KOMİSYON KONUŞMASI

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sabahın bu saatindeyiz. Çok rica ediyorum Mersin Barosu gibi Türkiye'nin 7'nci büyük barosunu 2 dönem yöneten, sağcısından solcusundan her ¬-Mersin'i bilirseniz söyleyeyim- dinden ırktan, mezhepten kardeşimin oylarıyla seçilmiş, görev yapmış, avukat haklarına sonuna kadar sahip çıkmış, ne adliye koridorunda ne devlet dairelerinde ne emniyette bir tek avukatı ezdirmemiş, kadın haklarına, çocuk haklarına, hayvan haklarına sonuna kadar sahip çıkmış bir baro başkanı eskisi olarak konuşuyorum.

Değerli arkadaşlar, lütfen samimi olarak dinleyin. Burada her birinizin mesleğinde temayüz etmiş hukukçular olduğuna inanıyorum, biliyorum. Türkiye'nin değerli hukukçularısınız. Hangi partiye mensup olduğumuz önemli değil, bugün burada hukukçuluğumuz önemli ama bakın, gerçekten bu kanun teklifi avukatlık hukuku anlamında, savunma anlamında belki de bu yüce Meclisimize gelen en talihsiz yasa tekliflerinden biri olarak tarihe geçecek. Bakın, burada hepimiz oy kullanacağız, unutmayın hukuk tarihine nasıl geçeceğimiz bu teklif süresince alacağımız tutuma ve vereceğimiz oylara bağlı. Hiçbir arkadaşımı tenzih etmeden bir konuşma yapmak istiyorum.

Sözlerime başlamadan önce, tarihimizde bugündü, dün oldu, yirmi yedi yıl önce Sivas'ta bir acı katliam yaşadık, aydınlarımız yakıldı, türkülerimiz susturuldu, şiirlerimiz öksüz kaldı. Ondan sonra, bu katliamdan üç gün sonra da daha gözyaşlarımız kurumamışken Başbağlar'da alçak terör örgütünün katliamını yaşadık. Biz bunları unutmayalım, biz hak savunuculuğunu hiçbir zaman bir yana bırakmayalım. Hem Sivas'ta hem Başbağlar'da katledilen bütün canlarımızı sevgi ve saygıyla anarak başlıyorum değerli milletvekilleri.

Bakın, Venezuela diktatörü Maduro "Tarihin beni nasıl yazacağı umurumda değil." demiş. Bence tarihin, hukuk tarihinin bizi nasıl yazacağı bizlerin umurunda olmalı. Tarih her şeyi yazar. Bakın, vereceğiniz oylarla, bin beş yüz yıldır unutulmamış, İstanbullu son gerçek Roma İmparatoru ve Kıta Avrupası hukukunun kurucusu Justinianus gibi -savunma hukuku ve avukatlık anlamında- anılacak mıyız; yoksa Anayasa'yı askıya alan, darbeci, faşist Kenan Evren gibi mi anılacağız? Burada bu belli olacak. Biz tarihe nasıl geçeceğiz onu düşünmemiz lazım ama ne olursa olsun avukatlar, savunma ve barolar çağlar boyunca susmadılar, bugün sizin karşınızda da susmayacaklar. Barolar üzerinden toplumu, nihayetinde -belki niyetiniz bu değil, aklınıza bile getirmiyorsunuz ama- ülkemizi bölmeye matuf çoklu baro hayali ya da düzenlemesi karşısında barolar da avukatlar da direnecek.

Değerli milletvekilleri, başta barolar olmak üzere meslek örgütleri Anayasa'mızın 135'inci maddesinde hükme bağlanmış kamu kurumu niteliğindeki anayasal kurum ve kuruluşlardır. Nitelikleri açık ve net, kamu kurumu. Kamu kurumu bölünebilir mi? Bölünemez. Ancak barolar genel anlamdaki bir meslek odası gibi anlam taşımazlar. Hep Anayasa'ya aykırılık anlamında karşımızda bir örnek veriyorsunuz; rehber odaları. Arkadaşlar, rehberlere, turizm rehberlerine, onların kültürlerine sonsuz saygı duyuyorum ama barolar rehber odaları değildir. Baroların diğer meslek örgütlerinden çok daha farklı bir görev, yetki ve işlevi vardır. Barolar -başka hiçbir meslek örgütüne verilmeyen- hukukun üstünlüğü ile insan haklarını savunmak ve korumak yetki ve göreviyle demokrasinin, insan haklarının, hukukun üstünlüğünün ve adaletin koruyucusu ve kollayıcısıdırlar.

Bakın, yargılama faaliyetine "tiyatro" denmemesi için yargılamada 3 süje olması gerekir, hepiniz biliyorsunuz; iddia makamı, savunma makamı, tarafsız ve bağımsız yargı makamı. İşte barolar, yargılama faaliyetinde olmazsa olmaz sacayağından biridir. Savunma hakkı ve insan hakları anlamında ise en önemlisidir. İşte barolar alınıp, bölünüp, parçalanıp yargılama faaliyetinde ve hak savunuculuğunda işlevsiz bir dernek hâline getirilmek isteniyor özellikle bu çoklu baro düşüncesiyle. Ama size çok açık ve net bir şey söyleyeceğim, pek çoğumuz avukatız ama baroculuğu bilmiyorsunuz. Bir iki baro başkanım var burada, onları tenzih ediyorum. Bakın, Ankara, İstanbul, İzmir Barolarını susturalım derken, en az 100 bin baroyla karşı karşıya kalacaksınız. Bu kanun geçsin, artık her bir avukat bir baro olacak, size açık ve net muhalefet edecek. Bakın, görün, yaşayın; bunu otuz yıllık bir hukukçu olarak söylüyorum. Bakın, baroları bölebilirsiniz ama nasıl bir çiçeği kopartarak baharın gelmesini engelleyemezseniz avukatların muhalif, dik duruşunu engelleyemeyeceksiniz. Bugün burada baroların ama işin özünde avukatlık mesleğinin ve baroların temel ayarlarıyla oynamak düşüncesindeyiz. Çoklu baroyla Anayasa'nın 135'inci maddesine açıkça aykırı olarak barolar dernek statüsüne indirgenmiştir ve hukuk savunulamaz hâle getirilmek isteniyor.

Yapılması gereken iş basit: Baroları ve meslek kuruluşlarını pasivize etmemeliyiz, daha çok demokratikleşmek zorundayız. Yapılması gereken iş: Özellikle, baroları Anayasa'da yürütme bölümünde değil yargının bir sacayağı olarak yargı bölümünde hükme bağlamamız lazım. Yapılması gereken iş, yargının tarafsız ve bağımsızlığını sağlamaktan ibaret. Yahu Allah aşkına, dünyada salgın hastalık var, demin de Milletvekilimiz Mahmut Tanal belki de Covid şüphesiyle şimdi tedaviye başlayacak, belki de Covid. Ülkemiz ekonomik sorunlarla boğuşuyor, maliyemiz sıkıntılı. "Biz bize yeteriz." deyip vatandaştan 10 TL bağış alacak durumdayız ama şimdi barolara ayar vermek, baroları yok etmek çok mu acil? Anladık, sizin için deniz bitti, sonun başlangıcındasınız ama Allah aşkına insanları bir rahat bırakın, hukuku bir rahat bırakın.

Bakın, bu teklif dünyanın hiçbir yerinde görülmüş bir teklif değil. Şu an elinizde diğer Avukatlık Kanunu olmalı diye düşünüyorum. Hepimiz avukatız, Avukatlık Kanunu'nu değiştireceğiz. Açın bakın, lütfen, Avukatlık Kanunu'nu, 76 ve 95'i hepinize yeniden hatırlatmak isterim. Bu maddeler barolara diğer demokratik kitle örgütlerinden çok daha ayrı bir misyon yüklüyor. Barolar kendilerini insan hakları ve hukukun da savunucusu konumuna getiren bu maddeler üzerinden birçok toplumsal davaya katılıyor. Asla ve asla mağdurun kim olduğuna, onun hakkının ihlal edenin kim olduğuna bakmadan barolar birçok toplumsal davada mağdurların yanında oldu. Siyasi görüşleri hiç önemli değildi. Eğer bir mağdurun, eğer bir hak ihlaline uğrayanın siyasi görüşüne bakan varsa ona da lanet olsun.

Bakın, bugün burada konunun birincil derecede muhatabı olan baro temsilcileri yani baro başkanları, hepimizin arkadaşları, hepimizin başkanları olması gerekiyordu. Bizim baro başkanlarının da Komisyon toplantısına alınması başvurumuz reddedildi ve onlar bugün kendileriyle ilgili görüşülen bu hayati yasa teklifinde yoklar. Allah aşkına, siz artık ne yaptığınızın farkında değilsiniz gibi geliyor bana. Bakın baroları sustur, medyayı karart, sosyal medyayı kapa, nereye kadar gidecek bu? Kuzey Kore, İran, Çin'i geçtik, totaliter rejim kalmadı yani totaliter rejimin son aşamasının tarihini yazıyormuş gibiyiz.

Bakın, sayın Komisyon üyeleri, yargıya güven tarihimizin en düşük seviyesinde. Bunu ben değil yargının başındaki kişi söylüyor. Vatandaşın mahkemeye, adalet mekanizmasına güveni kalmadı. Burada bulunan hukukçuların hepsi bunu biliyor. Bu tekliften rahatsız olan AK PARTİ'li ve MHP'li kardeşlerimin de olduğunu da biliyorum. Hepimize tarihî sorumluluk düşüyor. Bu teklif geçerse yaşanacak bölünmenin hem zaten bitmiş olan adalet mekanizmasına vereceği zararları hem de ülkede kutuplaştırmayı artıracak sonuçlara neden olacağını biliyorsunuz. Nasıl ki bir ilde 1 vali olur, 1 kaymakam olur bir ilçede, bir ilde de tek bir baro ve tek bir baro başkanı olur. Baroların Anayasa'daki yerini yeniden hatırlayın. Barolar bir dernek değildir. İllerde yaşanacak vahim durumları lütfen hayal edin.

Değerli vekil arkadaşlarım, hepiniz hukukçusunuz. Birinci baro ve ikinci baro, üçüncü baro, bunların adliye koridorlarında nasıl karşı karşıya geleceklerini benim kadar siz de iyi biliyorsunuz.

Bakın, bu teklif geçerse her yapı kendine ait bir baro kuracak, 2 bini yakalayan ve siyasi görüş, etnik görüş, ideolojik görüş, terör her biri ayrı ayrı belki kendi barolarını kurabilecek. Ben özellikle MHP'li milletvekili kardeşlerime diyorum ki bir daha düşünün lütfen, bu sizin amacınız veya düşünceniz olmayabilir ama bu kanun ülkenin bölünmesine hizmet edebilir ve bunun tekrar tekrar üzerinde düşünülmesi gerekiyor. Ülkemizde 80 baro var. Bugün bir dilekçeyle 80 baronun basın açıklamasını da ekleyerek Divana sunduk. Bir tanesi çoklu baro olsun demiyor. AK PARTİ'ye gönül vermiş benim baro başkanı arkadaşlarım var, onlar da çoklu baro olsun demiyor. 80 tane barodan hemen hemen hepsi Barolar Birliğinin düzeni değiştirilsin demiyorlar.

Bakın, Metin Feyzioğlu'ndan bahsediyor herkes sabahtan beri. 2013 seçiminde seçildiğinde ben Mersin Barosu Başkanıydım. Anadolu baroları onun yanındaydı, ondan önce seçilen Vedat Ahsen Coşar, ondan önce seçilen rahmetli Özdemir Özok, hepsinin yönetim kurullarına bakın, Anadolu'nun çeşitli yerlerinden yönetim kurulu üyeleri vardır. Barolarda bu böyledir, baro başkanlığı yapmış arkadaşım bilir. Özellikle Mersin gibi veya İstanbul gibi kozmopolit şehirlerde seçimi almak istiyorsanız her kesime hitap eden adayları koyarsanız yönetim sisteminize, yoksa zaten seçim meçim kazanamazsınız, bunları baro başkanları bilir.

Bakın, tekrar ediyorum: ülkemizde 80 baro var, bir tanesi çoklu baro istemiyor.

Değerli arkadaşlar, bakın, yapılan münferit hatalar olabilir. Bu münferit hataları yapanların üzerine gitmek varken siz sorunu kökünden halledelim deyip baroları ortadan kaldıracaksınız. Ben ve hukukçu milletvekili arkadaşlarım yarın bir gün adliyede başımız dik onurla avukatlık yapmaya döneceğiz. Bu kanuna "hayır" oyu verdiğimiz için biz adliye koridorlarında başımız dik dolaşacağız. Lütfen, bu sözümün ne anlama geldiğini düşünün.

Bakın, kamu hizmeti gören baroların bu şekilde görülmesi ülkemiz tarihinde görülmemiş hatta FETÖ dışında akla hayale getirilmemiş bir uygulamadır. Birden çok baronun kurulmasıyla avukatların siyasi, ideolojik, etnik ve benzeri hesaplara göre ayrılması kaçınılmaz olacak. Ankara, İstanbul ve İzmir 5 bin avukat için bunu yaptırtmayacağız. Diğer barolardan biri de bunu kendisine isteyince ne olacak? Anayasa Mahkemesi bu kanunu genişletirse ne olacak? 81'inci baro da gelecek. 81 ilde, her ilde ayrı ayrı barolar kurulduğu zaman ne olacak?

Bakın, avukat arkadaşlarım bilir. Bazı Anadolu kentlerinde siyasi görüşlere göre avukatlar avukat odalarında ayrı ayrı otururlar. Şimdi her şeyleri ayrılacak. Bir de işin içine ekonomik kaygı girince ben o barodan... Avukatlar arasında birliği beraberliği bozacağınız gibi toplumun bütün katmanlarına yansıyacak ve sonunda ne olacak? Parti, cemaat, etnik köken ve benzeri nedenlerle avukatlar kendi barolarını kuracak.

Bakın, Sivas katliamında yitirdiğimiz canlarımızı anıyoruz değil mi? Dün andık. Gerici bir gazete var, reklam olmasın diye ismini vermeyeceğim, haber müdürü çıktı, çoklu baro projesini savundu, "Sivas davasında barolar taraf olmuştu." dedi. Evet, orada insanlar ölmüştü, barolar Sivas davasında taraf oldu. Sivas davasıyla ilgili olan duruşma tutanakları 4 cilt, Barolar Birliği bunu yayınladı, açın, okuyun.

Peki, ben size bir şey söyleyeceğim: Vazgeçtim Sivas'tan, ülke tarihinin en büyük katliamlarından biri yaşanmış, barolar gitmiş orada ölenlerden yana olmuş, ondan da vazgeçtim, ben Mersin Barosu Başkanıyken rahmetli Özgecan Aslan çocuğumun davasında müşteki olarak bulundum ve bütün baroları örgütleyerek o duruşmaya 1.000'in üzerinde avukatın yetki belgesiyle gelmesini sağladım. O dava zor bir davaydı. O davanın Adli Tıp raporlarını özel olarak Mersin Barosu Çukurova Üniversitesinden aldırdı. O raporları burada anlatmama gerek yok, oradaki fecaati anlatmama gerek yok ama orada barolar müdahil olmasaydı o kararlar çıkmazdı, açık ve net söylüyorum.

Şimdi, tabii, herkesin de savunma hakkı var, ondan bahsetmiyorum ama bir kamu kuruluşu olan, anayasal statüsü olan bir kurumun gidip katillerin tarafında kurumsal yer alma olasılığı da olacak bu çoklu baro olursa.

Bakın, Özgecan Aslan kızımızın olayı tüm Türkiye'de derin üzüntüye yol açtı ve özellikle cinsel istismar davalarında cezaların daha caydırıcı hâle getirilmesini sağladı. O zaman çoklu baro olsaydı ve bir baro da kurumsal olarak katilin yanında olsaydı -savunma hakkı vardır tabii ki- o katile...

Ben, Mersin Barosu Başkanı olarak, hiçbir avukat almayınca görevi kendi baro saymanımı görevlendirdim, en kıdemli ve cezasını bilen avukat diye, savunma hakkı da kısıtlanmasın diye. Ama çoklu baroda çıkıp da başka bir baroda, şehirdeki başka bir baroda sadece rekabet için onun yanında yer alsaydı ne olacaktı kurumsal olarak? Kişisel olarak demiyorum. Herkes rahatsız olacaktı.

Bakın, yarın bunlar yaşanır, o zaman iş işten geçmiş olur. Adliye koridorlarında, meydanlarda ve bu ülkede yaşanacak parçalanmayı lütfen gözünüzün önüne getirin. Allah korusun, adalet, hukuk bölünürse halk bölünür, halk bölünürse ülke bölünür.

Bakın, bu çok çok önemli, "bölücülük" "bölücülük" diyoruz ya, sizleri şahsınızı tenzih ediyorum ama bu "bölücülük" diye adlandırılır. Üstüne basa basa söylüyorum, bu proje FETÖ projesidir. Hepinizi tenzih ediyorum, teklifteki imza sahibi olan arkadaşlarımı tenzih ediyorum, "FETÖ, kripto hücreleri uyandı, yine kandırıkçılığa başladılar." diye düşünüyorum. Bu sefer kanmayın arkadaşlar, bu kez "Kandırıldık." diye de kurtulamazsınız.

Çoklu baro tartışmaları yaşanırken baro başkanları tepki olarak başkent Ankara'da yürümek istedi ancak polis engeline takıldı. Ankara Büyükşehir Belediyesinin gönderdiği çadırlara ve seyyar tuvaletlere izin verilmedi. 73-75 yaşında Baro Başkanım orada 26-27 saat durdu önce güneşin sonra yağmurun altında. Orada kadın baro başkanlarım hiçbir yere ayrılmadı. Ve bakın, 60 baro başkanı, hukuken değilse bile fiilen 27 saat gözaltına alındı. Zaten hukuksuz bir şey varsa işlem yapılır onların hakkında. Eğer 2911 sayılı Yasa'ya aykırı bir şey yaptıklarına inanılıyorsa neden hiçbir işlem yapılmadı. Çünkü yürüyüş yasaya ve Anayasa'ya uygundu, 200 metrecikti. Her şeyi boş verin eğer bu, yasaya aykırıysa niye yürümelerine izin verdiniz? Eğer yasaya uygunsa orada bu arkadaşlarımızın baro başkanlarının hürriyetleri tahdit eden dava hakkında neden adli ve idari işlem yapmıyorsunuz. Bu ülkede bir tek, bir tek cesur savcı bile kalmadı mı? Şaşkınlık içindeyim.

Arkadaşlar, hepimiz durumun farkındayız. Vatandaş adaleti adliyelerde ve mahkemelerde değil ya tanıdıkla ya da sosyal medyada arıyor. Her gün bir insan hakkı ihlali yaşanıyor. Çeteler İstanbul'un göbeğinde silahlı çatışmaya giriyor. Bu nasıl aymazlıktır? Bunu nasıl önleyemiyorsunuz? Bakın, derdiniz baro olmasın, demokrasi ve insan hakları için çalışma yapan barolar, meslek örgütleri iktidarı rahatsız etmesin. Hiçbir başka sesin olmaması kesinlikle ve kesinlikle, aslında en çok iktidara zarar verir. Demokrasinin temel şartlarından biri daha yok edilmek üzere. Siyasal tarihe bakınız lütfen, tüm yapıları hukuksuz şekilde kontrol altına alan iktidarları okuyunuz, kendi eliyle ülkeyi felakete sürüklerler. Bunu hiçbirimiz istemiyoruz burada biliyorum, siz de asla istemezsiniz. Sizin vatanseverliğinizi hiç kimse tartışamaz, bunu biliyorum ama lütfen Allah aşkına yarını bugünden görün. Yol yakınken bundan dönün.

Bakınız, iktidar başta barolar olmak üzere daha sonra belki Tabipler Odası, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, bir kısım kamu kuruluşu niteliğindeki meslek odalarının seçim sistemini değiştirmek isteyecek. Avukatlık mesleğinin ve baroların temel ayarlarıyla oynanacak. Çoklu barolar, Anayasa'nın 135'nci maddesine açıkça aykırı olarak barolar dernek statüsüne indirgenecek. Aslında bu yapılan şey sadece barolara değil, gözünüzü seveyim, 130 bin avukatın ve 83 milyonun tamamına karşı bir şey olacak. Bu düzenleme geçerse savunma ve avukatlık biter. Avukatlık mesleğinde staj, ruhsat, avukatlık mesleğinin yapılış şekli hüsrana uğrar. Avukatlık mesleği artık şarlatanların, dolandırıcıların ve siyasi rant elde etmek isteyenlerin mesleği hâline gelir, tavassut alır başını gider.

Değerli milletvekilleri, hukukçu meslektaşlarım; siz avukatlık gibi şerefli bir mesleğin onurunun yok edilmesine izin vermeyeceksiniz diye ümit ediyorum.

Sayın milletvekilleri, çoklu baro projesi siz istemeseniz bile, bunu düşünmeseniz bile bunu düşünmeseniz bile ülkeyi bölecektir. Bu tebdil geçerse sadece kutuplaştırma ve bölünme yaşanacak. Geri dönüşü olmayan sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Yerel yönetimler yasasını en ağır şekilde eleştirenler -ki aramızda bunu eleştiren sayın milletvekilleri de var- bunu neden eleştirdiniz? İki başlılık olmasın diye. Haklıydınız. Şimdi, onu en sert şekilde eleştirenlerin çoklu barosu olması çok büyük bir ideolojik çelişkidir. Yargı içerisinde bölünme görüsü yaratmanın hiç kimseye faydası yoktur. Yargıyı zayıflatırsanız FETÖ gibi yarın başka oluşumlar, cemaatler demek istemiyorum, dernekler demek istemiyorum ama başka oluşumlar yargıyı ele geçirir, böler, yönetir.

Bakın, söyledim, ben iki dönem baro başkanlığı yaptım. Buradaki hukukçu arkadaşlarım, baro başkanlığı dışında baro yönetmeyi bilmiyorsunuz. Bu yaptığınız sonrasında CMK ve adli yardım görevlendirilmelerinde haksızlıkların önünü alamazsınız. "Gelin baroma, gel sana günde 1 tane adli yardım vereyim, 5 tane CMK vereyim." diyecekler. Avukatın disiplin hukuku biter, avukat kendisine ceza vermeyecek baroya gider. Ha, disiplin cezası; uyarı, kınama, meslekten süreli men ve meslekten çıkarmadır. Meslekten çıkarma en son verilir, belki ülkede en az uygulanandır ama meslekten çıkarmayı gerektiren suç işleyen avukatlar bile baro değiştirip bundan kurtulmaya çalışacak. Tekrar tekrar söylüyorum: Bundan vatandaş zarar görür. Avukatlık mesleği biter, yine bundan vatandaş zarar görür.

Bakın, barolar, insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları için mağdurların güvencesidir, bunu yıkacaksınız. Adalet Bakanlığında Mağdur Hakları Daire Başkanlığı var -tam ismini bilmiyorum ama- onun işlevini görebilmesi barolar sayesinde olur. Açık söylüyorum: Bu ihlaller bu ülkede mafyayı patlatır. Hak ihlalleri artar ve bizzat ihkakıhakların önünü alamazsınız. Hukuken de hatalısınız. Rehber odalarını örnek verip durmayın. Kamu kurumu niteliğindeki bir tüzel kişiliğin bölünmesinin ve temsilde adalet sistemini rafa kaldıran düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olduğu zaten çok açık. Anayasa Mahkemesi 1991 yılında Türk Eczacıları Birliği Kanunu'nda yapılan benzer bir düzenlemeyi iptal etti.

Ayrıca, bu teklif geçerse bütün avukatlar fişlenecek. İktidara yakın baroya üye olan avukatın işi yapılacak, iktidara muhalif baronun avukatları fişlenecek. Hâkim ve savcılar bağımsız değiller, tarafsız değiller, objektif değiller ve bunlar iktidara yakın baronun avukatının olduğu davadan çekinecek, korkarım ki hatta hukuksuz kararlar verilecek. Bunu gören vatandaş ne diyecek? "Davamı iktidarın barosu çözer." diyecek.

(Uğultular)

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Arkadaşlar, insicamım bozuluyor.

Ya, arkadaşlar, güya hukuk yaratıyoruz ha! Allah'ınızı severseniz ya!

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Antmen devam edin. Konuşmayı bitirdikten sonra ara vereceğim.

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Bakın, "Davamı iktidarın barosu çözer." derlerse yaşanan kaosun, yıkımın farkına varmanızı istiyorum. Hâkim ve savcı adaylarının öz geçmişlerine bakılacak ve yandaş baro dışında hâkim ve savcı yapılmayacak. Bu da toplumun önemli bir kesimini, yandaş olmayı kabul etmeyen kesimini veya objektif kalmak isteyen kesimini size düşman edecek. Hâkim ve savcı alımlarında bunu yapıyorsunuz, devlete memur alımlarında bunu yapıyorsunuz ve her yapılan, her etki bir tepkiyi getiriyor. Bakın, bu yandaşlar var ya, siz gidince iyot gibi ortada kalacaklar.

Değerli milletvekilleri, Anayasa'mıza bağlı kalacağınıza namusunuz ve şerefiniz üzerine ant içtiniz. Anayasa metni içinde kabul edilen "Başlangıç" hükümlerini okudunuz mu? Beşinci paragrafa bakınız: Hiçbir faaliyet Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının karşısında koruma göremeyecek. Eğer baroları bölerseniz bu, size ileride bölücülük olarak dönebilir.

Bakın, barolar anayasal kuruluşlardır. Varlığımızın ve bağımsızlığımızın, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünün, toplumun huzurunun korunması ve devletin Anayasa'da belirtilen temel niteliklerini tehdit edici faaliyetlerin önlenmesi konusunda çalışmanız gerekirken Anayasa'ya aykırı bir şekilde bölme ve parçalamayı tartışıyoruz. Çoklu baro meselesi salt avukatlık konusu değildir; vatandaşı ve yargı erkini ayrıştıran bir tekliftir, bunu göreceksiniz. Ayrıca "millî irade" diyoruz, bunu bir demokratikleşme paketi gibi sunuyorsunuz. Şimdi, 50 bine yakın avukatın kayıtlı olduğu İstanbul Barosu ile 50 avukatın olduğu bir il barosunun temsiliyeti eşitlenecek neredeyse. Şimdi, siz buna "irade" diyorsunuz ama bu tamamen bir seçim gasbı, irade gasbıdır. Yani açıkça diyorsunuz ki: "Bin avukatın oyu ile bir avukatın oyu aynı olsun." Peki, milyonlarca oy var. "AKP'nin en yüksek oy aldığı yerler 5'er temsilci göndersin ama başka bir partinin 2 bin-3 bin oy aldığı yer 3 temsilci göndersin." dersek bu, hakka, hukuka uygun olur mu? 10 milyon oy ile aşağı yukarı 10 bin oy aynı delege sayısına ya da aynı milletvekili sayısına eşit olur mu? Böyle bir şey söz konusu olamaz. Bunun demokrasiye, Anayasa'ya, hukuka aykırılığı zaten bariz şekilde ortada. Siyasi alanda bu, böyle büyük bir rezalet olarak kabul edilmez mi? Bunları düşünün, milletvekillerinin sayısını düşünün, baroların delege sayısını düşünün.

Değerli milletvekilleri, konunun hukuk açısından, siyasal sonuçları açısından değerlendirmelerine devam ederken, avukatlık mesleğinin tarihsel perspektifinin değerlendirilmesi gerekiyor. Kanun yapıyoruz, tarihi bilmemiz gerekir; kanun yapıyoruz, tarihi bilmemiz gerekiyor çünkü bu teklif, binlerce yıllık maziye ve birikime sahip olan avukatlık kurumunun temel yapı taşlarıyla oynamak demektir. Bu nedenle, yeniden tarihsel süreci anlatmak sadece milletvekili olarak değil bir hukukçu olarak da benim siyasal sorumluluğumdur, anayasal sorumluluğumdur.

Bakın, değerli milletvekilleri, avukatlık mesleği tarihin yazdığı en eski mesleklerden biridir. Kayıtlara göre avukatlık mesleğinin başlangıcı eski Yunan'a, oradan da Roma'ya kadar gider. Hatta daha eskiye, mitlere göre savunma görevini ilk üstlenenler Zeus'un kızları olan Litailerdir. Mitolojik yönden avukatlık mesleğinin ilk temsilcileri Litailer olarak kabul edilir. Suç Tanrısı Ate'nin kız kardeşleri olan Litailer kötü ruhlu, kışkırtıcı, günaha ve suça teşvik edici Ate'ye karşı hem iyilerin savunucusu hem de suç ve günah işleyenlerin af dileyicisidir. Litailerin Ate'nin etrafında dönmelerinin nedeni, Ate'nin insanları suça ve günaha teşvik etmesine engel olmaktır. Günümüzde avukatların yaptıkları görevleri yapmışlar yani insanları suçtan ve cezadan uzak tutmaya çalışmışlar, suç işlediklerinde ise onları savunmuşlardır.

Antik Yunan'da önceleri suçlanan kişilerin kendilerini savunması kuralı geçerliydi, mahkeme önüne çıkarak kendilerini savunmaya çalışırlardı ancak herkesin iyi konuşma özelliğine sahip olmaması bazı sorunlar, haksızlıklar yaratıyordu. Suçlananların bu istekleri onlara görüş vermek, savunma hazırlamak şeklinde karşılanmaya başlandı. Sanıklar hazırlanan savunmaları ezberleyip mahkeme önünde tekrarlıyordu ancak ezberi iyi olmayanlar olduğu gibi, konuşmayı şaşıranlar, savunmayı iyi yapamayanlar, vurgulayamayanlar olabiliyordu, bu ise yapılan hazırlıkları ve alınan yardımı boşa çıkarıyordu. Bu sakıncayı gidermek için, bir başka kişinin suçlananları mahkemede savunması kabul edildi. Bu kişi, önceleri sanığın akrabası oldu ancak bir süre sonra akrabaların da yeteri kadar tercih edilmemesi nedeniyle bu da yetersiz gelmeye başladı; sanıklar toplum içinde iyi söz söyleyebilen, toplum tarafından sözüne güvenilen kişilerin kendilerini savunmasını istemeye başladılar, bunun sonucunda da mahkemelerde sanıkların kendilerini temsil edememesi, konuşmaları ezberleyememeleri, şaşırmaları, unutmaları sonunda Eski Yunan'da 'üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan' anlamlarına gelen "Advo Catus" adlı kişiler mahkemelerde sanıkların yanında bulunmaya başladılar. Tüm bu süreç, sonunda günümüz avukatlık mesleğinin temellerini attı.

Antik Yunan'da ve Antik Roma'da savunma çok yaygınlaşmış ve grup oluşturacak sayıya ulaşmıştır, barolara geliyoruz. Artan savunma sayısı da büyük bir güç hâline gelen savunmanlar mesleğinin kurallara bağlanması gerekmiştir. Meclis savunma meslek kurallarını çıkararak bazı düzenlemeler ve sınırlamalar getirmiştir ancak bu düzenlemeler savunma mesleğini boğmamış, bakın, o zaman da savunma mesleğini boğmamış, gelişmesine engel olmamıştır.

Avukatlık mesleğinin seyir defterinde böylelikle ilk baro Atina'da kurulmuş, Atina şehir devletinin ilk yöneticilerinden olan Draco sadece şehir devletlerini değil, Atina barosunun da ilk yasal düzenlemelerini de yapan kişidir. Draco'dan sonra göreve gelen milattan önce 640-560 yılları arası yaşadığı tahmin edilen Solon, sadece devlet adamı ve şair değil, yaptığı reformlarla Atina demokrasisinin temelini atan kişidir. Kendi adıyla anılan kadim Yunan Anayasası'nı ve hatta dünyanın ilk anayasa olan Solon Anayasası'nı hazırlayan Solon, aynı zamanda bu uygarlığın 7 bilgesinden biridir. "Kanunlar, örümcek ağlarına benzer, güçsüz ve hafif şeyler ona yakalanır, daha ağır olan işlerse onu parçalayıp geçer." diyen Solon, Draco'nın başlayıp şekillendirdiği Atina Barosunun yasal düzenlemelerini takip ederek sürdüren kişidir.

Arkadaşlar, ben çok sakin sakin, yavaş yavaş bunu üç saatte anlatabilirim.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Ama sen de Türkiye'ye gel.

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Geleceğim geleceğim, heyecanla geliyorum. Seviliyorsun Vekilim.

MURAT EMİR (Ankara) - Anadolu topraklarından bahsediyor, Antik Yunan.

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Kadim Yunan... Devam edelim.

Arkadaşlar, bakın, Kıta Avrupası'nı Justinianus, İstanbullu hemşehrimiz kurmuş.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Devam edin, devam edin.

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Kadim Yunanda olduğu gibi...

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Ayasofya'yı da o yaptı.

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Evet, Ayasofya'yı da o yaptı.

MURAT EMİR (Ankara) - Kaçıncı Justinianus?

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Nika Ayaklanması'ndan sonra, bakın, Ramazan Bey... Bununla birlikte, Roma'da cumhuriyet döneminde yüksek görevlere giden yol avukatlık mesleğinden geçiyordu. Bakın, kadim Yunan'da olduğu gibi eski Roma'da da avukatlık onurlu bir meslekti. O nedenle, avukatlar yaptıkları hizmetlerin karşılığında bir ücret almazlardı. Esasen Roma hukukunda ücret yasağı yani ücret alma, ücret sözleşmesi yapma yasağının kaynağı avukatlığın bağımsızlığı ilkesinden çıkmıştır. Çünkü profesyonellik anlayışının daha henüz olmadığı o dönemin anlayışına göre ücret alınması, ücret sözleşmesi yapılması, avukatın işini yapmayı üstlendiği kişi ve veya kişilere bağımlı hâle gelmesi dolayısıyla "Avukatın bağımsızlığını kabul etmişler." deniliyordu. İki bin beş yüz yıl önceden bahsediyoruz. Avukatlık bağımsızlığından bahsediyoruz. (Gürültüler)

Biraz da güzel bir şeye gelelim. Bakın, Roma'da cumhuriyet döneminde yüksek görevlere giden yol avukatlık mesleğinden geçiyordu. Bu bizim Meclisimizde de öyle. Bu bağlamda, Cicero konsül olduğu zaman avukattı. Aynı şekilde Roma devletinin büyük bir imparatorluğa dönüşmesinde en önemli pay sahibi olan Sezar da kendisine imparatorluğa giden yolu açan konsül olmadan önce Roma Barosuna kayıtlı avukatlık yapıyordu. Eski Yunan... (Gürültüler)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sakinleşsin herkes. Ya, şaka bir yere kadar, tamamı bu kadar ciddi bir konuda...

Biraz bekleyin.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Antmen, toparlayabiliyor muyuz?

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Yok Sayın Başkan, daha yeni başladım. Arkadaşlar sözümü kesiyorlar.

Eski Yunan ve Roma döneminde...

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar diyor ki... Sayın Antmen, siz, tabii, Atina'dan, antik Yunan'dan bahsedince Ramazan Bey bana mesaj atmış, diyor ki: "Baroları başımıza bela eden Yunanlılarmış." (Gürültüler)

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Vallahi, Sayın Başkan, şu Ege'deki adaların üzerine bir dönelim o zaman. (Gürültüler)

Arkadaşlar, bu konu gerçekten belki eğlenceli gibi bir konu ama kanun lafzıyla ve ruhuyla meridir. Bir hukuk tarihini, mukayeseli hukuku bilmeden nereye gideceğimizi bilmenin anlamı yok. Bakın, ha eski Yunan ve Roma döneminde en parlak günlerini yaşayan avukatlık ne zaman çöküyor biliyor musunuz? Orta Çağ'da. Gereksiz, önemsiz, sıradan bir meslek hâline geliyor. Bunun en önemli nedeni, insanlığın en karanlık, en utanılacak çağı olan engizisyon dönemine gelinmesi. İşkenceyle itiraf aldırarak insanlar yakıldı, cezalandırıldı. İşte o zaman kanıtların değerlendirilmesine gerek yoktu, işte o zaman bağımsız barolara gerek yoktu, işte o zaman avukata gerek yoktu. Avukatlık mesleği insanlığın aydınlık çağı olan Rönesans'la birlikte yeniden gelişme göstermeye başladı. Bu dönemde avukat yumuşak, sakin, tanrıdan korkan, gerçeği ve adaleti seven kişi olarak tanımlanıyordu. İleri dönemde, Fransa'da avukatlar mesleklerini ikamet ettikleri yer dışında da yaptıkları için "adaletin gezici şövalyeleri" olarak adlandırıldılar.

Bakın, size bir ülkeden bir iyiyi bir de kötüyü anlatıyorum. Şu an avukatlık hukuku anlamında yapacağınız şeyler bugünden sonra milattan önce-milattan sonra olacak Türkiye'de. O yüzden dinleyin, lütfen dinleyin.

Bakın, Fransa Kralı 18. Louis ne diyor, biliyor musunuz? "Bordeaux'da avukat olmak isterdim eğer Fransa Kralı olmasaydım." Montesquieu "Lettres Persanes" isimli eserinin kahramanı olan yargıcın yaptığı "Avukatlar bizim için canlı kitaplardır. Görevleri bizi aydınlatmaktır." şeklinde tespiti sadece o dönem için geçerli değil, bugün için de geçerlidir. Avukatlık mesleği Kıta Avrupası'ndaki diğer pek çok meslek gibi uzunca bir süre lonca sistemi etkisinde kaldı ve hırpalandı.

Değerli arkadaşlar, bakın, Fransa'da o kadar Fransa kralının "Kral olmasaydım Bordeaux'da avukatlık yapmak isterdim, Bordeaux Barosuna kayıtlı avukat olmak isterdim:" dediğinden sonra, Fransız Devrimi'nin akamete uğradığı ya da demokrasinin akamete uğradığı dönemlerde, lonca sisteminde avukatları boğdular. Bakın, iyisi ve kötüsü. Fransa Devrimi 14 Haziran 1791 tarihinde kendisi de avukat olan La Chapelier'in önerisi üzerine kabul edilen ve o nedenle adını ondan alan büyük burjuvazinin çıkarlarını koruyan Le Chapelier Kanunu'yla sendikaların, derneklerin, meslek kuruluşlarının faaliyetinin yasaklanmasıyla avukatlık mesleği büyük bir darbe aldı. Yaa! (Gülüşmeler)

Arkadaşlar, 1791 yılında Fransa avukatlarına vurulan darbeyi 2020 yılında siz yapmak istiyorsunuz, daha ne diyeyim ben size.

"Bu kanunu nereden buldu?" diyordu ya Sayın Turan Aydoğan, 1791, Fransa'dan almışsınız. Avukatlık mesleğinde Amerika New England'da diyorlar ki: "Biz püriteniz, biz safız, bizde kötülük olmaz." Ne yapmıyorlar? Savunmaya gerek yok, avukatlık olmasın." Ondan sonra, başlarına gelenlerden sonra diyorlar ki: "Aman, avukat gel." Ve o günden sonra bugüne gelinceye kadar Amerika'da bütün eyaletlerde birer baro hâline geliyorlar ve barolar şimdi Amerika'da demokrasinin kalesi, demokrasinin koruyucusu.

Değerli arkadaşlar, bakın, şimdi, siz sayın iktidar mensupları, bu kadar anlatıyoruz, bu kadar bahsediyoruz, özellikle de Amerika'da avukatların kimi zaman önde, kimi zaman arkada ama hep içinde oldukları bir demokrasi mücadelesinden söz ediliyor. Önce Kuzey Amerika devletlerinin kuruluş aşamasında anayasalarının başına yerleştirdikleri hak bildirileri (Bill of Rights). İçinde en önemli olan 12 Haziran 1776 tarihinde kabul edilen Virginia Haklar Bildirisi, arkasından 4 Temmuz 1776 tarihinde Thomas Jefferson tarafından kaleme alınan ve altında imzası bulunan 56 kişiden 25'i avukat olan Amerikan Bağımsız Bildirisi, İngilizlere karşı 1776-1783 yılları arasında sürdürülen bağımsızlık savaşı, daha sonra kısaca devlet iktidarının kullanımını sınırlandıran "kurumlar manzumesi" olarak tanımlanan anayasacılığın dünyadaki ilk yazılı örneği olan 1787 tarihli Amerikan Anayasası ve sonunda yeni bir ulus, yeni bir devlet Amerika Birleşik Devletleri'nin doğması ve Amerikan tarihinin yazılması, Amerika tarihini yazanların açıkça ifade ettikleri üzere, yeni bir ulus, yeni bir devlet olarak Amerika Birleşik Devletleri'nin inşasına emeğiyle katılan en etkili meslek grubu hukukçular ve özellikle avukatlardır. Amerikan Anayasası'nın kabulünden sonra Amerikan toplumunda ve devlet yapısı içinde en vazgeçilmez kurumlardan birisi hâline gelen avukatlık mesleği, hukukçular, hukuk fakülteleri, Birleşik Devletlerin kurucu babalarından Thomas Jefferson'a göre yasamanın acemi ocağıdır, bu yeniçerilerin acemi ocağı olduğu gibi.

Bakın, burası önemli, siz sayın iktidar mensupları, lütfen tarihten ders alın. Günümüz Amerika Birleşik Devletleri'nin bile doğuşunu sağlamış olan hukukçular ve avukatlar iken, sizler avukatlara, barolara darbe yapacak bu ucube yasayı getirmeye çalışıyorsunuz. Avukatları, avukatlık mesleğini, baroları yok sayarak oluşturacağınız düzende, herhangi bir siyasal toplumda adil ve etkili bir yapı oluşturmanın, bu yapıyı istikrarlı bir şekilde sürdürmenin, bireylerin hukuki güvenliğini sağlamanın, canları, malları ve ırzları korumanın, sürdürülebilir bir ekonomik yapı oluşturmanın, ekonomik ve toplumsal yönden ilerleme sağlamanın, dahası siyasal toplumu yani devletin kendisini inşa etmesinin ve demokratikleşmenin mümkün olmadığını bir kez daha anlayacaksınız. Bunları örneklerle anlatıyorum ki tarihten ders alalım, tarihten ders almayanlar tarihteki hatalara düşerler. Biz, tarihteki hatalara düşecek kadar aptal değiliz.

Bakın, yakın tarihe gelelim, Almanya. Almanya'da avukatlık mesleğinin gelişmesi, Germen/Alman hukukunun Roma hukuk sisteminin mirası olması nedeniyle kadim Yunan ve Roma İmparatorluğu'yla benzer özellik taşır. Önceleri kişinin kendisini yargıç önünde bir temsilci aracılığıyla temsil ettirilmesine izin verilmezken, zaman içinde doğan gereksinimlere bağlı olarak ve sadece fiil ehliyeti bulunmayanların temsil edilmesine izin verilmiş. Sözlü usule tabi olan yargılama bu usule hâkim olmayı gerektirdiği kadar, yargıcın ikna etmesinde en etkili olan güzel konuşmayı gerektiriyordu. O nedenle, Germen/Alman hukukunda daha 8'inci yüzyılda mahkemelerin davanın taraflarını temsilen konuşmaya yetkili olan ve "önceden söyleyen" veya "aracılık eden" adı verilen konuşmacılar görev yapmaya başladı. İhtiyaç durumunda yargıçlar bunlardan yardım aldı ve atama yetkisi alarak bunları bizzat resen atadı ve bu görev kamu görevi olarak kabul edildiği için herhangi bir ücrete de tabi değildi.

Pek çok Avrupa ülkesine benzer şekilde kilise hukukunun Almanya'da etkili olmasına bağlı olarak özellikle 15'inci yüzyıldan sonra engizisyon yargılaması için de etkili olmaya başladı. Bu süreçte delillerin daha çok işkenceyle temin edilmesinden ve savunmaya önem ve değer verilmemesinden dolayı, buna bağlı olarak savunmanın yok sayılmasıyla avukatlık mesleği yok sayıldı fakat hukukun değerinin öne çıkması, hukuk devletinin değer kazanması, hukuk devleti ilkesinin kabul edilmesi, hukukun değerinin yaşanan acılarla ortaya çıkması sonucunda, buna bağlı olarak hak ve özgürlüklerin alanının gelişmesine bağlı olarak savunma hakkının önemi ve değeri giderek anlaşılmaya başladı; hepsi acılar sonucunda, hepsi yüz binlerce can sonucunda.

1878 tarihli Prusya Avukatlık Yasası'yla birlikte günümüze kadar avukatlık mesleği Almanya'da saygınlıkla ve yaygın olarak icra edilen bir meslek hâline geldi. Hitler Almanyası'nda dönemin getirdiği sıkıntıları yaşayan avukatlık mesleği, demokratik Almanya'yla birlikte -deyim yerindeyse- özgürlüğüne ve bağımsızlığına yeniden kavuştu -bu demokratik Almanya Doğu Almanya değil- ve günümüze kadar bu şekilde avukatlar, barolar mesleklerini icra etmeye devam ettiler.

Gelelim ülkemize.... Bunu seveceksiniz. Ülkemiz açısından, Osmanlı tarihinde 1800'lü yıllara kadar avukatlık mesleği veya bunun bir önceki aşaması olan "dava vekili" adıyla icra edilen bir meslek veya sınıf mevcut değildi. Bununla birlikte bazı kayıtlara göre "arzuhalcilik" sınıfı mevcuttu.

Tarihsel aşamaya dikkat edin. Her aşama bir iyilik getiriyor, 2020'de ise geri gidiyoruz.

Bakın, Tanzimat Dönemi tam olarak avukatlık mesleğini getirmemekle birlikte, bu mesleğin ihtiyacı olan hukuki ve toplumsal altyapıyı büyük ölçüde tesis etmiş ve 1864 tarihli Usulü Muhakematı Ticaret Nizamnamesi'nin 28'inci maddesiyle tarafların mahkemeye bizzat gelmeleri veya vekil tayin etmeleri mecburiyeti getirilmiş, vekâlet akdinin biçimsel koşulları gibi hükümlere yer verilmiştir.

13 Ocak 1876 tarihinde Dava Vekilleri Nizamnamesi yürürlüğe konulmuş, bu mesleğe giriş koşulları ve bunun için yapılacak sınav usulü 1885 tarihli Mehakimi Nizamiye Dava Vekillerinin Usulü İntihap ve İmtihanlarına Dair Kararname'yle düzenlenmiştir. Bu hukuki mevzuat içinde yer alan Dava Vekilleri Nizamnamesi, Osmanlı coğrafyasında ve onun fiilî mirasçısı olan Türkiye'de avukatlık mesleğini düzenleyen ilk hukuki metindir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde "avukat" deyiminin kullanıldığı ilk hukuki metin, 1884 tarihinde Padişah II. Abdülhamit zamanında yürürlüğe konulan Rumeli Şarki Vilayetine Mahsus Avukatlık Kanunu'dur. "Avukatlık mesleğinin yalnızca Türklere ait olacağı" hükmü ise 1916 tarihli çok önemli Memaliki Osmaniye'de bulunan Ecnebilerin Hukuk ve Vezaîfi Hakkında Geçici Kanun'la mümkün olmuştur. Tarihsel sürece dikkat edin. Türkiye'de çağdaş anlamda avukatlık mesleğinin başlangıcı aynı zamanda Türk aydınlanmasının ve modernleşmenin başlangıcı olan cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte olmuştur. Engin dehasıyla Türk toplumunun önünü açan ve sahip olduğu üstün donanımıyla Türk tarihini hızlandıran Büyük Atatürk, cumhuriyetin kuruluşunun ilk yılında ve daha henüz cumhuriyetin ilk anayasası olan 1924 Anayasası'nı yürürlüğe koymadan avukatlık mesleğini Batı normlarına uygun bir şekilde düzenlemek amacıyla, 3 Nisan 1924 tarihli 460 sayılı Muhamat yani Avukatlık Yasası'nı çıkarmıştır.

Gelelim günümüze... Evet, günümüze gelmeyi çok istiyordunuz.

MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Muhamat Kanunu'yla İstanbul Barosundan kaç avukat gitmiş? İstanbul Barosunun tarihçesine bakın.

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Baroları ilk bakışta avukatların meslek örgütü gibi düşünülmekteyse de barolar salt avukatların meslek örgütü değildir. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 76'ncı maddesinde açıklandığı üzere devrimci bir hükümdür. "Barolar; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleriyle olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak, meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır." İşte, bir meslek örgütü olarak sadece barolara Avukatlık Kanunu 76'ncı ve 95'inci maddesinin hükmüyle verilen hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak yetki ve görevi, baroları, hem diğer meslek örgütlerinden ayırmakta hem de hukukun üstünlüğü, insan hakları ve demokrasi için vazgeçilmez birer kamu kuruluşu olarak büyük bir görev ve önem atfetmektedir.

Yargının 3 ayağı vardır, 3 ayağından biri olmazsa yargı olmaz. Hukuk ve adalet terazisinin sağlam, dürüst, objektif dağıtılabilmesi için, yargılamanın 3 ayağından birinin özellikle iddia, savunma, karar üçlüsünden oluşması ve bunların birbirine eşit ve denk olması gerekir. Yargı bağımsızlığının büyük ölçüde zedelendiği, yargının siyasallaştırıldığı ve özellikle hâkimlik ve savcılık mesleğine kabulde -söylemeyeyim onu- bir siyasi parti üyeliğinin esas alındığı bugünkü süreçte, yargının kurucu 3 unsurundan biri olan savunmanın avukatlar, barolar ve Türkiye Barolar Birliğinin varlığı ve bağımsızlığının daha büyük bir önem taşıdığı aşikârdır.

Siyasetçiler, AKP'nin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Kabine toplantısı sonrası şu açıklamalarda bulunduğuna dikkati çekmek istiyorum: "Meydanı küçük hesaplar için toplumun menfaatini hiçe sayan muhterislere asla terk etmeyeceğiz. Barolar başta olmak üzere meslek örgütlerinin sağlıksız yapıları, faşizan uygulamalara varan sorunlar üretebiliyor. Daha demokratik bir baro yapısı oluşturmakta kararlıyız. Kendimize göre doğru kabul ettiğimiz kimi hususlarda farklı ve haklı değerlendirmeler yapıldığını gördüğümüzde hiç yüksünmeden düzeltme yoluna gidiyoruz. Türkiye'yi 2023 hedeflerine ulaştırana kadar hiçbir engelin, hiçbir tuzağın bizi yolumuzdan alıkoymasına izin vermeyeceğiz" demiştir.

Bakın, AKP, başta barolar olmak üzere bütün meslek odalarına dokunmak istiyor. Yapmayın. 2023'te iktidarda olmayacaksınız ama yapmayın. Bakın, bugün için hazırlanan kanun teklifi son derece tehlikeli sonuçları ortaya çıkartacak, geri dönülmez hasarlar bırakacak bir tekliftir. İktidar, hoşuna gitmeyen her şeyi, her kurumu kapatma derdindedir, kapatamazsa bölme derdine düşmüştür. Dün Twitter'da "En çok takipçiye sahip olan benim." denilirken bugün "Twitter'ı kapatalım." denilmektedir. Gençlere haksızlık ederken, hayatlarının baharlarını, geleceklerini etkilerken, YouTube üzerinden verdiğiniz vaazlarınıza karşı yüzlerce, binlerce gençten tepki alıp "dislike" rekoru kırınca "YouTube'u kapatalım." diyorsunuz. Yandaş medyanızdan bağımsız olan, gerçekleri yazan, anlatan, halka ulaşan, Halk TV ve Tele1'e karartma uyguluyorsunuz.

Son olarak saray koridorlarında yaptığınız hazırlıklarla karşınızda dimdik duran hukukun, adaletin son kalesi savunmayı, avukatları, baroları bölecek çoklu baronun zeminini hazırlamak için getirdiğiniz kanun teklifiyle savunmanın bağımsızlığını ortadan kaldırmaya çalışmaktasınız. Bakın, barolara ve Barolar Birliğine verilen hukukun üstünlüğü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak yetki ve görevi tırpanlanmak istenmektedir. Bu bağlamda barolara verilen hukukun üstünlüğü ve insan hakları ihlalinin söz konusu olduğu durumlarda dava açma ve açılmış davalara katılma hak ve yetkilerinin kaldırılması, hatta hukukun üstünlüğü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak görevinin son verilmesi söz konusu olmakta. Bu Türk hukukunu zedeler, yaralar, bitirir.

Bakın, avukatlar ve barolar doğaları ve hukukun üstünlüğü gereği muhalif bir dik duruşa sahiptirler ve hiç kimseye tabi olmazlar. Üstünlerin değil, hukukun üstünlüğünü savunurlar. Tarihte, çağlar boyunca, sadece Orta Çağ karanlığında engizisyon mahkemelerinde hukuk olmadığı gibi savunma da olmamıştır. Sizin yapmak istediğiniz -ki buna inanmıyorum- hukuksuzluklar karşısında ses çıkarmayacak barolar dizayn etmektir. Siz bunu düşünmezsiniz. Siz hukukun üstünlüğünü savunmak durumundasınız. Böyle bir durumda hak ve hukuk ihlallerinde ses çıkaracak kimse kalmayacak. Mazlumu kim savunacak, mağdurun yanında kim olacak, o cinsel istismara uğrayan kadının, çocuğun, insan hakları ihlallerinde ezilen kişinin yanında hangi baro olacak? Barolar birbiriyle çatışırken Türkiye'de hak ihlalleri diz boyu olacak. Bakın, Türkiye'de hak ihlallerinin olmaması en çok siyasi iktidarın işine yarar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden en çok ihlal yiyen ülke olmaya başladık. Tazminatlar ödenmekle bitmiyor. Aslında bu tazminatların ihlali yapan hâkime rücu edilmesi gerekirken,yasayla bunu öngörüyoruz.

Bakın, değerli milletvekilleri, getirilmek istenilen değişiklikle, her bir gruba bu kez resmî bir sıfat ve statü tanıyacaksınız, bu da avukatlar arasında siyasi kamplaşmaya yol açacak. Her bir baro, Türkiye Barolar Birliğinde tarikat, cemaat, etnik, mezhepsel, hemşehrilik gibi temeller üzerine inşa olacak, çok sayıda hizipler yaratılacak ve bu hiziplere siyasal parti çağrışımlı resmî sıfatlar yapıştırılacak. Böylesi bir bölünme ve parçalı yapılanmanın savunma örgütlerinin gücünü yok edeceği ve dolayısıyla bundan yargı bağımsızlığının, hukukun üstünlüğü anlayışının ve demokrasinin son derece olumsuz etkileneceği ve bu bağlamda da vatandaşların hak arama özgürlüğünün ağır biçimde zedeleneceği aşikârdır.

Hatırlayın, -burada benim gibi baro başkanlığı yapan arkadaşlarımız da vardır- bu değişiklikle ilgili olarak, bu 2013 yılında alçak ve hain FETÖ tarafından öngörülmüş ve o dönem yoğun çabalarla püskürtülmüş bir projedir. Bakın, 2013'te barolar ilk önce Adana mitingiyle buna karşı çıktılar ve daha sonra da bu geri çekildi. Bir diğer değişiklik de var, bu daha da tehlikeli, baroların delege sistemi değiştirilmek isteniyor, Barolar Birliğinin seçim usulüne müdahale etmek amaçlanıyor. Burada, avukat mevcudu çok olan baroların delege sayıları azaltılarak, Barolar Birliğinde avukatların sayıları yerine baroların sayısal üstünlüğünü hâkim kılma düşüncesi var. Örneğin, bir yerde 50 avukat arkadaşımız olan bir baro var, bir yerde 4.995 avukatı olan bir baromuz var. Bunlar, Türkiye Barolar Birliğinde delege sayısı olarak baro başkanı yanında 3 kişiyle temsil edilecek. Yani kaç kat 200 kat? değil mi? Bu mudur demokrasi, bu mudur eşit temsil? Hani ileri demokrasi?

Bakın, bu bağlamda, ortaya atılan değişiklik önerileriyle İstanbul, Ankara, İzmir gibi barolarımızın delege sayılarında ciddi değişiklikler olacak. AKP, iktidarını devam ettirmek için tüm muhalif seslere son verme amaç ve gayreti içerisinde ama ben size bir şey söyleyeyim. 53 tane baro "Biz buna karşıyız." dedi, 80 baro çoklu baroya karşı olduğunu söyledi. İlk önce mayıs ayında 53 baro da buna karşı olduğunu söyledi yani matematiksel olarak ne yaparsanız yapın, Barolar Birliğinin yapısı değişmeyecek. İster 3 olsun, ister 5 olsun; ister 5 bine 1, ister 500'e 1 Barolar Birliğinin yapısını değiştiremeyeceksiniz fakat avukatları birbirine düşüreceksiniz.

Bakın, bir şey söyleyeyim ben size çok samimi olarak. "Yargıyı ele geçirdik, savunma da bizim olacak, bu devlet de bizim, biz bize yeteriz, siz gidin bu ülkeden." deyin, dürüst olun ama halkımızın buna güzel bir cevabı var:

"Hasan Dağı arpalıktır, eğer saban yürürse,

Her derede bir değirmen, eğer suyu gelirse,

Her köylüden bir tavuk, eğer köylü verirse,

Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu gelirse!"

Halkım söylemiş, halkım ne söylerse güzel söyler.

Değerli milletvekilleri, hukukun üstünlüğünü savunan baroları ve toplumsal muhalefete öncülük eden muhalif meslek örgütlerini susturmayı ve sindirmeyi hatta ele geçirmeyi planlıyorsunuz. Bu iş sizin bildiğiniz gibi değil, istediğiniz gibi olmayacak, ben size çok yakın bir tarihten örnek vereceğim.

Bakın, 30 Ocak 1933 tarihinde Nasyonal Sosyalist Partinin denetimine geçmiş olan Prusya Adalet Bakanlığının emri üzerine, 2 Nisan 1933 Cumartesi günü Celle bölgesi istinaf mahkemesine bağlı hukukçular loncası üyeleri yeni yönetim kurulunu belirlemek üzere Hannover'de toplandılar. Mevcut yönetim kurulu, bakanlığın, topluca istifa etmeli talebini 3 Nisan'da reddetmiş üstelik yegâne Yahudi üyesinin sunduğu istifa mektubunda, uzun yıllar süren üstün hizmetleri göz önünde bulundurarak kabul etmemişti. Sonuç olarak Adalet Bakanlığı yönetim kurulunu görevden alarak yerine 22 Nisan toplantısında yeni devlet düzeni çerçevesinde -bakın, çok tanıdık bir şey, yeni devlet düzeni- adalet yönetiminin karşı karşıya kaldığı önemli vazifeleri yerine getirme konusunda kendisine düşen görevleri yapmaya muhtemelen daha istekli olacak. Yeni kurul seçilene kadar hukukçular loncasında komiserlik yapmak üzere yerel bir nasyonal sosyalist hukukçuyu Meiborg'u atadı. Bakın, sene 1933 değerli milletvekilleri, orada da kayyum atamışlar. Adalet Bakanı'nın doğrudan talimatı üzerine, genel kurul halkın katılımına da açıldı. Toplantının yapıldığı mahkeme salonunun arkasına sıralanan kahverengi gömlekli (SA)'ların tehdidi altında, hukukçular loncası üyeleri, nasyonal sosyalistlerin baskın olduğu Meiborg'un liderliğindeki listeyi seçtiler. Benzer bir şekilde, serbest çalışan avukatların ulus çapındaki örgütlenmesi olan Alman avukatlar birliği nasyonal sosyalistlerin idaresi altında bir eş güdüm tecrübe etti. 26 Martta Nazi avukatlar örgütüyle birleşilmesi talebini Yahudi üyelerinin ihraç edilebileceği sebebiyle reddetmişse de yönetim kurulunun Yahudi olmayan üyelerinin ricası üzerine Yahudi yönetim Kurulu üyeleri 7 Nisanda istifa ettiler. 18 Mayısta DAV kurumsal olarak Nazilere katıldı.

Değerli arkadaşlar, 27 Aralık 1933'te avukatlar birliği resmi olarak kendini feshetti. Bundan sonra da Nazi Almanyası'nda ne olduğunu, İkinci Dünya Savaşı'nı ve milyonlarca insanın öldüğünü size hatırlatmak istiyorum.

Sayın Komisyon üyeleri, bakın, yapmak istediğiniz iş baroları işlevsiz kılmayı amaçlıyor. Barolar Birliği seçimlerine müdahale ederek, Barolar Birliğinin avukatları değil, işlevsiz kalacak olan baroları temsil etmesini ve bu sayede hem baroların hem de Barolar Birliğinin muhaliflik duruşuna son vermeyi hedefliyorsunuz. Amaç ve hayaliniz, toplumun bilinçlendirilmemesini, hukukun üstünlüğünü yok edip tek sesli totaliter bir rejim... Çağlar boyu bu oyun tutmadı. Olmayacak işe "Âmin" demeyin.

Değerli arkadaşlar, unutuyorsunuz, baroların sistemini değiştirmek, çoklu barolar yaratmak, onları susturmak ve sindirmeye çalışmak sanılmasın ki avukatları susturacak, sindirecek, biat ettirecek. Neden mi böyle söylüyoruz? Avukatların üzerlerinde taşıdığı cübbenin de simgelediği gibi, düğmesi olmayan bir cübbenin birinin karşısında iliklenmesi beklenemez ama bazıları el pençe divan dururken orada düğme arar. Avukatlar bağımsızdır. İktidarın tüm susturma, sindirme çalışmalarına rağmen günü geldiğinde hukuksuzluğu avazları çıktığı kadar haykıracaklardır. Avukatlar susmaz, sinmez, hukuksuzluklar karşısında adalet için dimdik ayakta karşınızda dururlar. Teklifiniz, ne baroları ne avukatları susturacak ne de sindirecektir. Neden mi böyle söylüyoruz? Avukatlar bağımsızdır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Antmen, teşekkür ediyoruz.

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Sayın Başkan, sözümü kesemezsiniz.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Kusura bakmayın, ben bitti zannettim.

Buyurun.

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Sayın Başkan, nezaketiniz için teşekkür ediyorum.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Otomatik kapanmış.

ALPAY ANTMEN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan, dikkatsizliğimi hoşgörün.

Arkadaşlar, çok da vaktinizi almayacağım ama en önemli yerine geliyorum. Bakın, güzel şeyler söyleyeceğim, ben kalplerinize hitap etmek istiyorum. Neden böyle söylüyorum biliyor musunuz sabahtan beri? Avukatlar bağımsızdır. Avukatlar, çağlar boyunca köle kullanmadılar ama efendileri de olmadı. Ben size Luis Land 'in avukatlığın şiirsel olarak yazılmış özlü bir tarihçesinden bahsedeceğim, bakın:

"Ben avukatım.

Kaba gücün yerine merhameti, adaleti, hakkaniyeti koydum.

İnsanoğluna,' diğerlerinin hakkına, mülkiyetine, hürriyetine saygıyı;

Vicdan, ifade ve toplanma özgürlüğünü ben öğrettim.

Haklı davaların sözcüsü;

Yoksulun, mazlumun, dul ve yetimin savunucusuyum.

Çarşıda pazarda onuru sürdürürüm.

Halkın sevmediği, popüler olmayan davaların şampiyonu benim.

Zulmün, baskının, bürokrasinin düşmanıyım.

On Emre giden yolu ben hazırladım

Yunanistan'da kölelerin, Roma'da esirlerin özgürlüğü için savaştım.

Stamp Act'la ben mücadele ettim.

İnsan Hak ve Özgürlükleri Bildirgesi'ni ben yazdım.

Köleleri ben savundum.

Kölelik karşıtıyım.

Kölelikten Kurtuluş Bildirgesi'ni yayımlayan bendim.

Her ülkede, her iklimde haini cezalandırır, masumu korur, düşeni kaldırır, adaletsizliğe ve vahşete karşı çıkarım.

Tüm savaşlarda özgürlük için savaşan bendim.

Halkın yaygarasına ve çoğunluğun despotluğuna karşı duran benim.

Adaletin gerçekleşmesini engelleyen ön yargı olmasın diye, zenginleri savunur; yoksulun tüm hak ve imtiyazları teslim edilsin diye davasında ısrar ederim.

Irk, renk, sınıf, cinsiyet ya da din ayrımı yapmaksızın insanlığın eşitliği için çalışırım.

Hilebazlıktan, dalavereden ve sahtekarlıktan nefret ederim.

Adaletten ödün vermekten ya da menfaati zıt iki müvekkile hizmet etmekten yasaklıyım.

Geçmişin muhafazakârı, bugünün liberali, geleceğin radikaliyim.

Adaleti ve hakkaniyeti gerçekleştirmek için uzlaşmaya inanırım;

Aynı nedenle şekilciliğin ve kırtasiyeciliğin Gordion düğümünü kesip atarım.

Tüm buhranlarda insanlığın lideriyim.

Dünyanın günah keçisiyim.

İnsanlığın haklarını avucumun içinde tutarım da,

Kendi haklarımı sağlamayı bir türlü beceremem."

İşte avukatlar burada onu beceremiyor.

"Ben öncüyüm.

Geçmişten vazgeçecek, bugünü ve var olanı yıkmak isteyecek en son kişiyim.

Ben, adil hükümdar, dürüst yargılayıcıyım.

Mahkûm etmeden önce dinler, herkes için en iyiyi araştırırım.

Ben Avukatım."

Kıymayın avukatlara.

Sayın iktidar mensupları, sadece bir sayfa bile kalmadı.

Sayın milletvekilleri, şunu arz ederek kapatmak istiyorum: Bakın, size anlatmaya çalıştım, tarihten örnekler verdim. Savunma susmayacak, savunma direnecek, savunma pes etmeyecek.

Bakın, hepiniz çok iyi bilirsiniz bütün ölümlüler ölümü tadacaktır. Bizden geriye bir yaptıklarımız bir de yapmaktan kaçındıklarımız kalacak. Ben ve arkadaşlarım son nefesimizde bugün için müsterih olacağız.

Bu anlamda olmak üzere sözlerime Ankara Hukuk Fakültesi dekanlarından Bülent Nuri Esen'in şu sözleriyle son vereceğim, sadece iki dakika.

Değerli arkadaşlar,

"Bir insan hakkıdır ölmek,

Elbet kapımızı çalacak bir gün

Ve isteyecek istediğini.

Değişmez kader olarak hak olarak

Sana vermek düşer isteneni.

Hak oyunudur bu

Ama namuslu bir alış veriş istersen,

Vereceğin yaşama hakkı olduğuna göre

Yaşanmaya değmiş bir hayatın olmalı.

Bir işe yaramışsan,

Koruyabilmişsen savunmasızı

Maskesini indirmişsen sömürücünün

Sevebilmişsen bir gerçek sevgiliyi

Ve hele sevmişse sevgili seni

Ve yüreklere girebilmişsen,

Bir zerrecik katabilmişsen

Gelecek denizine

Senden sonrakilerin mutluluğu için,

O zaman kapını çalacak olana

Sunulmaya değer bir hayatın var demektir

Ve sen kapını ilk ve son kez çalanı

Korkusuz karşılayabilirsin.

O güne kadar hakkın olandan,

Senden sonrakilerin aynı hakları uğruna

Sonsuz hakkı getirip verdiği için,

Sana yeni hak sağladığı için,

Vazgeçmek karşılığında sevinçle,

Henüz hiç tatmadığın, kullanmadığın

Yaşama hakkını

Verebilirsin,

Ölmek hakkını kazanabilirsin

Ve hayatın kaderin olur..."

Gelin, bu teklifi geri çekin ve hukuk tarihi sizi altın harflerle yazsın.

Çok teşekkür ederim.