KOMİSYON KONUŞMASI

Sayın Demirel, buyurun.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Teşekkür ediyorum herkese, fikir paylaşanlara ama önce sanıyorum kendi eksiğimizi kendimiz konuşsak daha iyi olur.

Birincisi "Rönesanslar sınırlama tanımaz." Sayın İsmet Uçma'nın -galiba kendileri yok ama- "Rönesans'ta zaman olmaz." Bu Komisyonunsa çok çok kısa bir zamanı var. Zamanla sınırlanmış olaylara "proje" diyoruz. Rönesans bir proje değil bir toplumsal dönüşümdü.

İkincisi, eğer bir şey çalışılacaksa, bu Mecliste 1995 yılından beri sanıyorum bir Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu var. Yalnızca bir kanun kendisine dolaylı ya da direkt geldiğinde toplanacağına sürekli çalışsa zaten bu tür alt komisyonlara gerek kalmaz. Yani elimizde hem bir fırsat var hem de kullanmayan bir Meclis yapımız var. Daha acısı, ben az önce bir milletvekili arkadaşımız dile getirince fark ettim ki bu Mecliste şiddetle ilgili bir çalışma yaptınız siz ilk yasama döneminde, bundan haberdar olmayan milletvekillerimiz var, onu fark ettim bu masada. Dolayısıyla, biz, kendi içimizde hem Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun, belki adı değiştirilebilir, toplumsal cinsiyet, işte, vesaire, hem o komisyonu çok atıl kullanan bir Meclisiz hem yapılmış çalışmaların bilgilendirmesini yapamayan, paylaşamayan haberdar olmayan bir Meclisiz. Bir de, bir buçuk, iki aylık çalışacak bir komisyondan Rönesans bekliyoruz. Şimdi, bütün olmazlar bir arada. Dolayısıyla belki çok özetle bir şeyleri söylemek lazım.

Mesela, bu Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü adına hazırlanmış bir metin var elimizde. Aynen cümleyi okuyorum size, neden yol alamadığımızın göstergesi: "Şiddeti engellemek başlığı altında şiddete maruz kalındığında yapılması gerekenler." diyor. Şiddeti engellemek için şiddete maruz kalındığında yapılması gerekenleri anlatırsa bizim Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz bence zaten yapmasın daha iyi çünkü şunun için söylüyorum, toptancılık adına değil. İş yapmış olmak için yapan bir kamusal hayatımız var. Az önce saydığım sebeplerle Meclis de bunun örneği. Daha birinci sayfasında onu görünce ben bunu ne yapıyorum? Kaldırıyorum, koyuyorum. Çünkü diyorum ki yani bunu yazabiliyorsa bu koca Genel Müdürlük başka bir şey yapmasın deyip kapatıveriyorsunuz.

Sonra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bize bir not iletiyor ve bunu yıllardır yapıyor ve ben yıllardır aynı uyarıyı hep yapıyorum ki Sayın Güzel'in söyleminde de vardı aynı eksiklik. Dünya hiçbir zaman biz bugün var oldu dediğimizde var olmuyor, dünyanın kendine ait bir "backgraund"u var. Temel mevzuat dediğiniz anda Türkiye Cumhuriyeti tarihinin mevzuatıdır gündemdeki, CEDAW'ın imzalanmış olmasının bir realite olduğunu -1985'tir sanıyorum, tarih de veririm ben size- 14 Ekim 1985'te imzalandığını, Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası imzaladığı sayılı kanunlardan olduğunu, bunun şu anda da Anayasa'nın 90'ıncı maddesine göre bir hüküm olarak yürürlükte bulunduğunu; kimin kabul ettiği önemli değil, bu Türkiye Cumhuriyeti'nin envanterinde var, mevzuatımızda var. Dolayısıyla CEDAW Türkiye'de yokmuş gibi davranmak çok doğru değil. Zaten sanıyorum işte bu "puzzle"ı bütün tutmamamızdan ötürü resmi tamamlayamıyoruz.

CEDAW'ı çok da küçümsememek gerekir çünkü CEDAW'a dair başka bir atıfta daha bulunacağım. Sene 1985'te biz CEDAW'ı kabul ediyoruz, onun öncesi var. İşte, ilk Türkiye'de imza atıyor, geliyor, burada Mecliste konuşuluyor, Resmî Gazete'de yayımlanıyor filan. İnsan Hakları Komisyonumuzsa şiddetle ilgili kadın konusunda Türkiye çalışmalarını 1987'den başlatıyor, raporunuz öyle. Şimdi, bunu 1987'den başlatırsanız... "Duygu Asena" diye bir hanımı hepimiz hatırlıyoruz, "Kadının Adı Yok." Bu kitaplar niye yazıldı? 1987'de eylemler başladıysa ya da hani "Sofradaki yeri öküzden sonra gelen kadın." eleştirileri niye yapıldı bu ülkede? Demek ki bu ülkede bunun farkında olanlar vardı, bunu söyleyenler vardı ama biz eğer bazı şeyleri kendi söylediğimiz anda var olduğunu düşünürsek bu çok doğru bir şey olmuyor. Yani mevzuatı da kendimizce kesip bir yerinden alırsak ya da tarihsel süreci kendi anekdotlarımızla var edersek bunlar bilimsel veya yarınlarda referans alınabilecek yazılar olmaz, yalnızca yazılmış bir grup kâğıt olur. Değersiz işte tam da budur. Hani jandarmanın tutanağı değersiz demek değil ama bunlar değersiz olur. Siz şiddeti engellemek için şiddete maruz kaldığında ne yapıldığını anlatıyorsanız, Türkiye Cumhuriyeti'nde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi, hem ekonomik hem personel gücü olarak güçlü bir bakanlık CEDAW'ı yok sayıyorsa veya İnsan Hakları Komisyonu koca Mecliste çalıştığında 1987'den takvimi başlatıyorsa burada ciddi bir problematik, düşünsel yapı var. O yüzden de burada, Değerli Hocam, Rönesans filan olmaz. Siz bu kısmı kaçırdınız, son cümle sizeydi. Ama, malum, rahmetli Erbakan'ın bir lafı var "Büyük hayal kuracaksınız. Hayal kurmak inanmayı gerektirir, inanırsanız her şey olur." diye. O rahmetli jenerasyon çok değerli bir jenerasyon ama sonrasındaki bizler herhâlde aynı değeri olaylara veremiyoruz. Mesela, Meclis pratiğinde de en çok eleştirilen konu budur. Sanki yasa hukukçular tarafından yapılır gibi bir mantıkla "Hukuk fakültelerine ders konsun." Hayhay. Hukuk fakültelerine ders koyduğunuzda şu oluyor: Şiddete uğrayan kadını savunma pratiğini konuşuyorlar, aynı Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğünün mantığında olduğu gibi ama karakola giden vatandaşın iletişim kuramadığı polis kim? Tam da Hükûmetin yeni değiştirdiği, polis eğitimleriyle ilgili şey var, tasarı, teklif, yakında gelecek. Hepsi yol olacak bunların, hukuk fakültesi dışından bir sürü polisimiz olacak, farklı farklı üniversitelerden. Dolayısıyla, bizim neyi nereden aldığımıza bağlı bunlar. Ve o Brezilya örneği belki futbol üzerinden iyi ama sanıyorum Makedonya üzerinden bir örnek verdiniz, "Erkek Adam Kadına Vurmaz" diye bir sloganı öne çıkardınız yani onlar çıkarmış, siz de raporunuza alarak bunu değerli kılmışsınız. Bizde şöyle bir laf var, işte bu Tanzimat, meşrutiyet zamanlarında "Gâvura 'gâvur' demek yasaklanmıştır." diye. Şimdi "Gâvura 'gâvur' demek yasaklanmış." gibi bir şey bu "Erkek Adam Kadına Vurmaz" Yani, erkek adamsa kadına vurmaz. Kadın ne peki? Yine bir eril dil, yine bir cinsiyetçi vurgu ve bunu bizim İnsan Hakları Komisyonumuz da raporuna alıp üste çıkarabiliyor, bir başlık hâlinde sunabiliyor.

Açıkçası çok özür dileyerek söylemem gerekir ki ümitvar değilim çünkü süresi tanımlanmış bir olay. Zaten Komisyon üyelerine de bir çeşit şiddettir "Siz hemen oturun, şunu çıkarın." diye. Ben Meclis pratiğinde hep şunu gördüm: "8 Mart öncesi kanun çıksın, 25 Kasımdan önce sözleşme imzalansın." İşte, efendim "Aralığın 3'ü geliyorsa engellilerle ilgili bir kanun yapalım, Beyaz Baston Körler Haftası geliyor ocak ayında, bir etkinlik yapalım." Bu, takvimle yarışan hayat, modernite belki budur, bir koşturma, bir zamanla yarış ama Türkiye Büyük Millet Meclisiyse burası yapılması gereken, millet adına, memleket adına hizmettir. Dolayısıyla, bizim elimizde yeterli şey var aslında, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu. Yasa görüşme dışında toplanıp bu konuları konuşsaydık... Ki birçoğumuz o Komisyon üyesi olduk veya halihazırda öyleyiz, hiçbir şey yapılmadı. Bu Komisyon aslında aktif çalıştırılsa Türkiye için bu konularda üretebileceği çok şey var. Bir kurumun adını bakanlık diye koyduktan sonra bu bakanlık hâlâ bu tür notlar getiriyorsa -ki hakikaten ben dört yıldır aynı nota hep aynı çekinceyi koyuyorum CEDAW'ı reddedemezsiniz diye- ve notuna da "Şiddeti önlemek için şiddete maruz kalacaklar nereyi arayacak?" diye not yazıyorsa, Hocam tekrar söylüyorum, Rönesans değil bizim taş devrine dönmemiz gerekir. Ayrıca, siz erkekleri biz kandırmışsak bu zekâmızın göstergesidir, hiç küçümsemeyiniz.

İSMET UÇMA (İstanbul) - Estağfurullah.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Çok teşekkür ediyorum.