| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278 ) ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ve Sayıştay tezkereleri a)Adalet Bakanlığı b)Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu c)Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığı ç)Anayasa Mahkemesi d)Yargıtay e)Danıştay f)Hâkimler ve Savcılar Kurulu g)Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu ğ)Kişisel Verileri Koruma Kurumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 25 .11.2019 |
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım, Bakan Yardımcısı, değerli milletvekilleri, yüksek yargı organlarının temsilcileri, basınımızın kıymetli mensupları; sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, insan haklarına saygılı, bağımsız ve egemen bir devlettir, bir hukuk devletidir. Hukuk devletinin ön koşulu da "hukuki güvenlik" ilkesi ve "belirlilik"tir. Hukuk normlarının öngörülebilir olması; bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesi, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınması olarak bilinir. Yine "belirlilik" ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasıdır.
Toplumun huzuru ve barışın ana unsuru hukuk devleti, millî dayanışma, bağımsız yargı ve en önemlisi de adalettir. Demokratik sivil toplumun en önemli avantajı, yerleşmiş, herkesin bildiği, eşit olarak uygulanan hukuku garanti etmesidir. Bu hukuk kimseye ayrıcalık tanımayan, hâkimler tarafından uygulanan hukuktur. Yargı bağımsızlığı ve iyi işleyen bir adalet sistemi, Türk devletini ayakta tutan en temel unsurdur. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlükleri en geniş ölçüde sağlayıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Yine, kamu gücünü kullanan kişi ve kurumların hukuk kurallarına uymalarıyla temel hak ve özgürlükleri geliştirmesi gerekir. Temel hak ve özgürlükleri sınırlandırılan uygulamalar demokratik toplum düzeniyle elbette bağdaşmaz.
Bir yıl önce konuşmamda belirttiğim gibi, elbette çok iyi hizmetler yapılmaktadır -mesela, adliye hizmet binaları, adalet saraylarının yapımı ve yenilenmesi- gözle görülür, ciddi iyileşmeler sağlanmıştır; bu herkes tarafından bilinmekte ve takdir edilmektedir ancak bazı bölgelerimizde hâlâ eksiklikler vardır. Bunlardan en önemlisi de protokolü yapıldığı hâlde, Ankara Adliyesinin çok dağınık olmasıdır, bir yerde toplanmasının bir an önce sağlanması gerekir çünkü hem meslektaşlarımız hem de vatandaş bu konuda gerçekten muzdariptir. Bize de zaman zaman yakınmalar gelmektedir.
Ülkemizde elbette bu bağlamda yenilikler yapılmış; hukukun ilerlemesi, gelişmesi yönünde. Mesela, 24 Ekim 2019 tarihinde yasalaşan birinci yargı paketiyle uzlaşma kapsamına giren suçların sayısı ciddi şekilde artırılmıştır. Burada dosyaları vermenin gereği yoktur ama bundan vatandaş gerçekten memnundur.
Seri muhakeme usulü ve basit yargılama usulü düzenlemesiyle toplumdaki uyuşmazlıkların en kısa sürede, en az masrafla, en etkin biçimde sonuçlanması hedeflenmiş ve belli bir mesafe alınmıştır. Meslektaşlarımıza yeşil pasaport verilmesi ve avukatlık ve noterlik için sınav şartı getirilmesi de yine takdir edilecek uygulamalardan biridir.
CMK 102'nci maddesindeki tutuklama sürelerine sınırlama getirilmesi bir taraftan soruşturma ve kovuşturmanın hızlanmasını sağlamış, diğer taraftan bu hususla ilgili yakınmaların önemli şekilde önüne geçilmiştir. Hukuk fakültelerinde eğitim süresinin beş yıla çıkarılması, Türkiye Adalet Akademisinin yeniden kurulması, avukatlık ve noterlik mesleğine girişte sınav getirilmesi gibi düzenlemeler memnuniyet vericidir. Yapılan bu düzenlemelerin yerinde olduğunu ifade etsek de henüz her şey yerli yerinde ve yeterli değildir. Bunu da takdir etmemiz gerekir. Hukuk eğitimindeki yetersizliklerin adli hizmet kalitesini düşürdüğü de açıktır. Yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ilkelerinin gerçekleşmesi, gerçekten iyi yetişmiş hukukçuların varlığına bağlıdır. Bu sebeple, Yargıtay 1. Başkanı Sayın Cirit'in Adli Yıl Açılış Töreni'nde belirttiği gibi, Yargıtay Onursal Başkanı ve üyelerinin hukuk fakültelerindeki derslerde öğretim üyesi olarak çalışmalarına imkân verilmesini sağlayan kanuni düzenlemenin yapılması kaliteyi artıracaktır. Yine, CMK 109'uncu maddede düzenlenen adli kontrol müessesesi uygulamada sorunlar yaratmaktadır. Adli kontrol, bilindiği gibi, CMK 100 maddesinde belirtilen tutuklama nedenlerinin varlığı hâlinde vücut bulur. Uygulamada keyfî kararlar verildiği görülmektedir. Bu durum, kişilerin hak kaybı ve mağduriyetine yol açmaktadır. Konutu terk etmeme, belli bir yerleşim bölgesini terk etmememe, belli yer ve bölgelere gitmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin çoğu kez iş ve çalışma hürriyetini de kısıtladığı görülmektedir. Türk Ceza Kanunu'nun amacı elbette kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzenini, kamu güvenliğini, hukuk devletini korumak ve suç işlemesini önlemektir. Adliyemizdeki, Yargıtaydaki dosyalara bakıldığında kanunlarla toplumu suç ve suçludan koruma iş ve işlemleri sırasında fertleri de ceza kanunlarından korumayı tam olarak yerine getirmediğimiz görülmektedir.
Yine, bir eksikliği de dile getirmek istiyorum. Soruşturma mercisi olan cumhuriyet savcılarının CMK 160/2 maddesine uygun olarak etkin bir soruşturma yapmadıkları da gözlenmektedir. Çoğu kez maddi gerçeğin araştırılması ve adli yargılama için delil toplamadan iddianame düzenlenmesi, kovuşturma aşamasında geçen sürede delillerin büyük bir kısmı kaybolmakta ve toplanması güçleşmektedir. Örneğin kamera kayıtları çoğu yerde ancak üç ay saklanmakta ve sonradan elde edilmesi pek mümkün olmamaktadır. Yine, bilişim sistemleri kullanmak suretiyle işlenen suçlarda da aynı sorun yaşanmaktadır.
İş hukuku mevzuatında yeni düzenlemeler yapılmış, ihtiyaç kısmen giderilmiştir ancak işçi-işveren davalarında ara buluculuk müessesesi kısmi başarılı olmuştur. Bu tür davalarda iş yerine ait belge ve kayıtlara itibar edilmemesi sonunda ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu nedenle iş mevzuatının günümüz şartlarına uygun olması, iş yerindeki tasdikli belgelere itibar edilmesi hukukun bir gereğidir.
Sayın Bakanım, yine, bilirkişi uygulamaları 2016 yılında yürürlüğe girmiş, bu konuda çok sık paneller, sempozyumlar düzenlenmiş ama niteliksiz ve sorumlu bilirkişiler düzenlenen raporlarda hak kaybı ve mağduriyetlere neden olmaktadır. Bilirkişi, raporlarını tanzim ederken kendilerini âdeta hâkim yerine koymakta, hâkimler ise bilirkişi raporlarının yalnızca sonuç kısmıyla hüküm kurmaktadır. Hâlbuki hâkim, bilirkişi raporlarında saptanan bulguların dosyadaki bilgi ve belgelerle örtüşüp örtüşmediğini denetlemelidir. Bu konuda eksikliğimiz sürmektedir. İnşallah en kısa zamanda düzeltilir.
Yine, kamu idareleri aleyhine dava açan vatandaşlar, Harçlar Kanunu'nun 28'inci maddesi gereğince 1/4 nispetindeki harcı davayı açarken yatırmak mecburiyetindedir. Kamu idaresi ise harçtan muaftır. Davanın vatandaş lehine neticelenmesi durumunda kamu idaresi harçtan muaf olduğundan vatandaş dava açarken 1/4 nispetindeki harcın davacıya yani kendisine iadesine karar verilecektir; davanın reddi hâlinde nispi olarak karar ve ilam harcı hükmedilmeyecektir. Bu Harçlar Kanunu'nun lafzı ve ruhuyla çelişkilidir; hukuk devleti prensibine, hak arama özgürlüğüne ve adil yargılama hakkına aykırı olduğunu düşünmekteyiz.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Eşitlik ilkesine de aykırı.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sayın Başkanım, bölge adliye mahkemelerinin amacı, Yargıtaya gelen dosyaların iş yükünü azaltmak, bazı davaları istinafta çözmekti. Ancak uygulamada bazı dosyaların yerel mahkeme, istinaf ve Yargıtay arasında gidip geldiğini, hüküm kurulmanın çok geciktiği yine tarafımızdan tespit edilmekte, vatandaş da bu konudan şikâyetçidir.
Yine, hedef süre konusunda uygulamaya geçilmiş, sistem düşünce, amaç olarak elbette çok yerindedir ama uygulamada çok işlemediği -eski bir avukat olarak- tarafımdan da gözlenmiştir. Şimdi, tek davacı ve tek davalısı olan bir hukuk davasının bile üç dört yıl devam etmesi ve adaletin geç tecellisi başlı başına adaletsizliktir, vatandaş bu konuda âdeta canından bezmektedir.
Toplumumuzu asıl huzursuz eden önemli bir konuya burada değinmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, FETÖ/PDY yapılanmasında devletimiz önemli sonuçlar elde etmiştir, çok ciddi bir mücadele yapılmaktadır ancak atılacak ve atılması lazım gelen adımlar vardır. Emniyet birimlerimiz tarafından byLock, ankesör, örgütevi, sınav soruşturmaları gibi değişik başlıklarda pek çok operasyon icra edilmiş, hijyen/ışıkevleri yapılanması, finans yapılanması gibi pek çok yapılanma alanları çözülmüştür. Ancak 5 bine yakın hâkim ve savcı hakkında işlem yapılmış, bunlardan 3.600'ü hakkında dava açılmıştır ve mahkûmiyetler peşi peşine gelmektedir. Adalet sistemine yerleşmiş bu çete, hain örgüt yıllardır kararlar vermektedir. Bu kararlar maalesef yeniden denetleme yapılmadan icra ve infaz edilmeye devam edilmektedir. Bu dile getirildiğinde söylenen şudur: "Efendim yargılamanın yenilenmesi, CMK 311'le bu mesele çözülebilir." denmektedir. Oysa CMK 311'deki düzenlemenin mevcut hâliyle bu meselenin halledilmesi mümkün gözükmemektedir. Eğer bir kararın altında ağır cezalık ve bir heyet tarafından verildiyse, en az 2 FETÖ'cü hâkimin imzası varsa, tek kişilik yargılamada -asliye ceza mahkemelerinde olduğu gibi- eğer bir FETÖ'cü hâkimin imzası varsa bu otomatik olarak yargılanmanın yenilenmesi sebebi sayılmalıdır.
Tam burada şunu da belirtmek istiyorum: 24 Eylül 2018 tarihinde şartlı ceza indirimi kanun teklifimizi Meclis Başkanlığına sunduk. Adalet Komisyonunda iki yıla yakın bir zamandır beklemektedir. Toplumda bu büyük bir beklenti oluşturmuştur ancak henüz atılmış bir adım yoktur. Peşi peşine yargı paketleri gelmektedir. Sayın Bakanım, öncelik işimiz, toplumun bu beklentisini bir an önce karşılamak olmalıdır çünkü bizim kanun teklifimizin bir şartlı ceza indirimi olduğunu bildikleri hâlde ön yargı ve bilgisizlikle âdeta bir karalama kampanyası aylardır sürdürülmektedir. Oysa bizim teklifimiz, bir af teklifi değildir, beş yıllık bir ceza indirimidir. O da -burada tekrarlamama gerek yoktur- bir defaya mahsustur ve bir hakkın tahliye tarihine kadar bu indirimden faydalanan hükümlünün yeni bir suç işlemesi hâlinde indirim geri alınır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Sayın Yıldız, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Oysa afta yapılan indirim geri alınmaz. En önemli farkı budur ama bazı çevreler bilerek bunu bir af teklifi gibi topluma sunmuş ve bazı yerlerden de tepkiler almıştır.
Zaman kısıtlıdır Sayın Bakanım, sonuna da geldik. Şunları söylemek istiyorum: Şimdi, Anayasa, yüksek mahkemeleri Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay olarak belirlemiştir. Yüksek mahkemeler arasında bir üstünlük sıralaması yoktur ancak buna rağmen bu Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerinin özlük hakları ile Danıştay ve Yargıtayda görev yapan yüksek yargıçların özlük hakları arasında büyük bir fark vardır yani aşağı yukarı 3.155 lira bir maaş farkı vardır. Bu, Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırıdır, bunun düzeltilmesi gerekir.
Son olarak da şunu söylemek istiyorum: Her konuşmamızda belirtiyoruz, "Biz cezaevlerinde insan haklarına aykırı ihlallerin olduğunu düşünüyoruz ve cezaevlerinin düzeltilmesini bekliyoruz." diyoruz. Yüz altmış yıl önce yani 1859 yılında yürürlüğe giren Muhakemat Nizamnamesi'yle cezaevlerini iyileştiren ve zindandan cezaevi şekline getiren bir milletin evlatları olarak, tutuklu ve hükümlülerin barındığı cezaevlerini insan haklarına uygun, insan haysiyetine uygun imkânlar dâhilinde yapmamız gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız efendim.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Çünkü 10 kişilik koğuşta 30 kişinin kaldığı, nöbetleşe uyunduğu artık herkes tarafından bilinmektedir. Kapasitenin çok üstünde tutuklu ve hükümlü vardır.
Sayın Başkanım, bitiriyorum sözlerimi.
Yargının sorunları elbette çok fazladır, burada bu kısıtlı zaman içerisinde sorunları dile getirmeye çalıştım.