| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2596) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 11 .02.2020 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Doğrusunu isterseniz, teklifin kapsamı itibarıyla bizlere verilen süre çok sınırlı ve dolasıyla da önerileri yeteri kadar derinlikte değerlendirebilmiş değilim ben şahsen fakat gerekçeleri okuduğum kadarıyla birkaç şey söyleme ihtiyacı hissediyorum; bunlardan bir tanesi şu: Bu yasa teklifi, esas itibarıyla, benim anladığım kadarıyla bir finansallaşma sürecini hızlandıran bir amaç taşıyor diye düşünüyorum. Başka biçimde söyleyecek olursam, Türkiye ekonomisinin geleneksel kredi yaratma özelliğine sahip kurumları -ki başta bankalar olmak üzere- bir anlamda kredi yaratma sınırına gelmiş durumdalar. Benim bankacılık sektörünün raporundan anladığım, mevduatın krediye dönüşüm oranı Eylül 2019 itibarıyla 1,07. Şimdi, bu oran çok yüksek bir oran esas itibarıyla ve bu, bize bankacılıkta kârlılığın düştüğüne dair bir işaret de veriyor diye düşünüyorum ve asıl önemlisi de aşağı yukarı son üç yılda kredi yaratma potansiyelinin sabitlenmiş olduğunu görüyorum. Oysa Türkiye ekonomisinin krediye ihtiyacı var, özellikle ekonominin kriz koşullarından çıkabilmesi için gerekiyor bir bakıma, yeni yatırımlar için finansman sağlanması bakımından. O bakımdan, bu yasa teklifi böyle düşünülmüş gibi geliyor bana. Daha sonra maddeler üzerinde konuşulurken de bu konuda düşüncelerimi söyleyeceğim fakat şuna dikkatinizi çekmek isterim: Finansallaşma, esas itibarıyla 2008 dünya krizini yaratan bir süreçtir aynı zamanda. Yani finansallaşmanın belli koşullarda ekonomide gelişmeye katkısı olabilir ama belli koşullarda da bunun tam tersi olabilir. Şimdi, ben böyle baktığım zaman şunu görüyorum: Finansallaşma -özellikle Türkiye'nin bu içinde bulunuş koşullarına baktığımızda- yoksul kitlelerin daha fazla borçlanmaya, özellikle kredi kartı borçlanmasına gireceğini düşündürüyor bana. Şu an itibarıyla benim bildiğim toplam 500-600 milyar Türk lirası civarında bir hane halkı borcu var ödenemeyen. Şimdi, bu, gerçekten finansallaşmayla ortaya çıkan tablo, hayatını sürdüremeyen insanların yeni finansal imkânları kullanarak bir tür borçlanmaya yönelmesini ve bu borçlanma sonucunda da içinden çıkılmaz bir sürece girme olasılığını gösteriyor. Şimdi, dolayısıyla da burada baktığımızda, mesela "crowdfunding" denilen bir yöntemin uygulanması öneriliyor. Böylelikle birtakım projelerin yapılabilmesinin önü açılıyor, bu da düşünülebilir. Fakat bu "crowdfunding" denilen hikâyenin de esasında sıkıntılı yanları var. Bunları içeriyor mu bilmiyorum; dediğim gibi, ben yasaya tümüyle bakamadığım için bir şey söyleyemeyeceğim.
Onun ötesinde, Faik Bey'in şimdi, bu bağımsız olması gereken kurumlarla ilgili altını çizdiği birkaç şeyi de -bu konuların altını çok çizdiğim için- ben söyleyeyim: Hakikaten şu an itibarıyla, benim gördüğüm kadarıyla Türkiye'de kanunlarında "bağımsız kurum" yazan ama asla ve asla bağımsız olmayan kurumlar yığını var diye düşünüyorum ya da tersten söyleyecek olursam, bağımsız, devlete ait olması gereken yani tarafsız olması gereken kurumların hemen hemen hepsi bugün itibarıyla Hükûmet kurumları hâline dönüştürülmüş durumda. Bunun sıkıntıları var, buna belki daha farklı bir perspektiften bakmak lazım.
Rekabet Kurumuyla ilgili olarak geçmişte de çok konuştuk, demin siz de sanıyorum Rekabet Kurumunun bankalara açtığı soruşturmaya işaret ettiniz; gerçekten de 2011'de 12 bankaya faizleri sabitlediğinden dolayı bir dava açtı.
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - 1,1 milyar ceza verdi.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - 1,1 milyar da ceza verdi fakat Mustafa Bey, bir şey söyleyeyim size: Evet, böyle bir şey olmuş...
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Ben o dönemde Bankadaydım ve bankaların bilgisayarlarına el konuldu.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Böyle bir şey olmuş, bankaların genel müdürleri yazışmışlar, bir toplantı yapmışlar kendi aralarında ve daha çok bundan dolayı da faizler üzerinde... Fakat burada garip bir durum vardı, o da şu: Bu toplantının bir gün öncesinde Lehman Brothers batmıştı Amerika'da dolayısıyla da bütün banka müdürleri panik hâlindeydi. Aslında o zamanlar Ekonomiden Sorumlu Bakan Ali Babacan da bence panik hâlindeydi, ertesi gün de bankaların genel müdürlerini topladı ve onlarla bir toplantı yaptı "Faizlerle fazla oynamayın." diye. Dolayısıyla da bu yeni bir şey de değil, ben söylüyorum tarihini de 2011'de bir KHK'yle bağımsız olan kurumların hemen hemen tümü Sayın Cumhurbaşkanının imzasıyla bakanlıklara bağlandı, bence o andan itibaren de -bakanın denetleme yetkisinin olduğu bir kurumun herhangi bir şekilde bağımsız olması pek mümkün olmadığına göre- bu kurumlar maalesef bağımsızlıklarını kaybettiler.
Bunun neden önemli olduğuyla ilgili -Faik Bey'in söylediklerine ek olarak belki- son bir cümle söyleyeyim: Devlet, kurumlarla yönetilir yani kurumlar, o bakımdan devlet mekanizmasının ayaklarıdır. Bunları siz bireysel ilişkilere çevirirseniz bu kurumların sağlamlığı kadar sağlam olmaz. Yani bu, çok açık, bunun bir sürü örneği var. Yani bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin bir parçasıdır bu hadise, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi bire bir ilişkiler kurmayı mümkün hâle getiriyor, böylelikle de kurumsal yapıları pas geçme olanağı çıkarıyor ortaya ve bunun da devletin zayıflamasıyla sonuçlandığını düşünüyorum. Ben de şimdilik bu kadar söylemiş olayım, daha sonra tekrar eleştirilerimize devam ederiz.
Teşekkür ederim.