KOMİSYON KONUŞMASI

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, bu tasarının görüşmeleriyle ilgili konuşmalarımızda, sohbetlerimizde zaman zaman bizleri eleştiriyorsunuz, tasarının istediğiniz hızda ya da sizden beklenen hızda gitmediğinden dolayı da şikâyetçi oluyorsunuz ama oylama için ya da toplantıya devam anlamında yeteri kadar milletvekilinin, iktidar partisi milletvekilinin burada, Komisyonda olmaması ciddi derecede sizin eksikliğiniz. Dolayısıyla, tasarıyı böyle öksüz, cami avlusuna terk edilmiş çocuklar gibi bırakmanız doğru değil. Tasarı şu anda kimsesiz bir hâldedir.

Sanki Adalet ve Kalkınma Partisinde dün akşamki oylamayla ilgili yapılan değerlendirmeler şu yönde, ona benziyor bu: Tayyip Erdoğan'a rağmen, Tayyip Erdoğan istediği hâlde, Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekillerinin tamamının burada, Yüce Divana gitmeme yönünde oy kullanmasını temin edemediği... İşte, 48 milletvekili söyleniyor ya da daha başka rakamlar söyleniyor.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - 60...

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Sanki burada da böyle bir şey var. Artık Tayyip Erdoğan'ın demek ki Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu içerisindeki milletvekillerinin tamamının vicdanına hükmedemediği gibi bir görüntü çıkıyor. O açıdan, bu yasama faaliyeti açısından da doğru bir davranış değil. Tayyip Erdoğan'la ilişkilerini tabii ki her milletvekili kendisi ayarlar ama burada madem beraber çalışıyoruz, mademki bu tasarıyla ilgili buradan bir karar çıkacak, o zaman herkes kendi üzerine düşen vazifeyi yerine getirmeli.

Evvela şunu eklemek istiyorum bu maddeyle ilgili değerlendirmelerimi sunmadan önce: Dün akşam gerçekten çok önemli, çok tarihî bir oylama yapıldı Türkiye Büyük Millet Meclisinde. Yolsuzluk ve rüşvetle ilgili, bir Hükûmetin 4 bakanıyla ilgili Yüce Divana gidip gitmemeleri konusunda Soruşturma Komisyonunun raporu üzerinden bir oylama yapıldı. Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları gündeme geldikten sonra, dün akşamki oylamaya kadar gelen süreci şöyle bir değerlendirirsek iktidar partisindeki yöneticilerin, özellikle bu yolsuzluk ve rüşvetle ilgili iddiaları araştırmak üzere Mecliste çalıştırılan prosedürün, Anayasa ve İç Tüzük hükümleri çerçevesinde uygulanan hükümlerin nasıl uygulandığına bakarsanız aslında oralarda da yolsuzluk yapıldığını görmekteyiz. Ta ki oylamanın kendisinin içinde de yolsuzluk ve usulsüzlük yapıldığını görmekteyiz. Dolayısıyla, bu süreç aslında Adalet ve Kalkınma Partisine uygun, yakışan bir görüntü olmuştur diye düşünüyorum. Komisyonun kurulmasına ilişkin soruşturma önergesinin veriliş şekli, Komisyon Başkanı ve üyelerinin seçimi, Komisyonun Başkanı ve üyeleri seçildikten sonra yapılan iş ve işlemler, Komisyon raporunun içerisinde özellikle MASAK'tan gelen raporun gizlenmeye çalışılması, özellikle Adli Tıp Kurumundan gelen raporların gizlenmeye çalışılması, onların bazı sayfalarının üyelere gösterilmemesi, milletvekillerine gösterilmemesi ya da buna teşebbüs edilmesi, gerçekten bu Komisyona ve bu olaya çok yakışır bir davranış idi. Dün akşam da vekâleti olmadığı hâlde bazı bakanların başka bakanlar adına oy kullanmaları da bu işin tuzu biberi oldu.

Dolayısıyla, yolsuzluk ve rüşvetle ilgili bir süreç "yolsuzluk" diye isimlendirebileceğimiz usullerle tamamlanmış oldu. Ama esnafların kullandığı güzel bir tabir vardır "Kısa günün kârı." diye. Belki kısa günün kârı olarak değerlendirmek lazım. Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde gerçekten hâlâ vicdan sahibi bazı milletvekillerinin olması da bizi oldukça ümitlendiriyor. İnşallah bundan sonra yapılacak yanlışlara da itiraz ederler ve bu ümitlerimizi boşa çıkarmazlar.

Sayın Başkan, iç güvenlikle ilgili bu tasarının 25'inci maddesi, Sahil Güvenlik Komutanlığıyla ilgili 2692 sayılı Kanun'un 9'uncu maddesini değiştiriyor. Bu maddede atama ve yer değiştirmelerle ilgili düzenlemeler var. Tabii, Jandarma Teşkilat Kanunu'nda yapılmış olan ve Komisyonda kabul edilen, bizim muhalefet etmiş olmamıza rağmen kabul edilen maddelerle beraber değerlendirildiğinde, Türkiye'de oluşturulmak istenen iklimin, devletin bütün kurumlarının siyasallaştırılması yönünde olduğunu görmekteyiz.

Sahil Güvenlik Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı... Sanki İçişleri Bakanlığının biraz daha etkili ve yetkili olması yönünde bir değişiklik varmış gibi takdim ediliyor olsa da asıl gayenin başka olduğunu hepimiz biliyoruz. Asıl gaye, devletin bu kurumlarının, özellikle askerî yönü olan bu kurumların siyasallaştırılması. Asıl gaye, bilhassa terörle mücadele noktasında, yolsuzlukla mücadele noktasında belki Hükûmet politikalarına razı olmayan, Hükûmet politikalarından farklı düşünen bu kurumların, bu kurumsal hafızanın, bu kurumda çalışanların bertaraf edilmesi ya da bu düşüncelerinin değiştirilmesi gayesi olduğu hepimizce malum.

Bakın "Oslo mutabakatı" diye bir mutabakat var. Bu mutabakatt... Hükûmet yetkililerinden bir türlü bu mutabakatın tam metnini -resmî ağızlardan- duyamasak da çok farklı kaynaklardan Oslo mutabakatının ne olduğuna, Oslo'da neler görüşüldüğüne ilişkin elimizde çok ciddi bilgi ve belgeler var. Oslo'da yapılan görüşmelerin bir bölümünde şöyle konuşmalar geçiyor: Recep Tayyip Erdoğan adına Oslo'da PKK'lı teröristlerle masaya oturan devlet görevlileri, özel temsilciler diyorlar ki PKK'lı teröristlere: "Sizlerle aşağı yukarı her konuda anlaştık, yüzde 95 oranında mutabakat sağladık. Sizlerin Türkiye'nin büyük şehirlerini bombalarla doldurduğunuzu da biliyoruz, bunun da farkındayız. Ayrıca doğu ve güneydoğuda sizin istemediğiniz vali, kaymakam, emniyet müdürü, hâkim, savcı ne varsa sizin istediğiniz şekilde değiştirmeye de hazırız. Nitekim ona ilişkin de tasarruflarda bulunuyoruz." Şimdi böyle bir mutabakat var, böyle konuşmalar var. Bu mutabakatın ne olduğu... Mutabakatın varlığı Başbakan tarafından, Sayın Ahmet Davutoğlu tarafından kabul ediliyor. Sayın Ala tarafından da kabul ediliyor, bir konuşmasında teröristlerin, PKK'lıların mutabakata uymadığını dile getirmişlerdi ikisi de. Dolayısıyla böyle bir mutabakat var, biz bu mutabakatı bir türlü onların ağzından öğrenemiyoruz. Bu komisyonda da sorduk, yine cevap vermediler. Dolayısıyla yapılan edilen her şey bu mutabakat çerçevesinde. Şimdi, bu mutabakat çerçevesinde ve son dönemdeki açılımla ilgili yaratılan iklim çerçevesinde Türkiye'de, özellikle terörün yoğun olduğu bölgede Cizre örneğinde size bazı hususları aktarmak istiyorum.

Cizre'de nasıl bir tablo var, Cizre'de neler oluyor? Cizre'de PKK bir model uyguluyor. Cizre'de PKK asayiş timleri oluşturmuş. Cizre'de PKK diğer bölgelerde de, diğer yerleşim birimlerinde de olduğu gibi paralel bir devlet kurmuş. PKK orada kendi yargısını, kendi vergi sistemini, kendi güvenlik sistemini, kendi idari sistemini kurmuş. PKK orada asayiş timleriyle kimlik kontrolü yapıyor, vergi topluyor, mahkemelerde kamu görevlileri dâhil yargılamalar yapıyor, polisleri gözaltına alıyor PKK. Asker ve polis kışla ve karakolundan dışarı çıkamıyor, şehirde ancak zırhlı araçların içinde gezebiliyor. Özellikle şehrin belli bölgelerinde çukurlar kazılması suretiyle güvenlik güçlerinin araçla ulaşımını da fiziki engellerle engelleyen bu PKK yapısı, dün eski bir İçişleri Bakanının ifadesiyle Cizre'yi yönetim anlamında bir devre mülke çevirmiş durumda. Devre mülkten o eski İçişleri Bakanının kastı, ilçeyi geceleri PKK, KCK yapılanmasının gençlik örgütü yönetiyor, gündüzleri de işte ortada devriye olarak dolaşan, zırhlı araçların içinde dolaşan güvenlik güçleri var. Bu manada Cizre bir devre mülk hâline dönüşmüş. Şimdi tartışmalar yapılıyor. Deniyor ki: "Efendim, işte Cizre'de neler oluyor?" Şimdi, bölücü çevreler PKK'nın siyasi uzantıları dâhil bu olana bitene çok da fazla sahip çıkmıyor, hatta inkâr ediyor. Hükûmet kanadından gelen sesler "Efendim, Cizre'de bu asayişsizliği yapanlar paralel yapının elemanları." Hatta Sayın Cumhurbaşkanının ifadesiyle zırhlı aracın içinden çıkan bir polis memuru bir yere bir paket bırakıyor, geri araca biniyor falan filan. Şimdi, bunların doğruluğunu kabul etmek mümkün değil. Bunlar doğru bile olsa, bu devletin aczi ve teslim olduğundan başka bir şeyi de ispatlamaya yaramaz. Bu, devletin orada terk edildiğini, egemenliğin PKK'ya verildiğine işaret eder. Cizre örneğinde bütün doğu ve güneydoğuyu kastediyorum yani Cizre'yi örnek olarak söylüyorum. Hükûmet "Efendim paralel yapı orada bunu yapıyor, oradaki emniyet müdürü paralel yapının mensubu ya da orada bir polis memuru bunu yapıyor, şunu yapıyor." diyerek bu işin içinden bu kadar kolay sıyrılamaz. Zaten gerçek de bu değil. Cizre'de devletin egemenliğini sıfırlayan PKK bu kadar basit açıklanamaz. Orada askerlerimizin ve polislerimizin üniformalarını çıkarmak suretiyle ancak şehirde gezebildiğini, tek başlarına gezemediklerini, evlerinde ve lojmanlarında aileleriyle değil bekar kalmak zorunda kaldıklarını ve bu konuda amirlerinden, üstlerinden telkinde bulunulduğunu da biliyoruz. Bunu paralel yapıyla açıklayamazsınız. Paralel yapı başka bir şey, Cizre'de olan biten başka bir şeydir.

Peki, Cizre'de ne oluyor, ben size onu anlatayım. Adalet ve kalkınma Partisi Hükûmetinin içindeki birkaç kişinin bildiği bir plan çerçevesinde, gerçekten oradaki birçok sayın bakan, birçok AKP mensubu arkadaşımızın da bilmediği, sadece birkaç kişinin bildiği bir şey: Devlet, Hükûmet PKK'yla anlaşmıştır. Hükûmet o bölgeden çekilme kararı vermiştir. PKK ise orada bir kanton uygulaması başlatmak üzeredir. Tıpkı Suriye'de ilan ettikleri o Afrin, Aynel Arap ya da bilinen adıyla Kobani ve Cezire kantonlarında olduğu gibi PKK orada bir model uygulamaya çalışmaktadır. Bu model çerçevesinde orada kendi yönetimini kurmaya çalışmaktadır PKK. Hükûmet bunu biliyor, Hükûmet bu konuda anlaşmıştır ve Hükûmet buna razıdır. Peki ne oluyor? Olan şu: PKK bu modeli kurabilmek için tıpkı Aynel Arap'ta, Afrin'de ve Cezire'de yaptığı gibi PKK orada kendisine muhalif olan bütün unsurları temizlemektedir şu anda ve AKP'li bir sayın milletvekilinin ifadesiyle devletin polisi ve jandarması orada tıpkı barış gücü gibi seyirci durumundadır, tıpkı dün Sayın eski İçişleri Bakanının ifadesiyle orası devre mülk yönetim hâline gelmiştir. Oradaki tablo budur. PKK kendi kanton yönetimini oluşturmak için bütün muhaliflerini temizlemektedir. Hüda Par'la yapılan çatışma odur. Şu anda orada PKK'nın bu oluşumuna razı olmayan diğer Kürt kökenli insanlarımız, onların oluşumları da PKK tarafından temizlenmektedir. Ve yarın belki kantonla ilgili, kanton yönetimi, kanton anlayışıyla ilgili ilk örneği Cizre'de görmek zorunda kalabiliriz. Hükûmet bunu kamuoyundan gizlemektedir. Hükûmet topluma yalan söylemektedir bu konuda. Bu kadar net söylüyorum.

Kobani'de ne oldu? Kobani'de Barzani taraftarı olanlara bile PKK, Kobani'de, Aynel Arap'ta, Cezire ve Afrin'de ya hapislere attılar orada kurdukları yönetimle ya da öldürdüler. Hatırlayın, Barzani'nin orada Suriye yönetime karşı, IŞİD'e karşı mücadele etmek üzere Kobani'ye gönderdiği 500 kişiyi oradaki PYD yönetimi PKK'lı Salih Müslim, KCK yapılanmasının Suriye kolu olan PYD'nin başındaki Salih Müslim tutuklattırdı, bir kısmını da öldürttü; Barzani'yle Salih Müslim'in arası açıldı bu yüzden. PKK Suriye'nin içerisinde bir tane muhalif bırakmamak üzere, kendi yönetim bölgesinde bir tane muhalif Kürt unsuru bırakmamak üzere büyük bir katliama girişti; bunu Rakka'da da yaptı, bunu Suriye'nin muhtelif yerlerinde yaptı ama en fazla özerklik ilan ettiği, kanton olarak tespit ettiği bu yerlerde yaptı. Şimdi aynısı Cizre'de yapılmak isteniyor. Cizre'de önümüzdeki süreçte devlet bu kadar kayıtsız, bu kadar ilgisiz, bu kadar PKK'ya oradaki insanı ve devlet egemenliğini peşkeş çekerse orada bir kanton yönetimi, bir özerk yapıyla karşı karşıya kalacağız, bunu ilan edecekler. Hükûmet bu konuda doğruları söylemiyor. Güvenlikle ilgili yöneticiler, güvenlikle ilgili siyasi kadrolar bu konuda doğruları söylemiyor, gidiş o yönde.

Buradan bu vesileyle ben de uyarıyorum. Vicdan sahipleri, dün akşam vicdanına müracaat eden arkadaşlar, asıl vicdanınıza müracaat edeceğiniz husus budur. Ülkenin topraklarının bir bölümü birilerine peşkeş çekilmiş, asıl vicdan meselesi budur. Devletin, milletin parasını yiyenlerden nasıl olsa hesabını yarın bir gün sorarız. Onlardan bunun tahsilatını da yaparız, cezasını da veririz. Dün akşam kaçırılmış bir tren yok bu manada, bununla mukayese ederseniz. Ama bunun çok daha önemli olduğunu söylüyorum. Bu diş macununa benzer, tüpten çıktı mı geri girmez içine. O açıdan, eğer vicdanlarınıza, eğer aklınıza, eğer doğru bilgilere müracaat edecekseniz, işte Cizre gerçeği budur. Cizre'den başka yerlerde de aynı gerçekle karşı karşıyayız. O açıdan, PKK ve PKK'nın siyasi uzantıları orada kendilerine muhalif olan her unsuru tasfiye etmekteler, en sonunda, Türkiye Cumhuriyeti devletini tasfiye edecekler. Bunu görmemek için ne olmak lazım? Bunu duymamak, anlamamak için ne yapmak lazım bilmiyorum. Ama bu apaçık ortada, bunu herkesin görmesi lazım. Bu açıdan, Cizre'deki tablo "Terörle mücadele ediyoruz." diye terörle müzakere eden ve kendi iktidarını, kendi saltanatını devam ettirmek isteyen o 1 kişinin niyeti "Türkiye'nin Batı'sını biz yönetiriz, doğusu da bilmem siz yönetirsiniz." diye yaptığı pazarlığın neticesinden başka bir şey değildir. Akıl ve vicdanlara bu hususu bir kere daha hatırlatmak istiyorum.

Teşekkür ederim.