| Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu Teklifi (2/2555) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 29 .01.2020 |
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Tabii, Turan Aydoğan, ben Adalet Komisyonu üyesiyim, İstanbul Milletvekiliyim. Zaten ilk eleştirime de bu noktadan başlayacağım Adalet Komisyonu üyesi olarak. İç Tüzük'ün 23'üncü maddesini yok sayarak bu kanun tekliflerinin burada görüşülmesini eleştiriyorum, net eleştiriyorum. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın bir eklentisi şeklinde TBMM İçtüzüğü mevcuttur. TBMM İçtüzüğü'nü maalesef ve maalesef ki on yedi yıllık iktidarı döneminde Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı neredeyse rafa kaldırmış durumdadır. Neden bu Mecliste tali komisyonlar kurulmuyor Sayın Komisyon Başkanım. İç Tüzük'ün 23'üncü maddesinde diyor ki: "Diğer komisyonları ilgilendiren konularda komisyonlardan görüş alınır. Tali komisyonlar kurulur, bu iş buna göre götürülür.
Şimdi, burada görüştüğünüz kanun sadece İçişleri Bakanlığına idari anlamda bağlı olacak bir bekçilik kurumuyla alakalı; onun ötesinde görüşmüş olduğunuz tüm konular, ana mevzuat dâhil, çeşitli ceza yargılamasıyla ilgili mevzuatı ilgilendiriyor. Ceza Muhakemeleri Kanunu'nu doğrudan ilgilendiren bir mevzuat değişikliğini görüşüyorsunuz, ceza güvenlik tedbirleriyle ilgili mevzuatı doğrudan ilgilendiren bir değişiklik görüşüyorsunuz, polis yetki yasasıyla alakalı mevzuatı doğrudan ilgilendiren bir konuyu görüşüyorsunuz ve Anayasa'nın birçok hükmüne halel getirebilecek, tarafı olduğumuz uluslararası anlaşmaları da ilgilendiren bir konuyu görüşüyorsunuz; nedense Meclis Başkanımız Adalet Komisyonu ve ilgili komisyonlarla ilgili görüş alma yoluna geçmiyor, tali komisyon kurulması söz konusu olmuyor. Bu komisyonlar da -tabiri caizse- konuyu suyun üstünde yüzdürerek şeklî anlamda usulü tamamlayıp sonra kanun yapıyorsunuz. Bunu ağır eleştiriyorum, net eleştiriyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında İç Tüzük'ün bu şekilde işlevsiz hâle getirilmesini bir parlamenter olarak da kabullenemediğimin kayıtlara geçirilmesini arzu ediyorum.
Şimdi, gelelim efendim görüşmekte olduğumuz kanuna. Bekçi alacaksınız, bekçiyi nasıl alacağınız bir defa baştan sıkıntılı. Alınırken objektif kuralların uygulanacağı konusu yani bir memurun, bir kamu görevlisinin alınmasıyla ilgili objektif kuralların uygulanacağı konusu tartışmalı; değişik zamanlarda değişik yerlerde gündeme getirdik, Sayın Kaboğlu Hocamın da bir tez gibi işlediği konudur. Kamu görevlileri artık alınırken tartışmaya mahal verilmemesi için özellikle mülakatlarının sesli ve görüntülü kayıt altında alınması gerektiği konusunu... Siz bu bekçileri neye göre alacaksınız? Mesela, bunları mülakata aldığınızda ne soracaksınız onlara? Bugüne kadar kamuoyuna yansımış saçma sapan soruların bir kısmı mı sorulacak bunlara? Yoksa bu arkadaşlarımız gerçekten yeteneklerine göre mi bekçi olacaklar? Burada ortaokul mezunu tanımı yapıyorsunuz ama biz biliyoruz ki yüksek lisans yapmış insanlar bile bekçilik için başvurmuşlar. Siz ortaokul mezunu ve yüksek lisans yapmış insanı mülakatta birbirine karşı elerken hangi özellikleri esas alacaksınız ve hangi soruları soracaksınız? O zaman bu objektifliğin bir şekilde liyakatin tescil edilebilmesi için bu kanunda da bu sınavların sesli kayıt sistemiyle alakalı, görüntülü kayıt sistemiyle alakalı, gerekirse bir şekilde diğer kanunlarda da değişiklik yaparak herkesi tatmin edecek şekilde yapılması gerekmez mi? Yapmazsanız ne olur? Benim kişisel fikrim değil ama kamuoyu sizi şöyle eleştirir: "Yandaşlarınızı alıyorsunuz. Alternatif bir güvenlik ya da alternatif bir tedbir kurulu oluşturuyorsunuz." Bunun cevabını veremezsiniz, o yüzden o kısmı bir defa net olarak ortaya koymak gerekiyor.
Şimdi, meslek hiyerarşisiyle ilgili çok ilginç bir durum var burada; bekçiyi alıyorsunuz, meslek hiyerarşi amirinin kim olacağının daha sonra belirleneceğini söylüyorsunuz. Böyle bir şey olur mu? Kamu görevlilerinin kime karşı sorumluluk taşıdıkları kanunla açıkça belirtilmesi gerekmez mi? Anayasa'nın 137'nci maddesi suç teşkil eden fiillerden kaynaklı kamu görevlisinin kurtuluş beyyinesini düzenler. Kendisine yazılı emirin verilip verilmemesi, verilen emre uyup uymaması... Amirinin kim olduğunu bilmeyen, amirinin kim olduğu yarın öbür gün idarenin sıradan bu mevzuata ek düzenlemeleriyle değişecek olan bir kurumu, yarın yaptığı işin suç teşkil edip etmediği, kimin emrini dinleyip kimi dinlemediği ya da normal bir emir verildiğinde emre itaat edip etmediği konusunda nasıl yargılayacaksınız? Bunları bir gözden geçirmek gerekmiyor mu?
Yine, Anayasa'nın 127'inci maddesine aykırı bir düzenleme yapıyorsunuz. Burada "çarşı ve mahalle bekçileri" diyorsunuz. Bizim Anayasa'mızda mahallî idareler 127'inci maddede düzenlenirken "çarşı" diye bir kavram mı var da bunu buraya ekliyorsunuz? Mahallî idareler burada, 127'inci maddede gayet net belirtilmiş, diyor ki: "...il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen..." diye saymış. "Çarşı" diye bir kavram mı var mahallî idarelerin içerisinde? Kanunda "çarşı" diye bir tanım mı yapılmış? Çarşı neresidir? Çarşı bildiğimiz AVM'ler midir? Daha önce bizim bu bekçi babaların olduğu dönemde kentin merkezindeki yerler midir? Her mahallenin varoşunun arka kısmındaki 3 tane bakkalın olduğu yer midir? Böyle bir kavramı kanuna koyarken niye böyle bir tartıp, bakıp "Bu doğru mudur, değil midir? Yerinde midir? Böyle bir kavramla kanun yapılabilir mi?" diye bakmıyorsunuz? Bakmıyorsunuz anladık, kurun bu tali komisyonları. Bizim gibi insanlardan da yararlanın. Doğru kavramlar üzerinden kanun yapalım, kanunlar doğru kavramlar üzerinden yapılır. Yarın "çarşı" tarifini tartıştığı zaman herhangi bir mahkeme ya da yargı kurumu, bunun tarifini ne diye koyacaksınız? Ne diyeceksiniz? Üç dükkânın bir arada olduğu mu? Yüz dükkân mı? Dükkân olmayan, çardak altında toplanılan yer mi? Bu kavramın bir defa bu kanundan çıkması gerekiyor. Anayasa'yla teminat altına alınmış mahallî ve merkezî idare kavramlarına alternatif kavramlar üretiyorsunuz, Anayasa'ya aykırı bir iş yapıyorsunuz. Ben bu uyarıyı yapayım, değiştirirsiniz, değiştirmezsiniz, onunla ilgili bir şey söylemeyeceğim şu anda.
Şimdi, yine, şiddetle ilgili, çocukla ilgili düzenlemeler yapıyorsunuz. Bekçi şiddete uğramışları koruyacak, çocukla ilgili önlemler alacak. Ya, polis yetki yasası bile farklı düzenlemeler yapmış, çocukla ilgili çocuk kolluğu oluşturmuş. Çocuğun başına herhangi bir iş geldiği andan itibaren psikolojisi değişik bir bileşendir, kadının başına herhangi bir şey geldiği andan itibaren psikolojisi değişik bir bileşendir. Altına imza attığımız uluslararası sözleşmeler var, İstanbul Sözleşmesi dâhil olmak üzere; devletin bu konuları nasıl takip edeceğini yazıyor. Siz oradaki yetkinin bir miktarını alıyorsunuz, tarifi tartışmalı mahalle bekçisine veriyorsunuz. Bu hem taraf olduğumuz anlaşmalara hem Anayasa'ya aykırı bir şeydir. Diretmeyin, yanlış iş yapıyorsunuz. Alelacele, daha önce yönetmelikle görevini yapan bekçileri "Kanuna bağlayalım, daha zor olsun bu işle uğraşmak." diye düşünmeyin çünkü bunlar zaten uluslararası anlaşmalara aykırı. Türkiye Cumhuriyeti'nin sizin Hükûmetiniz döneminde de gerçekten yol almış olduğu Avrupa Birliği "background"una yönelik olarak hükümlere de aykırı. Böyle bir şey olur mu? Şiddete uğramış kadını bekçi kanalıyla korumaya alıyorsunuz. Özel tarifi var bunun, çocuğun özel tarifi var; polis yetki yasası bile ayrı düzenlemiş. Şimdi özel kanun, genel kanun diye mi bakacağız biz bunlara uygulaması itibarıyla? Bir yerde bir şekilde polisin çocuk kolluğu varken oradaki bekçi "Bu iş benim de işim." derse ne yapacaksınız? Böyle bir yetki karmaşası olur mu? Kamu görevlilerinin birisinin yetkisi kanunla bir başkasına da tahsis edilir mi? Yarın öbür gün görev ihmali diye bir tarif yapıldığında bu kimin görevidir ve ihmalidir? Buna ne diyeceğiz biz? Hem bekçiye hem polise siz görevinizi ihmal ettiniz mi diyeceksiniz? Görevse görevdir, kanunda bir de görev ihmali tanımı var. O yüzden bunlar çok sıkıntılı maddeler.
Yine, bekçiye Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'ndan kaynaklı ve Anayasa'da, Anayasa'nın 34'üncü maddesinde açıkça teminat altına alınmış toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale hakkı tanıyorsunuz. Kamu düzeni, şu, bu falan filan... Benim bile -otuz küsur yıllık hukukçuyum- tarifte zorluk çektiğim genel kavramlarla mahalle bekçisine Anayasa'yla teminat altına alınmış olan toplantı ve gösteri yürüyüşlerine, orada müdahale etme hakkı veriyorsunuz. Yani Galatasaray Meydanı'nda İstanbul'un nezih insanları diyelim -siz belki bir yanıyla baktığınızda bu toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin tamamını terör diye görüyor olabilirsiniz, oradan da çıktım- çok mutena semtinden gelen insanlar, hayvan haklarıyla ilgili Galatasaray'da diyelim bir gösteri yapıyorlar. Sizin bekçiniz gelecek, diyecek ki: "Galatasaray Meydanı'nda siz kamu düzenini bir şekilde iğfal ediyorsunuz, ihlal ediyorsunuz, yapamazsınız." Bunu mu yapacaksınız? Böyle bir kanun maddesi olur mu? Türkiye'nin hassasiyetle üzerinde durduğu, Venedik Komisyonundan uyarılar aldığı, çok çeşitli yerlerde, AİHM'de yargı kararlarıyla mahkûm olduğu, elinizdeki profesyonel güvenlik kuvvetleriyle bile doğru düzgün yapamadığınız, Türkiye'de teminat altına alınmış olan bir anayasal hakkı alıp alıp bekçiye teslim ediyorsunuz. Yanlış anlaşılmasın, ben mahalle bekçileri falan filan karşıtı da değilim ama insanlara yapacakları görevleri tevdi etmek lazım. Başkalarının görevlerini alıp da bu kurumları da bir şekilde kör, sağır, tartışılır hâle getirmemek lazım. Mahalle bekçisi munis, şefkatli, mahalle ile kamu arasındaki teması kurduracak olan müşfik insan tiplemesidir. Böyle bir şey olabilir mi? Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin ortasına gelecek İstanbul'da, Galatasaray'da, diyecek ki: "Yapamazsınız bunu." Bu kanun maddesi bunu getiriyor. Bunları gözden geçirmeniz gerekiyor, doğru yolda değil bu Komisyondaki çalışma.
Şimdi, yine kanunun değişik yerlerinde bekçiye vermiş olduğunuz görevler özel hayatın gizliliğini ihlal ediyor. Binanın içine girme yetkisi veriyorsunuz sükûnu bozan eylem varsa. Suç tabiri olabilecek ifadeleri, tartışmasının çoğu zaman yargı kararıyla zor tespit edilebilecek olduğu "fuhuş yaptırmak" "kumar oynatmak" vesaire gibi ibareler üzerinden özel mekânlara giriş hakkı tanıyorsunuz. Tamı tamına Anayasa'daki özel hayata ve konut dokunulmazlığına aykırı bir kanun hayata geçiriyorsunuz.
Şimdi, bu kanun bütün bunlara aykırıyken de "Biz burada doğru kanun yaptık." deme hakkını nasıl kendinizde göreceksiniz bilemiyorum. Genel anlamıyla bakıldığı zaman da yapmış olduğunuz kanun Anayasa'nın 2'nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırılık taşıyor. Anayasa'nın 12'nci ve 13'üncü maddelerinde düzenlenmiş olan temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması ilkesine aykırılık taşıyor. Bunun gibi onlarca burada Anayasa'ya aykırılığı bir oturuşta sayabilir hâldeyim ama yapmanız gereken şudur: Bu kanunu behemehâl burada görüşmek yerine bir tali komisyon kurarak oraya göndermek, orada bu tartışmaları tamamlamak "Ben yaptım, oldu." fikrinden vazgeçmek, ona göre Türk toplumunun önüne bir kanunu koymaktır. Yoksa "Biz yapalım, iki üç yıl bunu kullanalım..." Zaten kişi hak ve özgürlükleri anlamında sabıkalı ve tartışılır olan bir iktidarınız varken bir de bunun kanalıyla bu sabıkayı devam ettirelim diyorsanız bu doğru bir yol değildir, bu yoldan bir an önce vazgeçmek gerekir.
Teşekkür ediyorum.