| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop ve 192 Milletvekilinin 1924 Tarih ve 491 Sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanununun Bazı Hükümlerinin Kaldırılması ve Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanunun Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılması ve Neden Olunan Mağduriyetlerin Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/2952) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 17 .06.2020 |
ÖZLEM ZENGİN (Tokat) - Çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkanım, çok değerli heyetiniz ve aynı zamanda tüm siyasi partilerden katılan başka grup başkan vekilleri, milletvekilleri, Sayın Meclis Başkan Vekilimiz, elbette konuya dair alakasına binaen buraya davet edilen, gelen değerli misafirlerimiz, basınımızın değerli temsilcileri; ben de sizleri saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu ben konuşmaların her daim bir bütünlük içerisinde yapıldığına inanıyorum. O yüzden tekrar etmemek adına ben de bugüne dair grubumuz adına, daha ziyade siyasi manada hissiyatımıza dair birkaç kelam etmek istiyorum. Hem Sayın Başkan Özkaya hem de Meclis Başkan Vekilimiz -ki kendisi ikinci imza sahibi- konunun serencamına dair derinlikli ve temellendirerek bir konuşma yaptı. Zaten devam eden süreçte de diğer siyasi partilerden milletvekillerimizin bu manada konuşmalar yapacağına eminim.
Bugün tabii bizim için, Türkiye demokrasisi için fevkalade önemli bir gün. İnsan bir taraftan hüzünleniyor yani bir hatanın, bir garabetin düzeltilmesi için bir değil, beş değil, on değil, altmış yıla ihtiyacınız oluyor. Çok uzun bir zaman altmış yıl. Bu ağırlığı üzerimizde hissetmenin anlamlı olduğu kanaatindeyim ve aslında bu ağırlığı hissederek bu konuya dair bir düzenleme yapıyor olmanın Türkiye demokrasisi için ve içinde bulunan bizler için de fevkalade önemli olduğu kanaatindeyim.
1960 darbesi Türkiye'de darbelerin ilkidir yani ilk darbedir ve tarihimiz açısından da demokrasimiz açısından da çok önemli bir dönüm noktasıdır çünkü 1950'de çok partili hayata geçtikten sonra kendi mecranda, doğal mecranda devam eden bir çok partili siyasal hayat varken 60 darbesiyle beraber muazzam bir travma geçirmiştir demokrasimiz ve bu travmayla beraber artık darbelerin tarihi başlamıştır; bir başlangıç noktasıdır, mihenk noktasıdır. Devamında, malumunuz 12 Mart, 12 Eylül ve tabii darbecikler de var, işte, 28 Şubatta olduğu gibi daha sonra devam edenler bu darbelerin de birer zeminini oluşturmuştur aslında. Bugüne kadar da pek çok vesileyle bir tür hesaplaşma, bir tür iadeiitibarla alakalı pek çok şey yapılmaya çalışılmıştır aslında tüm siyasi partiler tarafından fakat asıl mesele, o darbeci gelenek bir yaklaşımı kurumsallaştırmaya çalıştırmıştır başta ortaya koyduğu Anayasa anlayışıyla. Hatta bunun izlerini hâlâ bugün dahi görüyoruz. O sebeple, bu darbe sadece insanların hayatına, Türk siyasal hayatına o an için yapılmış değil, kalıcı hasarlar oluşturacak şekilde kurgulanmıştır devamında da. Bu manada, bugün yaptığımız şey aslında -aynen Sayın Başkanımızın söylediği gibi- bireysel hayatlardaki yaraları ihya etmek değil, bizim kendi demokrasimizle alakalı hasarları ortadan kaldırmakla, ihya etmekle alakalı bir süreçtir.
Tabii ki şunu ifade etmek isterim: Her darbe beraberinde hem bireysel hayatlarda hem siyasi hayatta hem toplumsal hayatta ama en önemlisi de toplumsal psikolojide çok ağır travmalara sebep oluyor. Bu travmalarla beraber geçmişte aflar düşünülmüştür, işte, siyasi hakların iadesi 1969'da kısmen gündeme gelmiştir, 1974 affında yine bazı kısmi telafiler düşünülmüştür. Ben de hukuk fakültesinde öğrenciyken şahit oldum, cenazelerin nakledildiği gün ben İstanbul'daydım, hukuk fakültesi son sınıf öğrencisiydim, o nakillere şahitlik ettim. O gün de çok enteresan bir gündü Türkiye için. Turgut Özal bu manada naaşların taşınarak bir anıt mezara defnedilmesiyle çok önemli bir şey yaptı, iadeiitibar o manada söz konusu oldu. Fakat her şeye rağmen şunun altını çizmemiz lazım: Bugün hukuki gerçeklik adına bir mahkûmiyet kararı hâlâ vardır. Yani sonuçta Celal Bayar, Adnan Menderesi, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu idama mahkûm olmuşlardır ve suçlu olarak hukuk âleminde bu karar hâlâ varlığını devam ettirmektedir. Bizim yapmak istediğimiz şey aslında varlığını hukuk âleminde devam ettiren bu kararın bizatihi kendisini değil, bu kararı veren, mahkemeyi kuran bu geçici kanunu ortadan kaldırmaktır, yapmak istediğimiz şey budur. Yani hukuk âlemindeki varlığına bir itirazımız var, bu varlıkla alakalı bir şey yapmak istiyoruz, bugün yapmaya çalıştığımız şey budur aslında.
Şimdi, darbelerle ilgili birkaç şey daha ifade ederek toparlayacağım. Bir darbeyle ne ortaya çıkıyor? Hangi sonuçlar aslında ortaya çıkıyor? Şöyle bir baktığımızda, bence bu darbelerle, özellikle bu yargılamalarla birlikte yapılmak istenen şey... Biraz evvel Sayın Başkanım ifade etti, tabii hâkim ilkesi ortadan kaldırılarak o suçun işlenmesinden önce değil, o suç işlendikten sonra aslında bir mahkeme ihdas ediliyor. Hatta çok kısa olduğu için belki bir cümleyle ifade etmek isterim, enteresandır bu cümle. "Sakıt" biliyorsunuz "düşmüş" demektir. Ekim 1960'da mahkemeye yani duruşmaları izlemeye giden insanların eline bastırılarak verilen hazırladıkları bir broşür var. O broşürün kapağında "sakıt" kelimesi bile değil "düşük" kelimesi kullanılır yani aslında orada yapılmak istenilen şey, daha yargılamadan insanları aşağılamaktır. O hazırlanan filmler okullarda, liselerde bile ders aralarında öğrencilere gösterilmiştir, yargılamalar devam ederken bunlar yapılmıştır. Buradaki ifade şudur: "Sakıt Reisicumhur ile Başvekil ve Vekilleri ve eski iktidar mebuslarını ve bunların suçlarına iştirak edenleri yargılamak üzere bir 'Yüksek Adalet Divanı' kurulur." Yani, baktığınız üzere görüyorsunuz sadece bir grup insanı yargılamak üzere, onlar görevlerini ifa ederken suç olmayan konularla ilgili olarak oluşturulan bir mahkemeden biz bahsediyoruz. Aslında buna "mahkeme" de demiyoruz "sözde mahkeme" diyoruz. Hatta şunu ifade etmek isterim: Ben hukuk fakültesinde öğrenciyken 1988 yılında Bursa'da Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'nda bir duruşmaya katılmıştım. Bir grup öğrenci sayıları fazla olduğu için Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'nun salonunda yargılanmıştı. Bana çok enteresan gelmişti bir tiyatro salonunun mahkeme salonu gibi kullanılması. Yassıada'nın ismi değişerek yeni hâliyle tekrar açılışı yapılması vesilesiyle oraya gittiğimizde duruşma yapılan spor salonunu gördüğümde öğrencilere verilen ehemmiyetin dahi verilmediğini, aslında bir tür müsamere yapıldığını, müsamere için de bir spor salonunun tercih edildiğini görüyor olmak da hakikaten fevkalade yaralayıcı, enteresan bir durum.
Yani demek istediğim şudur: Aslında burada bu yargılamalarla, böyle özel nitelikli bir mahkeme ihdas ederek yapılan şeylerle Türkiye geleceğine dair siyasetçilerin psikolojisi üzerinde bir travma yaratılmak istenmiştir Adnan Menderes üzerinden özellikle. Ve biliyorsunuz, her daim, Adnan Menderes'in idam edilmiş, kefeni üzerinde, boğazında idam yaftası olan o fotoğrafı Türkiye'de aslında siyasetçiler için hep "İşte böyle olabilirsiniz." demenin bir yolu olmuştur. Sayın Cumhurbaşkanımız da siyasete girdiği günden itibaren "Kefenimizi giyerek biz bu yola çıktık." derken aslında, bu fotoğrafı reddettiğini, bunu ayaklarının altına aldığını söylemiştir. Bu, gençler için de bence anlaşılması biraz zor olmakla beraber özellikle bu siyaset içerisinde yorularak gelen bizim kuşağımız açısından fevkalade anlamlı bir cümledir. Ve her daim, o fotoğraf, Türkiye'de siyasetçiler için bir travma simgesi olarak orada kalakalmıştır, ta ki bizler, hep beraber, Türkiye toplumu, Türkiye milleti olarak adım adım -işte 15 Temmuzla beraber- bunları yerle yeksan edinceye kadar.
Şimdi, bir diğer tarafı tabii ki toplumsal bir psikolojiye ve bir travmaya sebep olması. Bununla ilgili olarak da bir örnek anlatmak istiyorum: Adnan Menderes'i, ailesi sadece 2 defa ziyaret edebilmiştir, Yassıada'da. Bu ziyaretlerden bir tanesinden size bir fotoğraf tarif etmek istiyorum ben. Ailesi kendisini ziyaret ettiğinde hiç yalnız görüşememiştir ailesiyle. Bu görüşmelerden bir fotoğrafta, orada adanın komutanı olan Tarık Güryay -aile fotoğraflarında önde oturanlar olur- en önde, ortada kendisi oturuyor, yanlarında Adnan Menderes'in 2 çocuğu ve hanımı Berrin Menderes, arkada da ayakta Adnan Menderes ve o zaman daha çok küçük olan, 12 yaşında olan Aydın Menderes bu aile fotoğrafında ayakta duruyor; hayal etmenizi rica ederim bu fotoğrafı. Yani düşünebiliyor musunuz, geriye aile olarak bir fotoğrafınız kalıyor, fotoğrafın ortasında da Tarık Güryay oturuyor. Yani sizin ailenizin kalbine bir hançer sokuluyor, nasıl bir şeydir? Ve çocuklarının yanında dahi oturamayan bir baba, bırakınız Başvekil olmayı, bir baba olarak eşinin yanına oturamayan, çocuklarının yanına oturamayan bir Başvekilden, bir insandan bahsediyoruz. Böyle bakıldığı zaman, zalimliğin derecesi ortaya çıkıyor, hakikaten ortaya çıkıyor. Şimdi, tabii ki bunu niye anlatıyorum? İşte, değerli arkadaşlarım, Yassıada, bu zulmün sembolüdür yani Yassıada'yla alakalı, işte, ismini değiştirmenin, adını "Demokrasi ve Özgürlükler Adası" hâline getirmenin, orada o bildiğimiz, o yaralayıcı görüntülerden çıkarak oranın demokrasi adına bir simge hâline gelmesini sağlamanın özünde size tarif ettiğim fotoğraf vardır. Bizlerin, aileyle dahi birlikte olma imkânı vermeyen o yaklaşımı reddetmesinin bir tezahürüdür orada yapılan çalışmalar.
Tabii, son bir mesele, bir tarafıyla siyasetteki travmayı ortadan kaldırmak, bir manada toplumsal psikolojideki travmayı ortadan kaldırmak. Ve şunun da altını çizmek isterim Sayın Başkanımıza ilave olarak: İnsanlar -enteresan ama- bireysel hayatlarında daha affedici, daha kolay affediyoruz bireysel olarak fakat toplumsal yaraların iyileşmesinde af o kadar kolay olmuyor. Bunun devamında da Türkiye siyasal hayatına baktığınız zaman, bu travmanın izlerini bütün siyasi partiler lehte ve aleyhte görebilirler diye düşünüyorum.
Son olarak da tabii ki asıl istediğimiz hukuk âlemindeki travmayı onarmaktır, hukuk âlemindeki travmayı. Biraz evvel Sayın Başkanımız çok detaylı olarak ifade ettiler, bunun yöntemleri üzerine çok düşündük hep beraber, daha evvel de düşünmüştük, diğer siyasi partiler de düşünmüşler. Yani af mı olabilir, bir iadeimahkeme mi olabilir, tekrar yargılamak mı söz konusu olabilir; bunlar üzerine hep düşündüğünüzde, bunların her birinin özünde, aslında, tüm bu yargılamaların bir mahkeme olarak kabul etmeye dayandığını görüyoruz. Oysaki biz bir mahkeme olarak kabul etmiyoruz, onları bir sözde mahkeme olarak görüyoruz, evrensel manada bildiğimiz bütün hukuk ilkelerini, her tür kaideyi ihlal ederek oluşturulmuş bir yargılama süreci olduğunu görüyoruz. Bu manada da kişisel özel bir yargılama yapan, tabii hâkim ilkesini ihlal eden böylesi bir yapı karşısında da bizim yapmak istediğimiz şey... Adına da "mahkeme" diyememişlerdir farkındaysanız, "Yüksek Adalet Divanı" denilmiştir, kendi kendilerine de "mahkeme" bile diyememişlerdir kendileri de. Öyle olduğu için de bunu kuran bu kanunu ortadan kaldırmak istiyoruz ve netice itibarıyla da onların ortaya koyduğu iş ve işlemlerin de kendiliğinden ortadan kalkacağı kanaatindeyiz.
Şimdi, birkaç şeyi de tekrar ifade ederek tamamlayacağım: Yani sonuçta yapmak istediğimiz aslında, eskilerin tabiriyle "ke-en-lem-yekün" hâle gelsin istiyoruz, bu verilmiş olan cezaların hukuk âleminde de hiçbir varlıkları, esameleri kalmasın istiyoruz.
Ben son olarak, demokrasi yolunda, öyle söyleyelim... Biliyorsunuz, dün de ezanın -aslında "Arapça okunması" dememek lazım yani o kanun çıkarken de "Türkçe dışında başka bir lisanda okunmasına müsaade eder." şekilde çıkmıştır- orijinal hâliyle okunmasının yıl dönümüydü. Ona dair, ilk defa okunmasıyla ilgili de orijinal bir şey paylaşma ihtiyacı duydum kendim, bazı yerlerde 18 defa okunmuştur. İşte, onun da müsebbibi olan, aslında, Sayın Adnan Menderes, Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan. Ki 15 idam kararı vardır, biliyorsunuz, iki gün arayla 3'ü infaz edilmiştir, aslında idam kararı 15'tir. Orada çilesini çeken, hapis yatan, daha yargılaması bitmeden hayatını kaybeden, velhasılıkelam bizim inancımız gereği şehit olduğuna inandığımız, mazlum olduğuna inandığımız her biri için Allah'tan tekrar rahmet diliyorum. Onların yaşadıklarını anlayarak, idrak ederek siyaset yapmanın bizler için de fevkalade anlamlı olduğunu düşünüyorum, bizi buraya getiren hissiyatın da bütün siyasi partiler açısından bu olduğu kanaatindeyim. Bu manada bu kanun teklifimizin milletimize, demokrasimize, Türkiye siyasal hayatına çok büyük bir katkı sağlayacağına inanıyorum.
Teşekkür ediyorum.