KOMİSYON KONUŞMASI

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, yani gerçekten tüm toplumun gözü neredeyse bugün bu Komisyon toplantısında. Önümüzdeki hafta Genel Kurula gelecek, tartışmaları izlemeye kilitlenmiş durumda çünkü mahpuslar sadece cezaevlerindeki kişiler, mahpuslar değil onların yakınlarını, arkadaşlarını, dostlarını, ailelerini, birçok kişiyi ilgilendiren bir meseleden bahsediyoruz ve bu konunun gerçekten dönemin koşullarına, ülkedeki toplam duruma göre çözülmesi ve ona göre bir yasal düzenleme çıkarılması gerekiyor. Keşke bu yasal düzenleme biraz daha ortaklaşabildiğimiz, aslında kadın örgütlerinin, cezaevleri konusunda çalışan örgütlerin, baroların, hukuk kurumlarının yani bu meseleye kafa yoran herkesle birlikte tartışıldığı ve birlikte bir düzenleme hâline getirildiği bir süreçten geçebilseydi ama maalesef böyle olamadı, hâlen böyle bir süreçle yasa düzenlemesini yapmayı becerebilmiş değiliz. Umuyoruz ki belki corona bize bazı şeyleri öğretir, aslında nasıl yaşamamız gerektiğini, nasıl bir toplumsal yapıya ihtiyaç olduğunu öğretir ve bundan sonra buna dikkat edilerek yaşanır.

Şimdi, özellikle bu yasal düzenlemede en belirgin olarak karşımıza çıkan şey, siyasi suçların -biz siyasi suçlar diyoruz- kapsam dışı bırakılmış olması. Her maddede muhakkak bir "Burada işte siyasi suçlar kapsam dışındadır." Tabii, orada yasada "terörle mücadele kapsamında, vesaire" diye devam ediyor ama bu şekliyle bir düzenleme yapıldığını görüyoruz.

Şimdi, TMK'nin kendisi, Terörle Mücadele Kanunu'nun kendisi aslında hukuka aykırı ve tümüyle ortadan kaldırılması gereken bir düzenlemedir. Çünkü TMK, doğrudan aynı suçu işlemesine rağmen otomatik olarak yarı oranında artırımın olduğu, dolayısıyla da cezaları zaten baştan ağırlaştırıldığı bir düzenlemeyi içeriyor. Bu da yetmiyor, şartlı salıverilme süreleri açısından farklı bir düzenlemeyi yani infazda farklı bir düzenlemeyi getirerek cezaevinde kalma süresini çok daha fazla artıyor yani dörtte 3 oranında bir şartlı salıverilme süresinden bahsediyoruz. Bu da yetmiyor, cezaevlerinde disiplin kurallarına uyulmadı, disiplin cezaları alındı diye mahpusların şartlı salıverilme hakları yakılıyor ve neredeyse tamamına yakınını cezaevlerinde geçirilmek zorunda kalıyor. Özellikle de siyasi mahpuslara uygulanan içerideki maalesef hukuki olmayan yaptırımlar ve uygulamaların getirdiği sonuçlar da özellikle siyasi mahpuslar açısından cezaevlerini yaşanılamaz noktalar hâline getiriyorlar. Şimdi, bu yasa aslında böyle düzenleniyorken öncelikle belki de başta tartışılması gereken bu adaletsizliğin ilk başta konuşulması ve tartışılması gerekiyordu. Çünkü sadece mesele infaz oranları meselesi de değil, aynı zamanda yasanın kendisinin getirdiği eşitsizliğin kendisi, cezaevlerinde siyasi mahpuslara yönelik uygulamaların getirdiği sonuçların kendisi de böyle.

Şimdi, hasta mahpuslardan bahsediyoruz. Ağır hasta mahpuslar var, kendi başına yaşamını idame ettirmesinin mümkün olmadığı hastalar var içeride ama ya Adli Tıptan bu konuda rapor alınamıyor -ki bu konuda da ideolojik yaklaşımın öne çıktığını düşünüyoruz- ya da rapor verilmiş olsa bile toplum ve kamu güvenliği açısından ihlal edeceği gibi bir yasal düzenlemeden kaynaklı olarak hasta mahpuslar tahliye edilmiyor. Şimdi, burada şunu gerçekten anlamakta zorlanıyoruz: Kendi başına hayatını idame ettiremeyecek bir insan, bir başkasının bakımına ihtiyacı olan bir insan nasıl olur da topluma ve kamu güvenliğine zarar verebilecek bir noktada değerlendirilebilir? Aslında bunu böyle değerlendirdiğinizde ve bu düzenlemeyi böyle okuyup böyle yorumladığınızda o zaman o kişiyi aslında cezaevinde ölüme mahkûm etmiş oluyoruz maalesef.

Diğer bir mesele, yani gerçekten terör tanımı nedir? Şimdi, öyle muğlak bir şeyden bahsediyoruz ki bakın, bir dönem hiç suç olmayan şeyler -ki bu gerçekten AKP iktidarının olduğu dönemle bile sınırlı olarak baktığımızda- belki 2015 öncesi mesela birçok meselede suç olmayan şeyin kendisi bugün suç hâline getirilmiştir. Yasalar değişmiş falan da değildir bu arada, birçok madde neredeyse çok farklı düzenlemeler olmadan aynı kalmış olmasına rağmen, aynı düzenlemeyle bir önceki dönemde verdiği mahkemelerin kararlarıyla ya da Yargıtayın kararıyla bugün mahkemelere baktığımızda çok farklı kararların verildiğini görüyoruz. Nasıl oluyor da aynı yasal düzenleme olmasına rağmen, üstelik de bazı maddelerde güya hani "şiddet içermiyorsa" eklemesi yapılmış olmasına rağmen propagandadan, üyelikten çok fazla ağır cezalar verilmeye başlandı ve genellikle de alt sınırdan uzaklaştırılarak üst sınıra doğru hiçbir gerekçe olmamasına rağmen -ki hukuken biliyoruz ki alt sınırdan uzaklaşılması için gerekçenizin olması gerekir- üst sınıra doğru cezalar verilmeye başlandı.

Yine, üyelik açısından da -aslında arkadaşlarımız anlattı- üyeliğin koşulları Yargıtay tarafından çok net belirlenmişti. Ama şimdi biz bakıyoruz bu dönem verilen kararlara: Yargıtayın belirttiği bu kriterlerin hiçbiri olmamasına rağmen işte arkadaşlarımızın söylediği gibi birkaç basın açıklamasına katılmış olmak, düşünceyi açıklamış olmak, bir mitingde konuşmuş olmak gibi birtakım farklı farklı zamanlardaki açıklamalar toparlanıyor, bunun üzerinden üyelik cezası veriliyor. Şimdi, o yüzden hani üyelik ya da yöneticilik de verebiliyor, bu sadece üyelik için de olmuyor, yöneticilik cezası da verilebiliyor. Şimdi, gerçekten bu cezanın tanımı anlamıyla bir önceki dönemdeki duruma bakarsanız, mahkeme kararlarına bakarsanız, Yargıtayın kararlarına bakarsanız aslında ceza verilecek bir durumun olmadığı çok net ama buna rağmen böyle oluyor. Neden? Çünkü dönem değişikliğinde, iktidar değiştiğinde, iktidarın bazen bir dönem farklı, ikinci dönem farklı yaklaşımları geliştiğinde maalesef bir önceki dönem suç olmayan bir şey bir sonraki dönem suç hâline gelebiliyor. Bugün belki de iktidarın yaptıkları, diğer partilerin yaptıkları, bugün suç sayılmayan şeyler belki de yarın suç hâline gelecek. Çünkü siyasi suçlar dediğimiz şeyin kendisi çok ideolojik bir zemin ve buradan dolayı da her iktidarın yaklaşımına göre değişken özellikler alıyor ama işte yargı dediğimiz şey böyle bir şey olamaz. Yargı dediğimiz şey gerçekten bağımsızsa bu yargının iktidarın kim olduğuna, ideolojik zeminin ne olduğuna bakılmaksızın sadece kendini hukukla, insan haklarıyla, demokrasiyle, uluslararası sözleşmelerle bağlayan bir noktadan kararları vermesi gerekiyor ama maalesef Türkiye'de yargı bağımsız olamadığı için, maalesef yargının böyle bir bağımsız olabilmesinin koşulları, yasal düzenlemeleri de olmadığı için yargı iktidara bağımlı olarak karar vermek zorunda kalıyor. Hani biz bunu en son bir hazırlık soruşturmasında çok açık, net görmüştük, gazetecilere verilen tutuklama kararında tutanağın bir kısmında "Serbest bırakılmalarına." derken, aynı tutanakta "Tutuklanmasına." diye de yazıyordu. Aslında kararların nasıl kopyala yapıştır yöntemiyle yapıldığının ve kararların nasıl verildiğinin çok açık göstergesi olan kararlardan bahsediyoruz. Öyleyse, adaletin belki bugün, corona bize belki bir şeyler öğretecekse adaleti sağlamamız gerektiğini de öğretir belki ve bu açıdan gerçekten bu uzun yıllardır var olan eşitsizliğin bugün, bu tehlikeli günlerde hasta mahpusların yaşam hakkının risk altında olduğu dönemlerde belki bu hatayı, bu adaletsizliği giderebiliriz diye düşünmek istiyorum. Böyle bir sonuç alınmanın mümkün olmasını tahmin ediyorum.

Diğer bir mesele kadınlarla ilgili... Evet açıklamada "Kadına karşı suçlara ilişkin düzenleme af kapsamına alınmadı." deseniz de maalesef şöyle bir şey yok. Bizim ceza sistemimizde kadına yönelik suçlar ayrı bir bent hâlinde düzenlenmiş değil. Yani kasten yaralama suçunun içinde de kadına yönelik suçlar var, şantaj suçunun içinde de kadına yönelik suçlar var, tehdit suçunun içinde de kadına yönelik suçlar var. Dolayısıyla, siz bunları bu kapsama aldığınızda -psikolojik şiddet suçları da dâhil olmak üzere- kadına yönelik şiddet suçlarını da aslında af kapsamına almış oluyorsunuz. Bunun en büyük sıkıntısı da şuradan kaynaklı: Gerçekten, bizim hep yıllardır ileri sürdüğümüz kadına yönelik suçların aslında başka bir sistemsel bir mesele olduğunu, erkek egemenliğinden kaynaklandığını, dolayısıyla sıradan bir yaralama gibi değerlendirilemeyeceğini, ayrı bir kategoride erkek egemenliğinin sonucu olarak bütün kadınları tehdit eden mesela bir yaralama suçu olarak, şantaj suçu olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bu kapsamda da ayrı bir düzenlemeye ihtiyaç olduğunu hep söyleyegelmiştik. Bugün, aslında bu yasa teklifinin kendisi de bu ihtiyacı çok açık olarak gözümüzün önüne getiriyor çünkü genel olduğu için burada "af" dediğinizde tehdit suçuna, şantaj suçuna, yaralama suçunun basit hâllerine vesairesine, bu durumda ne oluyor; aslında kadına karşı işlenmiş suçları da af kapsamına almış oluyorsunuz.

Yine yaralama meselesinde, mesele sadece eş, üst soy, alt soy meselesi de değil; sevgilisi de öldürebiliyor, komşusu da yaralayabiliyor, mahallede hiç tanımadığı biri de kadına yönelik bir saldırı gerçekleştirebiliyor. Dolayısıyla, buradaki meseleyi istisna hâline getirmek de aslında kadına yönelik suçları affetmiyoruz anlamına maalesef gelmiyor.

Yine 53'üncü maddedeki geçici 9'uncu maddenin 4'üncü bendindeki infaza ilişkin, 2014 öncesi suçlara, tecavüz suçlarına ilişkin meseledeki düzenleme de aslında bir indirim getiriyor. Dolayısıyla, bütün olarak baktığınızda bu meselenin kadınlar için çok ciddi sonuçlar yaratacağı ortada. Şimdi en azından şunu önereceğiz: Eğer bu tarzda indirimlerle kadına yönelik şiddet, taciz meselelerinde tahliyeler gerçekleşecekse; bundan önce kadına yönelik güvenlik önlemlerinin alınması lazım. 6284 sayılı Yasa'nın etkin uygulanması lazım. İstanbul Sözleşmesi'nin etkin uygulanması lazım. Yine, İstanbul Sözleşmesi'nde geçen: "Mağdur olan kişiye, kendisine saldıran kişinin tahliye olduğuyla ilgili bilgi verilmesi gerektiği ve kendisini koruması açısından, güvenlik alması açısından bilgilendirilmesi gerektiği" maddesinin uygulanması lazım. Yine, sığınmaevi sayılarının artırılması lazım.

Bakın, bugün bir haber okudum, ayrıntılarına çok bakamadım ama bir erkek eşini rehin almış durumda. Evde gerilim hangi noktadan çıktı, ne oldu bilemiyoruz ama bu süreçte eşini rehin almış durumda, eşini öldürmekle tehdit ediyordu. Şimdi bu sürecin getirdiği, getireceği sorunları hepimiz biliyoruz. Ev içerisinde erkeklerin nasıl eşlerini öldürdüğünü, yaraladığını hepimiz biliyoruz. Buna dair güvenlik tedbirlerini artırmazsak, 6284'ü bir önceki dönemden çok daha etkin bir şekilde uygulamazsak emin olun, çok fazla sayıda kadın cinayete kurban gidecek, çok fazla sayıda kadın tacize, tecavüze uğrayacak.

Taciz, tecavüz meseleleri sadece dışarıdaki kişiden gelmez. Ev içerisinde de gerçekleşir, en yakın akrabalarınız üzerinden gerçekleşir. Şimdi, buna dair bir önlem alınmadan gerçekten bu düzenleme bu hâliyle çıktığında, kadınların hayatları, cinsel yaşamları ve her türlü fiziki saldırıya açık hâle gelinecek. O yüzden bu yasanın bir bütün olarak aslında sadece bu yasayla değil, diğer bütün önlemlerle birlikte düşünülmesi gerekiyor ve aynı zamanda siyasileri kapsam dışı bırakan bu yaklaşımdan vazgeçilip gerçekten toplumun vicdanını rahatlatan, bekleneni açığa çıkaran, herkesi rahatlatacak şekilde siyasi suçları da kapsam içine alması gerekiyor.

Teşekkürler.