KOMİSYON KONUŞMASI

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Evet, çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, çok kıymetli Komisyon üyesi arkadaşlarım, bürokrasimizin değerli temsilcileri, kıymetli basın mensupları; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de önce ülkemizde yaşanan asrın yolsuzluğu olarak niteleyebileceğimiz bir yolsuzluğa dün son noktayı koyan, Türkiye Büyük Millet Meclisinde özgür iradesiyle oy kullanan tüm milletvekili arkadaşlarımı yürekten kutluyorum. Bir bütün olarak toplantıya katılan Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve diğer partilerden arkadaşlarımı kutluyorum. Ayrıca, Komisyonun taraflı bir raporuna katkı sunmayarak, kabul etmeyerek bu raporu, ortada bir yolsuzluğun var olduğu yönünde görüş belirten iktidara mensup milletvekili kardeşlerime de -her kimse- sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Vicdanlarına göre karar vermişlerdir tüm arkadaşlar. Bazıları yolsuzluk görmemiş, bazıları görmüştür, kendi takdirleri ama bunu ileri de tarih yazacaktır, kimin doğru, kimin haklı olduğunu. Fakat, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir ümit doğmuştur, demokrasinin yaşatılacağı yönünde, yolsuzlukların üzerine gidileceği yönünde bir ümit bize vermiştir, bu da Parlamento adına olumlu bir gelişmedir.

Bu, belki demokrasi adına sevindirici bir olay ama gene demokrasi adına üzücü olayımızı da işte biraz evvel arkadaşlarımız söylediler. Türkiye özgür bir ülke değil şu anda. Gerçekten özgürlük endeksinde devamlı alt sıralara düşen, hatta Bahreyn, Ürdün, Malezya, Yunanistan, Güney Afrika gibi ülkelerin de çok çok gerisinde, bugün hiç beğenmediğimiz, diktatör bir rejimle yönetilen, darbeyle yönetilen, Sisi'den bile daha geriye, Sisi rejiminden dahi daha geriye düşen bir özgürlük endeksine sahip Türkiye. Bizi buralara ne getirdi? Biraz evvel Sayın Rıza Türmen arkadaşımız, ağabeyimiz söyledi; Türkiye'nin insan hakları karnesi çok zayıf, çok düşük. Yapılan yasal gösterilerde haklarını arayan herkese uygulanan şiddetin boyutları dünyada görülmeyecek derecede kötü. Bu da bizi çağdaş bir ülke olma yolundan alıkoyan en büyük engellerimizden birisi. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önünde en çok dava açılan ülkelerin başında -aldığımız bilgilere göre- Türkiye ve Rusya geliyor. Yani, insan haklarının en çok ihlal edildiği ülkelerin başında geliyoruz. Ayrıca, en son verilen kararlarda da toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin Türkiye'de özgürce yapılamadığı, büyük bir polis baskı ve şiddetine maruz kalındığı yönünde, artık resmen bizim de Anayasa'mıza göre uymak zorunda olduğumuz mahkeme kararlarıyla tescillenmiş ve sırada da belki onlarcası gelecek. Buna rağmen, bizler, gene etkin soruşturma yapmayarak, soruşturmaları uzatarak, olay yerinden veya ailelerden kilometrece, yüzlerce kilometre uzaktaki mahkemelere vererek... Geçmişte bunun örneklerini çok gördük. Türkiye'nin hemen hemen bütün illeri gezdirildi bazı mahkemeler sonuçlandırılmak için. Çalıyı dolaşarak, mahkemeler katakulliye getirilip neticede sembolik, gülünç denilecek cezalarla bu şiddeti uygulayanlar cezasız bırakılmaktadır. İşte, etkin denetim yapılmadığı için ve şiddet uygulayanların üzerine etkin bir şekilde gidilmediği için bizim insan hakları karnemiz de her geçen gün daha kötüye gitmektedir.

Bugün Kayseri'de verilen mahkeme kararının çok yetersiz olduğunu... Şiddet uygulayan insanların hem de tanımadık kişilerin gidip orada vahşice bir çocuğumuzun, bir gencimizin, bir üniversite çocuğumuzun -o da artık kaçıyor yani, sığınacak bir liman arıyor, buna rağmen- üzerine çullanıp 8-10 kişi sopalarla ve polislerle birlikte öldürmelerinden sonra verilen on yıllık ceza insan hayatının ne kadar hiçe sayıldığının ve şiddetin ne kadar teşvik edildiğinin bariz bir göstergesidir. Başta hâkimler olmak üzere, o kararı verenleri, kararın o hâle gelmesine sebep olan tüm iktidar mensuplarını -başta Eskişehir Valisi olmak üzere- kınıyor, o çocuğun katillerinin cezasız kalmasının Türkiye için bir utanç olduğunu belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, artık Avrupa'da Sisi rejimiyle karşılaştırılmaktadır. O kadar kötü ki, demokrasi verilerine baktığımızda, birkaç rakam vermek istiyorum: Protestolara katıldığı için hakkında kovuşturma başlatılan ya da hapse atılan kişilerin sayısı Mısır'da 16 bin, Türkiye'de 5.500, sadece gösteriye katıldığı için. Öldürülen protestocu sayısı Mısır'la karşılaştırılıyor, Mısır'da bin, Türkiye'de 63. Yaralananların sayısı, Mısır'da 17, Türkiye'de 10 bin. Sivil toplum kuruluşlarını hedef alan yasalar -Avrupa'yla karşılaştırdığımızda- Türkiye'de ve Mısır'da aynı tür yasalar çıkarılmış. Protesto gösterilerini kısıtlayan yasalar, her iki ülkede de aynı nitelikte çıkarılmış. Evet, devam ediyoruz, özgürlük kriterine baktığımızda, "Mısır özgür değil, Türkiye özgür değil." Demokrasi endeksinde, Mısır dünyada 135'inci, Türkiye 93'üncü. Kaç ülke var Sayın Hâkimim?

RIZA TÜRMEN (İzmir) - 200'e yakın.

CELAL DİNÇER (İstanbul) - 200'e yakın ülke var.

Hukukun üstünlüğü endeksinde, Mısır bizi geçmiş arkadaşlar, Mısır 34, Türkiye 55'inci sırada hukukun üstünlüğü açısından.

Yani daha saymama gerek yok, elim varmıyor, gerçekten utanç verici bir konumdayız. Buna rağmen, biz yine de insan haklarını kısıtlayıcı, özgürlüğü kısıtlayıcı... Polise, jandarmaya, o da yetmiyor Sahil Güvenlik Komutanlığına da aynı yetkileri veriyoruz ve onları üstüne üstlük getirip bir de siyasi iktidarın emrine ve kontrolüne veriyoruz.

Şimdi, bu yasayla da, "Sahil Güvenlik Komutanlığında görevli Sahil Güvenlik mensubu subay, astsubay, sivil personel, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş, er, hizmetleri gerekleri veya sağlık nedenlerinden dolayı görev ve hizmet yerlerinin değiştirilmesiyle geçici görevlendirilmesi 8'inci maddedeki usul ve esaslara göre yapılır." diyor. Yani onların önemli bir kısmı, daha doğrusu komuta kademesinde olanların tümü İçişleri Bakanı ve valiler tarafından atanacak, dolayısıyla siyasi iktidarın emrine girecek. Sadece erler, erbaşlar gibi birkaç tane kişi belki Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından atanacak.

Değerli arkadaşlar, bu gidişatın hiç iyi olmadığını, doğru olmadığını söylemiştim size, çünkü incelik isteyen o atamalarda... Bir mülki idare amiri Sahil Güvenlik Komutanlığındaki, o kadar detaylı bilgileri bilmez, bilmesine de gerek yoktur. Yani sıradan, jandarmanın ilçe komutanının atanmasını niye biz valiye değil de İçişleri Bakanına veriyoruz veya niye Sahil Güvenlik Komutanlığına, Jandarma Komutanına değil de valiye veriyoruz, bu tartışılır.

Şimdi, ben size bir hanımefendinin, şerefli bir subayımızın eşinin bir mektubunu okuyacağım:

"Sayın milletvekilim, ben on sekiz yıldır, şerefli jandarma subayının eşiyim. Son zamanlarda yaşanan acı hadiseler beni derinden üzmektedir. Uzun zamandır Türk Silahlı Kuvvetleri pasifleştirilmeye çalışılmaktadır. Bununla birlikte, Güneydoğu Bölgesi de koparılma noktasına gelmiştir. Teröristler ve onlarla iş birliği içinde olanlar pervasızca hareket etmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bebek katilinin itibarını savunan bir Hükûmetin temsilcileri vardır. Güneydoğu'da ise şehir merkezinde rahatça kimlik kontrolü yapan teröristler boy göstermektedir. Bu son yaşanan hadiselerden sonra, bir astsubayımızın pazar alışverişinde eşinin yanında şehit edilmesi, teröristbaşına itibar verilip sekreter atanması, Güneydoğu'da teröristlerin rahatça vergi toplaması, kimlik kontrolü yapması, bayrağımızın yakılıp yıkılması Türk Silahlı Kuvvetlerinin onurunu ayaklar altına almıştır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir de, iktidar, jandarmayı kendisine bağlayarak ordumuzun elini daha da zayıflatmak istemektedir. Ben bütün bunları bir asker eşi olarak görebiliyorsam siz milletvekilleri Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde oynanan oyunları hayli hayli daha fazla görüyorsunuzdur. Sizlerden rica ediyorum, lütfen bu oyunlara gelmeyin, bu oyunlarını bozun, bu gidişe bir 'Dur.' deyin artık.

Bir asker eşi olarak yıllarca çocuklarımla çok zorluk çektim. Yemek pişirirken evimizin yanı başında çatışmaya şahit oldum. Bütün bu yaşanan sıkıntılardan sonra teröristbaşı itibar kazanacak. Atatürk'ün ordusu, bu ordu gözünü kırpmadan canını veren şehitlerin yadigârı bir ordu şu anda sizlere emanet. Askerin yüzünü yerden kaldırın artık. Ne bu vatanın bölünmesine ne de jandarmanın siyasileştirilmesine, eriyip gitmesine müsaade etmeyin. Ülkenin geleceği geçmişte olduğu gibi şimdi de sizlerin elinde. Vatana, bayrağa, askerimize, ordunun namusuna sahip çıkacağınızdan zerre kadar tereddüdüm yoktur.

Saygılarımla."

Evet, bu bir feryat, böyle onlarca feryadı izliyoruz, duyuyoruz biz.

Şimdi, iktidar mensubu milletvekillerimizin de bu konudaki vicdanlarına seslenmek istiyorum: Dün biz vicdanlara seslendik, gerçekten, 50'den fazla milletvekili kardeşimiz bu, asrın yolsuzluğunda ve soygununda gerçekleri gördü, vicdanlarıyla oy kullandı. İnşallah, bizim Komisyondaki arkadaşlarımız da kendilerinin takdir edeceği şekilde, kendi vicdanlarına göre oy kullanacaklar. Sahil Güvenlik Komutanlığımızın da, jandarmamızın da siyasileştirilip ileride siyasilerin elinde oyuncağa dönüştürülmesinin önündeki engelleri kaldıracaklardır diye düşünüyorum.

Bu maddenin, 25'inci maddenin, siyasilerin elinde Sahil Güvenlik personelinin bir oyuncak gibi, oradan oraya sürülebilmesine, oradan oraya atanmasına ve istenilen şekilde yer değiştirmelerine sebebiyet vereceği için uygun olmadığını düşünüyorum. Bu maddenin tasarı metninden çıkarılmasını teklif ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.