KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Değerli Bakan ve bürokratları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu sabah bir hırsızlık haberiyle güne başladık, uyandık. İdil, Peri, Yenişehir ve Hazro'ya yeni kayyumlar atandı. Kayyumlar yalnızca halkın siyasetle olan ilişkisini dinamitlemekle kalmıyor, demokratik bir nizamın temelini yok etmekle kalmıyor, aynı zamanda halkın kendi iaşesini sağlamak noktasında tarımla kurduğu ilişkiyi de dinamitliyor.

3 bin köyün yakıldığı, 17 binden fazla faili meçhulün yaşandığı o dönemlerde takdir edersiniz ki Kürtlerin yoğun yaşadığı illerden, Kürt illerinden batıya yoğun bir taşınma, yoğun bir akış meydana geldi. Bu insanlar bir biçimde hayata tutunmaya çalıştılar. Ağırlıklı olarak inşaat sektöründe iş bulmaya çalıştılar. Bulamayanlar da başka hizmet sektörlerinde kendilerini var etmeye başladılar.

Son yıllarda bölgedeki belediyeleri alan HDP, bölgede kentten kırsala yeniden dönüş amaçlı bazı projeler başlattı. Bu çerçevede de oluşturmaya başladığı kooperatiflerle büyük kentlerde çok zor koşullarda yaşayan insanların tekrar köylerine dönmesi, tekrar tarımsal faaliyetlere başlaması noktasında da ön açıcı oldu. Belki HDP bunu başından sonuna bizatihi örgütlemedi ama belediyenin vermiş olduğu imkânları da kullanmak suretiyle, gerek makine parkı desteği gerekse tarım arazisi desteği gibi birtakım destekleri oluşturmak suretiyle insanların yeniden aşa, işe kavuşmasına sebep oldu. Şu anda yanlış saymamışsam 18 belediyemize kayyum atandı, bu şekilde burada daha önceden yaşamış olan ve köylerinin yakılması nedeniyle büyük kentlere gitmiş olan insanların bir kısmı geri gelmeye, tarımla uğraşmaya, bitki tarımı ya da hayvancılık yapmaya tekrar başladı. Fakat bugün 4 ilçemize daha atanan kayyumla birlikte bundan önceki 14'ü de hesaba katarsanız; kayyum, geldiği hemen her yerde belediyenin her türlü sosyal projesini tasfiye ettiği gibi, tarım alanında yaptığı projeleri de bir bir tasfiye ediyor. Özellikle kooperatifler, kadın kooperatifleri, üretici kooperatifleri, tarım satış kooperatifleri çerçevesinde başlatmış olduğu çalışmaların tümü kayyum tarafından "terör faaliyeti" olarak yaftalanmak suretiyle tasfiye ediliyor.

Bu insanlar zaten bir mağduriyet yaşayarak büyük kentlere göçtüler. Üç beş kuruşa tekrar kavuşabilmek, yeniden iaşelerini sürdürebilmek için kendi köylerine geldiler. Şu ana kadar yerel yönetimimize atanan hiçbir kayyumun ne hukuki ne etik açıdan, siyasi açıdan bir zemini var. Bu tam anlamıyla HDP belediyelerini yok etme ve tasfiye etme politikası olarak işliyor. Şimdi size soruyorum: Bu insanlar ne yapsınlar? Düşünün, HDP 6 milyondan fazla oy alan bir parti. 6 milyondan fazla oy alan bir partinin hitap ettiği kesimin 18-20 milyona yakın olduğunu tahmin etmek güç değil. Siz bir ülkenin demografisinden 18-20 milyonu, 81 milyon olan ülkemizin demografisinden 18-20 milyonu çıkardığınızda, bunların günlük iaşe biçimlerini, üretim biçimlerini, tarımla kurdukları ilişkiyi ortadan kaldırdığınızda o memlekette tarımın, hayvancılığın ve tarımın diğer sektörlerinin düzelmesi, bir düzene gelmesi, en azından muasır medeniyetler seviyesine çıkması mümkün mü değerli arkadaşlar? İşte, aslında kayyumun yaptığı şey, bu 6 milyon oy alan partinin siyasi iradesini yok sayarak onun seçmenlerinin iradesini yok sayma ve onların kendi geleceklerini tayin etmeleri hakkında, ülkenin geleceğinde söz sahibi olma hakkında atacakları bütün adımları dinamitlediği için bu, ülkemiz tarımı açısından da muazzam bir engel.

Bakın, geçen seneki bütçede ağırlıklı olarak vurgularımız özellikle yayla yasağı ve güvenlik operasyonları sonucunda meydana gelen orman yangınlarıydı.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - O ormanları da işte o saydığın...

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Müdahale etmeyin, müdahale etmeyin.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Doğru söylüyor, söylemesin mi?

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Ormanları onlar yakıyor.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Ya, bırak ya!

BAŞKAN - Arkadaşlar...

RIDVAN TURAN (Mersin) - O güzel fikirlerinizi daha sonra söz alarak kullanabilirsiniz yani buna hiç engel yok.

Şimdi ise evet, yine yayla yasakları sürüyor, yine hayvancılık noktasında Kürt illerinde yoğun bir problem var.

BAŞKAN - Sayın Turan, şimdi "Kürtlerin yoğun yaşadığı iller" ifadesini kullanabilirsiniz.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Onu da kullanıyorum Başkan.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Öyle dedi zaten ilk başta.

MUSTAFA BAKİ ERSOY (Kayseri) - Yanında oturuyorsunuz Sayın Paylan, öyle demedi.

BAŞKAN - Bakın, dili, dini, ırkı, etnik yapısı ne olursa olsun 82 milyon vatandaşımız Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Hele hele bir ile "Kürt ili" diyemezsiniz, böyle bir ifadeyi kullanamazsınız.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Başkanım, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda...

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, ilk açıklamasında öyle dedi zaten.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Öyle de söyledim, öyle de söyledim.

BAŞKAN - Lütfen düzeltelim.

Buyurun.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Ağaca takılıp ormanı görmezden gelmeyin arkadaşlar, esas mesele orman meselesi yani geri planında ben başka bir şey anlatıyorum, burada takıldığınız şey başka bir şey. Her neyse, her neyse...

Daha önce yayla yasaklarıydı ağırlıklı olarak. Şimdi gelinen noktada aynı zamanda kayyum politikalarının bölgedeki tarıma verdiği zararı konuşuyoruz. Bu mesele böyle gittiği sürece, neredeyse üçte 1'e hitap eden bir nüfusun üretimden bu kadar koparıldığı bir yerde takdir edersiniz ki tarımın da diğer alanların da kalkınması mümkün değil.

Gelelim diğer konumuza. Şimdi, Sayıştay raporu, evet, burada konuşulmadı fakat bir taraftan Sayın Bakanın yaptığı sunum son derece rakamlara boğulmuş bir sunumdu. Şurada şu rakam bu oldu, burada bu oldu... Teknik terimlere ve rakamlara boğulmuş bir sunum yaparken bunun içerisinde rakamları konuşmak istiyoruz diye ifade ettiğimiz Sayıştay raporunun konuşulmasının bir usul meselesi olarak görülüyor olması büyük bir eksiklik. Bu bir usul meselesi falan değil, bu esastan bir mesele. Biz eğer tarımı konuşacaksak, bütçe hakkımız varsa, bunu millet adına kullanıyorsak ve Sayıştay da bu hakkı kullanmanın olmazsa olmaz taraflarından bir tanesiyse hiç kuşku yok ki burada Sayıştay raporunun konuşulması gerekiyordu. Yaşamın ironisi gerçekten fazla, bir taraftan bu kadar rakam konuşup diğer taraftan Sayıştayın rakamlarını konuşmamak enteresan. Kaldı ki bütçede rakamlar bol ama bütçede emek yok. Örneğin, mevsimlik tarım işçileri yok, tarımda kadının pozisyonu yok, ekoloji yok; varsa yoksa daha fazla kâr, daha fazla rant üzerine kurulmuş bir bütçeyi Sayıştay rakamları olmadan konuşuyoruz. Bunun kabul edilebilir bir tarafının olmadığını takdir edersiniz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de tarımın, tabii, çok boyutlu problemleri var. Bu problemleri hep beraber konuşuyoruz. Aslında konuşurken de bir süreçten bahsediyoruz yani biz bugün AKP politikalarını eleştirirken bunun bir öncesi var. Özellikle 1970'li yıllardan bugüne kadar gelen ve 1980'lerle birlikte 12 Eylül askerî darbesiyle birlikte ve 24 Ocak kararlarıyla beraber, tarımın idam fermanının imzalandığı o günlerden bugünlere Türkiye tarımı ne yazık ki uluslararası tarım tekellerinin yönlendiriciliği altında kaldı. Uluslararası tarım tekelleri bizim gıda egemenliğimizi elimizden aldı, gıda güvenliğimizi elimizden aldı. Türkiye çiftçisi uluslararası tarım tekellerinin karşısında örgütsüz kaldı, yalnız kaldı. Burada kuşkusuz kabahatin hepsi AKP'de değildir; bu noktaya gelene kadar, AKP iktidarına gelene kadar, 1980'den bu yana uygulanan neoliberal tarım politikaları zaten önemli ölçüde çiftçiyi yalnızlaştıran bir hüviyet edindi. Bugün, ortalama çiftçi yaşı 50'lerin üzerine çıkmış durumda. Takdir edersiniz ki 50 yaşın üzerine çıkmış çiftçilerin üretim potansiyellerinin gençler kadar güçlü olmayacağı bir vakıadır. Bunun böyle olmasının en önemli sebebi de çiftçinin yaşadığı yalnızlaşmadır, kırsal kesimin tasfiyesidir. Kırsalın tasfiyesiyle birlikte başlayan o sürecin nihayetinde, bir yaş faktörü olarak üretmekte zorlanan bir kesime tarımın bırakılmış olması, emanet edilmiş olmasıdır.

Bakın, Türkiye'de 24 Ocak Kararlarından sonra çiftçi ile devlet arasındaki bağın kopmasının 6 önemli temel sebebi var. Bu 6 temel sebepten biri bazı genel müdürlüklerin kapatılması. Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü, Gıda Kalite Kontrol Genel Müdürlüğü, Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü, Toprak Su Genel Müdürlüğünün kapatılmasıyla birlikte aslında çiftçinin devletin sırtını dayayacağı teknik destek, bilimsel destek başta olmak üzere pek çok konuda destek alabileceği imkânlar tamamen ortadan kalkmış oldu. AKP'nin bunun üzerine diktiği tüy ise şuydu: Özellikle örgütsüzleşmiş ve yalnız bırakılmış çiftçi AKP'nin tohum politikasıyla, 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu'yla birlikte ortadan kalktı.

Biz çiftçiyi kendi tohumunu üretebilen, kendi ürününü yetiştirebilen insanlar olarak tarif ederiz. Tohum üretemeyen çiftçi ancak ve ancak tarla bekçisidir değerli arkadaşlar. Bunun hemen ardından gelen Büyükşehir Belediyesi Yasası'yla birlikte ise yerel yönetimler, kırsal alan bir anda tasfiye edildi ve bunun sonucunda da devasa bir boşlukla tarımın tabutuna son çivinin çakılmasıyla karşı karşıya kaldık. Bu da AKP'ye nasip oldu.

Geçen seneye ilişkin fiyatlar dikkate alındığında, örneğin sarımsak fiyatında yüzde 177, konservelerde yüzde 40,3; kuru fasulyede yüzde 37 gibi devasa fiyat artışlarıyla karşı karşıya kaldık. 2019 tarım desteklerinde geçen yıla göre birçok kalemde artış yapılmadı, dekar başına tahıl ürünleri için 27 lira, baklagiller için 26 lira, tane mısır için 29 lira, pamuk için 66 lira destek verildi. Gıda fiyatlarında keza, yine 2003 yılından bu yana yani son on altı yıldaki en yüksek seviyeye ulaşmış olduk.

Gübre fiyatları olağanüstü arttı, ki çiftçinin en fazla mağdur olduğu noktalardan bir tanesi budur. En pahalı DAP gübresi ve fazla kullanılan gübre çeşitleri kıyaslanırsa rekor fiyat artışı karşımıza çıktı. Yüzde 21 azot içeren gübre 2002'den bu yana yüzde 950; DAP yüzde 1.030 oranında değer kazandı, pahalılaştı. EPDK'nin verilerine göre mazot 3 kat arttı.

Artan girdi maliyetleri çiftçinin alım gücünü azalttı, rekoltede zayıflık ve makro görünümde bozulmalar meydana geldi. Buna mukabil olarak da traktör satışında yüzde 34 bir daralma söz konusu oldu.

Yine kuru soğanda gümrük vergileri geçen sene itibarıyla, dönemsel olarak sıfırlandı; arpa, mısır, pirinç ve kuru baklagiller için gümrük ithalatı sıfırlandı. Bunların hepsi şunu gösteriyor: Burada fiyatı regüle etmek amacıyla ithalat bir silah olarak kullanıldığı sürece, olan Türkiye'deki çiftçilere oluyor. Oysa regülasyonu yapması gereken kurumlar az önce sözünü ettiğim kurumlardır, piyasayı bunlar dengelerler, bunlar düzenlerler. Bunların olmadığı yerde siz ithalatı bir tür silah olarak kullanırsanız Türkiye tarımının bundan kurtulması ne yazık ki mümkün değil.

Yine çiftçi çok yoğun bir biçimde tarımsal kredilerde takibe düşmeye başladı. BDDK'ye göre üç yıllık tarımsal kredilerde takibe düşme oranı yüzde 2'den yüzde 4,34'e yükseldi.

Üretim ayağına bakınca da buğday üretiminin ithalatı bu yılın sekiz ayında geçen yıla göre yüzde 53 artırılmış durumda. Yine ayçiçeğinde de yüzde 51, mısırda da yüzde 40 oranında bu ithalat artmış durumda. Türkiye'nin Ukrayna'ya ihraç ettiği 38 bin ton domates geri gönderildi. Yine Rusya'ya ihraç ettiğimiz çilek geri gönderildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - İlave süre veriyorum, lütfen tamamlayın.

Buyurun.

İki dakika veriyorum.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Yine Afrin'de yoğun bir zeytin ağacı katliamı söz konusu oldu, oradaki çetecilerin el koyduğu zeytinyağının Türkiye'ye gönderilmesiyle birlikte hem Türkiye'de üretici zor durumda kaldı hem de uluslararası planda ciddi bir prestij kaybıyla karşı karşıya kaldık.

Tabii, dert çok fazla. Bunların her birini ayrı ayrı değerlendirmek ve konuşmak gerekli ama sonuçta bizi bir taraf olarak görüyorsunuz madem...

Son olarak Tarım Bakanlığının geçen yılın sonunda açıkladığı ankete bakarak sözlerimi bitirmiş olayım. Çiftçiler arasında yapılan bu ankete göre çiftçilerin 2.296'si bitkisel üretim gerçekleştiriyor, bu çiftçilerin 971'i ise hayvancılıkla uğraşıyor; yüzde 84,9'u akaryakıt fiyatlarının yüksek olmasını büyük sorun olarak görüyor, yüzde 94'ü gübre fiyatlarının yüksek olmasını büyük bir sorun olarak görüyor, yüzde 67,3'ü zirai ilaç fiyatlarının yüksek olmasını büyük bir sorun olarak görüyor. Çiftçilerin yüzde 87'si ürün fiyatlarının dalgalı olmasını büyük bir sorun olarak görüyor, yeni neslin tarımda çalışmak istememesini yine yüzde 82'si büyük bir sorun olarak görüyor, aracıların çok olmasını yüzde 70 civarı büyük bir sorun olarak görüyor. Yine, çiftçi örgütlerinin etkin olmamasını da yüzde 75 gibi bir kesim çiftçi büyük bir sorun olarak görüyor. Aynı ankette yine, mazot, gübre desteğinden memnuniyetsizlik oranı yüzde 82, fark ve prim desteğinden memnuniyetsizlik oranı da yüzde 71 durumda.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen tamamlayınız.

Buyurun.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Keza, süt üreticilerinin yüzde 77'si prim desteğinden memnun değil.

Şimdi değerli arkadaşlar, bu Tarım Bakanlığının yaptırmış olduğu anket, ben söylemiyorum bunu. Buradan da görülen şu ki: Biz havaya konuşmuyoruz, palavra konuşmuyoruz. Tarım Bakanlığının yaptırmış olduğu anket Türkiye çiftçisinin durumundan hoşnut olmadığını çok net bir biçimde bize gösteriyor. Bunun tek bir alternatifi var: Bunun gerçekleşebilmesi için Türkiye'de tarımın ayakları üzerine oturabilmesi için bir, uluslararası tarım tekellerinin Türkiye çiftçisi üzerindeki hegemonyasının ortadan kaldırılmasına ilişkin planlamaların yapılması gerekli ve küçük aile çiftçiliği ekseninde kooperatiflerin mutlaka kurulması gerekli, esas bu.

İkinci mesele: Kürt sorununun demokratik ve siyasi bir biçimde çözülmesi, üretilemeyen alanların üretime dâhil edilmesi, üretim dışına düşmüş olan kesimlerin de büyük bir hızla üretim içerisine çekilmesi lazım. Bu olduğunda üreten ürettiğinden memnun olduğunda, kazancından memnun olduğunda Türkiye'nin tarım problemlerinin de önemli ölçüde düzeleceğini tahmin etmek zor değildir.

Teşekkür ediyorum.