| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278 ) ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ve Sayıştay tezkereleri a)Dışişleri Bakanlığı b)Avrupa Birliği Başkanlığı c)Avrupa Birliği Bakanlığı ç)Türk Akreditasyon Kurumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 18 .11.2019 |
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Bakan, teşekkür ediyoruz, bizi bu saate kadar dinlediniz.
Aslında bizler, tabii, Dışişleri derken, sizler gittiğinizde Türkiye'nin bütün vizyonunu dışarıda tanıtan... Hatta Dışişleri aslında Türkiye'de protokolden sorumlu. Nedense aslında dışarıda konuşulan, sorular sorulara yanıtlar hazırlanırken içeride bunlar konuşulmuyor. Gerek kapalı kapılar ardında gerek basının huzurunda birçok konu dışarıda konuşuluyor ama içeride konuşulmuyor veya konuşulduğunda da bir hamasi nutukla üstü örtülmeye çalışılıyor, ihanetle suçlanabiliyor, çeşitli suçlamalar yapılabiliyor. Belki de içeride konuşmadığımız için sorunlar daha da büyüyor, dışarıda da soruya dönüşüyor, o yüzden önce içeride konuşmak lazım.
Şimdi, 16 sayfalık bir bütçe sunumu oldu, bize dağıtılan fotokopi de 16 sayfaydı. Ben inceledim, bir yerde "demokrasi" kelimesi geçmiyor, bir yerde "demokratik" kelimesi geçmiyor; demokratik mücadele, özellik, öncelik. "Kürt" kelimesi sadece Irak Kürdistan bölgesel yönetimiyle ilişkili "IKBY" diye geçmiş. Türkiye her gittiği yerde, kapalı kapılar ardında, açık yerlerde Kürt meselesi konuşulduğu hâlde 16 sayfada "Kürt" kelimesi geçmiyor. "Özgürlük" kelimesi bir yerde geçiyor, "insan hakları" kelimesi bir yerde geçiyor, Uygur Türkleriyle ilgili. "Barış" kelimesi özellikle Barış Pınarı vesilesiyle birçok yerde geçiyor. Peki, "IŞİD, DAEŞ veya DEAŞ" dediğimiz örgüt bir yerde geçiyor, o da onlarla ilgili kurulan koordinasyon kuruluyla ilgili. Aslında, bu, biraz -benim dediğim gibi- dışarıda çok sorulan şeyin içeride konuşulmaması, belki de içeride çok konuşmamız gereken konuların başında bu geliyor. Ne güzel, mesela arkadaşlarımız sundular, 31 Ekimde burada ara buluculuk konusunda dünyaya eğitimler veriliyor. Ara bulucunun amacı, şiddetsiz, insanlarla müzakere ederek sorunlarına çözüm bulması. Filipinler'e de Türkiye'ye bu konuda bir dönem öncülük yapmıştı, şu anda ne aşamada bilmiyorum, Türkiye kendi içinde de bunu denemişti. Aslında böyle bir kuruma İstanbul'da ev sahipliği yapan ve eğitim verenin kendi içinde de bunun öncülüğünü yapması lazım. Bizim son dönemdeki diplomasi dediğimiz süreç aslında şöyle bir şeye evrildi: Diploması sanki askerî bir söyleme dönüştü. Buradan Dışişlerinin uzaklaşması lazım, diplomatik dediğimiz, ara bulucu dediğimiz daha yapıcı söylemlere dönmesi lazım. Eğer biz bunu yapmazsak, bazı şeyleri açıkça konuşamazsak, Kürt dediğimizde, insan hakları dediğimizde, düşünce, ifade özgürlüğü dediğimizde, Ermeni dediğimizde, Kıbrıs dediğimizde, basın özgürlüğü dediğimizde, birçok suçlamayla karşı karşıya kaldığımızda ilerleyemeyiz.
Peki, dünyada Türkiye nasıl görünüyor? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurularda en çok yargılanan, ceza alan ülkelerin başında geliyor. Basın özgürlüğü konusunda Türkiye, en çok sıkıntı yaşayan, suçlanan ülkelerden birisi olarak geliyor, gerek basındaki sansür gerek cezaevinde olanlarla ilgili. Kıbrıs konusunda biz mesela çok üstten konuşuyoruz, sizin de açıklamalarınız var -ki Kıbrıs konusunda epey bir emek de var- ama biz biliyoruz ki Berlin'de Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin özel temsilciliği aracılığıyla hem Rum kesimi hem de KKTC adına bir görüşme yapılacak. Buna baktığımızda, Türkiye'nin bütün sıkıntılarıyla beraber, mesela emeklilerle ilgili bir endeks düzenlendi, emeklilerle ilgili endekste Türkiye diplere düştü ama dün EYT konusu konuşulurken "İskandinav ülkeleri battı." deniliyor, bugün keşke biz de onların düzeyinde olsak; demokrasi düzeyinde, ekonomi düzeyinde dünyaya örnek olan ülkeler.
Şimdi, Suriye meselesinde, siz konuşmanızda değindiniz, YPG'nin romantizmi konusunda birçok algı oluyor. Evet, YPG konusunda dünyada bu IŞİD barbarlığına ve Orta Doğu'daki şeye karşı böyle bir tavır gelişti fakat biz biliyoruz ki daha önce buna benzer görüşmeler oldu, ara buluculuklar oldu. Aslında bizim en büyük kara sınırımızda daha huzurlu bir ortamın yaratılması lazım ve Dışişlerine, hepimize bu konuda ciddi görevler düşüyor. Yani bir taraftan Bağdadi... Hatta Bağdadi'nin meğerse Türkiye'nin birçok yerinde akrabaları yaşıyor, nedense son günlerde yakalandı. Bununla ilgili hassasiyetler daha önce gösterilse belki daha da sağlıklı olabilirdi.
Şimdi, en büyük sorunlarımızdan birisi, aslında Türkiye'de güven meselesi. Her şeye güvenlikle baktığımızda olmuyor, biz birbirimize güvenebilirsek yarının inşasını çok rahat yapabiliriz ve o yüzden de barış için bizim yapacağımız her harcama, her eğitim ülkenin ekonomisini de dış politikasını da geliştirebilir ve dünyada çok saygın bir konuma gelebiliriz. O nedenle bizim bu Dışişlerinin bütçesinde daha çok yapıcı ve ileriye dönük bu şeylerin ortaya çıkması lazım, buna yönelik çalışmaların ve başlıkların ortaya çıkması lazım, çıkmadığı zaman dönem dönem hamasi süreçlere dönüşüyor. Mesela Avrupa Birliği süreçlerini kimi zaman çok yüksek düzeyde konuşuyoruz, kimi zaman çok düşüyor. Bir diyoruz ki: "Bir ay sonra vize serbestisi olacak." Bir bakıyorsunuz, o kapandı. Bir diyoruz ki: "Şu tarihte vizeler kalkacak, şunlar olacak." Olmuyor. Aslında bizimki vizeden falan değil, Avrupa Birliği düzeyinde gerek diyalog masasında olsun gerek müzakere düzeyinde olsun veya onlara ihtiyacımız olmadan bizim demokratik, çağdaş düşünce ve ifade özgürlüğünü açan bir sayfayı açmamız lazım. Bunu yaptığımız zaman birçok ilerleme yaşayabiliriz, yapmadığımız zaman birçok sorun kapımıza gelecek ve her seferinde sorulacak ve biz bunları kapatmaya çalışacağız.
Diğer bir durum kadrolaşma. Özellikle Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle beraber Dışişlerinde büyükelçilerin atanmasında ciddi bir kadrolaşma söz konusu. Bu, dönem dönem siyasi partilerin tercihleri de olabilir ama dış ilişkilerin özellikle öteden beri gelen kendine ait bir insan yetiştirme tarzı var ve son atamalara baktığımızda, hiç deneyimi olmayan, bu konuda hiçbir çalışması olmayan, daha önce siyasi partilerde çalışmış veya kafakol ilişkisiyle veya akrabalık ilişkileriyle birçok insan atanmış. Yani isimleri teker teker size verebilirim, okuyabilirim. İşte, söylendiler, Çek Cumhuriyeti'nden tutun, Kuveyt'e kadar, Malezya'ya kadar, Lüksemburg'a kadar birçok kişi kadrolaşma sayesinde atanmış. Böyle bir dış politika uygulanırsa bu, Türkiye'nin daha çok imajını zedeleyeceği gibi, diplomaside de çok geri adımlar atmasına vesile olacak ve biz ilerleyemeyiz.
Bir taraftan da bizim en büyük kara sınırımız olan komşularla ilişkilerde hep problem yaşıyoruz ve demografik yapıdan söz ederken aslında demografik yapının değişiminde sanki rol alıyoruz. Normalde bizim yapmamız gereken, nasıl içeride konuşmamız gerekiyorsa, dışarıda da konuşmamız lazım, diyalog geliştirmemiz lazım ve bunu yapmadığımız zaman her dışarı gittiğimizde bize Ermeni, Süryani, Kürt, Alevi meselelerinde sorunlar gündeme gelecek.
Bakın, Bakanlık bünyesinde Araştırma ve Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü var ve daha çok uluslararası alanda, yurt dışında çalışıyor. Bence o kurumdaki yöneticiler yurt içinde çalışsın yani orada, yurt dışındaki sorunlara yanıt bulacaklarına içeride bu sorunların çözümü için Hükûmetin ne yapması gerektiği, sadece dış ilişkilerin değil, bütün kurumların ne yapması gerektiği konusunda çalışması lazım. Tekrar bir kurum var, Yurtdışı Tanıtım ve Kültür İşleri Genel Müdürlüğü. Sadece tek bir kimlik ve tek bir inanç üzerine tanıtım yapıyor. Bunu yaptığınız zaman insanlar size sorar: "İçeride bunlarla ilgili, Türkiye ve Anadolu'nun zenginliğiyle ilgili, kültürel zenginliğiyle ilgili, inançlarla ilgili niçin bir adım atılmıyor?" Yoksa biz bu kutuplaşmayla, hamasi nutuklarla Hollanda'yla problem yaşadığımızda portakalı keseceğiz veya onları protesto edeceğiz, Almanlarla yaşadığımızda arabaların logolarını sökeceğiz, Çin'le yaşadığımızda gidip Sultanahmet'te yanlışlıkla Korelilere saldıracağız veya Uygur Türklerinden söz edip biraz coştuğumuzda başka insanlara saldıracağız. Bunların hiçbiri çözüm olmuyor, futbol maçlarında slogan atarak çözüm olmuyor. Asıl çözüm, gerçekten inanarak barışa, diyaloğa ve nasıl ki İstanbul'da eğitim veriliyor, ara buluculuk sürecinden değil de daha çok konuşarak... Çünkü konuşarak birçok sorunu çözebiliriz ve Türkiye gibi stratejik konumda olan ülkelerde, gerek komşularıyla ilişkide gerek gelecekle ilişkilerde bunun çok büyük bir önem arz etmesi lazım. Hükûmet geçmişte "Komşularımla sıfır problem" diyordu. Şu anda her komşumuzla konuşabileceğimiz ciddi sıkıntılar mevcut.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
(Oturum Başkanlığına Kâtip Şirin Ünal geçti)
BAŞKAN - Tamamlayalım Sayın Vekilim.
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Bunların çözümü için gerçekten konuşulabilecek mekanizmaları yaratmak lazım. O nedenle, bütçenin daha çok barış, insan hakları çerçevesinde ele alınıp artırılması lazım; müzakereler için, daha iyi gelişmeler için çaba harcanması lazım.
Teşekkür ediyorum.