| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | İstanbul Milletvekili Abdullah Güler ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin ile 128 Milletvekilinin; Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 03 .06.2020 |
ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi selamlıyorum.
Şimdi, bizim önümüze gelen, Komisyonumuzun önüne gelen (2/2735) sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile 61 kanun maddesinde değişiklik öngören yasa teklifini biz görüşüyoruz.
Değerli arkadaşlar, tabii, evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde bu teklife baktığımız zaman, yine, mevcut olan Anayasa'nın bir tarafa bırakıldığı ve teknik anlamda da kanun yapma tekniğine de aykırı olan bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız.
Elbette bu yargı paketi olarak, bir reform olarak kamuoyuna sunulan ikinci paketin gerçek anlamda meslek kuruluşlarının, gerçek anlamda hukuk profesörlerinin ve kürsülerinin bu konudaki görüşleri, bu konudaki eleştirileri ve katkılarının ciddi anlamda alınmadığı da hepimiz tarafından bilinen bir gerçektir.
Şimdi, bu tekliflerin çalışması aşamasında bizler de kısmen de olsa yer aldık; daha doğrusu, kısmen de olsa bizim de görüşümüze yer verildi veyahut da bizim görüşümüze müracaat edildi fakat bizim yapmış olduğumuz eleştirilerin, yapmış olduğumuz katkıların büyük bir kısmının bu teklifte de yer almadığını çok açık bir şekilde görüyoruz.
Şimdi, bu ne demek? Bu şu anlama geliyor değerli milletvekilleri: Şimdi, Türkiye'de yürürlüğe giren, Türkiye'deki mevcut, şu anda devam eden Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle mevcut olan yasama organının ne denli devre dışı bırakıldığının, yasama organının yasa yapma tekniğinden ne denli uzaklaştırıldığının başka bir versiyonunu da biz bu kanun teklifinde görüyoruz. Bu nedir peki? Yine bir torba yasayla biz karşı karşıyayız. Torba yasa demek ne demek? Torba yasa aynı zamanda kanun yapma tekniğinden de uzaklaşıldığı anlamını taşımaktadır.
Şimdi, hemen şöyle bir baktığımız zaman, 1927 yılından 2011 yılına kadar süregelen ve köklü bir içtihatla o tarihe kadar uygulanan hukuk yargılama sisteminde 1 Ekim 2011 yılında yine, bu AKP hükûmetleri tarafınca temel yasalarda ciddi değişiklikler yapılmak suretiyle gündemimize alınmış idi. Peki, ne oldu o süreçten bu yana? O süreçten bu yana çok ciddi şekilde yine kanun maddeleri arasında uygulamada ciddi çelişkiler olması hasebiyle gerek Anayasa Mahkemesi tarafından kısmi iptale uğradı ve gerekse de uygulama açısından çok ciddi şekilde hak kayıplarına neden oldu. Bu, şu mantığı yine önümüze getiriyor: Kanun yapmanın bir bütün olarak ele alınması gerektiğini kesinlikle vurgulamak isterim çünkü yine 1'den fazla alanda bir değişikliğin bu torba yasayla önümüze getirilmesiyle, önümüzde yine bu kanunlarda yapmış olduğumuz, yapacağımız ve de yapılacak bu değişikliklerin değiştirilmek üzere yeniden toplanmasını zorunlu hissedecektir bu yasama Meclisi.
Değerli arkadaşlar, bu kanunun da uygulandığı tarihten itibaren "İçinde çelişkili hükümler vardı." dedik. Anayasa Mahkemesi tarafından da zaman zaman bu iptale uğradı. Ama maalesef yine, teknik anlamda Anayasa'ya uygunluk açısından da doğru olmayan bir yöntemle kanun değişikliğine gidiyoruz.
Bu kanuna eklenen özellikle çok önemli bir husus daha var -biraz önce de arkadaşlar belirtti- bölge adliye mahkemeleri de yargılama açısından ciddi sorunlar yaratmıştır. Şimdi, nedir bu sorunlar? Yargıtay öncesi kanun yolu olarak öngörülen bu mekanizma âdeta dosyaları bekleten, âdeta süreci uzatan ve zamanında yargılamanın sonuçlanmasını engelleyecek nitelikte dosyaların raflarda bekletildiği bir aşama hâline gelmiştir.
Şimdi, teknik anlamda -ben de yıllarca avukatlık yaptım- bu Yargıtay süreci, 3-4 yıllık olan süreç şu an itibarıyla bu kanunun, özellikle bölge adliye mahkemeleri sisteminin uygulanmasıyla birlikte bu, 2 kata çıkmış durumdadır ve neredeyse 7-8 yıllık bir sürece tekabül etmektedir. Bu, şu demek değerli arkadaşlar: Bu, hukuk kürsülerinin, bu konuda uzman olan meslek kuruluşlarının, özellikle baroların ve üniversitelerin görüşlerinin alınmadığının da çok ciddi şekilde bir göstergesidir. Dolayısıyla, biz kanun yapma tekniği açısından yasama organının çok etraflıca bu tür kanunları, özellikle temel yasaları değiştirirken bir bütün olarak ele almaları gerektiğini, bir bütün olarak değerlendirme yapmak gerektiğini biz burada vurgulamak istiyoruz. Neden? Çünkü yamayla, çünkü kısmi değişikliklerle bu işin mümkün olmadığını biz belirtmek istiyoruz. Bakın, aradan daha 7-8 sene geçmeden yeniden bir değişiklik yapma zorunluluğu hissediyoruz. Bu neden kaynaklanıyor? Bu şundan kaynaklanıyor: Uygulayıcıların, meslek kuruluşlarının ve bilim dünyasının görüşlerinden uzak bir kanun yapma sürecinden bahsetmek mümkündür bu şekilde.
Peki, burada, bu kanun teklifinde diğer sorunlar nedir? Değerli arkadaşlar, bu kanun teklifi çok açık bir şekilde kanun yapma tekniğine aykırı olduğu gibi bir de Anayasa'ya aykırılık da söz konusudur. Anayasa'ya aykırılık hususunu şu şekilde 1-2 tane madde üzerinde belirtmek istiyorum: Özellikle, değerli arkadaşlar, bu kanun yapma şekli bir yapboz tahtasına dönüşmüş durumdadır çünkü reform olarak önümüze konulan bu değişiklik aynı zamanda temel insan haklarının da zedelenmesine neden olabilecek yeni uygulamaları önümüze koymaktadır.
Şimdi, elbette ki bu kanun teklifi içerisinde olumlu olacak bazı maddeler vardır. Tabii ki biz görüşümüzü maddeler gelince belirteceğiz ama bu temel yasalarda, özellikle, Anayasa'nın 36'ncı maddesine bir aykırılık olduğunu biz belirtmek istiyoruz. Anayasa'nın 36'ncı maddesi ne diyor? "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." deniliyor. Yani, adil yargılama hakkı esastır ve bu, Anayasa hükmüdür.
6100 sayılı Kanun'la ihtiyati tedbir kararına muhalefet edilmesi sebebiyle verilecek olan disiplin cezasıyla ilişkin olan hususun tam da burada Anayasa'ya aykırı olduğunu biz düşünüyoruz. Neden peki? Şöyle, şimdi, arada, bir disiplin hapsi söz konusu yani hürriyeti bağlayıcı bir niteliğe sahip olan bir durum söz konusu. Burada şöyle bir aşamayla biz karşı karşıya kalıyoruz: Her şeyden önce disiplin hapsi, hürriyeti bağlayıcı bir niteliğe büründürülmüş durumdadır. Maddi hukuk açısından baktığınız zaman... Şeklî hukuk açısından baktığınızda elbette üzerinde çok düşünülmeyebilir ama maddi hukuk açısından bir hapis cezasıdır. Bir hapis cezasının, hürriyeti bağlayıcı bir cezanın da ciddi şekilde çok detaylı bir yargılama sistemiyle ancak verilebileceğini düşünüyoruz. Çünkü bu, bir zorlama hapsi olsa bile hürriyeti bağlayıcı niteliğe sahiptir. Başka bir anlatımla, ceza yargılamasının konusu dâhilindedir. Bu ceza yargılaması maddi bütün vakaları araştıran ve detaylı bir soruşturma, kovuşturma sürecini kendi içinde barındıran bir aşamadır. Bir mahkeme öngörülür ve hürriyeti kısıtlayıcı özelliğe sahiptir bu, özellikle disiplin hapsi. Her ne kadar yapılacak olan yargılamaya ilişkin usul ve esaslar belirtilmişse de hukuk mahkemesi yönetimi ve karar verme safhası ceza mahkemesinin yönetim ve karar verme safhasından farklıdır ve eksiktir. Bu nedenle özellikle bu hususun Anayasa'ya aykırı olacağı ve bu nedenle de bizim özellikle ilk itirazımız olarak Anayasa'ya uygunluk bakımından, Anayasa aykırılığının oylanması gerektiğini düşünüyoruz. Mahkemenin yürütme ve çalışma şekli de yine hukuk mahkemesinin çalışma şekil ve idaresinden farklıdır ve maddi gerçeği ortaya çıkarma olanağından ne yazık ki mahrumdur ve eksiktir. Sonuçları itibarıyla hürriyeti bağlayıcı niteliği taşıması nedeniyle de temel hak ve hürriyetlere de aykırılık teşkil edeceği düşüncesini taşıyoruz.
Ceza yargılama sisteminde sınırsız araştırma ilkesi var. Soruşturma ve kovuşturma ilkesi olması hasebiyle kişinin mevcut olduğu durumu tespit edebilecek ve müddeinin ya da müddeiumuminin veya savcının, lehine olabilecek olan şeyleri de araştırma ve ceza yargılama safhasına taşıma ilkesi olması nedeniyle de daha geneldir ve daha kişinin hak ve hürriyetlerini koruyacak nitelikte olduğunu belirtmek isteriz. Maddi gerçeği araştırma ilkesi de gözetildiği zaman bu anlamda da eksiklik olduğunu özellikle vurgulamak istiyoruz.
Değerli arkadaşlar, şimdi, son günlerde özellikle kamuoyu önünde de çok ciddi tartışma konusu olan barolara, meslek kuruluşlarına bir yaklaşım meselesi var. Elbette, bu son tartışmalardan önce bu ikinci yargı paketi düzenlenirken bu mevcut olan tartışmalardan biraz farklı bir konumdaydı fakat günümüzdeki mevcut olan o tartışmalar da dikkate alındığında avukatlara bakış açışı, meslektaşlara bakış açısı, yargılamanın ve özellikle adaletin önemli unsurlarından, önemli kurucu unsurlarından olan avukatlara bakış açısının da nedenli sakat olduğunu, nedenli hukuka uygun düşmediğini bu teklifin özellikle 18'inci maddesinde çok net bir şekilde görüyoruz. Peki burada ne var? Değerli arkadaşlar, şimdi, Anayasa hükmü gereğidir, özellikle aleniyet ilkesi gereğince, bakın, 80 yıldır uygulanan bir sistem var Türkiye'de. İyi ya da kötü, yürüyen bir sistem söz konusu. Bu sistemde ne var? Bu sistemde avukatın duruşmalarda yer alması, duruşma salonunda oturması, duruşma salonuna girip çıkması, kendi dosyasını takip etmesi olanağı söz konusu. Avukat bu mesleği yürüten kişidir, aynı zamanda kendi çalışma alanıdır, başka bir anlatımla da işyeridir mahkeme salonları, mahkemenin koridorları. Peki, bu ne anlama geliyor, aynı zamanda bu teklifle avukatlık mesleğine, özellikle barolara olan bakış açısının da gerçek anlamda bir ifadesidir bu. Bakın, bu mesleği pratikte yapan Sayın Komisyon üyelerimiz çok net biliyor ki çoğu yerde, mahkemelerin olduğu yerlerde, duruşma salonlarının önünde avukatların oturup dinlenebilecekleri alanları dahi yoktur. Bakış açısıdır bu, bu yargı makamına bir bakış açısını ifade ediyor. Bırakın onu, bakın, bir marangoz hatası olarak da değerlendirilen mahkeme salonlarındaki avukatların oturdukları makamlar dahi şu anda uzun bir süre önce tartışma hâlindeydi ve bu tartışmalara daha henüz nokta koymuş değiliz.
Değerli arkadaşlar, bakın, büyük illerdeki adliyelere günlük nereden bakarsanız 20 bin avukat adliyeye giriş çıkış yapıyor. Ankara Adliyesini örnek verirsek 20 binden aşağı avukat giriş çıkış yapmıyor fakat adliyelerin yönetimine baktığınız zaman, adliyelerdeki avukatlara bakış açısına baktığınız zaman adliyenin yönetiminden dahi avukatlar mahrum bırakılıyor ve avukatların söz sahibi olduğunu söylemek mümkün değildir, zaten sistemde böyle bir şey yok. Dolayısıyla, biz, bu aleniyet ilkesine aykırılık teşkil edebileceği ve kötü bir niyetle uygulama olanağının yüksek olduğu ihtimaline karşılık 18'inci maddede taraf vekillerinin dışında, taraf olan avukatların dışında diğer avukatlara yaklaşımı, diğer avukatları özellikle teklif maddesine isim belirtmek suretiyle, yani hedef gösterilmek suretiyle böyle bir maddenin getirilmek istenmesi bize göre doğru değil; savunma hakkını, aleniyet ilkesini çok net bir şekilde ihlal edeceğini düşünüyoruz. Dolayısıyla, bunun bence özellikle mesleğe bakış açımızdan ve adil yargılama hakkı açısından geri çekilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Diğer bir husus, değerli arkadaşlar, şimdi, özellikle yine teklifte yer alan bir diğer husus ise aleniyet ilkesine aykırı olan, gizli duruşma yapmaya ilişkin olan teklif maddesinde başka bir kanun maddesinin getirilmiş olması. Bu ne demek, bu şu demek: Bu, özellikle muhalefetin, siyaset kurumunun veya iktidarın taraf olduğu davalarda mevcut olan vakayı, mevcut olan durumu kamuoyundan kaçırmak, halktan kaçırmak gibi bir sonucu da doğuracak. Nedir bu? Mesela son dönemlerde herkesin bildiği ve tartışma konusu olan Man Adası ile ilgili olan bir davada tarafları ve mevcut olan siyasal iktidarı etkileyeceği kanaatiyle mahkeme burada bir gizlilik kararı verebilecek. Peki, gizlilik kararı vermesi kimin yararına? Yargılama yapma yükümlülüğünde olan yargı makamlarının en büyük sorunu değerli arkadaşlar, doğru karar vermeye ilişkin olan şey değil, çalışmaları değil. En büyük sorun şu olacak: Halkın, kamuoyunun, vatandaşın kuşku duyması. Siz yüzde 100 doğru karar verseniz bile, bir mahkeme yüzde 100 bir olayda doğru karar verse bile eğer halkın inancı kalmadıysa, halkın güveni kalmadıysa o mahkeme kararının o verilen kararın hiçbir hükmü, hiçbir gereği ve meşruiyeti olmayacaktır ve en büyük tehlike de buradadır.
Bize göre, bizim tesis etmemiz gereken, bizim yargı paketi olarak ele almamız gereken husus şudur: Her şeyden önce, bağlı bulunduğumuz Anayasa'nın demokratik bir şekilde değiştirilmesine yönelik bir çalışmanın içerisine girmek ve hemen ardında adliyenin, yargının tarafsız ve bağımsız kılınmasına ilişkin ciddi bir çalışma yapmak ve onun arkasında temel yasalarda ciddi değişikliğe gitmek.
Biz bir bütün olarak yasa yapma sürecinin sakat olduğunu, Anayasa'ya aykırı olduğunu ve birkaç tane madde de açıkladığım üzere öncelikle Anayasa'ya aykırı olduğu savıyla bir oylama yapılması talebimiz var ve bir bütün olarak bir yargı reformu içermediğini, kısmi bazı düzenlemeler getirmiş olmakla beraber doğru olmadığını ve uygulamada ciddi sorunlar yaratacağını ve hak kayıplarına neden olacağını düşünüyorum. Maddeler kısmında da yeniden söz alacağım, çok teşekkür ederim. Sabırla dinlediğiniz için sağ olun.