| Komisyon Adı | : | KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Toplu Konut İdaresi Başkanlığının daha önce ibra edilen 2011 ila 2016 yıllarını kapsayan 6 hesap yılı ve işlemlerine yapılan itirazlara ilişkin görüşmeler |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 07 .11.2019 |
BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Tabii, TOKİ'yi hakikaten kuruluşu itibarıyla ciddi hizmet veren, ciddi projelere adım atmış bir kurum. Bu yönüyle de TOKİ'nin varlığından şahsen ben gurur duyuyorum. Şimdiye kadar 815 bin civarında da konut yaptı. Buna da diyebileceğimiz bir şey yok. Yalnız, özellikle ihalelere çıkarken TOKİ'de olduğu gibi devletin diğer kurumlarında da farklı uygulamalar var. Şöyle söyleyeyim: Özellikle 2000 yılında Parlamentoda biz bir yasa çıkardık, Kamu İhale Yasası. Onda biz diyorduk ki ihaleye çıkmadan önce bu işin projesi net bir şekilde orta yere konmalı, maliyetleri hesap edilmeli, yatırım miktarı neyse, bütçesi neyse bu da bütçeden ayrılmalı ve bunun dışında da maksimum yüzde 10 ya da 15'in üzerinde de artış olmamak kaydıyla bu ihaleler bu mantık içerisinde yapılsın. Ama maalesef bu İhale Yasası o tarihten bu tarafa 180 kez değiştirildi. Bugün kurumların...
ATİLA SERTEL (İzmir) - 186.
BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Hadi bir 6 da ilave edelim, 186 kez değiştirildi. Bunun anlamı şu: Yani kendinize göre bir model oluşturmaya çalışırsanız bunun altından kalkamazsınız. Hâlbuki araba imal ederken bile ne yaparsanız yapın bir model geliştirilir ve bunun üzerinden gidilir. Bunu her seferinde değiştire değiştire bir ucubeye çevirdiğiniz zaman da bir sonuç almak mümkün değil. Kurumlarda çoğu da ihale öncesi yapılması lazım gelen işlemlerin tamamlanmamasından kaynaklanan sebeplerden dolayı problemler çıkıyor. Ne oluyor? Örnek, işte daha önceden zemin etütleri doğru düzgün yapılmamışsa bu binalar fay hattına da gelebilir, Zonguldak'ta olduğu gibi kayan bir yüzeye de denk gelebilir. Ki şu an Zonguldak'ta yapılan konutların en büyük problemi budur. Daha önce tespit edilen yerde "İhtiyaç yok." denildi ama daha sonra yapılan zemin etütleriyle bu zemin üzerine inşaatları yapmanın mümkün olmadığı anlaşıldı, yeniden zemin etütleri yapıldı, kazıklar çakıldı, yeni tedbirler alındı. Bakın, bu yeni şey yapılmaya başladığı andan itibaren de yükleniciyle kurum arasında problemler baş göstermeye başlıyor. Diyor ki: "Ben ihaleye girdiğim zaman işte zeminde kazığa ihtiyaç yoktu, şimdi kazığa ihtiyaç var. Kazık varsa proje değişti, proje değiştiyse benim bu işle ilgili verdiğim teklif değişti. Ondan sonra al başkanlık olurunu, şunu yapalım, bunu yapalım." Kavgalar, dövüşlerin çıktığı nokta bura. Süleyman Ağabey söylüyor ya zaman zaman diyor ki: "Bunu daha önceden öngörmemiz mümkün değil." diye atıfta bulunuyor ya hani bu ihalelere çıkmadan önce. Ben diyorum ki bu mümkün müdür? Mümkündür. Yerin bin metre, 1.500 metre altında sismoloji haritaları yapıp yerin altını her türlü tespit ediyoruz da inşaat yapılacak alanın zemin etütlerini yapamayacak...
Yani Türkiye'deki bu jeoloji mühendislerine hakaret olur. Yani "Ne demir yolu hattı, ne hava alanı hattı ne imalat yapılacak arsalarla ilgili biz bunların zemin etütlerini önceden yapamıyoruz; dolayısıyla bunların dayanımları nedir, neye göre projelendireceği konusunda iş aceleye geliyor, yetiştiremiyoruz; dolayısıyla uygulama projesi yerine avam projelerle ihaleye çıkmak zorundayız" mantığını ben kabul etmiyorum. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yöntem yok. Bu, ancak bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde olur. Ne olur? Siz önce üstyapıyı yaparsınız, döner arkasından da altyapıyı yaparsanız dünyanın en büyük maliyetleriyle bir şehirleşme yapmış olursunuz. Yani ne yapmak lazım. Bu, aslında herkesin bildiği, yeni bir şey değil. Eğer bir yere bir şey yapacaksanız önce oranın altyapısını yapacaksınız; yolunu, izini, kanalını, telefonunu, enerjisini, her neyse bütün altyapıları yapacaksınız, o bölgede inşaat yapmak isteyenler belediyeye müracaat ettiği zaman bütün bunları gördüğü gibi inşaat yapacağı arsayı da görür, zemin emniyetini de görür, diğer değerleri de görür, buna göre işi projelendirir, hiç de bir problem çıkmaz. Şimdi TOKİ'de bu tür uygulamalar var. Tabii bu 21/b yani işin aciliyetine binaen teklif almak suretiyle veyahut da davetiye usulüyle yapılan ihaleler Türkiye'de artık rutin hâle geldi. TOKİ'de bu az olmakla beraber diğer kurumlara da baktığınız zaman rutin hâle geldi.
Ben buradan şunu söylüyorum: Hangi kurum olursa olsun, kullandığınız para, kullandığınız bütçe bu milletin parası. Ne kadar şeffaf, ne kadar rekabetçi ortam oluşturursanız -kaliteden taviz vermeden- bu o kadar milletin lehine olur. Bu konunun da detaylarına girmek istemiyorum.
İkinci husus, tabii TOKİ bütün bu kadar binaları yaparken standardı da düştü, kalitesi de düştü çünkü netice itibarıyla şu an TOKİ'nin metrekare birim fiyatları 1.200, 1.300 1.400 liralar civarında görünüyor. 1.100, 1.200, 1.300'larla binalar yapıldığı zaman kalite de düşüyor, standart da düşüyor. Müşteri memnuniyetsizliği -hanımefendi bahsetti- büyük oranda budur çünkü fiyatlar düşünce bu otomatikman kaliteye de yansıyor. Bunun paralelinde TOKİ'nin aslında birinci görevi özellikle dar gelirlilere yönelik konut yapmalıdır, işlevi de bu olmalıdır ama bunun yerine inşaat maliyetlerinde en büyük maliyet unsuru olan arsa TOKİ tarafından bedava alınınca, özellikle Anadolu'da, bunu büyükşehirler için söylemiyorum ama Anadolu'da hani yap-sat diye tabir ettiğimiz müteahhitlerin hepsi iflasın eşiğine gelmiştir çünkü devlet, yaptığı hiçbir işle, bakın, buna rekabet ortamı oluşturmaz. Siz bedava arsa maliyetiyle -misal Çorum'da veyahut Zonguldak'ta veyahut Gümüşhane'de, nerede derseniz deyin- halka açık daireler yapıp satmaya kalktığınız zaman sizin arsa maliyetiniz sıfır. Bugün Türkiye'nin hiçbir yerinde yüzde 30'un altında arsa maliyeti olmadığına göre siz de bu alanda bir haksız rekabete sebep oluyorsunuz. Bununla ilgili de çok ciddi oranda Anadolu'da firmalarda iflaslar var.
Yine bunun yanı sıra farklı alan uygulamalarınız var. İşte belli arsaların Emlak Konut marifetiyle ihaleye çıkıyorsunuz. Bakın, geçtiğimiz dönemde biz yine Parlamentodan bir yasa çıkardık. İşte bu geçmişte İstanbul Yaklaşımı'ydı. İşte bugün de Parlamentodan -adına yine İstanbul Yaklaşımı diyelim- yine bu manada kredilerin yapılandırılmasına yönelik bir yasa çıkardık. Bakın, bunların önemli bir kısmı sizin bu Emlak Konut üzerinden tahsis ettiğiniz arsalar üzerinden yapılan konutların bugün tabii Türkiye'de siz her ne kadar "Ekonomi gayet iyi, her şey yolunda." deseniz bile bu sektör çok ciddi sorunlar yaşıyor. Size en basit bir örnek vereyim. Ankara'nın en büyük ilçelerinden bir tanesi Çankaya ilçesi. Çankaya'da şu an verilen ruhsat sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bunun anlamı şu: Yani sektörde çok ciddi problemler var. İnsanlar özellikle son dönemde -biraz konut da fazlası var- bu sektörde faaliyet göstermek istemiyor. Kaldı ki inşaat sektörü bünyesinde 300'e yakın yan kuruluşlarıyla beraber sektörü temsil etmektedir. Adı inşaattır ama aklınıza gelen her şey, mekaniğinden, elektriğinden, havalandırmasından, yapı malzemelerinden -saymakla bitmez- 250-300 çeşit kalem de bu sektöre bağlı olarak gidiyor. Dolayısıyla, inşaat sektöründeki bir sıkıntı en fazla istihdamın olduğu bu sektörde ciddi problemlere sebep oluyor. Dolayısıyla bu Emlak Konut'un uygulamaları da aynı şekilde. Bugün finans merkezi de bu kapsamda yapılıyor. En son işte Finans Merkezinden de çok ciddi bir rakamı Varlık Fonu'na... 1,5 milyar liralık bir satışla Varlık Fonu burayı devraldı.
Tekrar söylüyorum. Burada amaç, TOKİ'nin birinci hedefi, özellikle dar gelirlilere yönelik konut üretmek. Bugünkü özellikle çalışanların aldığı ücretle normal şartlarda konut sahibi olmaları mümkün değil, mucize bile değil. Bugün asgari ücretin 2 bin lira olduğu bir ülkede bu çalışanın konut sahibi olması mucize bile değil. Dolayısıyla, TOKİ'nin birinci görevi bu dar gelirlilere yönelik konut yapması, bunun finansmanı. Devletin de birinci görevi bu. Bu konuyla ilgili çalışmalara ağırlık vereceğini ümit ediyorum.
Yine geçtiğimiz dönemde biz Parlamentoda bir tasfiye kararnamesi çıkardık. Dedik ki: ekonomiden kaynaklanan zorluklar var, tasfiye kararnamesiyle isteyen müteahhitler işlerini tasfiye etsinler isteyenler mevcut şartlarda devam etsinler isteyenler de bu işi yapabilecek başka pehlivan varsa ona devretsinler. Bu 3 konuya cevaz veren bir kanun geçirdik Meclisten ama maalesef özellikle TOKİ bu tasfiye kararnamesini uygulamıyor. Yani müteahhit diyor ki: "Ya öldük, bittik, artık bunun şeyi yok." Tabii, orada bir madde var, "Müteahhidin işi tasfiye edebilmesi için kurum onayına gerekir." şartı var.
Şimdi, o gün bu kanun da Parlamentodan geçerken ben itiraz ettim, dedim ki: Bakın, bu işin tasfiye edilmesi demek, kalan işlerin mevcut ihale kapsamına göre 100 liraya mal oluyorsa en az geri kalan iş 300 liraya mal olacaktır. Burada bir zarar söz konusudur. Kurumların başında bulunan insanlar ben bu zararı göğüsleyemem deyip kararnameyi uygulamama yönüne gidecektir. Hâlbuki bunun yerine tasfiye kararnamesi güç durumda olan firmalara hem süre uzatımı bir miktar da fiyat farkı verilerek devlet bunu çok daha uygun şartlarda yapabilirdi. Dolayısıyla projeler biter, işler de biter, bütün işler de yoluna girmiş olurdu. Ama maalesef şu an bu tasfiye kararnamesi uygulanmadığı için TOKİ'de çok ciddi oranda iflaslar var. Yani şu an TOKİ'de "Ben iş yaptım, mutlu oldum, memnun oldum, tekrar TOKİ'ye iş yapıyorum." diyen insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Yani eğer böyle bir memnuniyetsizlik varsa -bunu müteahhitler arasında söylüyorum- ortada bir problem var demektir.
Yine, buna benzer başka konular da var. Yani özellikle bu diyelim zeminlerden kaynaklanan, proje değişikliğinden kaynaklanan problemler gündeme geldiği zaman otomatikman işin süresi uzuyor. İşe süre uzatımı verirken fiyat farkı vermediğiniz zaman yine mağduriyetler başlıyor. Yani işe süre uzatımı veriyorsunuz fiyat farkı vermiyorsunuz. Ne oluyor bu sefer? Normal şartlarda diyelim ki işe başlaması bir yıl geciktiği zaman Türkiye'deki maliyetler zaten aldı başını gitti. Demir 3.800 lirayken inşaata başladı, süre uzadı yirmi dört ayda bitirmesi lazım gelen iş otuz altı aya uzamışsa maliyetleri de arttı. Tamam, bir miktar süre uzatımı verdiniz proje değişikliğinden kaynaklanan ve bu süre uzatımıyla beraber sizin buna fiyat farkı vermeniz de gerekir.
Yine, aynı şekilde, proje bedelleri... Şunu hiçbir zaman unutmamak lazım: Müteahhitler sizin düşmanınız değil. Yani "müteahhit" kelimesini de çok fazla kullanmak istemiyoruz. "Müteahhit" deyince herkesin aklına hırsız geliyor da, öyle değil. Yani müteahhit sadece inşaat yapmaz, her alanda, her sektörde mal alıp satan da müteahhittir, belli yükümlülüğü yerine getiren herkes müteahhittir. Şimdi böyle de bir kanaat var. Tabii filmlere de konu olmuş bir kanaat var. Ben şahsen bu tabirden de rahatsızım. Hâlbuki müteahhit, devletin parasıyla devlete iş yapan insan. Bu işlerde de bir aksama olduğu zaman inanın çok ciddi problemler yaşanıyor.
Yine, ihale öncesi işlemlerde sizin yaklaşık maliyet hesaplarınız var. Bunu neye göre yapıyorsunuz? Bazen 2017'yi alıyorsunuz, bazen 2018'i alıyorsunuz, bazen başka bir şeyler alıyorsunuz. Zaten sizin ihaleye konu yaklaşık maliyet rakamlarınız baz alındığı için bunun üzerinden de memnuniyetsizlik var çünkü fiyatlarda ciddi bir belirsizlik var.
Aynı şekilde, şartnamelerde öyle şeyler var ki öyle de olur, böyle de olur yani net olmalı. Şartnameler neyi söylemek istiyorsa, neyi anlatmak istiyorsa, neyi gündeme getirmek istiyorsa net olmalı. Ortada bir netlik olmadığı zaman bu her zaman yüklenicinin aleyhine cereyan ediyor. Yani ödenebilir, yapılabilir... Ya ödenir de ya ödenmez de. Yani bu konular gündeme geldiği zaman bunların tamamı her zaman yüklenici aleyhine cereyan ediyor. Davalar önemli bir kısmının sebebi de bu.
Diğer taraftan, hakikaten konunun biraz da dışında ama Türkiye'nin de gündeminde, bu sene yani 2019 yılı içerisinde sadece inşaatlarda iş kazalarından ölen insan sayısı 150'ye yakın. En fazla iş kazalarının olduğu alan bu sektör. O da işlerin bu kadar kötü gittiği bir dönemde. İşlerin daha iyi gittiği dönemde bu rakamlar maalesef daha fazla artıyor. Kesinlikle bu iş güvenliği konusunda en ufak bir taviz verilmemeli. Yani yurt dışında çalışan insanlarımız bunu anlata anlata bitiremiyor, şöyle güvenlik tedbirleri var, şuna uyuyoruz, buna uyuyoruz, aşılarımız tamam, sağlığımız tamam...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Toparlıyorum Başkan.
BAŞKAN - Buyurun.
BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Dolayısıyla, Türk milletinin biraz da genlerinde var -yani kuruma da çok fazla bir şey söyleyemiyorum- "Bana bir şey olmaz." mantığı her zaman ön plandadır. Ben de o sektörde bir miktar çalışıyorum. Memleketten yeni geliyor "Bana bir şey olmaz, işte çalışırken zorlanıyorum, sağa gidemiyorum sola gidemiyorum, baret başımda, kemer belimde yani hareket kabiliyetim zayıflıyor." gibi... Hâlbuki hiçbir şey onun canından daha kıymetli olamaz.
Şimdi baştan otoriteyi koyduğunuz zaman insanlar buna uyar, aynı trafik kuralları gibi. Avrupa'da kimse 70'i, 80'i geçmiyor ama Türkiye sınırından girdiği andan itibaren de Allah ne verdiyse basıyor. İş kanunları açısından da aynen bu. Bunlara artık uyulması lazım. Bu konuda kurumun biraz daha otoriter davranmasında ben fayda mütalaa ediyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.