KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli Genel Müdür, sayın bürokratlar, sevgili basın mensupları ve sevgili arkadaşlar; ben de kısa bir konuşma yapmak istiyorum ama şöyle başlamak lazım galiba: Bu Türkiye Varlık Fonu nedir diye sorulan soru hâlâ cevaplanmış değil ama nedir sorusunun cevabı, en azından benim gözümde, Sayın Cumhurbaşkanının ekonomideki elidir esasında. Yani Sayın Cumhurbaşkanı -hepimiz biliyoruz- ülkeyi bir şirket gibi yönetmek istiyordu o sebeple de hızlı olması lazımdı, hızlı kararlar alan, hızlı hareket eden kurumlardan oluşan bir yapıda olmasını istiyordu. O sebeple de Varlık Fonu esas itibarıyla -bildiğiniz gibi- birçok kanunun dışında tutularak yani Sayıştay dışında, Kamu İhale Kurumu dışında, Rekabet Kurumu dışında, Memurin Kanunu vesaire dışında tutulacak bir biçimde kuruldu. Neden? Çünkü burada bir oyuncu gerekiyordu ve bu oyuncu esasında ülkede normal olarak özel sektörün yapamadığı -Sayın Genel Müdür ölçekle ilgili olarak ifade etti yani ölçekler yetmediğinden ifade etti-dolayısıyla da daha geniş ölçekli işler yapabilmenin bir yolu olarak düşünüldü ve uygulandı. Yani benim özel olarak buna çok ciddi bir itirazım yok, yalnız şöyle bir yanı var işin: Devlet ekonomiye müdahale etmeye başladığı zaman formül ne olursa olsun orada ciddi sorunlar vardır. Zaten 1980'e niye geldik ki yani 1980'lerde piyasa ekonomisinde dünyada genel olarak tek kaynak dağıtım mekanizması olarak kabul edilirken bizde de aynı şey oldu. Biliyorsunuz Sayın Özal, rahmetli Özal bunu kabul etti ve Türkiye'nin, yine Sayın Cumhurbaşkanının çok sıklıkla söylediği gibi, serbest piyasa ekonomisine bağlı olduğu düşüncesiyle oluşmuş olan bir ekonomide bu tür bir devlet müdahalesi esasında kararların merkezîleşmesi zincirinin bir halkası olarak ortaya çıkıyor. Bakın, ben size söyleyeyim -yani bu tabii çok uzun konuşmak lazım gelen bir konu ama- 2011'de bir kararnameyle, esasında bütün o güne kadar üretilmiş olan, bir anlamda devleti de regüle etmesi amacıyla kurulmuş olan kurumların hepsi devlet kurumu hâline getiriliyor. Dolayısıyla da şimdi Sayın Genel Müdür bize diyor ki "Evet maden, petrol ihtiyacımız var, ithalat rejimimizin serbestliğinden gelen bir türlü toparlanamama durumu var çünkü açığız, bizim ekonomimiz ithalata bağımlı hâlde bir ekonomi; dolayısıyla da bunu bir şekilde içeride ikame edecek yatırımlar yapılması lazım, yapmamız lazım." Ama bu sorun zaten 1950'lerin, 60'ların sorunuydu. 60'larda ithal ikameci politikalara dönmemizin sebebi neydi ki? Biz, bazı şeyleri üretemiyorduk, ithalata bağımlıydık dolayısıyla da o günün koşullarında ithalatta gümrük duvarlarıyla korumalar getirerek içeride sermayenin bu yatırımları yapması ve dolayısıyla da ithalata bağımlılığımızın azaltılması isteniyordu özel olarak.

Şimdi, "Biz işte bunu istiyoruz, biz bunu örgütlemek istiyoruz ve bunu da yapmaya çalışıyoruz ama başka bir form altında." derseniz, ben de size şunu söylerim ki devletin olduğu her yerde öyle veya böyle -bu ülkenin en azından gerçeği budur- kayırma, rüşvet vesaire gibi kayıt dışı işlerin yaygınlaşması olasılığı çok fazladır. Bakın, ben size bir şey hatırlatayım: 1980'lere gelindiğinde KİT sistemi esas itibarıyla siyasetin ekonomide bir eli olarak çalışıyordu çünkü KİT'lerin ürün fiyatlarına Bakanlar Kurulu karar veriyordu ve Bakanlar Kurulu genellikle maliyetin altında fiyatlama yapıyordu dolayısıyla da özel sektöre bir tür kâr kaydırması yapıyordu esasında. Tabii, bunu, ihracat yapsınlar vesaire diye istiyordu ama bunun olabilmesi için ekonomide gerekli koşulların olmaması, serbest piyasa ekonomisinin gerçek olarak çalışmıyor olması yani bir rekabet baskısının olmaması sonuçta maliyeti düşen özel sektör firmalarımızın kâr marjlarını arttırarak, büyük kârlılıklar yaratarak devam etti. Yani şimdi geldiğimiz yer itibarıyla baktığımızda "Yapısal meseleleri aşmak için biz bir oyuncu olarak hareket ediyoruz." diyorsunuz falan ama burada, bu yapısal sorunların halledilmesiyle ilgili olarak ben size daha başka bir yanı göstereyim ya da göstermeye çalışayım. Şimdi, şöyle ifade edeyim verdiğiniz örneklerden giderek: Baktığımda mesela bankalara kredi kaydırma meselesi, kamu bankalarını kastediyoruz. Peki, kamu bankalarına bu kredi kaydırma meselesi acaba serbest piyasa ekonomisini kabul etmiş olan ülkenin bankacılık sektöründe bir "imperfection" yaratmadı mı, bir olumsuzluk yaratmadı mı? Bence yarattı. Kaldı ki sigorta şirketlerini -çok haklısınız- konsolide etmek lazım diyorsunuz; evet de devlet olarak bunu konsolide ettiniz ama kaçınılmaz olarak piyasayı amorf hâle getiriyorsunuz demektir. Dolayısıyla da sorunun çözümü buralarda değil, "Sorunun çözümü yapısal değişiklikler." diyorsunuz ama sorunun çözümü yani bugüne kadar aklı ermemiş bir devletin şimdi "Ben şu Varlık Fonuyla müdahale edeyim de şunu şöyle yapayım." falan diyerek olması değil, böyle çözülemez. O zaman niye biz bir sürü yasayı çıkardık; Rekabet Yasası çıkardık, BDDK çıkardık, SPK çıkardık, niye çıkardık bunları? Piyasa ekonomisi kendi rasyoneli içinde çalışsın diye yaptık bunları ama siz diyorsunuz ki şimdi "Çalışmıyor." Evet, çalışmıyor; tabii doğru, çalışmıyor ama çalışmıyor olmasının sebeplerinin üzerinde düşünerek çözüm yolları bulmamız gerekirken bunun aksine kamuyu -tırnak içinde söylüyorum- kamu değil esasında bu bence bu devlet. Ben "devlet" kavramından pek hoşlanmıyorum onu da açıkça söyleyeyim çünkü ben, devleti toplumun yararına işler yapan ve denetlenebilir bir kamusal otorite olarak görmek istiyorum yoksa iktidarların istediği gibi kullanabildikleri mekanizmalardan biri olmasını tasvip etmiyorum. Ben, mesela soldan gelen bir siyasetçi olduğum hâlde KİT'lerin bu demin bahsettiğim meselesine 1990'lı yıllarda karşı çıkmış insanlardan biriyim bilenler bilir. Yani o yapıyı, kamuyu savunmak gibi bir derdim olmamıştı o zamanlar çünkü görüyordum ki yanlış çalışıyordu. Şimdi de bence aynı duruma geldiğimiz kanaatindeyim.

Değerli arkadaşlar, şöyle: Bazı işler kaçınılmaz olarak başka türlü çalışır. Yani şöyle söyleyeyim, demin Garo Vekil konuşurken söyledi, benim de aklıma şey geldi yani hocalarımız bize iktisat öğretirken, özelleştirme konuşulurken şöyle bir şey hatırlıyorum: "İtfaiyeyi özelleştiremezsiniz çünkü itfaiyeyi özelleştirirseniz onlar kâr maksimizasyonu peşinde koştukları için satışları artırmaları gerekir dolayısıyla da sürekli her yerde yangın çıkarabilirler." demişti hocamız. Siz mesela, çözüm olarak -tabii ki finans imkânları çerçevesinde- at yarışlarını öne çıkardınız. Millî Piyango bir tekeldi ve bu tekel özel sektöre satıldı ve yine, özel sektör tekeli hâline geldi tabii ki yani sorun çözülmedi.

Dolayısıyla sizin bu sunuşunuzdan, benim bu kuruluşlarla ilgili bilgilerimden giderek şunu söyleyeyim ki: Niyeti anlıyorum ama bence denetim -ki o da ayrı bir konu, onu belki konuşmak gerekmiyor tekrar- meselelerinin açık ve şeffaf olmayı gerektirdiği kanaatindeyim. Yani bizim şunu bilmemiz lazımdı: Mesela, demin Uğur Bey dedi ki: "ÇAYKUR'un neden zarar ettiğini biliyorum." ama biz bilmiyoruz. Mesela, ben gazetelerde okuyorum, PTT de zarar etmiş size dâhil olduktan sonra, 900 milyon civarında bir kaybı olmuş. Niçin olmuş, neden olmuş? Bu, sizin bu yapı içindeki sermaye kaydırmalarından mı geliyor yoksa başka şeylerden mi geliyor bilmiyorum ama ben...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Buyurun.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Son cümlemi söyleyeyim.

Yani kararların merkezîleştirildiği ve -"tek adam" demeyeyim, o klişe oluyor ama- çok az sayıda insanın o kararları aldığı bir ekonomide düzgün işler yapmamız asla mümkün değildir. Bu, sol perspektiften de böyledir, bence sağ perspektiften de böyledir. Dolayısıyla da Türkiye, bence, benim gördüğüm kadarıyla giderek kendini gerçekten, tek adamın -deminki söyledim anlamda söylüyorum- çok az sayıda oyuncunun verdiği kararlarla yöneten bir ülke hâline geliyor ki bu da bizim, bence, benim gördüğüm kadarıyla felaketimizin başlangıcı olacak diye düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.