KOMİSYON KONUŞMASI

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının değerli mensupları, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tabii bu arada Maliye Bakanlığından gelenleri de unutmuyoruz, diğer bakanlıklardan, diğer kurumlardan da gelenler varsa onlara da hoş geldiniz diyorum.

Şimdi, maddeye geleceğim ama maddeye gelmeden evvel Türkiye'nin gündemini işgal eden, Türkiye'nin gündeminde bulunan veya tanık olduğumuz, İçişleri Bakanlığını da ilgilendiren, burada bulanan değerli arkadaşlarımın, asker, sivil bürokratların görev alanını ilgilendiren bazı hususlara da değinmek istiyorum değerli arkadaşlarım.

Önce dün akşamki oylamayla söze başlayayım, şöyle: Şöyle oldu, böyle oldu, sonuçlandı. Bu neyi gösterdi? Efendim, milletvekillerinin, değerli milletvekili arkadaşlarımızın üzerinde bulunan baskıya rağmen önemli bir milletvekili grubunun bu baskılara boyun eğmediğini gördük. Dileriz ki herkes vicdanına göre hareket etmiştir.

Yalnız, üzerinde düşünmemiz gereken husus, bu oylamadan ziyade, oylamadan sonra iktidar grubuna mensup bazı milletvekillerinin, hatta ismini de verelim, aynı ilden milletvekili seçildiğimiz bir sayın milletvekilinin sözleridir. Bana göre, bizden önce iktidar partisi sayın milletvekillerinin buna cevap vermeleri lazım. Ne diyor mealen söylüyorum: Diyor ki: "Bunlar -bunlar derken beyaz oy kullanan sayın milletvekillerini kastediyor- Erdoğan'a operasyon yapmışlardır. Erdoğan'a ihanet eden ve bu operasyonun içinde yer alan milletvekillerinden hesap sorulmalıdır." Hatta şöyle diyor: "Kırk sekiz saat içerisinde bunlar tespit edilir, gereği yapılmalıdır." Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu çok vahim bir değerlendirmedir, bu tüm milletvekilleri için büyük bir tehdittir, Parlamento için büyük bir tehdittir, demokrasimiz için büyük bir tehdittir. Bu -hiç iktidar muhalefet ayrımı yapmaksızın söylüyorum- bakın, ne diyoruz memnun olmasak da ben şahsen memnun olmasam bile diyorum ki: Milletvekilleri inşallah kendi vicdanlarının sesini dinleyerek oy kullanmışlardır. Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine yapılan böyle ciddi bir tehdidin ilk önce iktidar partisini ayağa kaldırması lazım, "Sen kim oluyorsun da insanların iradesine ipotek koymaya çalışıyorsun!" demeleri lazım. Ben bunu iktidar partisi milletvekillerinden bekliyorum. İnşallah gereken cevabı verirler diye düşünüyorum. Çünkü hâlâ, tüm eksikliğine rağmen, kusurlarına rağmen, demokratik bir ülkede, demokrasinin işlediği bir ülkede yaşadığımızı düşünmek istiyorum. İstiyorum ama yazılanlar çizilenler, değerli arkadaşlarım, buna imkân bırakmıyor.

Şimdi, pazartesi günü kaçak sarayda yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra bizim "havuz medyası" olarak değerlendirdiğimiz bazı gazetelerin attığı başlığa bakıyoruz değerli arkadaşlarım. Bakın, sistemde bir değişlik yok, Anayasa'mız değişmemiş, anayasa aynı Anayasa, ister beğenin ister beğenmeyin halkın yüzde 92 oyuyla kabul edilmiş bir Anayasa, efendim, 120 maddesi değiştirilmiş bir Anayasa, 2010 yılı referandumuna kadar tüm değişiklikler oy birliğiyle, uzlaşmayla yapılmış bir Anayasa, böyle bir Anayasa. Eksik yanları var mı? Vardır, usulüne göre o da değiştirilebilir ama değiştirilmeden, hâlâ yürürlükte bu Anayasa varken şöyle değerlendiriliyor değerli arkadaşlarım: Sabah gazetesi: "Başkanlık İçin İlk Adım." Yeni Şafak: "Başkanlık Sisteminde İlk Adım." Akşam: "Başkanlık Dönemi." Bu daha keskin bir başlık atmış. Güneş: "Başkanın Kabinesi." Bakın, "Başkanın Kabinesi", hâlbuki bizim Anayasa'mız diyor ki: "Bakanlar Kurulunun Başkanı Başbakandır." Hükûmetin genel siyasetinin yürütülmesinden Başbakan sorumludur. Bakanlar Başbakana karşı sorumludur. Bizim Anayasa'mız öyle diyor, aynen, Anayasa'mız öyle diyor değerli arkadaşlarım. Tüm bu Anayasa yürürlükteyken, efendim, bu, "havuz medyası" dediğimiz gazeteler... Tabii, bunun genel yayın yönetmeninin kim olduğunu da biliyorsunuz. Çünkü zaman zaman birinci genel yayın yönetmeni diğer genel yayın yönetmenlerini de başkanlığı altında toplantıya çağırıyor. Yani tüm bu gazetelerin hepsinin bir genel yayın yönetmeni var, o buna rağmen biz, değerli arkadaşlarım... Bakın, "Görev ve siyasî sorumluluk: Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur.

Her bakan, Başbakana karşı sorumlu olup..." diye devam ediyor. Yani Bakanlar Kurulunun fiilî başkanı Başbakandır. Anayasa öyle diyor ama yapılanlar farklı. O zaman biz ne diyoruz? Biz diyoruz ki: Türkiye'de fiilî bir ara dönem vardır, fiilî bir ara rejim uygulanıyor şu anda. Anayasa'nın askıya alındığı, Anayasa'nın uygulanmadığı, hukukun ayaklar altına alındığı bir fiilî ara rejim var. Devam ediyor, Star diyor ki: "İlk Başkanlık." Millet gazetesi: "Saray Kabinesi." diyor, bakın, "saray kabinesi" düşünebiliyor musunuz, "saray kabinesi." Ya, şimdi, arkadaşlar, bu, Türkiye Cumhuriyeti'ne bir hakarettir. Yani, şimdi, böyle bir ortamda, değerli arkadaşlarım, biz şimdi gece gündüz, tüm arkadaşlarımız mesai tüketerek, efendim, yasal düzenleme yapıyoruz. Yasal düzenlemeye kimse itibar etmeyecekse biz niye gece gündüz, akşam sabah mesai tüketiyoruz değerli arkadaşlarım, yazık değil mi hepinize, hepimize yazık değil mi, biz niye tüketiyoruz? Şimdi, böyle bir ortamda yasal düzenleme yapıyoruz.

Başka ne var değerli arkadaşlarım? Şimdi, sabah gelirken haberleri izledim. Dedim ya asker, sivil, bürokrat arkadaşlarımızı da sayın siyasetçileri de Hükûmet erkânını da çok yakından ilgilendiren olaylar. Efendim, biliyorsunuz, benden önce de arkadaşlarım bir nebze değindiler, 19 yaşında bir üniversite öğrencisi Eskişehir'de hunharca öldürüldü, linç edildi, katledildi bu çocuk ve efendim, Sayın Vali, arkadaşları tarafından dövüldüğünü iddia etti. Aslında, cumhuriyet savcılarının bu Sayın Vali hakkında iftiradan dava açmaları lazım.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - O valinin "sayın"lığını nereden çıkardın Sayın Valim?

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Ya, biz gene nezaketimizi koruyoruz.

Efendim, yani iftiradan dava açmaları lazım. Hükûmetin mutlaka gereğini yapması lazım. Ama insanlarla alay edercesine, toplumla alay edercesine hâlâ hiçbir şey yapılmıyor. Biliyorsunuz, bu olayları ortaya çıkaran, bu delillerin ortaya çıkmasına sebep olan gazeteci aynı Vali tarafından tehdit edildi, bunu sosyal medyada hepiniz izlediniz değerli arkadaşlarım. Buna rağmen hiçbir şey yapılmadı. Bu olabilen bir şey değildir. Artı, olay yeri Eskişehir, aile Hatay'da oturuyor -keşke Adem burada olsaydı- dava Kayseri'de. Bugün karar günüydü. Yani, şimdi, düşünebiliyor musunuz arkadaşlar, ben hep şunu söylüyorum: Lütfen empati yapalım, kendimizi başkalarının yerine koyalım, diğer insanların yerine kendimizi koyalım ya, bizim de çocuğumuz olabilir, bizim hepimizin çocukları var, torunları var. Yani şimdi, böyle bir olaya maruz kalan bir çocukla ilgili, bir yakınınızla ilgili siz ne düşünürsünüz değerli arkadaşlarım? Yani, şimdi, böyle bir olayı hazmedebilmek mümkün mü değerli arkadaşlarım? Bir empati yapalım. Empati olmadan biz doğru dürüst bir sonuca varamayız. Sonra ne oldu? Karar açıklandı. Kararı beğenmiyoruz, yanlış ama bir karar var ortada, hukuki süreç devam edecektir. Ama ailesi, yakınları, avukatları bir basın açıklaması yapmak istiyorlar. Bakın, ben televizyonda izledim, sizler de izlemişsinizdir, izlemediyseniz zaten göreviniz gereği izleyeceksiniz. Değerli arkadaşlarım, Adliye Sarayının etrafı bariyerlerle çevrilmiş, korumaya alınmış, orada bir şey yok. Bariyerlerin dışında bir basın açıklaması yapmak istiyorlar, silah yok, molotof yok, şiddet yok, hiçbir şey yok ve insafsızca bir gaz bombardımanı başlıyor. Yazık değil mi? Bu gazdan, enteresandır, polis memurları da etkileniyor. Gene televizyonda izlediğim sahneyi söyleyeyim: Polis memuruna arkadaşları müdahale ediyorlardı, yatırmışlardı. O da etkilenmiş, vatandaş etkilenmiş. Değerli arkadaşlarım, bu sahne Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışmıyor. Bizim en büyük feveranımız bu, cumhuriyete yakışmıyor, yani modern bir ülkeye yakışmıyor, çağdaşlığı hedef almış, kurucusu tarafından çağdaş uygarlık hedefi gösterilmiş bir ülkeye yakışmıyor bu. Kendinizi onların yerine koyun. Gece iki buçukta olmasaydı bu toplantı, bu toplantı bugün olmasaydı biz de gidecektik, ben de gidecektim, belki burada bulunan arkadaşlarımızın hepsi gidecekti. Yani, şimdi, böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar yani böyle bir sahneyi bizim hoş görmemiz mümkün mü?

Ve Sayın eski Başbakan, şimdiki Cumhurbaşkanı bir konuşmasında şöyle değerlendiriyor Amerika'daki olaylarla bizdeki olayları, şöyle diyor: "Ferguson olayları, Arizona'daki olaylar... Elinde silahı yok, adamı yatırıyorlar yere ve kafasını yere vurup, nefessiz bırakıp öldürüyorlar. Silah filan yok, molotof yok. Bizim burada polisimiz kalkıp da vatandaşımızı mı öldürdü, silah mı çekti?"

Ya, arkadaşlar, biz Türkiye'de yaşamıyor muyuz? Yani bu kadar gerçeğe aykırı bir beyan, bu kadar gerçeğe aykırı bir değerlendirme olabilir mi, olabilir mi? Bunu söyleyen bir ülkenin Cumhurbaşkanı, Cumhur Başbakan. Yani, değerli arkadaşlar, bizim aklımızı başımıza almamız lazım.

Efendim, bu yasayı getirirken biraz da birinci bölümle ilgili gerekçede işte "Ya, Kobani olayları oluyor, onlara önlem alıyoruz, güneydoğudaki olaylara önlem alıyoruz..." Şunu açıkça belirtiyoruz: Sizin getirdiğiniz bu önlemler güneydoğu olayları için, Kobani olayları için değildir. Zaten, Hükûmet oraya müdahale etmiyor, oradaki olaylara müdahale etmiyor. Cizre olaylarıyla ilgili, Hükûmet ne açıklama yaptı? "Yok, biz gaz kullanmadık, bizim polisimiz gaz kullanmadı, yok, silah kullanılmadı. Aman ha, öyle bir şey yok." Öyle değil miydi? Gözümüzün önüne getirin.

Şimdi, değerli arkadaşlar, siz milleti sıkmak için, boğazını sıkmak için, dediğim gibi, demokratik gösterileri, barışçıl toplantıları yok etmek için bu yasayı getirdiniz, içerisine jandarmayı soktunuz, içerisine Sahil Güvenliği soktunuz, içerisine diğer düzenlemeleri soktunuz. Baskıcı, otoriter, despotik bir yönetim kurmak istiyorsunuz, faşist bir yönetim kurmak istiyorum. Açıkça söylüyorum, Türkiye, adım adım faşizme gidiyor. Türkiye, adım adım faşizme gidiyor. Millet bunu kabul edemez.

Bir milletvekili arkadaşımız "İnsanlar sokağa dökülür." dedi ve hepiniz tepki gösterdi. "Hepiniz" derken, iktidar partisinde oturan arkadaşlarımız. İnsanları sokağa siz çekiyorsunuz değerli arkadaşlarım. Bu uygulamalar sokağı meşru hâle getirir.

Bakın, uyarıyorum sizi, bu uygulamalar sokağı meşru hâle getirir. Sizin uygulamalarınız insanları sokağa çekmek içindir. Bir an önce bunlardan vazgeçin, bir önce hukuk devletinde yaşadığımızı gözünüzün önüne getirin ve uygulamalarınızı ona göre yapın değerli arkadaşlarım. Aksi hâlde insanları çaresiz bırakırsanız, çaresiz insanın ne yapacağı belli olmaz. Siz insanları bu kadar sıkboğaz ederseniz, bu kadar kımıldamaz hâle getirirseniz, insanların duygularıyla oynarsanız... Evladını kaybetmiş bir ailenin hâletiruhiyesini düşünebiliyor musunuz? Onlara bile tahammül göstermekte zorlanıyorsunuz. Ondan sonra da bir milletvekili çıkıp "Efendim, insanları sokağa dökeceksiniz." dediği zaman da tepki gösteriyorsunuz. Bu bilinen bir gerçektir arkadaşlar. Sosyal olaylarda da sebep-sonuç ilişkisi vardır, böyle sadece fen bilimlerinde, sadece fizik, kimyada, matematikte sebep-sonuç ilişkisi yoktur, sosyal bilimlerde de sebep-sonuç ilişkisi vardır. Sizin yaptığınız bu uygulama maalesef insanları sokağa çekecektir ve insanları hak arama yoluna itecektir. Siz insanların hak aramasına yardımcı olmazsanız, hak arama yollarını kapatırsanız insanlar sokağa dökülür.

Bakın, ben içeri girdiğimde Sayın Rıza Türmen açıklama yapıyordu. Sayın Rıza Türmen bizim milletvekilimiz ama yıllarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde yargıçlık yapmış, Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil etmiş bir insandır. Şimdi de biliyorsunuz sizin Hükûmetinizin girişimiyle bir hanımefendi yargıç oraya atandı, o da sizi eleştiriyor, onu da siz eleştiriyorsunuz bu defa. Hâlbuki doğruları söylüyorlar, oradaki insanlar Avrupa'da olanı biteni görüyorlar, Avrupa'da olanı biteni, kendilerinin önüne gelen dosyaları inceliyorlar. Siz onu da eleştiriyorsunuz ve kimsenin görüşüne itibar etmiyorsunuz. Demiyorsunuz ki: "Ya, bu yıllarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde yargıçlık yaptı, söylediğinde hiç mi bir doğru yok, hiç mi bir doğru yok?" Ama bu duruma ülkeyi maalesef getirdiniz.

25'inci maddede de bir düzenleme yapıyorsunuz değerli arkadaşlarım. "Sahil Güvenlik Komutanlığında görevli Sahil Güvenlik mensubu subay, astsubay, sivil personel, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er, erbaş ve erlerin hizmet gerekleri veya sağlık yahut diğer nedenlerle görev ve hizmet yerlerinin değiştirilmesi ile geçici görevlendirmeleri 8'inci maddedeki usul ve esaslara göre yapılır."

8'inci madde nedir değerli arkadaşlarım? İşte şu 8'inci madde, bizim 2692 sayılı Kanun'un 8'inci maddesi. Şimdi ona bakalım değerli arkadaşlarım. Bak, o da önümüzde var. Getirdiğiniz düzenlemeyi öyle görün ki... Efendim, ne olur? Ona göre bir düzenleme, ona göre değerlendirmemizi yapalım.

Şimdi, buradaki düzenlemeye zaten bakacağız ama getirilen sistem şu değerli arkadaşlarım: Siz kolluk güçlerini siyasallaştırmanın yolunu açıyorsunuz, jandarmayı etkisizleştiriyorsunuz. Sahil Güvenlik Komutanlığının yaptığı görev de jandarmanın karada yaptığı görevinin aynısı, benzeri yani jandarmanın karada yaptığı görevin benzerini Sahil Güvenlik Komutanlığı kıyılarımızda ve denizlerimizde yerine getiriyor.

Şimdi, siz sıkça dile getiriyorsunuz, efendim, yok işte Batı'da jandarma yoktur, işlevi şudur, işlevi budur. Hâlbuki Akdeniz ülkelerinin hemen hemen tamamında, İspanya'da, Portekiz'de, İtalya'da, Fransa'da jandarma teşkilatları var ve çok da görev ve fonksiyonları var, bunları yerine getiriyorlar. Sizin yaptığınız, sizin getirmek istediğiniz düzenlemede siz jandarmayı işlevsiz kılacak ve onu tamamen askerî hiyerarşinin dışına çıkaracak ve siyasallaştıracak önlemler getiriyorsunuz. Bu uygulamadan bizim, bir an önce -tabii "bizim" derken sizleri kastediyorum- sizin vazgeçmeniz lazım.

Bakın, 1990'ların başından beri, askerî statülü kolluk kuvvetleri, tüm Avrupa güvenlik güçleri arasında en fazla büyüme gösteren kuruluşlar olmuştur. Askerî statülü güvenlik gücü hangisidir? Jandarmadır. Bakın, bunu bilimsel makaleden okuyorum: Yüzde 30'lara varan bir artış kaydetmiş. Anglosakson düşünceden hareketle, bakın, Belçika'da jandarma teşkilatı 92 yılında kaldırılmış ancak şimdi pişmanlık duyduklarını ifade ediyorlar. Aynı şekilde Hollanda, Fransa bakanları da o toplantıda jandarmayı kaldırmayı düşünmediklerini ifade etmişlerdir.

Geleceğe yönelik tespit edilen tehditleri karşılayacak en uygun kuvvetin Silahlı Kuvvetlerin doğrudan kullanılması yerine askerî statülü kolluk kuvvetleri olduğu bilinen bir gerçektir. Bu herkes tarafından bilinmektedir değerli arkadaşlarım.

Türkiye'ye nazaran sanayileşmesini ve kentleşmesini tamamlamış olan ve gelişmiş ülkeler kategorisinde yer alan Fransa, İtalya, İspanya gibi Avrupa ülkelerinin ikili kolluk yapısı devam etmektedir yani orada jandarma varlığını devam ettirmektedir. Trafikten mali olayların takibine kadar görevleri vardır ve bunları sürdürmektedirler.

Jandarma teşkilatı bulunan Avrupa Birliği ülkelerinde jandarma teşkilatları mevcut sistem içerisinde varlığını sürdürmekte, etkinliği azaltılması bir yana, nicelik ve nitelik olarak güçlendirilmektedir. Fransa'da otoyol trafik birliklerine ilaveten bilet satış gişelerindeki görevli personel bile jandarmadır. Aynı şekilde Portekiz'de de şehirler arası trafik hizmetleri jandarmanın sorumluluğundadır ve bu görevler için bir otoyol tugayı mevcuttur. Benzer durum İspanyol jandarmasında da mevcuttur değerli arkadaşlar. Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz başta olmak üzere birçok ülkede toplum olaylarına müdahale görevi asli olarak jandarmaya verilmiş bulunmaktadır. Buna başkent ve metropol iller de dahildir. İtalya ve Fransa'da önemli dış diplomatik temsilcilikler ve konsolosluklar jandarma tarafından korunmaktadır. Bu kapsamda Fransız jandarmasının 300'den fazla personeli 70 civarında ülkede görev yapmaktadır.

Biz, Cumhurbaşkanlığından jandarmayı çektik, Meclisten çektik, Başbakanlıktan çektik, şimdi muhafız alayını da işlevsiz hâle getiriyoruz.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Oraya başka şeyler koyacaklar!

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Oraya başka şeyler koyuyorlar.

İtalya'da jandarma, sahil koruma görevi dâhil -yani bizim Sahil Güvenlik Komutanlığının yaptığı- başbakanlık, parlamento, cumhurbaşkanlığı ve benzeri kritik kurumların ve ülke dışındaki İtalyan büyükelçiliklerinin korunmasını üstlenmekte, uluslararası birçok aktif göreve aktif olarak katılmakta, INTERPOL, EUROPOL, Avrupa jandarma kuvvetiyle doğrudan ve etkin olarak ilişkide bulunmakta, medya ve halkın gözünde ülkenin en itibarlı kurumu olarak öne çıkmaktadır. Biz, şimdi, Avrupa Birliği ülkelerinde bile böyle olan bir kurumu siyasallaştırmak, işlevinden uzaklaştırmak, giderek de etkisizleştirmek için düzenlemeler yapıyoruz ve buna da reform diyoruz. Bu yanlış bir uygulamadır diyorum, yanlış bir gidiştir diyorum, duvara değmeden aklımızı başımıza alalım diyorum. Ülkemizde huzuru, güvenliği, insanların mutluluğunu düşünelim, bunun için tedbirler yapalım. Yok efendim, trafiği şu kontrol etti, bu kontrol etti, şu bana selam vermedi, şu bilmem ne etmedi... Hepimiz kaymakamlığımızda biliriz, efendim, ne oldu? Jandarma eri selam vermedi. O zaman bilmem ne kızdı falan. Bırakalım bunları, bunlar küçük şeyler. Biz, ülke yönetimiyle ilgilenelim ve ülkemizin huzuru, güvenliği, refahı, mutluluğu için tedbirleri alalım diyorum.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.