| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | İstanbul Milletvekili Abdullah Güler ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin ile 128 Milletvekilinin; Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 03 .06.2020 |
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sevgili Başkanım.
Bütün konuklarımıza ve katılan, mesai veren bütün arkadaşlara emeklerinden dolayı teşekkür ediyorum, hoş geldiniz diyorum.
Şimdi, bir yasa ihtiyaçsa "Bu yasa niye yapılıyor?" demeyi doğru bulmam ben kendi adıma; ihtiyaçtır, süreç içerisinde imbikten geçirile geçirile getirilir ve yapılır. Ama şu soruyu sorma hakkımızın olduğunu düşünüyorum: İvedilikle gelmesi gereken başka yasalar yok mu bu Mecliste? Türkiye'deki sosyal hayatı, siyasal hayatı, toplumsal hayatı, hatta bundan çok da etkilenen ekonomik hayatı daha ivedi gelerek hayata geçmesi gereken birtakım yasalar yok muydu? "Bu yasa niye geldi?" demiyorum ama bakın, ısrarla söylüyorum. Bu yasanın iyi kötü yanları var, tartışırız, oluş şeklini tartışırız; o, ayrı bir konu ama Türkiye'nin çok ciddi sorunları var ve biz zannediyoruz ki usul yasasını değiştirdiğimizde ekonomik hayatı da düzenlemiş olacağız. Böyle bir şey olmayacak, bunu siz de biliyorsunuz. Yani usul yasasındaki değişiklikleri yaptığımız zaman, siyasal ve ekonomik hayatımız rayına girmeyecek, ertesi gün kapımıza yatırımcılar dayanmayacak, ertesi gün "Biz çok güzel bir devlet yönetimine sahibiz." demeyecekler ve bu yasanın tarafı olabilecek, uyuşmazlıkların tarafı olabilecek insanların da hayatı bu yasadan dolayı doğrudan düzelmeyecek. Bir defa bunu bilelim, bunu önümüze koyalım.
Şimdi, bu yasa özeline geldiğimiz zaman, dediğim gibi, tabii, olumlu yanları var yasanın ama burada dikkat çekmemiz gereken, olumlu yanlarına övgü yapmak değil, bu yasanın dikkat çeken noktalarını burada eleştirip yeni bir düzen arayışı içerisine birlikte girebilmektir yani bir kolektivizm, bir akıl birliği yaratabilme meselesidir. Şimdi, tabii, o maddelere gelindiğinde tek tek söyleyeceğim ama dikkat çeken ana maddelerden biri 2'nci maddedeki aleniyet meselesi. Çok net, çok net yani bunun tartışılabilecek hiçbir alanı yok, arkadaşlarımız da dile getirdiler. Anayasa'nın 141'inci maddesi çok açık arkadaşlar yani "Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlakın ve kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir." Şimdi bu madde bu kadar net, bu kadar açıkken biz durumları itibarıyla bazı arkadaşları... Tam ifadeyi kullanacağım, "Yargılama ile ilgili kişilerin korunmaya değer üstün bir menfaatinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde" bu çok subjektif bir ifadedir, Anayasa'nın açık hükmü karşısında çok subjektif bir ifadedir. Yakın tarihimizde yaşadığımız olaylar var, hukuk garabetleri yaşadık biz yakın bir tarihte. Mesela, İstanbul'dan örnek vereceğim, İstanbul vekillerimiz bu işi çok yakında biliyor; İstanbul'da bir kaçak yapı meselesi gündeme düştü. Gayet doğaldır, herkesin başına gelebilir, hepimizin başına gelebilir. Kaçak yapı sıradan, adi bir meseledir; hukuki tarafları itibarıyla açıklığa kavuşması gereken bir şeydir. Kaçak yapının ilgilisi sarayın İletişim Koordinasyon Başkanı galiba, değil mi? Tam olarak bilemiyorum, saraydaki politikalar... İletişim Başkanı, adı geçti. Adı geçtiği yerde bizim orada belediyemizin, büyükşehir belediyemizin grup başkan vekili olan il başkanımız, Üsküdar Belediyemizin Grup Başkan Vekili olan İlçe Başkanımız bu konuyla ilgili kendilerine şikâyet geldiğinden dolayı ilgilendiler ve ortaya bir gariplik çıktı. Hukuk bir şekilde bizim ilgilenen, görevini yapan yani yetimin hakkını korumaya kalkan, tüyü bitmemiş yetimin hakkıyla ilgili orada yol yürümeye kalkan 2 arkadaşımıza dava olarak döndü. Yani, bir kaçak yapının yapılış nedeniyle ilgili hızlı bir yargı serüveni yerine 2 arkadaşımız hakkında hızlı soruşturma açılmasına döndü. Bunu neden anlatıyorum? Bunu şundan dolayı anlatıyorum: İşte, bu hüküm de bunun gibi bir şeydir. Arkadaşlar haklı olarak soruyor: "Anayasa'nın açık hükmüne rağmen böyle flu, kim adına kullanılacağı belli olmayan, niyeti çok tartışılabilir bir hükmü buraya niye koyuyorsunuz?" İki, ben size açıklıkla söylüyorum, çok net söylüyorum, burada kayıtlara geçiyor: Bu, Anayasa Mahkemesinden döner kardeşim. Hangi Anayasa Mahkemesi olursa olsun bu açık hüküm karşısında bu maddeyi buraya yerleştirdiğiniz zaman o Anayasa Mahkemesi hangi saikle bakarsa baksın buna bir yer bulamaz, yok bulamaz. Ve hepimiz hukukçuyuz ya. Bu kadar kör gözün kör parmağına, nerden ihtiyaç hasıl olduğu belli olmayan bir maddeyi buraya yerleştirmeyi kimse anlatamaz, bize anlatamazsınız, bize anlatamazsınız bunu Genel Kurulda. Bakın, burada açık, net söylüyorum: Israrcı olmayın bu maddede. Bu maddeyle altı ay insan koruyabilirsiniz, sekiz ay koruyabilirsiniz, Anayasa Mahkemesinden döner gelir ondan sonra kimseyi koruyamazsınız. Korumak niyeti kime aitse onu bilemiyorum, tabii kötü niyetle de bakmak istemiyorum.
Şimdi, az önce söylediğim aleniyetle alakalı bir başka şey 18'inci maddede var. Hem avukatlık hukuku açısından baktığımızda hem duruşmaların aleniyeti açısından baktığımızda "taraf avukatları" ibaresiyle sıkıştırılmış, geri kalan tüm avukatların duruşma salonlarından takır takır tahliye edileceği bir hüküm koyuyorsunuz. Ya, bu değildir ki adliyelerin olması gereken yapısı, yargılamanın olması gereken yapısı bu değildir ki. Hepimiz çıkıyoruz burada "Sacayağı, sacayağı, sacayağı" diye tekrarlıyoruz. Ya bu sacayağının bir ayağına sürekli kötü davranarak, sürekli dışlayarak ki yakın tarihte onların mesleki örgütlerine yönelik olarak da tartışılır hükümler söylüyorsunuz, ben tabii, metni görmediğim sürece o konuyla ilgili konuşmam, önümüze gelir burada konuşuruz ama Sayın Cumhurbaşkanı söylüyor, o söylüyor, bu söylüyor yani bir Covid salgını döneminde en son konuşulacak konuları konuşur hâle geliyoruz ve yargının üçüncü ayağına üvey evlat muamelesinden öte evden kovulacak evlat olarak bakar hâle geliyoruz. Bu nedir ya? Yani avukatları duruşma salonundan dışarı çıkarmak. Ağzını açan avukatı, hâkimler bundan sonra dışarı atar bu hükmü koyarsanız çünkü gerçekten yargının ana sorunlarından bir tanesi de uygulayıcılar meselesidir. Uygulayıcılardan kastım bu yargıda uzun süredir emek veren insanlar değil, yeni ihdas ettiğimiz, hatta burada birkaç toplantı öncesinde Yılmaz Bey'in yerine Sayın Köylü yönetirken açık açık söyledi ya "Hâkimler başımızda tıraş öğreniyorlar." dedi. Böyle bir yargı düzeninin olduğu yerde bu dengeyi kurmayı her türlü ihlale açık hâle getirecek ki avukatlık hukuku bakımından direkt ihlal olduğunu söylüyorum, mahkemelerin aleniyeti açısından da direkt ihlal olduğunu söylüyorum. Usulde başka hükümler varken böyle bir hükme neden ihtiyaç duyuyorsunuz anlamak mümkün değil. Ha bizim görevimiz şudur: Burada bu eleştirileri yaparak tarihe not düşmektir, akıl birliği aramaktır ama yeri geldiğinde dediğim gibi yarın Anayasa Mahkemesi önüne gittiğinde de buradaki tutanakları Anayasa Mahkemesi değerlendirir.
18'inci madde de bu anlamda aleniyetle alakalı ve Anayasanın 141'inci maddesindeki kısma da doğrudan girdiğini düşünüyorum. 17/4, dava nakli; yıllarca avukatlık yaptım, ben, hukuk davalarında sizin buraya tarif olarak koyduğunuz kadar büyük bir gerilim görmedim; ceza davalarında gördüm, gerçekten, siyasi davalarda vesaire. Toplumun büyük bir kesimini tahrik edebilecek davalar vardır. Hatta tedbiren tutukluluk hâllerini biliriz biz, yani tarafların birbirine müdahalesinin olmaması için hâkimlerin vicdanı aslında içeride tutulmaması gereken insanın bile bir süre tutulmasına meylettiği zamanlar olur ki bunu hukukçular anlarlar, toplum daha büyük bir infiale... Ya hukuk davasında nedir bu kardeşim? Bir hâkim durduk yerde, "Ben bu davayı güvenlik açısından doğru bulmuyorum, naklet." Hâkim böyle bir yetkiyi nereden aldı? Bu nedir, böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir madde koyulabilir mi? O zaman ben şunu söylerim: Türkiye'de düzeni iyice bozdunuz, herkes birbiriyle husumetli. Bir hukuk davasında bile birbiriyle gerilim hâlinde ve orada o dava görülemeyecek bir düzeniniz var; asayişi sağlayamıyorsunuz, taraflar arasındaki iletişim kopmuş, Türkiye taraflaşmış, Türkiye bir hukuk davasına bile tahammül edemeyecek bir atmosferin içerisinde ki bu, yönetenlerin beceriksizliği olur, usul hükümleriyle oynayarak bir hukuk davasının yerinin değiştirilmesi nedeni olmaz. Çok bağışlayın, ben bunun acemice bir hüküm olarak koyulduğunu düşünüyorum, Türkiye'ye yakışmıyor bu tip şeyler. Hukuk davasını bir mahkemede göremeyecek hâkim orada oturmamalı kardeşim, oturmamalı. Ve bunu koyarsanız söylüyorum, hâkimler üzerinden yük atacaklar. Ufacık gerilimi olan davalarda "Benim başım derde girmesin." savcıların dava açtığı gibi "mahkeme ne yaparsa ne yapsın" gibi bir hüküm ve bunu hâkimin tasarrufuna bırakıyorsunuz, olacak şey değil.
Şimdi, bunun gibi hükümleri görelim. 7'nci maddede belirsiz alacakla ilgili Sayın Öztürk bir şey söyledi, şimdi burada yok ama yine de biz bunu not düşelim, dedi ki: "Orada verilen süreye rağmen eğer vatandaş talepte bulunmuyorsa, talep hakkının son bulduğunu hükme eklemek gerekir." Bunu çok tehlikeli buluyorum çünkü belirsiz alacak davası genel zaman aşımı sürelerini öldürecek bir dava değildir. Alacağın geneliyle alakalı bir zaman aşımı süresi dolmamışsa vatandaş, hakkını her yerde arayabilir, o davayı müracaata bile bırakabilir, başka şey yapabilir. Haklarına yönelik olarak "Sen bu hakkı süresinde, genel zaman aşımı süresi devam ederken bu hakkı kullanmadın." deyip...
Burada aslolan şu olmalı arkadaşlar; talep edenin, hakkına bir an önce ulaşma isteği olmalı. Bu bir hukuki istikrar meselesi değildir. Belirsiz alacak davası, talep edenin hakkına hızlı ulaşması meselesidir yoksa karşı tarafın bir an önce orada borçtan kurtulması ve gerçekten genel anlamda borcu devam eden birini ari olarak hayata sürmek değildir. O yüzden o bakış açısını tehlikeli buluyorum, buraya da kayda geçmesi anlamında söyleyeceğim. Yine, 59'uncu maddede tüketici hukukuyla ilgili düzenlemeyi Süleyman Bey söylediği için çok üzerinde durmayacağım, vahim buluyorum. Tüketici hakem heyetleri varken yani iş hukukunda getirilen ara buluculuk meselesinin ne hâle getirdiğini yargılamaları hepimiz biliyorken, tüketici hukukunun da zorunlu ara buluculukla karşı karşıya bırakılmasını, kendi meslek kuruluşları, kendi dernekleri bu kadar dile getirirken buraya yerleştirilmesini çok doğru bulmuyorum. Hangi ihtiyaçtan kaynaklı olduğunu arkadaşlar açıklayabilirler. Biz, her söylediğimiz doğrudur yanlıştır anlamında söylemiyoruz. Ama ana meselenin şu olduğunu söylüyorum, ana mesele, Sayın Zeynel Emre'nin de ortaya koyduğu gibi Türkiye'de yargının üç başlıkta sorunları var.
Bir, bağımsız ve tarafsız bir yargımız yok bizim. Yargı, doğrudan yürütmenin bakın, adres gösteriyorum onun bunun şunun diye saymıyorum. Doğrudan yürütmenin ağır dahli altında bir yargıya sahibiz.
İkincisi, yargının uygulayıcı sorunları var, az önce söyledim yani yeni hâkim ve savcıların yetersizlikleri ya da yargı düzeninin politikleşmesi nedeniyle ciddi anlamda yargıda uygulayıcı sorunu var. Bunun örneklerini arkadaşlarımız verdiler. Sayın Cumhurbaşkanı tahliye edilmiş bir gençlik kolu başkanıyla ilgili konuşuyor yani bu olacak şey değildir ya. Ben kendi adıma bir milletvekili olarak, karşıtım bir siyasi partinin herhangi bir şekilde yargılanan bir biriminin başındaki, yanındaki kişi serbest bırakıldığında asla serbest bırakılmasını eleştirmem, yargılama sürecini eleştirebilirim ama özgürlüğü eleştirmem, özgürlük eleştirilmez. Gencecik bir çocuk ki kayıtlar ortaya çıktı, açıkça yalan konuşulan, açıkça iftira atılan bir sürecin içerisinde önce yargı serbest bırakıyor, Sayın Cumhurbaşkanı konuşuyor, konuştuktan sonra toplanıyor, tutukluyor, İzmir'de bu yaşanıyor. Bakın, bunlar Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ilgili de yaşanıyor, AİHM kararlarıyla ilgili de yaşanıyor, burada Osman Kavala meselesi örnek verildi. Bunun gibi AİHM kararları var. AİHM kararlarına Sayın Cumhurbaşkanının set çektiği noktada yargının hiçbir birimi uyamıyor. Böyle bir yargı düzeninin içerisindeyiz biz.
Aynı şekilde, AİHM'in de ahlaki davranmadığını düşünüyorum ben. AİHM ahlaki davranmış olsaydı 2018 yılında OHAL sona erdikten sonra bizim burada yasa çıkarıp, ondan önce de OHAL döneminde Anayasa Mahkemesinde, ondan önce kurullarda insanların hak aramalarını engelleyecek birtakım engelleri AİHM meşru saymazdı. "Bana ihtilaflar gelmesin." diye ikiyüzlü bir duruş göstermiştir AİHM, bunu da burada tespit edelim, ikiyüzlüdür, "Türkiye'den ihtilaflar gelmesin." diye ikiyüzlü bir duruş göstermiştir.
Bunun karşılığında ne oldu? Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyecek derecede Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapıldı. Anayasa Mahkemesi Başkanı açıklıyor, 266 bin başvuru söz konusu Anayasa Mahkemesine, bunların galiba yüzde 10'u olumlu sonuçlandı. Verilen kararların neredeyse tamamı adil yargılanma hakkının ihlaliyle ilgili yani tamamı adil yargılanma hakkının ihlaliyle alakalı. Anayasa Mahkemesi Başkanı diyor ki: "Dünyada hiçbir anayasa mahkemesinin karşılaşmadığı bir iş yüküyle karşı karşıyayız. Şu anda derdest şu kadar..." falan, filan... Millet "Fantezi olsun." diye mi Anayasa Mahkemesine gidiyor? Her yapılan yargılamanın bir maliyeti var. Cebinde 1 lirası olmayan insanlar bile o maliyete katlanarak bu ülkede hak arıyorlar. Bu kadar ihtilafın olduğu bir ülkede her şeyin doğru gittiğini söyleyebilecek bir yiğit ben görmüyorum, hukuk adına görmüyorum.
Kamuoyu araştırmalarını saray da yaptırıyor, herkes yaptırıyor. Ortaya çıkan bir gerçek var, insanlar yargıya güvenmiyor. Yargıya güvenmemenin ana başlıkları -işte az önce söylediğim gibi- bağımsız yargının olmaması, uygulayıcılarının politikleşmesi. Hâkimlerin siyasi görüşü olur, olmalıdır. Siyasi görüşü olmayan hâkime -ne diyeyim ben kardeşim- amiyane tabirle "Ottur." derim. O entelektüel birikimde değilse zaten hâkimlik yapmaması gerekir. Hâkim o entelektüel birikimde değilse, siyasi olarak ayırt edici, mümeyyiz durumda değilse hâkimliğin gerektirdiği entelektüelliğe de sahip değildir ama hâkimin siyasi tavrı olamaz, hâkimin siyasi bağı olamaz. Hâkime baktığımızda bir siyasi partiyi görürsek o ülkede hukuk olmaz, demokrasi olmaz, bağımsız yargı olmaz, tarafsız yargı olmaz. Hâkim göbeğini çatlatsa da doğru işler yapsa da ön yargıyla karşı karşıya kalır. Yeni yarattığımız düzende böyle bir şey var. Hâkimlere bakıyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı konuşuyor, ona göre tavır alıyorlar. Hâkimlere bakıyorsunuz, sarayın Hukuk Politikaları Kurulunun başındaki adam konuşuyor, sıkıştığı yerde kendini kurtarmak için feryat eder hâle geliyor.
Bu sulh ceza hâkimleri tarihin en ağır vebalinin altındaki hâkimlerdir. Türkiye'deki özgürlük katliamının altında imzaları vardır bu sulh ceza hâkimlerinin. Bu arkadaşların önüne gönderilen herkes silsile hâlinde, biri tutukladığında diğerinin de tutuklamayı tekrar ettiği bir süreç hâlinde yürüyen bir yargı düzeni var. Türkiye'nin kanayan yarasıdırlar ve buraya neşter atılması gerekir. İşte, bağımsız ve tarafsız olmayan yargının en büyük örneği o sulh ceza hâkimleridir. Heyetler hâlindeki yargıya güvenmeyen Türkiye'nin gerçeği budur, politikleşmiş sulh ceza hâkimlikleridir.
Uzatmayacağım Başkanım, söz verdim size ama bunları da burada kayda geçirmeliyiz.
Bir şey daha var, Türkiye'de paralel hukuk düzeni vardır. Türkiye'nin hukuk düzeni paraleldir. Sarayda "Hukuk Politikaları Kurulu" diye bir kurul var kardeşim. Türkiye'nin bir HSK'si var, bir Adalet Bakanlığı var, bir yasama organı var, bir hukuk politikaları var, bir de sarayın danışmanları var. "Yasalar nerede yapılıyor?" denildiğinde sahibini bulmakta güçlük çekiyoruz. Abdullah Bey'e haksızlık etmek istemiyorum, bu yasa açısından bunu söylemiyorum, bu yasa bir olgunlaşma süreciyle gelen bir yasa. Ama bir gün yatıp kalkıyoruz, bir yasa düzenlenmesi gerektiği söyleniyor, sarayın danışmanından çıkıyor, buradaki grup başkan vekillerinin eline tutuşturuluyor, sonra arkadaşlarımız altına imza atıyorlar, saraydan bize yasa geliyor.
Arkadaşlar, ben bu Anayasa'nın doğru olduğuna inanmıyorum bir defa. Bakın, bu Anayasa'da her ne kadar sadece yasama organına verilmişse yasa teklifinin yapılması ki bunun doğru olduğuna inanmıyorum. Bu, yasaların doğru yapılmasına da engeldir. Yasama üzerinden yapılması gerekir ama bana göre yürütmenin dahli de olması gerekir, teknokratların dahli de olması gerekir, bu konuyla ilgili olan herkesin dahlinin doğrudan olması gerekir. Bugünkü acayipliği yaşamamamız için bu sistemin doğru olması gerekir. Ama iddia ettiğiniz yasama organı bu işin hiçbir yerinde yok.
Arkadaşlar, Adalet Bakanlığımız var bizim, bizim Meclisimiz var, Mecliste komisyonlarımız var. Sarayda Hukuk Politikaları Kurulu ne iş yapar ya, ne iş yapar? İşte, arkadaşlarımızın söylediği gibi hâkimlere dahleder, sonra da -çok utanıyorum, yani hocanın bu ifadesinden dolayı çok utanıyorum- bir ikrarla "Ben aslında suç işledim ama 2014'ten sonra bu suç olmaktan bu çıktı." Bu kadar erdemsiz duruma düşmüş olan bir kurul üyesinin hâlâ sarayda oturuyor olması bizim açımızdan bu yaptığımız faaliyetin hepsinin gölgeli hâle gelmesinin nedenidir. Ben, saraydan buraya kanunların dayatılması yerine -burada farklı saflarda yer alıyoruz, farklı siyasi düşüncelerimiz var, gayet de doğaldır, keşke bu çeşitlilik de artsa- buradaki arkadaşlarımın yaratıp getirdiği metinlerle beraber işimi yapmak istiyorum. Saygı duyacağım metinler onlar. Bunlara da saygı duyuyorum, kuşkusuz bir emektir ama ana saygı duyacağımız, bu sorunların çözüm noktası, bağımsız ve tarafsız yargının dahilden kurtarılmış, bunların tamamının çözüm noktası budur işte. Bakın, burada bir metin geliyor, az önce söyledim, metnin içerisinde diyorsunuz ki: "Bazı kişiler, efendime söyleyeyim, kapalı duruşma muhatabı olsun." Anayasa'daki eşitlik ilkesine göre bunu nasıl yapacaksınız? 141'i de geçtim. Kim kiminle eşit olmayacak da bu haktan yararlanacak? İşte, ısmarlama olunca bu metinler bu sorunları yaşıyoruz.
Kusura bakmayın, daha söyleyeceğimiz çok şey var.
Kullandığım üslup dolayısıyla heyecanımı bağışlayın, kimseyi töhmet altında bırakmak için bunları söylemiyorum.
Canım yanıyor, bu ülkede çocuklarım yaşayacak, zaman kaybediyoruz; burada yaptığımız işi küçümsemek anlamında söylemiyorum ama esaslı çözümler anlamında zaman kaybediyoruz, hepinizi de akıl birliğine davet ediyorum.
Teşekkür ediyorum, Sayın Başkan.