KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli bürokrat arkadaşlarım, basın yayın kuruluşlarının değerli temsilcileri; sözlerime başlarken herkesi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, biraz önce Komisyon üyemiz Tanju Özcan arkadaşımız konuşurken bazı arkadaşlarımız müdahale etme gereği duydular. Neden öyle bir gerek duyduklarını anlamak mümkün değil. Burada, Komisyonda herkesin düşüncelerini ifade etmek gibi bir hakkı vardır. O düşünceleri ifade ederken de kimseden izin almak ya da neyi konuşacağını, neyi konuşmayacağını başkasının tarif etmesine izin vermek gibi bir yükümlülükleri de yoktur.

Dün çok ciddi bir süreç yaşadık. Türkiye'de 17, 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından sonra, bir yılı aşan bir süredir tartışılan bir konu dün Parlamentoda karara bağlandı. Ancak, bu konu karara bağlanırken iktidar sahipleri televizyonlara çıktıkları zaman, esasen bu konunun soruşturma komisyonu kurulması önergesinin kendileri tarafından verildiğini, gruplarına baskı yapmadıklarını, herkesin kendi özgür iradesiyle oyunu kullandığını söylediler ve gene muhalefetin belki grup kararı almış olabileceğini çünkü oyların hiç değişmediğini söylediler.

Değerli arkadaşlar, biz bu sürece nasıl gelindiğini biliyoruz. Bu süreçte, bir yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sürecinin bir algı operasyonuyla nasıl darbe sürecini dönüştürüldüğünü biliyoruz, soruşturulmaması için nelerin yapıldığını da biliyoruz. Bu konuyu soruşturan bütün polislerin darmaduman edildiğini, bütün yargıçların darmaduman edildiğini, bütün savcıların darmaduman edildiğini, iddianame hazırlayan savcının iddianameyi bitirmek üzereyken görevden alındığını ve iddianame için yeterli görülen kanıtların bir başka savcı tarafından takipsizlik kararına yeterli kanıt olarak gösterilerek takipsizlik kararı verildiğini de herkes biliyor. Bu soruşturma önergesini de muhalefet partileri verdi. AKP, toplum nezdinde kendisini yolsuzluklara sahip çıkmıyormuş, onu soruşturuyormuş gibi göstermek üzere bir soruşturma komisyonu kurulması önergesi getirdi, ardından da bu soruşturma önergesinin nasıl bir ucube sonuçla sonlandığını hep birlikte gördük.

Yani, burada, dünkü yaşadığımız olayda, iktidar partisinden, bazı oylamalarda 40 civarında, bazı oylamalarda 50 civarında sayın milletvekilinin vicdanının sesini dinlemiş olduğu yolundaki Tanju Özcan'ın yorumuna arkadaşlarımızın gösterdiği tepkiyi anlamak mümkün değil. Ben de vicdanının sesini dinleyen herkese buradan teşekkür ediyorum. Olması gereken de vicdanının sesine göre davranmaktır ama AKP'de, vicdanının sesine göre davrananların bile bazı vicdansızlar tarafından hain ilan edildiği, soruşturulacağı ve iplerinin çekileceği konusunda bir baskı altına alınma sürecinin başladığını görüyoruz. Bu nedenle, bu yöndeki bu anlayışı da protesto ediyorum.

Dün her ne kadar 276 sayısı bulunamadığı için hırsızlık ve yolsuzluk operasyonlarına karıştığı iddia edilenlerin Yüce Divana sevki sağlanamamış ise de bu defter burada kapanmamıştır. Orta yerde çok ciddi iddialar vardır; orta yerde para kasaları vardır; orta yerde "Oğlum temizle, daha temizleyemedin mi?" "tape"leri vardır, bilirkişi tarafından gerçek olduğu saptanmış ve raporlandırılmış; ayakkabı kutularındaki paralar vardır. Önce cami yaptırmak için, sonra üniversite yaptırmak için toplandığı söylenen, hatta bu paraların polis tarafından konulduğunu söyleyen ve sonra bu parayı faiziyle geri alanlar ortadayken bu defter kapanmaz, bu defterin kapanmayacağını da herkesin bilmesi gerekir.

İkinci bir konu, konumuzla da, çıkarmak isteğimiz, görüşmekte olduğumuz yasayla da çok ilgili bir konu. Bugün Ali İsmail Korkmaz davasında karar verilmiştir. Bu ülkede, barışçıl bir gösteriye karışmış olmasından dolayı polis tarafından kovalanan; cadde içerisinde fırıncısı, kahvecisi, çaycısı ve polis tarafından sopalarla dövüle dövüle öldürülen, zamanın valisinin "Kendi arkadaşları tarafından öldürüldü." dediği...

ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) - Hâlen görevde.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Evet, hâlen görevde olan.

Valinin "Kendi arkadaşları tarafından dövüldü." demesi Türkiye için utançtır, bu Parlamento için de utançtır. Ve hatta devletin "Bu konuda hiçbir kanıt yok, görüntü yok." dediği ama bir gazetecinin; namuslu bir gazetecinin, yalaka olmayan, havuza boyun eğmeyen bir gazetecinin çabaları sonucu ortaya çıkarılan görüntülerle kaçacak yerleri kalmadığından mahkeme önüne çıkarılmak zorunda kalan katil polislere on yıl ceza verilmiştir. Madem polisler paraleldi, savcılar, hâkimler paraleldi, sizlere operasyon yaparken -"sizler"e derken Komisyonu tenzih ederim yani birilerine operasyon yaparken- o yargıçlar paralelciydi, o polisler paralelciydi, son derece demokratik hakkını kullanırken gösteri yapan birini öldüren polisler neci acaba? Tayin ettiğiniz hâkimler, onu öldüren katillere verilen on yıl cezayı veren hâkimler neci acaba, bunu da sormak isterim.

Sokakta polis insanları sopayla öldürürken, bu yetmiyormuş gibi şimdi bu yasayla polise, jandarmayı da polis hâline getirerek jandarmaya, sahil güvenlik kuvvetlerini de polis hâline getirerek onlara, sokakta insan öldüren polislerden daha ağır yetkiler veriyoruz. "Kendi arkadaşları öldürdü." diyebilecek kadar sapkın olan ve hâlâ görevde olan bir valiye olağanüstü hâl ilan etme yetkisi veriyoruz bu yasayla. O sapkının eline bir de olağanüstü hâl ilan etme yetkisi verdiğimiz zaman sokakta insan gibi yaşamak isteyen insanların neyle karşılaşacağını düşünmek bile istemiyorum.

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Hızır Paşa olur, herkesi asar, kendi babasından başlar.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Biraz önce Sayın Yargıç Rıza Bey Avrupa İnsanları Mahkemesinin kararlarını anlattı toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili, 31 Aralığa kadar da Türkiye'nin buna cevap vermesi gerektiğini anlattı. Belki Sayın Bakan buna verilen bir cevap var mıdır, yok mudur söyler. Bir taraftan Türkiye'ye bu yasakların boyutları gösterilip bunların demokratik bir yasa olmadığını, bu davranışların da düzeltilmesi gerektiğini, bu yasal düzenlemelerin demokratik bir biçime dönüştürülmesi gerektiğini anlatırken, biz burada bir olağanüstü hâl yasası getiriyoruz; sapkın, olayları saptıran, kanıtları karartanlara da olağanüstü hâl ilan etme yetkisi veriyoruz.

Değerli arkadaşlar, Parlamento bu anlayışa mahkûm edilmemelidir, Parlamento bu anlayışa alet edilmemelidir. Bu yasa konusunda şu ana kadar söylediklerimizin hepsi gerçektir. Hepsinin demokrasi açısından hangi sakıncaları getirdiğini, toplumsal yaşam açısından hangi sakıncaları getirdiğini uzun uzun anlatmaya çalışmamıza rağmen çok fazla bir şey anlatamadığımızı düşünüyorum ama sonuçlarına bu toplumda hepimiz katlanacağız. Bu sonuçlardan bizim göreceğimiz zarar kadar, bu sonuçlardan bu toplumun göreceği zarar kadar bu toplumun bireyi olan sizlerin kardeşiniz, amcanızın oğlu, çocuğunuz, üniversiteye gönderilen yeğeniniz, onlar da zarar görecektir. Bu düşünceden vazgeçiniz, toplumu korku ve tehditle yönetme anlayışından vazgeçiniz, toplumu zapturapt altına alarak yönetmekten, yönetme talebinden vazgeçiniz. Geçen gün söylediğim gibi, dünyanın hiçbir yerinde diktatörlükler sonuna kadar toplumu zapturapt altına alamamışlardır. Toplumu korkuyla, tehditle yönetenler bir gün çok perişan bir biçimde o toplumun tepkisiyle karşı karşıya kalmışlardır. Umarım böyle bir sonuca varmadan Türkiye, demokratik bir sisteme, demokratik bir biçime dönüştürür yasalarını ve demokrasisinden vazgeçmeden Türkiye Cumhuriyeti ilelebet varlığını sürdürür diyorum, teşekkür ediyorum.

25'inci maddedeki düşüncelerimi de söyleyeyim: Bu konuda bir teklifimiz var. Daha önceki söylediğimiz; Jandarma Yasası'nda ve Polis Yasası'nda aynı konudaki düzenlemelerle ilgili söylediklerimizi aynen tekrar ediyorum. Bu maddenin de sakıncaları nedeniyle yasa tasarısı metninden çıkarılmasını diliyorum.