görüyorum. Roboski, hâlâ aydınlanmadı, aslında herkes biliyor da. Roboski'deki anneler ağlıyordu, perişandı. Bir hafta sonra yolda trafik kazası oldu, bir askerî minibüs devrildi. İlk koşan annelerdi, ilk cenazelere ve yaralılara yetişenler annelerdi ve televizyonlar onu gösterdi, o annelerin ağlamasını gösterdi. Bugün, siz başka annelerden söz etmeyip başka anneleri öne çıkardığınızda siz ikircikli davranıyorsunuz, samimi davranmıyorsunuz.

Devam edelim: Bu Suriye meselesi çok konuşuluyor. YPG şudur, falan. Ya, Salih Müslim buraya kaç sefer geldi? Kaç sefer burada otellerde ağırlandı? İstanbul'da ağırlandı. Konuşuldu. Konuşmak ayıp bir şey midir? Müzakere etmek ayıp bir şey midir? Müzakere etmek, konuşmak erdemdir. Bu olmadığı sürece olmaz.

Şimdi, güvenlikçi politikalar... İnanın, ben Batman Vekiliyim, "güven" deyince insanlar huzur buluyor, "güvenlik" deyince insanlar ürkmeye başladı. Siz "güven" kelimesini andığınızda insanlar ürkmeye başladı güvenliği kastettiğiniz için. "Güvenlik" deyince de başka şeyleri çağrıştırıyor, başka şeylerden endişe ediyorlar ve biz normal döneme dönmezsek "Bütçeyle ilişkisi ne?" dediğinizde... Bugün sadece Suriye'nin kuzey ve doğusuna yapılan müdahaleyle ilgili ne oluyor, biliyor musunuz? Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan diyor ki: "27 milyar dolar masraf gidecek." Şu anda bizim konuştuğumuz Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi... İki gün önce Bakan Beyle beraberdik Down sendromunu araştırma komisyonuyla beraber, bütçe kısıtlı olduğu için eğitimde sıkıntı yaşadıklarını söylüyordu. 20 milyardan 27'ye çıkıyor, 7 milyar daha Suriye'ye harcanıyor, belli bir sürede. Bunu eğitime harcayabilirdik.

Peki, saraya giden para? Şimdi arkadaşlarım söyledi, bu örtülü ödeneğin artış oranına baktığımızda, bu zırhlı araçlara, Mercedeslere baktığımızda bunları biz vatandaşa aktaramaz mıyız, paylaştıramaz mıyız? Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan on yedi yıl önce ne demişti biliyor musunuz? Notlara baktım. "Benim vatandaşım çöpten rızk topluyorsa, pazardan atık topluyorsa, meydanda 'Açız.' diye bağırıyorsa, ev kirasını, elektrik parasını, su parasını veremiyorsa, yüzde 25'i 'Açız.' yüzde 50'si hâlâ 'Yoksulum.' diyorsa bir hükûmet sorunu vardır." Yani bu rakamlara baktığımızda, bu durumu dile getirdiğimizde, bu intiharları dile getirdiğimizde bunun sorumlusu da bu iktidarın kendisidir. Bu iktidar bunları konuşmayıp hamasetle, zafer nidalarıyla yola çıkarsa gerçek durumdan uzaklaşıyoruz. Ben Batman'a gittiğimde, konuştuğumda, buluştuğumda bu sorunlar hep bana aktarılıyor ve bu konuda çok büyük sıkıntılar olduğu dile getiriliyor.

Bir diğeri: Biz önümüzdeki döneme baktığımızda, inşaattan giderek vazgeçtik, askerî harcamalara yöneldik, askerî harcamalar olduğu sürece de sanki yayılmacı olmak ve bir yerlere gitmek gibi bir derde düştük. Bununla beraber, ülkenin içi zaten kutuplaşmış, ilk Hükûmet kurulduğunda Adalet ve Kalkınma Partisi AKP diyordu ki: "Sıfır işkence olacak." Şu anda zaten ayyuka çıkmış, bütün görüntüler ortada. "Komşularla sıfır problem." Maşallah bütün komşularla problem yaşıyoruz, daha önce dost olduklarımızla bile uzaklaştık ve şu anda diplomaside sıkıntı, dış ilişkilerde sıkıntı, içeride sıkıntı, ekonomide sıkıntı, hukukta sıkıntı, üniversitelerde sıkıntı, her yerde sıkıntı. Bu zaten devasa bir kriz ve bu kriz, siz siyasi olarak meseleye dönmediğiniz sürece önümüze daha da patlayıcı bir şekilde çıkacaktır. Şimdi, çıktılar arkadaşlar "Kürt meselesi" dediler; arkadaşlar, Türkiye'nin en büyük ekonomik ilişkileri... Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı burada ve sizler de buradasınız eski Maliye Bakanı, şu anda Kürdistan Bölgesel Yönetimi'yle ne kadar ciddi bir ekonomik ilişki var; ihracat, ithalat var. Trabzon'a gelenler turist, kendi bayraklarıyla geziyorlar, saldırdılar, bir Allah'ın kulu onlara geçmiş olsun demedi ve saldıranlar bırakıldı, onlar gözaltına alındı, illa yurt dışına... Ya, böyle şey mi olur? Bir taraftan ticaret yapıyorsunuz, alışveriş yapıyorsunuz... Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız, hatırlar mısınız, Mecliste ben konuştum, Batmanlı anne ankette Kürtçe konuştuğu için ceza almıştı, size telefonlarını da vermiştim, konuştuk, ben döndükten sonra da anket firması size şöyle bilgi vermiş, sanki bilerek yanıt vermiş. Ben anneyle konuştum, size telefonunu verdim.

CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI FUAT OKTAY - Görüştüm ben.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Hayır, siz görüşmediniz, sizden telefon bekliyor. Ben daha geçen hafta konuştum, siz görüşmemişsiniz. Çünkü bana dedi ki: "Hâlâ cezam böyle duruyor." Böyle yaptığınız sürece insanlar bundan vazgeçmiyor, sizin bunlara dönmeniz lazım.

Şimdi, borç... Maşallah, bunu öğrendik, Hükûmet de borçlanıyor, bütçeyi borçlanıyor "Önümüzdeki dönemde açığımız olacak." diyor. Bunu kayyumlara da öğrettiniz biliyor musunuz. Kayyumlar da diyor ki: "Para var, biz de borçlanalım." Sizden bunu öğrendiler. Van 1,5 milyar, Mardin 1 milyar, Diyarbakır 900 milyon, Kars 400 milyon; böyle sıralarsak bunları uzatabilirim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Bunlar sizden öğrendiler. Kayyumlar "Nasıl olsa borçlanıyoruz, nasıl olsa ihale vereceğiz." Kimse hesap sormuyor, Sayıştay gelmiyor. Sayıştay gelse de şeyi yok. Zaten, buradaki raporlarda da var. Bunların hiçbirisi denetlenmiyor, denetlense bile işlem yapılmıyor ve bu bir öğretiye dönüştü. Öğreti nedir? Biz bir yere gidemiyorsak, alamıyorsak kayyum atarız. Kayyum da "Şirkette de olsa, belediyede de olsa nerede de olsa benden hesap soran yok. Ben, nasıl olsa büyüklerim gibi davranıyorum, keyfime bakarım, istediğimi harcarım, birilerini nemalandırırım, birilerini beslerim, diğerleri de yoksulluk olsun, işsizlik olsun, perişan olsun."

Bütün bunlarla beraber, baktığınızda, aslında önümüzde yapabileceğimiz şeyler nettir. Keşke bu bütçede eğitim, sağlık dışında barıştan söz edebilsek, huzurdan söz edebilsek, demokrasinin yükseltilmesinden söz edebilsek, düşünce ve ifade özgürlüğünden söz edebilsek. Bunlar olursa inanın, ekonomi düzelir; inanın, bütçe düzelir; inanın, bu toplumsal gerginlik azalır, insanlar huzur bulur, şefkatle yaklaşır, o zaman birlik, bütünlük olur. Ama ne zamanki hamaset yaparsak, askerî söylemleri, güvenlikçi politikaları gündeme getirirsek ilerleyemeyiz. Şunu samimi olarak kendimize söyleyelim: 1984'ten bugüne kadar hep güvenlikçi politikalar gündemdeydi ekonomi hep kötüye gitti. Sadece bir dönem diyalog ve müzakere oldu, insanlar nefes aldı, anneler de nefes aldı, bizler de nefes aldık, hepimiz de nefes aldık. Ne olur, gelin, tekrar demokrasiye sarılalım, barışa sarılalım, huzura sarılalım, dezavantajlı kesimleri görelim, onlarla beraber bir bütçe hakkı oluşturalım, bütçe oluşturalım.

Saygılarımla.

Teşekkür ediyorum.