| Komisyon Adı | : | KADIN ERKEK FIRSAT EŞİTLİĞİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Komisyon Başkanlığının önerilerinin On Birinci Kalkınma Planı'na yansıtılması ve bu çerçevede kadın-erkek fırsat eşitliğine duyarlı bütçeleme ile cinsiyet kodu konularına ilişkin görüşme |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 07 .11.2019 |
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet, aslında aynı şeye ben de katılıyorum. Biraz daha kolektif olarak, birlikte süreci yürütebilirsek gerçekten daha güzel olur. Evet, toplantıdaki tartışmalardan yürütülmüş ama son hâliyle önerirken bir toplantı yapsaydık da bunun üzerinden gelişseydi daha iyi olurdu. Olanak yoksa da en azından maillerle gönderilirdi.
BAŞKAN - Seçimlerimizi unutmayalım, uzun süre bir seçim dönemi geçirdik.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - İletişim kanallarıyla yapılabilirdi belki, öyle bir yöntem de kullanılabilirdi yan yana gelmediysek.
Şimdi, ben toplam sunum üzerinden, aslında daha önceki süreçlerden de bir şey söylemek istiyorum: Şimdi, şöyle bir sıkıntımız var: "Toplumsal cinsiyet" kelimesini çıkardık hem kalkınma planlarından hem sizin buraya sunduklarınızdan ama aslında Avrupa Konseyinin ve sizin de sunumlarınızda kullandığınız birçok veride "toplumsal cinsiyet" kelimesi çok önemli bir kelime. Toplumsal cinsiyete, duyarlı bütçe yok, "toplumsal cinsiyet eşitliği" kavramları yok.
Şimdi, bir meseleye bakarken hangi perspektiften baktığınız sizin ne yapacağınızı da belirler. Dolayısıyla bu meseleyi böyle bir yerden yani bir sistem sorunu olduğunu, aslında öyle basite alınacak, sadece bir fırsat eşitliği meselesi olmadığını, bir bütün olarak erkek egemen bir sistemin sonuçları olarak bunların yaşadığımızı gözlemlemezsek aslında sorunu da doğru yerden çözemeyiz diye düşünüyorum. O nedenle öncelikle bu kelimelerin neden çıkarıldığını, aslında Avrupa'daki ve dünyadaki tüm uygulamalarında bunun üzerinde önemle vurgu yapılırken bizim neden bundan uzaklaştığımızı hem bir eleştiri olarak hem de soru olarak sormak istiyorum.
Şimdi, genel olarak şöyle bir yaklaşımı da genellikle gözlemliyoruz: Ailenin güçlendirilmesi, iş ve aile hayatının uyumlaştırılması. Şimdi, ben mesela merak ediyorum: Niye erkekler için "iş ve aile hayatının uyumlaştırılması" diye bir programımız, bir bakış açımız yok da kadınlar olunca "iş ve aile" diyoruz? Bu aslında biraz da şunun sonucu: Çünkü ev içi hizmetinin, ev içi bakımının, yaşlı bakımının, çocuk bakımının kadının görevi olduğunu aslında bir ön kabul olarak aldığımız için böyle yaklaşıyoruz. Oysaki erkekler de bu işleri alsınlar, onlar için de bu uyumlaştırmayı düşünelim. Mesela niye buradan değerlendirmiyoruz? Diğer bir soru olarak soruyorum.
Tabii, asıl olarak da şu: İstihdam meselesinde kadınların istihdama katılmasının önündeki en büyük engel aslında tam da bu ev içi hizmetler. Yaşlı bakımı, çocuk bakımı, hasta bakımı, evin çamaşırı, bulaşığı, yemeği tabii ki erkek egemenliğinin getirdiği toplumsal yargılar, kadınların çalışmaması gerektiği üzerine kurulu yargılar, eğitim sisteminin aynı mantıkla kurgulanmış olması, sağlıktaki sorunlarımız; birçok yanı var ama ana nokta bu.
Şimdi, burada sorunu çözmek istiyorsak asıl olarak istihdam alanında kadının bu problemlerini çözemezsek geri kalanı ne yaparsanız yapın çözemezsiniz. Yani iş verenler de kadınların çocuk bakımı, ev bakımı, doğurma meseleleri varken kadınları tercih etmiyorlar, böyle bir sıkıntı yaşanıyor. Dolayısıyla bizim asıl olarak ev içi emeğin ve ücretsiz bakım hikâyelerinin kadınların üzerinden nasıl alınacağını tartışmamız gerekiyor. Ama bunu tartışırken şöyle değil: "Para verelim bakım için, yaşlı için, engelli için kadınlar evde baksınlar." Bu aynı zamanda kadınları eve hapsetmenin başka bir yöntemi. Yani bir yandan kadınlara iyilik yapıyormuş gibi gözükürken aslında kadınları yeniden evlere hapsediyoruz. Oysa kadınlar olarak aynı zamanda sosyalleşmek, kamu alanına çıkmak, evin dışına çıkmak, siyasette yer almak, karar alma mekanizmalarında yer almak gibi bir derdimiz varsa bizlerin kadını evin dışına çıkarmak gibi bir derdimizin olması gerekir. Ben genel olarak bu yaklaşımı bir ev üzerinden kadını tanımlayan ve buradan çözüm üretmeye çalışan, dolayısıyla aslında sorunun temelini teğet geçen bir anlayış olarak değerlendiriyorum.
Yani kadına dair bütçe meselesinde ayrı bir bütçe olmalı, tek tek, kalem kalem belirlenmeli çünkü hayatın yüzde 50'si kadınsa bütün bakanlıklar dâhil olmak üzere, bütün bütçe dâhil olmak üzere aslında her birinin içerisinde kadına dair hangi kalemler için ne kadar bütçe olmasının netleştirilmesi gerekiyor. Netleştirilmeyen bütçeden... Biz şunu biliyoruz: ayrılması gerektiği zaman "Ya, o öncelik değil, onu sonra yaparız." denip kadına dair kısmı ayrılmıyor, bu da bir gerçeklik. Erkek egemen sistem bunu böyle sonuçlandırıyor.
Şimdi, dolayısıyla, gerçekten bu kadar genel geçer laflarla bir kadın bütçesi olmadan, her bakanlığın kadına dair bütçesinin ne olduğu, kalemleri, neleri öngörüldüğü tarif edilmeden gerçek bir bütçe yapmış, kadınlar için bir bütçe yapmış olmuyoruz. Mesela göçmen kadınlar meselesi, engelli kadınlar meselesi yani kadınlar içinde de aslında en zor koşullarda olan kadınlardan bahsetmiyoruz hiç. Bunlar için neler yapacağımızı anlatmıyoruz hiç mesela. Çok ciddi sorun yaşıyor arkadaşlar. Yani kadın olmak zaten bir ezilmişlik, göçmen kadın olmak, engelli kadın olmak 2 kat daha ezilmişlik anlamına geliyor. Dolayısıyla bir bütün olarak yaklaşılması gerektiğini düşüyorum.
"Karar alma mekanizmalarına katılım." diyoruz. Vallaha, karar alma mekanizmalarına tüm bu meseleler çözülmeden katılamıyoruz ama katıldığımız zaman da kadınların siyasette kalmasını sağlayacak mekanizmalar da olmuyor. Şimdi yani kayyumlar meselesini her gündeme getirdiğimizde başka türlü bir yerden cevap veriliyor ama tekrar söylemek istiyorum: Kadınlar belediye eş başkanlık sistemiyle karar alma mekanizmalarına katılıyordu HDP'de ama kayyumlar ile kadın eş başkanlarımız görevden alındı, kadın meclis üyelerimizi görevden alındı, aslında kadınların siyasi katılımının önü kesildi. Şimdi bunu da bir hatırlatmak istiyorum, kadın milletvekillerimizi de hatırlatmak istiyorum, nasıl tutuklandıklarını, nasıl görevlerinden dokunulmazlıklarının kaldırılarak cezaevlerine hapsedildiklerini.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Diyanet İşleri Başkanlığı dün bir kamu spotu yayınladı. Şimdi, kamu spotu olmasına özellikle dikkatinizi çekeceğim, kamu spotu önemli bir şey, sürekli yayınlanıyor, dönüyor. Biz bunu niye yapıyoruz? Kadın-erkek eşitliğinde bir duyarlılık, farkındalık yaratmak için yapıyoruz, değil mi? Şimdi, video şöyle arkadaşlar: Erkek oturuyor koltukta, kadın getiriyor, çayını veriyor. Arkasından mutfağa gidiyor, yiyecek kekini getiriyor. Geçiyor, oturuyor. Bu arada erkek cep telefonu elinde, onunla ilgileniyor. Sonra da spot şöyle: "Bir dakika eşinle ilgilen." Şimdi, bizim yaklaşımımız buna benziyor. Sorunun kendisini görmeyen, kadını ona çayı getirmeyi zorunlu gören, keki getirmeyi zorunlu gören... Bir dakika erkek ona gülümsese, şöyle, cep telefonunu bıraksa, onunla ilgilense sorun çözülecek. Şimdi, böyle bir Diyanet spotu... Diyanet İşleri Başkanlığının düzenlediği bir şey nasıl kamu spotu olabilir? Aslında siz bunu verirken neyi veriyorsunuz? Diyorsunuz ki: "Erkeğe hizmet etmek, ev işi kadının işi, kadının görevi. Bir gülümsese yeter." Vallaha, kusura bakmasın, erkeklerin bize gülümsemesine ihtiyacımız yok. Benim, o işi erkeğin benimle paylaşması ve asıl olarak da ev içi işlerinin kamunun bir görevi hâline gelmesi, kreşlerin açılmasına, ev içi işlerinin kamusallaşacağı alanların açılması, benim o ev işleri yükünden kurtulmamı sağlaması gerekiyor. Gülümsemeye falan...
BAŞKAN - Sorularınız bitti mi?
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Tamam yani gülümsemeye ihtiyacımız yok, hizmetçilik yapmaya hiç aday değiliz. Bir kere, bu kamu spotunun acele kaldırılması gerekiyor.