KOMİSYON KONUŞMASI

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım ve bürokratlar; hoş geldiniz

Aslında arkadaşlarımız birçok konuyu dile getirdi fakat bu sorun alanlarıyla ilgili, bu Sayıştay raporları dışında, aslında 4 başlık dile getirsem... Biri, dış ticaret açığı konusu; ikincisi, bu iflaslar ve hukuksal olarak herkesin kaçtığı zorunlu olarak borçlanmaya böyle bir af gibi getirilen konkordato olayı; diğeri, karşılıksız çekler -bu verilerde var- ve bu KOBİ'lerle ilgili konulara değinmek istiyorum.

Aslında dış ticaret açığı dile getirildi. Son on ayda 23 milyardan fazla bir açık söz konusu ve bununla ilgili düzenlemeler düşünülmüş ama hiçbir zaman da hedefler tutturulamamış. Biz ilkokulda okuduğumuzda "yerli malı" diye bir düzenleme vardı ve o dönem evden bir şeyler getirirdik. Yerli malında en çok dile getirilen, o dönemde öğretmenlerin bize anlattıkları konu da şuydu: "Biz bunları getiriyoruz; yurt dışına gidiyor, işleniyor, tekrar bize satıyorlar." İşte, ham maddemiz... Ve aslında baktığımızda, bu dış ticaret açığında en fazla ihracat yine ham madde konusunda ortaya çıkmakta. İktidar "yerli ve millî", sizler "yerli ve millî" derken aslında ne oluyor? En çok da kara taşıtlarında -traktör, bisiklet gibi şeylerde- parça üretiyoruz, gönderiyoruz ve onları ithal ediyoruz; yani, bu ne biçim bir düzenleme, ne biçim bir ticaret, ne biçim bir yerlilik, ne biçim bir millîlik? Az önce arkadaşlarımızın söylediği "Turquality" diye marka şeyinde sermaye açısından Türk Ticaret Kanunu'na göre şirket kuruluyor -çünkü kanun burada- ama sermaye yabancı olsun, marka dışarıda satılsın. Yani, bunun neresi yerli ve millî? Yani, o zaman, herkes para verdiğinde -nasıl ki buraya getirildiğinde vatandaşlık, yurttaşlık parayla şey yapılıyorsa- demek ki kimi şeyleri tümüyle... Nasıl ki eğitimde, sağlıkta işletme mantalitesiyle düşünüyorsak, şirket mantalitesiyle düşünüyorsak aslında ticarette de hiçbir zaman gerçek üreticiyi düşünmüyoruz, tüketiciyi düşünmüyoruz. Bunlarla ilgili konuya değinmek istiyorum, bir.

Krizle beraber iflaslar artarken, aslında en büyük problemlerden birisi de karşılıksız çek. Çek normalde nakit gibi bir şeydir ama Türkiye'de aslında ticarette çek bir nevi vade için de düzenlenmekte, vade için de kullanılmakta. Ve ne oldu? 2016'da bu karşılıksız çeklerde sayılar filan çıkarken bunlarla ilgili bir düzenleme yapıldı. İşte, cezaevi olsun, hapis cezası olsun. Peki, sizin açıkladığınız rakamlarda ve bizim araştırmalarımızda ne oldu? 2018'de 332 bin kişinin yaklaşık 17 milyara yakın bir karşılıksız çeki var. Peki, 2019'un ilk dokuz ayında ne oldu? Ve "Kriz yok. Üstesinden gelinecek. Martta bitecek, yeni sayfa açılıyor, bahar geliyor." deniyor. Ve bununla ilgili sabahtan beri konuştuğumuzda "Teröristsiniz, hainsiniz, dış mihrakların şeyisiniz." deniyor. Ne oldu? 22 milyara çıktı ve sayı 456 bin. Bu daha ilk dokuz ay ve bu devam ediyor.

Peki bir diğeri: KOBİ, aslında Türkiye'de örnek bir şey ve normalde herkesin benimsediği bir şey. KOBİ'ler ne oldu? Boyuna iflas ediyor ve KOBİ bir taraftan yerelde istihdam alanını yaratırken boyuna işsizlik artıyor. Türkiye zaten şu anda OECD ülkeleri arasında en fazla genç işsizliğinin, kadın işsizliğinin olduğu bir yere dönüştü ve bu KOBİ'lerin kapanmasıyla ciddi sıkıntılarla karşı karşıyalar. İstihdam azaldığı gibi ve bunların, KOBİ'lerin en büyük problemleri kredilerini ödeyemiyorlar, takipteler. Nasıl ki karşılıksız çeki söyledim, keşke senetlerle ilgili bir çalışma yapılsa. Senetlerin ne kadarı geri dönüyor? Ve ne oluyor? 2018'de 5,5 milyar dolara yakın bir para var, 2019'da 9 milyar doları geçti bu. Peki, Batman'da görüştüm ben -ben Batman Vekiliyim- diyor ki: "Bir taraftan biz kredileri ödeyemiyoruz, çekleri ödeyemiyoruz." Ve en büyük problemlerden birisi de ne biliyor musunuz: Bankalar takip ederken, faiz çalıştırırken sicil affı getirmiyorlar, yeni bir düzenleme yapmıyorlar, çek alamıyorlar, kredi çekemiyorlar. Bu bir nevi "KOBİ'yi kapatın, insanlar işsiz kalsın." demek. Siz bunlarla ilgili düzenleme yapamazsanız, ticaret kurallarını kollamazsanız üreticiyi de bitirirsiniz, tüketiciyi de bitirirsiniz ve desteklemezsiniz, o zaman yerli ve millîlik dışa bağımlılığa dönüşür ve bir taraftan da işsizlik artar. Aslında bunlarla ilgili bir an önce düzenleme yapılması lazım.

Bir diğer konu: Mesela bir taraftan da ithalat dışında biz diyoruz ki: Yabancı sermaye gelsin. İşte, çok büyük bir spekülasyondu. Neydi? İşte, "Yerli otomobil çıkacak, üretiliyor, başladı." filan olmadı. Bir taraftan da dışarıdaki otomobil üreticilerine "Gelin Türkiye'de..." Ve ne dedik onlara? Öyle bir kolaylık ki işte geldiler, Manisa'da Volkswagen yatırım yapacaktı ve 400 bin araç kapasiteli yüzde 15 muafiyet tanıdık. Gümrük vergisinden muaf araç getirebilecek. 400 bin üreten -yüzde 15 dediğinizde- 60 bin lüks araç getirecek, gümrük vergisi vermeyecek ve onu bir de bize satacak. Yani bir taraftan hem kolaylık sağlanıyor, ortam yaratılıyor. Biz bunu çevre problemlerinde de konuşmuştuk. Almanya kendisinde dizel araç üretiminde çevre açısından, ekoloji açısından düzenleme yaparken onlara biz kolaylık sağladığımız gibi ortam yaratıyoruz. Ve artı ne oldu? Biz Suriye'yle ilgili, Suriye'nin kuzeydoğusundaki yaşamla ilgili, savaşla ilgili konuştuğumuzda kıyamet kopuyor, Almanya'da kıyamet koptuğu için yatırım durdu. Ve ne dediler: "Türkiye'deki gelişmeler sıkıntıda olduğu için." Ve buna benzer birçok konu şey...

Şimdi, Rekabet Kurumu burada, Sayın Başkan burada. Sayın Başkana şunu söylemek istiyorum: Dün de konuştuk. Bu şehir hastaneleri gerçekten efsaneye dönüştü. Sayın Başkan, bir taraftan Rekabet Kurumu aslında tekelleşmeyi önlemek... Ama Türkiye'de sadece siyasette değil, ekonomide değil her alanda tekelleşme var, her alanda tekçilik var. Adana'daki şehir hastanesi ile Elâzığ'daki şehir hastanesinin çamaşır hizmetlerine verdiği fiyat farkını biliyor musunuz siz? Gerçi sözleşmeyi hiçbir kamu kurumu bilmiyor. Hastanedeki yemeğin Adana'daki kişi başı fiyatı ile Ankara'daki fiyatını siz biliyor musunuz? Kimi yerde yüzde 800 fark var, yüzde 800. Bu kimin cebinden çıkıyor? Bizim cebimizden çıkıyor. Rekabet Kurumu başka esnaf, küçük şeyi denetlerken niye bunları düşünmüyor, niye bunlara el atmıyor?

Sadece o mu? Tıbbi atık toplama. Kimi yerde yerel yönetimler aracılığıyla yapılıyor, kimi yerde özel şirketlerle yapılıyor. Yine o kadar bir fark var. Yani şehir hastanesi zaten bir dipsiz kuyu, bilinmeyen bir şey. Siz hiç bunları araştırmazsanız, rekabet yaratmazsanız siz tekelleşmenin önünü açarsınız. Siz rekabeti değil, resmen bunlarla baş edebilecek mekanizmaları durduran bir kuruma dönüşürsünüz. Bu da tümüyle sizin ve bizim hepimiz için bir tıkaç görevini görmektedir. Aslında mevcut yapının bunu önlemesi lazım.

Ve -sizin arkanızda herhâlde oturuyor- Reklam Kurulu. Ya bu tüketiciyi bir taraftan da ticareti koruması lazım. Bu uydudan yayınlanan televizyonlardaki o reklamları izlediğinde insan ürküyor yani gerçekten bu, bizim ülkemiz için büyük bir ayıp, Türkiye'de yaşayan herkes için büyük bir ayıp.

Bir diğer konu: Bu ilaç satıcılarıyla ilgili, ilaç ve tıbbi cihazla ilgili çünkü savaş sanayisinden sonra dünyadaki en büyük ve kirli olan ilaç ve tıbbi cihaz boyutudur. Bunu şişiriyorlar, abartıyorlar, kullandırtabiliyorlar, bir sağlık çalışanı, hekim olarak söylüyorum. Bunların rekabete aykırı düzenlemeleriyle ilgili herhangi bir uygulamanız var mı, araştırma yaptınız mı? Nitekim sizin Türk Eczacıları Birliğiyle ilgili bir süreniz oldu, ondan sonra bu süreci derinlemesine analiz ettiniz mi? Bu şehir hastanelerinin tekelleşmesiyle ilgili herhangi bir girişiminiz oldu mu?

Yine Reklam Kurulu arkada. Arkadaşlar, hastaneler artık bir "dalak, karaciğer, gastroenteroloji" diyeceğine neredeyse böyle afişler asacaklar. Bunlarla ilgili düzenleme yapılması lazım ve korunması lazım.

Bitiriyorum Başkanım, herhâlde sürem de azalıyor.

Bir diğeri de kimyasal silahlarla ilgili. Kimyasal silah kullanımıyla ilgili -orada bu cümleyi biz arkadaşlarımızla tartıştık, biraz spekülasyona da girmesini istemiyorum çünkü bunlar "eşya" diye tanımlanıyor gümrükte- 145 firmaya ithalat izni verilmiş. Bu çimentoda da kullanılabilir, ilaçta da kullanılabilir, olabilir. Fakat arkadaşlar Rusya'daki ateşkes sürecini izleyen bir korgeneral diyor ki: "El Nusra'da 2 varil kimyasal yakaladık." Şimdi bu ne ilişki filan değildir? Sayın Millî Savunma Bakanı da bundan söz etti. Bir şeyin ithalatına, hele hele bu tür şeylerin ithalatına izin verildiğinde kontrol edilmesi lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Bitiriyorum Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Bunun denetlenmesi lazım. Gerçekten ben merak ediyorum: Hangi ülkelerden ithal ediliyor, hangi firmalar ithal ediyor? Bu 145 firma yeni mi kuruldu ve nerelere gönderiyorlar? Ne tür ürünler? Çünkü bu, krem de olabilir. Siz bir yere izin verirsiniz, mevzuatı yerine getirir ama bu mevzuat sonrası bu firmaları, 145 firmayı sizin gerçekten üretimle beraber kendi imalatını bir analiz etmeniz lazım, "Gerçek anlamda kullanılmış mı, piyasaya sürülmüş mü hangi ülkeden getiriyor, hangi ülkeye veriyor?" diye. Bunları yapmadığımızda bir yığın spekülasyon ve önümüze sıkıntılar çıkabiliyor.

Bir diğeri de -aslında bu da önemli bir konu- Türkiye'de bu azınlıklar meselesi, mevzuatlarda var ve son dönemde aslında -dün de konuştuk, başka dönemlerde de bu sorun dile getiriliyor- yurt dışına giden, belki de Türkiye vatandaşlığından da çıkmış insanlar gerçekten bu ülkeye, Anadolu'ya hasret duyuyorlar ve farklı inançta olanlar -işte Rumlar var, Mardin'de Süryaniler var- geri dönmek istiyorlar ve geri dönüşleri için sürekli bir kolaylaştırma ve çağrı da yapılıyor televizyonlarda: "Dönün, gelin, yatırım yapın." diye ama geldiklerinde hiçbir düzenleme yok bunlarla ilgili. Bunların ticaretle ilgili açabilecekleri bir ortam, özendirme, bunlarla ilgili hiçbir düzenleme yok. Tam tersine bu vatandaşlar, Mardin Midyat'ın bir köyünde... Benim bildiğim Avrupa'da çok ünlü bir pizzacıyla -yani orada çalışan birisi pizza üretiyor köyde- onunla konuştuğumda ciddi sıkıntılar yaşıyor ve bir Süryani olarak buraya dönmek istediğinde gerek pizzayla ilgili gerek şarap üretimiyle ilgili -çünkü orada geniş bağlar da var- bunlarla ilgili dönüşlerinin kalıcı olması için ticaretlerinin kalıcı olması için herhangi bir program yok.

Bu Helal Akreditasyonla ilgili söylersem, "HAK" diye tanımlanmış ismi. Ya, okudum, bir daha okudum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Önümüzdeki yıl bütçesini artırmayı düşünüyor. Ya, hiçbir işlem görmedim yurt dışında bir temsilcilik açma gibi, en azından herhangi bir izin verdiği, ruhsat verdiği kurum yok ne "web" sayfasında ne açıklamasında. Yani keşke burada sizin sunumunuzda sabah olsa. Ya, bu kurum bir yıl boyunca ne yapmış? Evet, insan kaynakları maaşını almış, yeni kurum masa almış, sandalye yapmış. Peki ne yapmış, oturmuş bir yıl ne yapmış? En azından bizim önümüze bir projeksiyon sunardı. "HAK" deyip haksızlık yapan bir kuruma dönüşüyorsa ya bunun helallikle ilişkisi yok, tümüyle haram ve günaha dönüşür çünkü hepimizin bütçesinden ayrılmış buna ve bu kurumun düzenlenmesi lazım. Hele hele "hak" deyince "helal" deyince sadece böyle hayvan etiyle değil, genetiğiyle oynanmış gıdalarla, genetiği değiştirilmiş gıdalarla, GDO'lu gıdalarla dünya büyük bir problem yaşarken biz Türkiye'yi bu kirlilik ortamına mahkûm etmemeliyiz. Sonra "Niye hastalıklar arttı, niye böyle dönüştük?" Buradan çıkmalıyız. Sayın Başkan, bunlarla ilgili, GDO'lu çalışmalarla ilgili bir araştırmanız var mı? Bir yıldır siz 3 milyona yakın para harcamışsınız. Sayın Bakanım, bu yapılmamışsa bu yerinde bir işlem değildir. Bir bütçe hazırlanırken önce önlemek, korumak -tırnak içinde- "yerlilik, millîlik" deniyorsa burada yaşayan tüm insanları korumak lazım, geleceği korumak lazım ama tekelleşip "Her şeyi ben bilirim, ben istediğim gibi yaparım." dersek "Ben denetlenemem, ben en iyi karar alıcıyım." dersek bu bütçe ne hak olur ne helal olur ve işçiye, memura, öğrenciye, çiftçiye, köylüye, hepimize haksızlık olur.

Teşekkür ediyorum.