KOMİSYON KONUŞMASI

HABİP EKSİK (Iğdır) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Hazırunu saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, bu Komisyonun ağırlıklı olarak üyeleri hukukçu ama ben bir doktorum, Sağlık Komisyonu üyesiyim. Ama böyle önemli bir konuda, toplumun bire bir etkilendiği ve gerçekten 100 binlerce insanın hayatının söz konusu olduğu bir kanun teklifinin tartışıldığı sırada -açıkça söyleyeyim- özellikle burada olma gereği hissettim. Çünkü burada konuştuğumuz şey aslında bir yaşam hakkı. Yaşam hakkının ihlal edilmesiyle ilgili bir durum söz konusu. Bugün 300 bin insanın cezaevinde yaşam hakkının ihlal edilmesiyle karşı karşıyayız. Maalesef, bu konuda, şu an bu kanun teklifinde de gördüğümüz kadarıyla bu kişilerin yaşam hakkını koruyacak devlet maalesef gereğini yerine getirmiyor ve biz Meclis olarak da bunun çok farkında değiliz gördüğüm kadarıyla. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde de yaşam hakkının zaten güvence altına alındığını, 3'üncü madde olduğunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Yine Anayasa'mız da yaşam hakkının güvence altına alındığını ve üstün nitelikte olduğunu, sapma önlemlerine başvurulamayacağını, dar yorumlanamayacağını, dokunulmaz bir hak olduğunu belirtiyor. Kısacası yaşam hakkı mutlak bir haktır arkadaşlar. Bunun tek istisnası vardır, o da savaş eylemleri. Yani savaşın olduğu esnada olan ölümlerin dışındaki bütün ölümlerle ilgili devlet bu konuda önlem almak zorunda ve yaşam hakkını savunmak zorunda diye biliyoruz ve bunu da özellikle vurgulamak istiyorum.

Değerli üyeler, yaşam hakkının varlık nedeni -şunu söyleyeyim- insanı doğal olmayan ölüme karşı korumaktır. Şimdi ben size özellikle...

Sayın Başkan, insicamım bozuluyor. Eğer görüşeceklerse, konuşacaklarsa dışarıda rahatlıkla konuşabilirler. Burada bir şey tartışıyoruz. Yani 300 bin insanın yaşamı söz konusu diyoruz ama orada bütün insicamımı dağıttı gerçekten arkadaşımız.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Değerli arkadaşlar, biraz sessiz olalım.

Halil Bey, sosyal mesafe kuralını ihlal ediyorsunuz bakın, zaman zaman ikaz etmek zorunda kalmayalım.

Buyurun, devam edin.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Şöyle söyleyelim: Yaşam hakkının varlık nedeni insanı doğal olmayan ölüme karşı korumaktır. Bugün, siz, 300 bin insanı cezaevinde tutarsanız ve böyle büyük bir salgınla karşı karşıya bırakırsanız işte yaşam hakkını ihlal edersiniz, ölüme terk edersiniz, yani doğal olmayan bir ölüme terk edersiniz, suç işlemiş olursunuz. Bu gerçekten çok büyük bir sıkıntı, çok büyük bir problem. Çünkü bu salgını, coronavirüsü -ben bir doktor olarak söyleyeyim- herkes yaşlıları etkiliyor zanneder ama öyle değil. Aslında bu enfeksiyon, bu virüs bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerin yaşamını ciddi anlamda tehlikeye sokar, sağlığını tehlikeye sokar ki bu hastalığı atlatsa dahi birçok kişinin daha sonra yine akciğerleriyle ilgili, bazı sistemlerle alakalı ciddi anlamda sorunlar yaşadığını biliyoruz, özellikle nefes darlığı şikâyetleriyle karşı karşıya kaldıklarını görüyoruz. O açıdan bu kişilerin, yani bir kısım kişilerin çıkarılıp diğer 220-230 bin kişinin orada kaderine terk edilmesi yaşam hakkının ihlal edilmesi demektir, yaşam haklarının ellerinden alınması demektir. Bu, iktidar tarafından ya da bu Meclis tarafından -öyle söyleyeyim çünkü bu hepimizin sorumluluğu diye düşünüyorum- bu kişilerin katledilmesi anlamına gelir, açıkça söyleyeyim. Çünkü bu insanlar gerçekten çok zor koşullarda, çok kötü koşullarda bulunuyorlar. Zaten kapasitenin çok çok üstünde olan bir durumdan bahsediyoruz ve bulundukları ortam nedeniyle çok ciddi anlamda bağışıklık sistemleri çökmüş durumda. Yine beslenme koşullarının, hijyen koşullarının çok kötü olmasından dolayı bu virüsün vurması durumunda ciddi anlamda büyük bir sayının burada yaşamının tehlikeye düşeceği ve yaşamlarını yitirmeyle karşı karşıya kalacakları göz önündedir.

Şimdi, bunları görünce, bu tespiti yapınca bir doktor olarak açıkça söyleyeyim aklıma şu geldi: Yani bugün 300 bin insandan -ki bu kanun teklifi geçerse 70 bin kişinin çıkacağını tahmin ediyoruz- geri kalan 230 bin insan için bu aslında 1933-1945 Nazi Almanyası dönemindeki kamplardan başka bir şey olmayacaktır. Yani -açıkça söyleyeyim- siz onları o Nazi doktorlarının yaptığı gibi enfeksiyonları bulaştırıp öldürürseniz ya da ortaya çıkan bir enfeksiyonda o insanları sağlıksız koşullarda, kötü, kalabalık ortamda tutarak kendilerini savunamayacağı, her şekilde bu enfeksiyonla karşı karşıya olduğu cezaevi koşullarında tutarsanız, işte bu Nazi Almanyasının tıpkısının aynısıdır. Çünkü orada bilinçli olarak enfeksiyonu götürüp bulaştırır üstüne, deney yapar; buradaysa siz aslında bir soykırım mantığıyla o insanları ölüme terk edersiniz. Ki bu kişilerin çoğunluklu olarak siyasi tutuklu olduklarını, çoğunun hüküm dahi giymediklerini, sadece Hükûmete muhalif oldukları için orada bulunduklarını da bütün kamuoyu da zaten biliyor, görüyor. O açıdan şunu söyleyeyim, yani bu cezaevlerinin açık ve net bir şekilde tarifi şu olur: Nazi Almanyasının soykırım kamplarına dönüşecektir ve orada binlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olacaktır. Bundan dolayı da teklifin ona göre değiştirilmesi, revize edilmesi ve insan yaşamının korunması konusunda tüm adımların atılarak kanun teklifinin öylece düzenlenmesi gerektiği kanaatindeyim.

Şimdi, bir diğer konu şu: Şöyle bir şey söyleyeyim, bu işin politik anlamı. Siz toplumun bir kısmını ötekileştirirseniz, yalnızlaştırırsanız, yok sayarsanız ve en ufak durumda dahi siz onlara muhalif oldukları için "Biz sizleri ölüme terk ediyoruz." derseniz işte o zaman ülkeyi çok kullandığınız o "bölücülük" durumuna sokmuş olursunuz. Kendiniz aslında ülkeyi bölmek için kaderine terk etmiş olursunuz; yasa olarak diyorum, Meclis olarak diyorum. Bu hepimizin sorumluluğu tabii. Çünkü böyle durumlarda, böyle salgın durumlarında, böyle sıkıntılı süreçlerde aslında toplumun kucaklaşması için, toplumun ortak yaşamda buluşması için, toplumun birlik ve beraberliği, dayanışması, sorunlarla baş edebilmesi için siz eşit davranıp o insanların hepsini aynı gördüğünüz hissini uyandırmak zorundasınız devlet olarak, Hükûmet odağı iktidar olarak ve Meclis olarak. Siz eğer bunları yapmazsanız, işte, o zaman insanlar kendilerini yalnız hissedeceklerdir, o zaman insanlar kendilerinin öteki olarak belirtildiğini hissedeceklerdir ve neticesinde de bu işin, aslında sizin bahsettiğiniz o bölücülük olayını kendi elinizle gerçekleştirdiğinizi de hatırlatmak isterim.

Bir diğer konu, böyle durumlar aslında bizim şu an terazide çok ciddi anlamda saptığımız demokrasi. Yani, biz zaten şu ana kadar sürekli söylüyoruz ama yine tekrar ifade etmekte fayda vardır, demokrasinin hemen hemen kırıntısını bırakmadık. Bu demokrasiye temel dönüş noktalarından, ibrelerinden -belki- bir tanesi bu olabilir çünkü demokrasinin vazgeçilmeyen en önemli dayanağı vicdandır. Siz, eğer, toplumun vicdan duygusunu yok ederseniz, o zaman işte, demokrasiyi de -toplumsal anlamda vicdanı yok ettiğiniz için- yok saymış olursunuz, yok etmiş olursunuz. Şöyle söyleyeyim: İnsanlar belli bir süre sonra; siyasi, askerî, ekonomik gücü olmayan, tek sığınacağı vicdan alanını da yitirdikten sonra, bu alan tahrip edildikten sonra toplumda sadece güç ilkesi işler, ki o zaman da herkes herkesin kurdu olmaya başlar. Onun için de diyoruz ki, bu vicdansızlığı yapmayalım, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, halkın seçtiği temsilciler olarak bu vicdansızlığa kesinlikle izin vermeyelim; orada insanları yaşamlarıyla sınamayalım, yaşamlarını tehlikeye sokmayalım. Anayasa'nın geçerliliğini kabul edip tekrar demokratik bir cumhuriyeti var etmek için geri dönelim diye uyarıyorum.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyoruz.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Bitirmedim Sayın Başkan.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Bitmedi mi?

HABİP EKSİK (Iğdır) - Son cümlemi söyleyeyim. Sanki bir yerlerden bir talimat alıyormuşsunuz gibi hemen...

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Estağfurullah, niye talimat alalım?

HABİP EKSİK (Iğdır) - Bilmiyorum yani Başkan.

ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Teşekkür etmedin mi?

HABİP EKSİK (Iğdır) - Yok, yok etmedim ya.

ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Teşekkür et, bitir.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Karşıda durmuşsunuz...

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Komisyon hiçbir yerden talimat almaz ama siz nereden aldınız, onu bilmiyorum tabii.

ORHAN KIRCALI (Samsun) - Kişi, kendinden bilir işi Hocam.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Ya, istediklerini söyleyebilirler, sıkıntı yok.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Tamam, son cümle demiştiniz.

Buyurun.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Şimdi, şöyle bir şey söyleyeyim Sayın Başkanım...

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Başkan, cevap verebilirsin.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Biz de cevap verebiliriz.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Tövbe, tövbe!

Sayın Başkan, burada sağlıklı bir tartışmanın olması için, gerçekten 300 bin insanın yaşamının söz konusu olduğu bir kanun teklifinde herkesin düşüncesini özgürce söyleyebilmesi için bence süre konusunda bu şekilde sizin müdahaleci olmamanız gerekir.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Hayır, siz toparladınız, sözlerinizi bitirirken...

HABİP EKSİK (Iğdır) - Tam bitiriyordum, zaten siz bırakmadınız Sayın Başkan.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Tam bitirdiniz zaten, yani şimdi uzatmanın burada şeyi yok.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Şimdi, şöyle bir şey söyleyeyim...

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Bitiriyorken ben...

TUFAN KÖSE (Çorum) - Tamamen yanlış anlaşılma oldu.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Evet, yanlış oldu, ben bitirdi zannettim hatta.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Şunu da özellikle belirtmek istiyorum: Salgın durumlarında siz ne yaparsanız yapın, böyle cezaevi gibi kapalı ortamlar enfeksiyonun en hızlı bulaşacağı ve büyük risklerin en ciddi anlamda ortaya çıkacağı alanlardır.

Ben teşekkür ediyorum dinlediğiniz için, sabrınız için teşekkür ediyorum.