| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi ile Türkiye Varlık Fonunun 2018 Yılı Mali Tabloları ve Faaliyetleriyle İlgili Denetim Raporlarının Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/1153) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 09 .06.2020 |
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, değerli bürokratlar, basının değerli emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Zafer Bey, sunumunuzu dikkatle dinledim, teşekkür ediyorum öncelikle sunumunuz için. Geçen sefer yaptığınız sunuma da baktım, çok benzer aslında yani sunumda yeni şeyler var ama bizim eleştirilerimizi pek de dikkate almamışsınız. O yönde de eksikleri tekrar tekrarlamam gerekiyor. Zafer Bey, değerli arkadaşlar; Sayın Cumhurbaşkanı, 2015 seçimlerinden önce "Memleketi şirket gibi yönetmek istiyorum." demişti biliyorsunuz. Biz de buna karşı çıkmıştık, yani bir memleket şirket gibi yönetilmez çünkü şirketlerde kâr maksimizasyonu esastır, yani, meselenin sosyal boyutu her zaman geriden gider. Emekçinin hakları, ekolojik haklar, doğanın hakları her zaman geriden gider, şirket mantığında hep bunlar eksiktir. İnsani boyutu, sosyal boyutu, ekolojik boyutu her zaman eksiktir ve yani yüz elli iki yüz yıllık kapitalizmin, vahşi kapitalizmin hikâyesinde pek çok doğaya da insana da emeğe de... Sonuçta hakları gasbedilmiştir.
Biz Zafer Bey'in bugünkü yaptığı sunumda da hani bahsetmiştim, siyasi eleştiriler yapacağız diye. Sonuç olarak siz bunların belli boyutuna cevap verebileceksiniz, belli bir yere kadar cevap verebileceksiniz. Ama esas tutanaklara göre konuşacağım, siz de tabii sorularıma cevap verirseniz memnun olurum çünkü siyasi eleştiriler yapacağız.
Şimdi, hedeflere baktığımızda Zafer Bey, yine şunları söylemişsiniz hedeflerde: "Varlıkların değerlerini artırmak." Çok doğal, bir şirket her zaman bunu ister; stratejik yatırımlara sermaye sağlamak, şirketlere sermaye yatırımları yapmak, finansal piyasalarda iyileştirme ve derinleştirmeyi desteklemek. Yani, çok doğal, bir şirketin veya bir holding şirketinin yapması gereken şeyler. Bugün Koç Holdinge de gitseniz, Sabancı Holdinge de gitseniz aynı hedeflerle bakar, herhâlde "copy paste" gibidir. Ben, Koç Holdingin vizyon belgelerine baktım, aynı hedeflerden bahsediyor, Sabancı Holding de aynısından bahsediyor veya Amerika'daki başka bir holding de aynı konudan bahseder. Ama kamu adına davranan, davranması gereken ve kamu varlıklarını kullanan kuruluşlar sosyal boyutu asla es geçmemelidirler, adı AŞ bile olsa. Kamusal fayda boyutunu asla es geçmemelidir, demokrasi meselesini asla es geçmemelidir Zafer Bey.
Şöyle ki, düşünün ki siz mesela nelerden bahsettiniz? Dediniz ki: "Adana Ceyhan'a petro kimya tesisi yapacağız." Güzel, peki, bu konuda "Adana Ceyhanlılar ne düşünüyor?" diye hiç düşündünüz mü mesela? Yani düşünün ki bir petro kimya tesisi yapacaksınız, bacalarından güzel güzel kirli havalar çıkacak, kirlilik yaratacak, ses yaratacak, diyelim ki o Ceyhan'ın güzelim sahiline yeni bir tesis daha kurulacak. "Acaba Ceyhanlılar bununla ilgili ne düşünür?" diye bir cümle etmeyi düşündünüz mü? Bilmiyorum, belki sizin sınırlarınızı aşabilir, "Bu, siyasi bir meseledir." diyebilirsiniz çok doğal olarak. Düşünün ki Mersin'e nükleer santral projesi yapıldı, öyle değil mi? Ama "Mersinliler bu konuda ne düşünüyor?" diye kimse sormadı. Çünkü o nükleer santrale, Allah korusun bir şey olduğunda ilk önce, nasıl Çernobil'de Çernobilliler en çok zarar gördüyse, en çok Mersinliler zarar görecek.
Yani bu konuda artık 20'nci yüzyılın vahşi kapitalizm döneminden demokratik ülkelerde 21'inci yüzyılın daha demokratik, yani ekonomide de demokratikleşme meseleleri ciddi anlamda tartışılıyor. Yerelin kararlarının esas alınması, kamusal faydayı öne koyma meselesi yani kâr maksimizasyonundan ziyade kamusal faydayı öne koymak. Yani kamusal fayda neyi gerektirir? Bunları yapmak, toplumun görüşünü almak, toplumsal rızaları almak meselesiyle ilgili tek cümle etmediniz, sunumunuzda da görmedik.
"Afşin, Elbistan'a termik santral yapacağız?" Güzel. Geçen sene arkadaşlar, ne kadar uğraştık, değil mi? Şu Afşin Elbistan Santralini kapatıncaya kadar gerçekten göbeğimiz çatladı. Niye? Afşin, Elbistan'da kanser oranları 20 kat, 30 kat, 50 kat daha yüksek. Düşünün ki on yıllardır Afşinlileri, Elbistanlıları zehirlemiş, öyle değil mi? Nihayet "Baca gazını da yapmıyor." diye tekrar uzatma istedi, en sonunda Cumhurbaşkanını da ikna ettik bir şekilde, buradaki muhalefetle, kapatıldı. Şimdi yeniden "Termik santral açacağız." diyorsunuz. Bakın, Afşin'in, Elbistan'ın havası nihayet temizlendi, şimdi tekrar "Termik santral açacağım." diyorsunuz, "Bu, gerekir." diyorsunuz.
Şimdi, gerekir mi gerekmez mi, tartışmamız gerekir. Yani, dünya kömürü terk etmeye çalışıyor, bunu tartışıyor daha doğrusu, gelişmiş ülkeler terk etmeye çalışıyorlar büyük oranda, gelişmekte olan ülkeler hâlâ kömüre takılıp kalıyorlar. Özellikle bizim linyitimiz çok daha kirli, çevreyi çok daha fazla kirletiyor, insan hayatına çok daha fazla zarar veriyor. Siz şimdi diyorsunuz ki: "Satacak yatırım." Tabii bir şirket mantığıyla bunu söylüyorsunuz. Çok doğal. "Beleş kömürü çıkaracağım, yakacağım, enerji üreteceğim, daha az ithalat yapacağım." diyorsunuz ama Afşinliler, Elbistanlılar bununla ilgili ne düşünüyor, hiçbir şey söylemediniz. Çok önemli, bakın. Kamusal yarar önce halk sağlığıdır, bakın, önce halk sağlığıdır.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - İstihdam, istihdam.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Halk sağlığını öne koymayan hiçbir şeyi... Yani bir kamu kuruluşu öne koyamaz. Bakın, x şirketi koyabilir, der ki: "Arkadaş, ben buradan 1 milyar dolar para kazanacağım." Ama bir kamu kuruluşu böyle diyemez. Siz bir şirket CEO'su gibi konuştunuz, tabii çok doğal ama şirket CEO'larını dengeleyen, denetleyen kamu vardır. Yani kamu der ki: "Arkadaş, burada halkımı zehirleyemezsin. Burada halkın görüşünü alacağım, yerel yönetimlerin rızasını alacağım, halkın rızasını alacağım. Efendim, bunun ÇED raporlarını alacağım."
NİLGÜN ÖK (Denizli) - ÇED raporunda halkın görüşü alınıyor.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Tabii, ÇED raporlarının nasıl çıktığını da biliyoruz, çok iyi biliyoruz gerçekten. Kanal İstanbul'la ilgili de nasıl çıktığını çok iyi gördük.
Bu anlamda, bakın, kamusal faydayı öne almamız gerekir ama ben sizden tek bir cümle bu anlamda da duymadım. Niye? Çünkü siyasi karar var. Tek adam karar veriyor, "Buraya bu yapılacak..." Yabancı şirketlerle görüşüyor. Yabancı şirketler gelecekler, buraya para koyacaklar, para kazanacaklar.
Bakın, diğer bir boyutu: Çok çarpıcı bir örnek vereceğim, iki yıl önce yine söylemiştim. Değerli arkadaşlar, hani siz sonuç olarak bu konuda İslami hassasiyetleri olan bir siyasi partinin temsilcilerisiniz, öyle değil mi? Yani her siyasi partide vardır böyle görüşte olan, bizim partimizde de var. Ben de Hristiyan hassasiyetleri olan bir milletvekili olarak söyleyeyim aynı şekilde. Bakın, geçen yıl dedim ki: Ya, bu kumar meselesi toplumsal bir meseledir. Kamunun bu kumar meselesini teşvik edecek, cezbedecek bir hamle yapmaması gerekir. Ama bakın, şimdi Varlık Fonumuzun sunumunda ne diyor at yarışlarıyla ilgili? Aynen şöyle söylüyor hedefler: "Sektördeki yasa dışı bahisleri kontrol altına almak." Güzel. Ama ikinci hedefi var, bakın çok önemli: "Sektörü büyütmek." Bakın, burada, at yarışları sektörünü büyütmeyi hedefliyor Türkiye Varlık Fonumuz. Olabilir, niye? Çünkü kâr hedefleyen bir şirket çok doğal olarak "Efendim, kumardan da para gelebilir, içkiden de para gelebilir, sigaradan da para gelebilir." diye bakabilir. Niye? Kârı maksimize etmeyi düşünüyor çünkü. Şimdi, at yarışlarında sektörü büyütmek acaba Türkiye'de kamu yararına icabet eder mi, etmez mi, tartışalım Sayın Başkan. Yani "At yarışlarını vatandaşımız daha çok oynasın, sektörü büyütsün." demek kamu yararı mıdır, değil midir? Bence değildir. Tamam, at yarışı oynamak isteyen insanlarımız da olabilir ama bir kamu şirketi kumarı büyütmeyi hedefleyemez. Özellikle de sizin gerçekten bu konuda daha çok kıyameti koparmanız gerekir, biz daha çok koparıyoruz, bizim de bu konuda hassasiyetlerimiz var. Niye? Çünkü kamu yararını öne koyuyoruz.
Şimdi, bu konularda, bakın, yerelin rızasını almayan adımlar atmanız ve kamu yararını geride bırakmanız ve tamamen bir şirket mantığıyla bakmanız konusunda temel bir eleştirim var, onu söyleyeyim ve bununla ilgili sizin Yönetim Kurulunuzda en azından bunu tartışın diyorum. Ya, tamam, ben sizin varlığınıza tamamen karşıyım, bu Varlık Fonunun Türkiye'nin hayrına olmadığını düşünüyorum, ayrı ama mademki varsınız, kamu adına kamu kaynaklarını kullanıyorsunuz, bari buna toplumsal fayda, kamu yararı, emek hakları, ekolojik haklar, yerel yönetimlerin rızası, halkın rızası boyutlarıyla bir kriter geliştirin, bunu söylüyorum. Yani geçen seneki eleştirilerimiz burada dikkate alınmamış.
Diğer bir meselemiz: Şimdi, bakın, kamu bankalarının sahibi Varlık Fonu, öyle değil mi? Hâkim hissedarısınız. Son dönemde çok ciddi bir değişiklik oldu sektörde. Burada Varlık Fonu ne kadar aktif, bunu bilmiyoruz. Şimdi siz sahibisiniz, Yönetim Kurulu bu anlamda bir karar mı aldı, bilmiyoruz. Kamu bankacılığının belli bir oranda sektördeki hâkimiyeti gerilemişti Zafer Bey, öyle değil mi? Sektördeki hâkimiyeti ciddi anlamda gerilemişti. Geçmişte bayağı hâkimdi, sonra geriledi; özel bankalar büyüdüler, daha çok kredi verdiler. Çünkü Türkiye büyümekte olan ülke, demokratik bir ülke olacak, Avrupa Birliği ülkesi olacak diye ciddi yatırımlar yapıldı ve sektörde hâkim oldular. Bakıyorsunuz, son yıllarda bu konuda özel şirketler, özel bankalar geriliyor. Ya, hatta piyasadan ciddi olarak çıkmak isteyen bankalar da var veya çekiniyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Başkanım...
BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Buyurun.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Niye? Çünkü piyasa şartlarını iyi görmüyorlar, kredilerde risk görüyorlar, daha geride duruyorlar. İttirerek onlara kamu da kredi verdirmeye çalışıyor aktif rasyosu şu bu diye. Ama bir bakıyoruz, kamu bankaları inanılmaz aktif durumda. Olabilir, doğal; kriz anında bu tip şeyleri bütün ülkeler yapıyor, biz de yapabiliriz, çok doğal ama bir yandan baktığımızda kamu kaynağını kullanıyorlar. Yani kamu kaynağında bu kadar aktif olmak, bütün bankacılık sektöründeki rekabeti de yok eden bir noktada aktif davranmak ve kredi verilebilir veya verilemez herkese -veya ne bileyim, siyasetçilerle olabilir, başka konularla olabilir- niye özel sektör bankaları bu kadar çekingen davranıyor? Arkadaş, ben ayakkabı satıyorsam, ayakkabıda eğer vadeli satarken risk görmüyorsam ayakkabımı satarım. Yani ben piyasayı iyi görüyorsam vadeli veririm piyasada değil mi? Ama diyelim ki ben risk görüyorsam verdiğim kişilerde, daha az vermeye çalışırım çünkü verdiğim kişi zor durumdadır, batmak üzeredir. Özel sektör -kâr işine bakıyorsa- bu kadar çekingen davranırken kamu bankaları bu kadar aktif davranması konusunda ittiriliyorsa, özel sektör bankaları zorlanıyorsa bu anlamda kamu bankalarının orta, uzun vadede... Zaten 90'lı yıllarda da bunlar oldu, biliyorsunuz, yani kamu bankalarına verdirilmeyecek krediler verdirildi pek çok yolsuzluklarla, şunlarla bunlarla ve sonuçta büyük bir ekonomik kriz yaşadık. Piyasanın kendi içinde şartlarını yaratırsak bu krediler zaten verilecekken sizin bunu ittirerek verdirmeniz -bu anlamda, kamu bankaları konusunda- bir kamuculuğu devreye sokuyor. Biz de bunu savunuyoruz ama biz demokratik bir kamuculuğu savunuyoruz. Yani bankaların bu anlamda yerelde yatırım desteklerini verebilmesini, gerçekten kamu kaynaklarının kılı kırk yararak kredilerin verdirilmesini... Aksi takdirde diyelim ki Covid'de ikinci dalga oldu, dünyada daha büyük bir finansal kriz koptu, bu kredilerin büyük çoğunluğu batabilir ve kamu kaynakları israf edilmiş olur. Yani kredi vermek her zaman iyidir diyemeyiz. Geçici olarak, palyatif olarak bir rahatlama yaratır piyasada, çok doğru. 2018 seçimlerine giderken, hatırlıyorsunuz, KGF'yle piyasaya krediyi pompaladık, bir kortizon etkisi yarattı ama sonucunda ne oldu? Büyük bir ekonomik krize sürüklendik yani piyasada aşırı bir ısınma söz konusu oldu. Bu anlamda bu politikaları kamu bankaları kendisi mi belirliyor? Ben net olarak soruyorum. Siyasi irade sizin üzerinizden mi bunları yönetiyor? Yani Varlık Fonu; bankaların sahibi sizsiniz, hâkim ortağı sizsiniz. Bu politikalar nasıl belirleniyor, bunu merak ediyorum. Kamu bankalarının üçünde de hâkim ortak sizseniz, burada politika belirleyici de sizsinizdir diye düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Berat Bey sizin üzerinizden mi bunu götürüyor, yoksa Varlık Fonu mu bunu belirliyor, yoksa doğrudan mı bu talimatlar kamu bankalarına gidiyor? "Şu krediyi verin, şu faizi verin, şöyle verin, buna verin, buna vermeyin." noktasında nasıl bir politika belirliyorsunuz?
Diğeri: Sigorta şirketleriyle ilgili konsolidasyondan bahsettiniz. Tamam, bu da güzel, olabilir ama "Kamu, bankacılıkta bu kadar hâkim olsun, sigortacılık sektöründe bu kadar hâkim olsun." diyorsa, rekabetin koşulları bankacılık sisteminde hani böyle yok edilmişken, bankacılıkta diğer oyuncular çıkmayı falan filan düşünürken "Her şeyi biz kamu eliyle yapacağız." mı diyorsunuz? Yani özel sektör oyuncularını tamamen rekabetin dışında bırakacak, onların bu sektöre girmesini... Son dönemde girmek isteyen zaten yok bu anlamda, söyleyeyim, hatta çıkmak isteyenler var. Bu konudaki regülasyonlar konusunda gerçekten kısa, orta vadeli görüşlerinizi merak ediyorum yani hem kamu bankacılık sektörüyle ilgili hem sigorta sektörüyle ilgili. Bunlarla ilgili de böyle kararlar alıyorsunuz ama burada züccaciyedeki bir fil durumunda da olabilirsiniz çünkü kamu sonuç olarak bir fildir, bu sektörler de çok hassastır. Burada yaptığınız her türlü tasarruf, biliyorsunuz, diğer oyuncuları ürkütebilir, "Ya, kamu bu kadar aktifse ben niye burada olayım ki?" diye geri çekebilir çünkü kamu her zaman rasyonel davranmak zorunda değildir. Öyle değil mi? Bu anlamda, bu kadar hâkim olmak, kamunun sigorta sektöründe hâkim olması acaba gerçekten iyi bir şey midir? Bununla ilgili görüşlerinizi merak ediyorum.
Sayın Başkan, sorularımızı en son soracağız, başka ufak spesifik sorularımız var, onları ayrıca sorayım o zaman, vakit almayayım.
BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - İstiyorsanız sorun, notu alsın.
Buyurun.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Bu BOTAŞ'la ilgili. BOTAŞ şöyle bir şey söylemiş, demiş ki... Bu gizlilik kararı gelen ilk gelen raporlara yansımıştı biliyorsunuz Sayın Genel Müdürüm. Biz onları yaptığımız mücadeleyle kaldırttık, ilk gelen denetim raporu gizlilik ibaresiyle gelmişti. Bu BOTAŞ'ta da...
Ama notumu bulamadım.
BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Neyse bulamadıysanız sonra da sorabilirsiniz, söz veririm yine size.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - BOTAŞ'ta da bir gizlilik gerekçesiyle -tam cümleyi şimdi hatırlayamadım- bilgi vermemiş. Ya şimdi, BOTAŞ'ın neden bir gizlilik gerekçesi olabilir yani nasıl bir gizlilik gerekçesi olabilir bilgiyi vermemek için, bunu araştırdınız mı? Bununla ilgili bize lütfen bir bilgi verin, bizi ikna edin; gerçekten bu bilgiler gizli olmalı diye ama denetimi o anlamda eksik yapmış olduk diye düşünüyorum.
İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Bu bir ticaret sırrı olarak bize bilgi geldi. Sayın Bakana özellikle doğal gaz konusunu sorduk. Ticaret sırrı olarak.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Son olarak da İstanbul Finans Merkeziyle ilgili Sayın Genel Müdürüm Zafer Bey... Şimdi, İstanbul Finans Merkezinde dediniz ki: "İşte, efendim çok önemli bir merkez olacak. Biz inşaatla başladık. Mevzuat ve o ilgili ekosistem daha sonra gelecek." Bu şeye benziyor, eskiden -hâlâ öyle belli yerlerde- önce bina yapılır ardından altyapı gelirdi, kanalizasyon yol, su, bilmem ne ardından gelirdi. Şimdi, gerçekten o anlamda ben talihsiz bir örnek olduğunu düşünüyorum. Yani önce inşaatı yapacağız, ekosistem ardından gelecek. Niye bunu söylediğinizi ben çok iyi anlıyorum. Çünkü Türkiye bu anlamda bir hukuk devleti olma iddiasından geriye düştü ve nasıl ki insanların burada can güvenliği, mal güvenliği yoksa sermaye de kendini güvende hissetmiyor ve bu anlamda sermaye Türkiye'ye gelmiyor tam tersine, kaçıyor. Yani son bir yılda on milyarlarca doların Türkiye'den çıktığını çok iyi biliyoruz. Sermaye gelmiyor, kaçıyor. Sermayenin kaçtığı bir ülke finans merkezi olamaz. Yani bu anlamda ekosistem dediğiniz şey bir hukuk devletidir, mevzuattır yani paranın da insanın da sermayenin de kendisini özgür hissedeceği bir habitattır, ekosistemdir, bununla ilgili mevzuatlardır.
Bunlar olmadığı sürece bu ekosistemde, oradaki betonlar da maalesef, beton olarak kalmaya devam etme riskiyle karşı karşıyadır. Bu konudaki görüşlerinizi merak ediyorum. Yani bu konuda bir ekosistem yaratmanın neresindeyiz, bu hangi vadede olacak? Türkiye bir demokrasi olacak, hukuk devleti olacak da sermaye buraya 2028 yılında mı güvenip gelecek? Yani diyelim ki sermaye buraya güvenmeden burada nasıl bir finans merkezi yaratmayı düşünüyorsunuz, betonlar bitince? Burada ciddi bir sıkıntı var.
Ben son olarak teşekkür edeyim Zafer Bey'e sunumu için ama eksik gördüğüm noktalarda da geçen yıldan bu yıla bir gelişme olmamış. Umarım, önümüzdeki dönemde bir gelişme kaydedebiliriz.
Teşekkür ediyorum.