| Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve 64 Milletvekilinin; Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu Teklifi (2/2972) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 24 .06.2020 |
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Söz konusu güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kanun teklifi için yapılan bu komisyon çalışmasının usul açısından da son derece yetersiz bir çalışma olduğunu hemen söylemek gerekiyor çünkü bu kadar önemli, Türkiye'deki yurttaşların tamamını ilgilendiren, toplum kesimlerinin tamamını ilgilendiren bir çalışmada, bir kanun teklifinde mutlaka toplumun bütün kesimlerinin görüşleri alınmalı ve yine muhalefetin de görüşleri doğrultusunda hareket edilmesi gerekir ama bugüne kadar bütün kanun tekliflerinde olduğu gibi yine antidemokratik bir işleyiş burada da kendini gösteriyor.
Şimdi, Türkiye'deki bütün herkesi ilgilendiren böyle bir kanun teklifinin getirilmesinin sebeplerine bakmak gerekiyor. Aslında bakarsanız, gerçekten çok tuhaf günlerden de geçiyoruz, bir taraftan da mesela bugün Elâzığ Karakoçan, Sarıcan belde belediyesine kayyum atandı ve eş başkanları sanıyorum -yanılmıyorsam sosyal medyadan öğrendiğim kadarıyla da- gözaltına alındılar. AKP iktidarıyla dün Yassıada'yla ilgili bir görüşme oturum gerçekleştirdik, onların itibarlarını iade ettik, Yassıada'da idam edilenlerin. Bir taraftan sanki darbelere karşıymış gibi bir hava, bir tablo çizerken öte taraftan da hemen her gün bir darbe uygulamasını hayata geçirdiği görüyoruz. Elbette biz dün Yassıada'yla ilgili olumlu oy kullandık çünkü kendi ilkelerimiz gereği bütün darbelere karşı olduğumuz için oy kullanmıştık fakat AKP iktidarının, AKP-MHP iktidar blokunun ise tam tersine kendisine bir makyaj olarak bu Yassıada meselesini gündeme getirdiğini düşünüyoruz. Şimdi burada aynı şekilde bir güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması isteniyor. Neden bu isteniyor? Çünkü şu anda iktidarda darbeci bir anlayış var, sürekli olarak darbelerle kendini ayakta tutmaya çalışan bir iktidar, yönetme anlayışı var. Bu darbe, 15 Temmuz darbe girişimi başarısız oldu ama hemen arkasından 20 Temmuz'da hayata geçirilen OHAL süreciyle başlayan ve bugün kendisini tek adam rejimi olarak tahkim etmeye çalışan bir iktidar anlayışıyla devam ediyor.
Kendi kadrolarını yaratmak ve kendisinden farklı düşünen kesimleri de ötekileştirmek için kamu hayatından mütemadiyen dışarıya atmak için ve iktidarını sürekli kılabilmek için böyle bir yasa çıkartmak istiyor. Bu yasa Anayasa Mahkemesinden haklı olarak döndü fakat tekrar AYM'nin arkasından dolaşarak, Anayasa'nın arkasından dolaşarak tekrar çıkartılmaya çalışılıyor. Bir kere bu kabul edilemez bir durumdur. Biz yakın bir tarihte, 20 Temmuzdan sonra KHK'lerle bir gecede mesleğinden atılan, işinden atılan insanlara tanıklık ettik ve onların mağduriyetleri hâlâ giderilebilmiş değil. Neden bu yaşandı diye baktığımız da güvenlikçi politikaların arkasına sığınıldığını görüyoruz. "Beka sorunu", "Terör sorunu" adı altında yapılan şeyin aslında tek adam iktidarını, tek adam rejimini hayata geçirebilmek, bu topluma giydirmeye çalışmak için yapıldığını görüyoruz. Bunun için toplumsal muhalefetin ortadan kaldırılması gerekiyordu, zayıflatılması gerekiyordu; demokrasi mücadelesini yükselten, hayatı boyunca darbelere karşı mücadele eden özellikle sendikaları, demokratik kitle örgütlerini, kadın örgütlerini ve siyasi yapıları ortadan kaldırmak, tasfiye etmek gerekiyordu. O yüzden de 20 Temmuzda OHAL'e gidilerek, hâlbuki bu Parlamentodaki bütün partiler darbeye karşı olduğu söylediği hâlde "Gelin birlikte bu darbeyi, 15 Temmuz darbe girişimini araştıralım." dedikleri hâlde 20 Temmuzda böyle bir hava yaratarak ve toplumun üzerinden silindir gibi geçen binlerce, on binlerce insanın suçsuz yere hapislere atıldığı, işkencelerden geçtiği, işinden, mesleğinden atıldığı bir süreç yaşadık ve hâlâ yaşıyoruz.
Partimiz açısından baktığımız zaman ise, yine aynı darbeci anlayışa ve güvenlikçi politikalara sığınarak sanki Türkiye'nin bekası tehdit altındaymış gibi aslında sarayın bekasını gözeten bir anlayışla, partimizin kazandığı belediyelerin çok önemli bir kısmına -sanıyorum şu an 46 oldu sayısı- 46 belediyemize kayyum atanarak eş başkanlık sistemimizi de kriminalize etmeye çalışarak yine bir darbe yapılmıştır. Burada kadınların siyaseti, katılımı önünde de bir darbedir bu. Toplumsal mücadele dinamiklerinin görüşlerini, önerilerini, toplumun şekillenmesi yönünde, harekete geçirmesi yönünde bir engel olarak bu darbe yapılmaktadır. O kadar ileriye gidilmiştir ki aslında, Hitler Almanyası'ndaki modeller istihdam modelleri neredeyse Türkiye'ye dayatılmaya çalışılmıştı. Bunu en son Sağlık Komisyonunda hekimlerin durumuyla açıklayabiliriz. Orada karşımıza gelmişti. Yani neredeyse herkesin koluna bir kolluk takarak kendini ifade etmesi, biat etmesi, iktidara biat ettiğini açıklaması şeklinde bir istihdam politikası, bir kamu politikası izlemek durumunda hissetmiştir iktidar. Eğer toplumsal mücadele bu kadar güçlü bir şekilde direnç geliştirmeseydi bunu da yapmaya çalışacağını, yapmak istediğini biz o zaman gözlemlemiştik.
Şimdi, bu güvenlikçi anlayışın bir an önce terkedilmesi gerektiğini, bu darbeci anlayışın bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu darbeci anlayış kendisini tabii ki kendi kendine ortadan kaldırmaz, geçmişteki darbelere baktığımız zaman, 60'lara, 70'lere, 80'lere baktığımız zaman o darbelerin hep toplumsal mücadelelerle, toplumsal muhalefetin gelişmesiyle ortadan kalktığını görüyoruz. Şimdi toplumu örgütsüzleştirerek, dağınık bırakarak ve özellikle kamusal hayattaki sendikaları tahrif ederek özel sektördeki sendikalaşmalarda yandaş sendikacılık anlayışını besleyen yaklaşımlarla bir kadrolaşma ve istihdam politikası izleyerek toplumdaki mücadele dinamikleri zayıflatılmak isteniyor ve herkesin kendisini gözetim altında hissettiği bir gözetim toplumu oluşturulmaya çalışılıyor ve böyle bir toplumun da ancak bu iktidarı kendi hedefleri olan, işte, 2023'lere, ondan sonralara taşıyabileceği düşünülüyor. Bu, Türkiye halklarına, Türkiye'deki demokrasi güçlerine büyük bir haksızlıktır, hak ve özgürlüklerin gasbedilmesidir. Bu, aslında, iktidarın otoriterleşme arzularının bu yasayla hayata geçirilmesidir. Burada bahsedildiği şekilde, "Efendim, işte, biz, zaten şuna da dikkat edeceğiz, bu kurala da uyacağız, bu şekilde bu güvenlik yasasını Anayasa'ya çok uygun bir şekilde hayata geçireceğiz." söylemleri gerçeği yansıtmayan, bizlerin de gündelik hayatımızda asla karşılaşmadığımız bir durumdur. Çünkü Türkiye'de şu anda Anayasa yürürlükte değildir, Anayasa yoktur. Anayasa şu anda izlenmemektedir, takip edilmemektedir. O yüzden, biz, aslında, burada çok şekilsel bir şey yapıyoruz. Sanki Anayasa gerçekten Türkiye'de yürürlükteymiş ve Anayasa'ya göre de bir yasa, kanun çıkartacakmışız ve o kanun da uygulanacakmış gibi bir durum var ama aslında Türkiye'de şu anda paralel bir devlet var, paralel bir sistem var. Bir tarafta sarayın yasaları, sarayın düzeni, sarayın sistemi işlerken bir tarafta da göstermelik olarak burada kamuoyunu oyalayacak bazı tablolar sergilenmeye çalışılıyor. Biz biliyoruz ki aslında sokağa indiğinizde ne düşünce, ifade özgürlüğü var ne yasa var ne anayasa var. Şu anda "Ben devletim." diyen, işte, birtakım İçişleri Bakanlığına bağlı memurların sokaklarda her türlü hukuksuzluğu, her türlü hak ihlalini yapabildiği bir dönemden geçiyoruz.
BAŞKAN CELALETTİN GÜVENÇ - Toparlayalım.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Toparlıyorum.
Şu anda Türkiye'de büyük bir ekonomik kriz var, büyük bir sosyal kriz var, ayrımcılık var, yasa yok, hukuk yok, dolayısıyla büyük bir adalet sorunu var ve bu nedenle Türkiye'ye şu anda güvenlikçi hiçbir yasa, hiçbir teklif getirilmemeli. Tam tersine, Türkiye'nin şu anda güvenceye ihtiyacı var, güvenceli bir yaşama ihtiyacı var; hem ekonomik güvenceye ihtiyacı var hem sosyal güvenceye ihtiyaç var hem inançlar açısından, kadınlar açısından, toplumun en geniş kesimleri açısından bir güvence toplumu yaratmaya ihtiyacımız var. Bunun için doğru bir paylaşıma ihtiyaç var, doğru bir üretim tarzına ihtiyaç var ve bunun için özellikle de işçi sınıfının, emekçilerin haklarının tanındığı, onların haklarının gözetildiği, Kürtlerin, Alevilerin haklarının gözetildiği, tanındığı yeni bir toplum sözleşmesi etrafında bir araya gelmeye ihtiyaç var. Yoksa işte burada sözü edilen bu yasa teklifi, tamamen, şu anda herkesin elini kolunu bağlamak için çıkartılmak istenen bir yasa teklifidir. Türkiye halklarının tamamını tahakküm altına almak için, otoriter rejimi daha da pekiştirmek için ve büyük bir korku toplumu, gözetim toplumu yaratmak için çıkartılmak isteniyor. Bu yüzden buna karşı çıkılmalıdır ve bu sadece buradaki Parlamento çatısı altındaki partilerin sorunu değildir. Bu Parlamento çatısı altındaki partilerin toplumdan giderek kopuşunu biz gözlemliyoruz. Buradaki bir avuç elitin çıkarlarını korumak için çıkartılan bu yasa kabul edilemez bir yasadır.
Son olarak şunu da söyleyeyim: AKP iktidarı bugüne kadar yani on sekiz yıl önce iktidara gelirken Türkiye'deki mağduriyetlerin ifadesini ortaya koyarak, onların sözcülüğünü yaparak geldi. Efendim, mütedeyyin kesimin sözcülüğünü yaptı; düşünce, ifade özgürlüğünü ortaya koyamayan demokratların, liberallerin sözcülüğünü yaptı; Kürtlerin sözde temsilciliğini, sözcülüğünü yaptı, birçok şey yaptı ve bütün bu mağduriyetleri ifade ede ede iktidarını pekiştirdi, kuvvetlendirdi ve yine kendisinden önceki iktidarlara rahmet okutacak kadar despotik, diktatöryal bir sistemi kendisi oluşturmak istiyor ve buna karşı yapılan dirençleri ortadan kaldırmak için de işte böyle "güvenlik soruşturması" ve "arşiv araştırması" adı altında bir fişlemeye ihtiyaç duyuyor. Bu fişlemeyi kesinlikle kabul etmiyoruz, bu yasa teklifinin geri çekilmesi gerektiğini söylüyoruz.
Teşekkürler.