| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Denizli Milletvekili Cahit Özkan, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Tokat Milletvekili Özlem Zengin, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile 182 Milletvekilinin Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2999) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 03 .07.2020 |
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Ben de bütün arkadaşları selamlıyorum.
Gerçekten yorucu bir akşam oldu, yine yorucu bir gün bizi bekliyor gibi görünüyor.
Şimdi, biz barolarla ilgili bir düzenlemeyi konuşuyoruz, dün de çokça ifade ettik. Biz bu görüşmeyi yaparken baro başkanları, şu anda hâlâ Meclisin kapısının önünde nöbet tutuyorlar, buraya gelip kendi görüşlerini ifade etmeyi bekliyorlar. Dün gece sabaha kadar nöbet tutmaya devam ettiler.
Şimdi, biz aslında yargıyı konuşurken hep 3 ayak üzerinde yargı tartışmalarını yürütüyoruz işte tez -antitez- sentez sonucu bu aslında ve sürekli bir biçimde avukatları, baroları yargının üçüncü sacayağı olarak tarif ediyoruz ama maalesef yargının 2 ayağı büyük bir koruma altında tutulurken yargının üçüncü ayağı, şu anda Meclisin kapısının önünde; dün kendilerine çay götürülmesi engellendi, sandalye götürülmesi engellendi, etrafları sarıldı, sabaha kadar da yerlerde uyumak zorunda kaldılar. Yani bizim yargıya reva gördüğümüz, kapının önünde, yerlerde oturmaları maalesef. Şuraya gelip yani Meclisin kapısından içeriye girip, milletin Meclisinin kapısından içeriye girip kendileriyle ilgili bir görüşmede kendilerini ifade edebilmek için nöbet tuttukları bir ülke hâline geldi; bunu da bir madalya olarak AKP bence kendine takabilir. (Uğultular) Ya, arkada bir gürültü var.
ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Sezgin Bey canlı yayın yapıyor.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Değerli arkadaşlar, biraz sessiz olalım.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Biz basit bir meseleyle ilgili konuşmuyoruz, çok önemli bir şeyi görüşüyoruz.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Evet, sessizliği sağladık.
Buyurun.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Bir gazetecinin de şu anda gözaltına alındığını duyduk; Sibel Hürtaş, Çankaya kapısının önünde gözaltına alınmış. Ya, bir gazetecinin baro başkanlarıyla ilgili görüşmede gözaltına alınmasını başka bir madalya olarak takalım. Yani bir gazeteci niye tutuklanır? Orada görüş aldığı için, baro başkanlarının buraya gelip duyuramadıkları seslerini kapının önünde duyurmaya çalıştığı için bir gazetecinin de şu anda gözaltına alındığını duyduk. Maalesef bu ülkede her gün, her an hak ihlalleriyle, hukuksuzluklarla karşı karşıya kaldığımız bir süreç yaşıyoruz; bu da bir tanesi daha olarak eklendi.
Şimdi, baro başkanları iki gündür bu kapının önündeler ama maalesef bir kısım medya, baro başkanlarının sesini tıpkı Meclisin duymadığı gibi duymazdan gelmeye devam ediyor. Orada baro başkanları bir şeyi ifade ediyorlar, çok kıymetli bir şeyi ifade ediyorlar: "Burada bir düzenleme oluyor, biz bu düzenlemeyle ilgili görüşlerimizi ifade etmek istiyoruz." Bir yanlış var, hatalı bir yaklaşım var. Bu atılan adımın -ben birazdan detaylı açıklayacağım- önümüzdeki süreçte ne baroya ne Türkiye toplumuna hiçbir faydası yok demek için buraya gelmeye çalışıyorlar, zaten gelemiyorlar.
Basın kapalı çünkü basın, kendilerini temsil etmeyen Metin Feyzioğlu'nu iki gündür yayına veriyor, sürekli Metin Feyzioğlu var yayınlarda. Metin Feyzioğlu, televizyon televizyon gezip baro düzenlemesiyle ilgili görüşlerini ifade ediyor. Merak ediyor mu bu toplum? Hayır. Zaten siz çıkıp Metin Feyzioğlu'nun söylediklerini ifade ediyorsunuz. "Baro başkanları bizi temsil etmiyor." diyor. Onların yanına gittiklerinde sırtlarını döndüler ama esaslarını dinlemiyorsunuz, esasların televizyonlara çıkması şu anda engelleniyor; bunu bırakın, gidip onların görüşünü almak isteyen özgür basının emekçileri de gözaltına alınıyor. Ya, gerçekten bu Meclis, arkadaşlarımız eğer bunu kendilerine dert etmiyorlarsa bence bu, büyük bir problem; Türkiye demokrasisi açısından büyük bir problem. Yani hiçbir aksi ses çıkmasın; zaten partimize dönük bu yaklaşımların çokça olduğunu biliyoruz.
Bakın, uzun bir süredir hangi televizyon kanalını açarsanız açın HDP'yle ilgili konuşmalar yapılıyor; HDP'nin yürüyüşüyle ilgili konuşuluyor, HDP'nin siyasetiyle ilgili konuşuluyor, HDP'nin yaklaşımıyla ilgili konuşuluyor, herkes konuşuyor ama HDP konuşamıyor. Bugün de tam benzer bir uygulamayla karşı karşıyayız. Baro düzenlemesi konuşuluyor, baroyla ilgili, bu düzenlemeyle ilgili herkes konuşuyor; şu anda televizyonda alakalı alakasız, uzman veya değil herkes baro düzenlemesiyle ilgili fikrini beyan ediyor ama baro başkanları televizyonlarda da fikirlerini beyan edemiyorlar. Bu Meclisin, milletin Meclisinin kapıları da kendilerine kapatılmış ve gelip burada da görüşlerini ifade edemiyorlar.
E, peki nasıl ifade edecekler ya da nasıl çözülecek bu sorun? Sonra biz bu Meclisten, Komisyondan çıktığımızda kimin talebi üzerine bu kanunu gerçekleştirmiş olacağız, bir toplumsal beklenti mi var yani bu kanun niye geldi şu anda gündemimize? Biz daha önce de çok tartışma yürüttük; birçok kanunda geldik, burada tartışmasını yürüttük, hatta Meclis Genel Kurulunda da benzer tartışmalar yürüttük. Bu kanunların gündeme gelme nedeni ne, hangi ihtiyaçtan kaynaklı bu kanun şu anda bizim gündemimizde? "Barolar siyasallaştırılmış." Yargının kendisi siyasallaştırılmış. Yargının kendisi şu anda siyasi bir tavır içerisinde. Kişinin dili, dini, ırkı, cinsiyeti, ideolojik yaklaşımına göre kararlar veriyor yargı, her gün bunu yapıyor, defalarca yapıyor, onlarca, binlerce örnek verdik. Ama bugün asıl meseleyi tartışmamız gerekirken yani siyasallaşmış yargıyı, toplumda güveni kalmamış yargıyı, artık hukuk değil, adalet değil, zulüm dağıtan yargıyı tartışmamız gereken bir yerde, biz maalesef "Baroları nasıl bölebiliriz?" yani yine "Nasıl bölücü bir yaklaşım geliştirebiliriz?"i AKP- MHP'nin getirdiği teklif üzerine konuşuyoruz.
Arkadaşlarımız dünden beri söylüyor, bu, bölücü bir yaklaşımdır yani bu çoklu baro meselesinin dünyada örneği olduğu söyleniyor, dünyadaki bir örneğini ama Türkiye'deki mevcut rejimle yönetilen, benzer rejimlerle yani benzer üniter yapıyla yönetilen bir ülkede çoklu baronun uygulandığını bir gösterin bize, var mı böyle bir örnek? Yok. Ama dert zaten baroların demokratikleştirilmesi, yargının daha iyi bir noktaya gelmesi, hukuk ilkelerinin uygulanabilir bir yere gelmesi meselesi değil ki, mesele, sizin gündeminizde var olan şeyi toplumun gündemiymiş gibi yansıtmanız. Sizin kendi var olan ajandanızda uygulamaya koymak istediğiniz birtakım yaklaşımları toplumun gündemiymiş gibi bizim gündemimize getirip sonra bir dayatma yaklaşımıyla bu Meclisten geçirme...
Şimdi biz corona koşullarındayız arkadaşlar, corona koşullarında Meclisin içerisinde yani şuraya baro başkanları gelemiyor, değil mi? Peki, bu kanunun bu aciliyeti ne? Yani bugün, bu kanunu, bu süre içerisinde, corona koşullarında geçirmesek çok mu büyük bir kaybımız var, yargı yürümeyecek mi, kararlar çıkmayacak mı mahkemelerde? Çıkacak. Ama corona koşullarında almadığınız tedbirler yüzünden ortaya çıkan bir sürü sonuç var ortada. Yani esas bu toplumun gündemini diyorsanız, yoksulluk gündemini, bu Meclis kendi gündemine almadı, almadı. İnsanlar işsiz kaldı, evine ekmeğini götüremedi, corona koşullarında ilk gözden çıkarılanlar güvencesiz çalışanlar oldu. Bu toplumun gündemi buydu, "Evde kalın." dediniz siz insanlara, "Evde kalın." dediniz ama "Aç kalın." denildi. Peki, bu Meclis niye gündemine almadı? Bu Meclisin gündemi değil mi toplumun yoksulluğu?
Bakın, sadece otuz gün içerisinde 27 kadın katledildi bu ülkede, 27; 27 kadın, erkekler eliyle katledildi; evin içerisinde, sokakta katledildi kadınlar. Adliyeler, yargı mekanizması, bu dönemde, bu corona sürecinde işlevsiz hâle getirildi, ALO 183 hattı işlevsiz hâle getirildi, 6284 askıya alındı, İstanbul Sözleşmesi bugün tartışmaya açılmış. Kadınlar 155'i aradı, ulaşamadı; acil destek butonlarına bastı defalarca, destek alamadı. Hayatını tehlikeye atarak telefonla polislere ulaşmaya çalıştı kadınlar. Peki, bu, Meclisin niye gündemi olmadı?
Geçen hafta içerisinde arkadaşlarımız bir araştırma önergesi verdi, Ağrı'da, Mardin'de şüpheli kadın ölümleri olduğunu ifade ettiler. Ağrı'da 5 kadın otuz beş gün içerisinde şüpheli bir biçimde yaşamını yitirdi, intihar adı verildi ama intiharların kadınlar cephesinden intihar olmadığını çok iyi biliyoruz. Kadınlar, uygulanan psikolojik şiddetten, cinsel şiddetten, ekonomik şiddetten, fiziki şiddetten ya intihara sürüklendi ya da kadınlar aslında katledildi, intihar süsü verildi. Avukat arkadaşlarımız iyi bilir, çokça örnekleri vardır. Biz araştırma önergesi verdik, peki niye bu Meclis bu kadar elzem, otuz beş gün içerisinde bir ilde 5 kadının yaşamını yitirmesini kendi gündemine almadı?
Nevşehir'de, Nevşehir Barosunun yaptığı açıklamada 37 kadın bu pandemi sürecinde intihara teşebbüs etmiş. Peki, bu, bu Meclisin gündemi olamaz mıydı pandemi sürecinde? Hayatımızı eğer milletvekilleri olarak da riske atıp bu Mecliste toplanacaksak bu toplumun acil ihtiyaçları üzerine toplanalım. Kadınların bütün bu yaşadıkları... Bakın, kadınların çoğu ev emekçisiydi, çoğu ev emekçisi olarak kadınlar... Çünkü AKP iktidarı döneminde en fazla işsizliği kadınlar yaşadı. Tabii, kadınlara destek sunuldu, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı çıktı dedi ki: "Bizim en fazla destek verdiğimiz kesim kadınlardır." Bunu bir övünç kaynağı olarak söyledi ama bu, övünülecek bir şey değildi, çünkü kadınların ne kadar yoksullaştığını gösteriyordu. Bugünkü Türkiye toplumunda en yoksul kesim kadınlar. Kadınlar yoksullaştıkça şiddet artıyor ve kadınlar, yoksullaştıkça, şiddetin artması karşısında tepki, refleks veremiyorlar. Peki, bu Meclis niye bunu gündemine almadı? Mesela araştırma komisyonu kurulsa, şüpheli kadın ölümleri araştırılsa, kadına yönelik şiddet vakaları araştırılsa... İçişleri Bakanı çıkıp diyor ki: "Kadına şiddet vakalarında azalma oldu." Yani, İçişleri Bakanının yaptığı açıklamayla İstanbul Emniyetinin açıklaması bile birbirini tutmuyor. Çünkü işlemedi yani, mekanizmalar işlemedi. Peki, gündemin bu olması gerekmiyor muydu? Bu niye bizim gündemimize gelmedi? Niye bir araştırma komisyonu kuramadık? Niye kurulmadı? Ama bir baro için -baroda çoklu baro diye- dünyada örneği olmayan, antidemokratik bir model için biz, burada toplantı gerçekleştiriyoruz ve aciliyeti var. Pandemi koşullarında, baro başkanları kapının önünde, gazeteci gözaltında, milletvekilleri corona koşullarında burada düzenleme yapacak.
E, arkadaşlar yapmayın, kendiniz bile ikna değilsiniz biliyoruz da.Şimdi, üç gün sonra çıkıp "Biz bilmiyorduk içeriğini." diyeceksiniz, diyor çünkü sizinkiler. Şimdi, çıkıyor sizin eski vekillerinizden biri, televizyon televizyon geziyor. Bugün, tartışma İstanbul Sözleşmesi ya, kadınların bütün kazanımları geri alınmaya çalışılıyor ya sanki lütfedilmiş gibi. Ne İstanbul Sözleşmesi, ne 6284, ne kadınların bu Mecliste, bu Parlamentoda çoğunluğu, ne kadınların bütün kazanımları, lütuf değil bu. Kadınlar emek emek, büyük mücadelelerle elde etti. Bütün kadınlar mücadele etti; sokaklarda, alanlarda dayak yediler, gözaltına alındılar, kadınlar bütün riskleri göze alarak kendilerine bu kazanımları elde ettiler. Şimdi, sanki iktidarın lütfuymuş gibi İstanbul Sözleşmesi tartışmaya açılmış ya, bu tartışmaya açılan mesele... İşte, bugün, bazı eski milletvekilleriniz çıkıp televizyonda "E, biz içeriği neydi bilmiyorduk." diye söylemlerde bulunuyor.
Ben, dün arada da birkaç arkadaşa söyledim, şöyle bir şey yapacağız artık, yapmamız gerektiğine ikna oldum. Milletvekilleri, oy verdiği kanunla ilgili sonradan görüş değiştiriyorlarsa ya da oy verdikleri kanunun içeriğini bilmiyorlarsa şöyle yapacağız: Biliyorsunuz, bankalara gittiğinizde bir sözleşme imzalatırlar. Eskiden küçük küçük harflerle yazarlardı -herhâlde size verdikleri kanunlar da öyle, çok küçük yazıyorlar okuyamıyorsunuz- puntoları çok küçüktü, çok fazlaydı, oraya tüketicinin aleyhine bir sürü düzenleme koyuyorlardı. Sonra ne oldu? Bir, puntolar büyütüldü, bir de en altına şöyle bir ibare yazdırılıyor, sayfa sayfa yazdırılıyor: "Okudum, anladım, imzaladım." Size de bunu yapacağız arkadaşlar. Bir: Size gelen düzenlemenin puntosunu büyütelim, bir görün, gerçekten içeriğini görün. İkincisi: Okuyun, anlayın, sonra imzalayın, oy verin. Şimdi, bakın, diyorlar, dedikleri için söylüyorum. Üç gün sonra çıkıp söyleyeceksiniz. Çünkü bakın, bu süreçte çıkan bütün kanunların çoğunluğu, yüzde 99'u Anayasa'ya aykırı, bunu siz de biliyorsunuz. Konjonktürel olarak kendi ihtiyaçlarınıza göre birtakım düzenlemeleri buraya getiriyorsunuz ve bunu toplumsal ihtiyaç diye bizlere sunuyorsunuz.
Bakın, şu anda tartışma konusu ne? "Netflix." "Netflix"i tartışıyorsunuz, "Twitter"ı tartışıyorsunuz. Hoş, Genel Başkanınız kaldırdı onun... "Erişimi kapatacağız." demişti de. Bir de kendi kendine sansür uygulayan bir partisiniz. Yani, bırakın başkalarına sansür uygulamayı, kendinize bile sansür uyguluyorsunuz. Konuştuğunuz sözleri söylemediğinizi iddia ediyorsunuz, video var, bir de çarpıtıldığını iddia ediyorsunuz, kendinizi sansürlüyorsunuz, bu noktaya geldiniz.
Şimdi, bir de "Twitter", "YouTube" ve diğer bazı sosyal medyaların da kapatılmasıyla ilgili şu anda, birtakım tartışmalar yürütüyorsunuz. Bu hangi ihtiyaçtan? Sosyal medyayı en fazla siz kullanıyorsunuz, sizin trolleriniz kullanıyor. Hepiniz çıkıp sahiplendiniz -7 bin küsur trol çıktı- vallahi hepsi çıkıp sahiplendi. Bir de -yeşil toptu değil mi? Siz daha iyi bilirsiniz, sonra vazgeçtiniz de- bir yeşil toplarınız vardı, bütün hesaplar yeşil toptanmıştı. O troller, sabahtan akşama kadar muhalefete saldırıyordu. Zaten şu anda, bütün medya sizin elinizde. Muhalefetin, toplumun ve gençlerin kendini ifade ettikleri tek alan var, bu alanı da kapatmak için şu anda, başka başka bir sürü şey. Yok toplumun ahlakına uymayan birtakım şeyler varmış. E, sizin trolleriniz yaptı, vallahi billahi sizin trollerinizdi yapanlar. Açın muhalefetin yaptığı açıklamaları, eğer yüzde 99'u sizin trollerinizin hakaretleri, küfürleri, gayriahlaki söylemleri değilse bunlar... Eğer siz böyle bir problem olduğunu düşünüyorsanız yöntem bu değil, siyasetinizi değiştireceksiniz yani nefret söylemini meşrulaştırmaktan vazgeçeceksiniz, hakareti meşrulaştırmaktan vazgeçeceksiniz. Bir kişiye yapılan bir hakareti anormal görüp diğerini haklı görürseniz, yapana hak verirseniz, bunu desteklerseniz, bunu meşrulaştırırsanız bunun önüne geçemezsiniz; gelir, sizi de bulur. Buluyor da maalesef, keşke bulmasa, gerçekten keşke bulmasa. Biz bunun karşısında her zaman ilkesel bir tutum takınmaya devam edeceğiz.
Dediğim gibi, şimdi bir de sosyal medyayla ilgili bir düzenleme getirmek istiyorsunuz. Zaten yargıyı tekleştirdiniz şu anda, bu çoklu baro sistemiyle de var olan o bir ayağı, en azından sağlıklı işleyen ayağı, en azından gerçekten işlevini görmek için mücadele eden bir ayağı, avukatları da zapturapt altına alacaksınız, yargıyı tekelinize alırsınız artık. Hâkimler sizden, avukatları siz belirlersiniz, savcıları siz belirlersiniz, zaten yürütmeyi saraya taşımışsınız; Meclisin hâli ortada, dışarıdan gelip görüş belirtmeye bile artık kapatılmış hâlde, muhalefetin söylediği beş dakikalık sözün bile hemen önü kesiliyor zaten İç Tüzük'te yapılan birtakım düzenlemelerle. Şöyle yapalım arkadaşlar: Hiç mahkemelere gerek yok, versin fermanı padişah, Twitter"ı da kapatıyorsunuz zaten, hiç tebligata da gerek yok, zaten tebligat artık basın üzerinden oluyor çünkü. Şu ana kadar ben -diğer arkadaşlarımız da benzerdir- ve hiçbir arkadaşımız, hakkında başlatılan soruşturmayı ya da fezlekeyi tebligatla öğrenmedik, odamıza gelen evrakla öğrenmedik; basın üzerinden öğrendik. Sizin basınızın şu anda tebligat yapma görevi görüyor, tebligat yapıyor, hedef gösterecek ya "Şu vekille ilgili, şu konuyla ilgili fezleke hazırlandı." diye. Biz bunlarla hakkımızda soruşturma başlatıldığını öğreniyoruz. Şimdi siz Twitter'ı da kapatıyorsunuz. Tamam, kapattınız hepsini; fermanı padişahınız versin, bir de davul gönderin, onunla da artık ilan edersiniz; başka bir şey değil, bu noktaya getirdiniz şu anda. Yürüttüğünüz tartışmanın biçimi bu ve biz bunu daha önce de tartıştık.
Bakın, bugün barolarla ilgili konuştuğunuz şeyi... Cumhurbaşkanlığı sistemi -siz "Türk tipi sistem" dediniz ama- ucube, dünyada eşi benzeri olmayan, demokrasinin esamesinin okunmadığı bir sistemi, siz gelip burada aynı benzer bu tartışmalarla yürüttünüz. Ben hatırlıyorum, buradaydık yine, benzer tartışmalardı. "Cumhurbaşkanlığı sistemi ne kadar güzel bir sistem olacak, demokrasinin önünü açacak; yürütme ile yasamayı, kuvvetler ayrılığını net bir biçimde çizecek." dediniz. Ne oldu? Sarayın talimatı, fermanı olmadan adım atılamıyor. İşte, çıkıp diyor... Biz bilmiyorduk, ne olduğunu bile bilmiyorduk. Bilmiyor arkadaşlar, bilmiyor. Kararname çok demokratikleşti. Her gün bir kararname çıkıyor ve bu kararnamelerle liyakatsiz kişilerin bir yerlere atanması ve o liyakatsiz kişilerin muhalefete saldırması söz konusu oluyor. "Yerlikaya" diye biri, eski bir boksör bir yere atanmış atanmış ya, bunun diyetini ödemesi lazım, buna layık olması lazım -bugün gürdüm sosyal medyada- muhalefetin liderlerine saldırıyor. İşte, sizin oluşturduğunuz ortam bu.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Eski boksör kim?
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Tamam, millî boksör, neyse nedir yani çok mesele değil kimin ne olduğu.
FEHMİ ALPAY ÖZALAN (İzmir) - Hanımefendi, eski millî güreşçi.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Güreşçi mi boksör mü ben bilmem, çok ilgi alanım değil.
FEHMİ ALPAY ÖZALAN (İzmir) - Ülkemize çok büyük başarılar kazandırmış bir güreşçi.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Tamam, sporda devam etsin. Tabii, doğru; alanında başarılı, hayırlı uğurlu olsun, tebrik ediyoruz onu.
HÜDA KAYA (İstanbul) - Haddi olmayan şeye girmesin.
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Alpay Bey bilgi olarak söyledi.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - O alandan çıkamadığı için, onun için hâlâ orada.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Teklife gelelim Sayın Başaran.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Teklifle ilgili konuşuyorum.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Saatle ilgili bir problem yok. Sataşmalar oldu, karşılıklı olmasın.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - İşte, sataşma olmasa...
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Bilgiyi düzeltmeye yönelik olarak söyledi.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Tamam, neyse ne; benim çok ilgi alanım değil.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Tamam, anlaşıldı.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Bir millî sporcu yani ilgi alanım değil, millî bir sporcu. Ben çok sporla ilgilendiğimi söylemedim. Böyle ilgi alanımla ilgili bir şeyi söylüyorum, siyaset yapıyorum.
SALİH CORA (Trabzon) - İsterseniz...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Çok teşekkür ederim ya bu kibarlığınız için gerçekten. Ya, sizden gerçekten böyle şeyleri görmek de gözlerimi yaşartıyor Sayın Cora, vallahi. Neyse devamını diliyorum, bu tavrınızın devamını diliyorum.
Arkadaşlar, ifade ettiğim gibi, getirdiğiniz sistem kararnamelerle ülkeyi yönetmeye başlayan bir sistem. Benim verdiğim örnek dediğim gibi, kişinin kim olduğu çok önemli değil ama atandığı alanla ilgili olmadığı çok kesin -yani siz de söylediniz- o alanla ilgili herhangi bir liyakati yok ama şöyle bir liyakati var, yani böyle bir liyakat aranıyor çünkü iktidar cephesinden: İşte, muhalefete saldırabilir miyiz? Çünkü saldırdıkça kendini ispat eden bir iktidar yani kendini bir şekilde bir yerlerde konumlandıran bir iktidar var.
Şimdi, Cumhurbaşkanlığı sistemi döneminde yine tartışılan bir mesele vardı arkadaşlar, yine buna benzerdi; OHAL tartışması yürüyordu, OHAL kaldırılacak. OHAL'in kaldırılmasıyla beraber... OHAL'in kaldırılmasından sonra birtakım başka düzenlemeler de yaptık yani işte OHAL kaldırıldı ama iktidar rayına oturmadı. Onun için, birtakım düzenlemeler yapılacaktı çünkü 2911 sayılı Kanun'da bir değişiklik yapıldı. Biz, o zaman tıpkı burada olduğu gibi -hatırlatıyorum size unutmayın diye, yani bunları söyledik ve gerçekleşti diye- 2911'le ilgili yürüttüğümüz tartışmada "Arkadaşlar, bakın, yapmayın. Siz valilerin hepsine yetki vereceksiniz, valiler çıkacak bu yetkileri muhalefete karşı kullanacak." dediğimizde "Olur mu öyle şey?" dediniz, oldu. Benim ilimde yılın üç yüz altmış beş günü eylem ve etkinlik yasağı var, yılın üç yüz altmış beş günü, istisnasız her gün eylem ve etkinlik yasağı var. Ya da eylem ve etkinlikler izne bağlanıyor, valiliğin iznine ve bugüne kadar başvurularımızın hiçbiri kabul görmedi. Valilik rutin aralıklarla on günde 1, on beş günde 1, yedi günde 1 ilindeki eylem ve etkinlikleri yasağa ya da izne bağlıyor, böyle bir sistem geliştirildi. E, bu kalıcı bir OHAL rejimiydi. Peki bu kalıcı OHAL rejimi içerisinde insanlar demokratik isteklerini nasıl ortaya koyacak? Biz söylemiştik bunu "Yapmayın, bu, Anayasa'ya aykırı, en temel haklara aykırı, protesto hakkına aykırı, toplantı gösteri yürüyüş hakkına aykırı." dedik burada, "Yok, yapmazlar valilerimiz." dediniz, yapıyor çünkü siz talimatlandırıyorsunuz, "Çıkartmayacaksınız." diyorsunuz.
HDP yürüyüş yapıyor, HDP yürüyüş yaptığında şehirlere giriş çıkışlar yasaklanıyor. Neymiş? Pandemi varmış. Pandemi var doğru, e peki pandemi işçiye yok muydu? Bütün işçiler gidip çalıştığında hatta sokağa çıkma yasakları ilan ettiğinizde hatta belli yaş grupları için yasak getirdiğinizde "20 yaş altı çıkmasın, 65 yaş üstü çıkmasın." dediniz, yasak ilan ettiniz ama "20 yaş altında işçiyse çıkabilir." dediniz. İşçi için corona yok muydu?
Ben, uçakla geldim. Uçaklarda şöyle bir usul uygulanıyor, önce sen uçağa binene kadar "Sosyal mesafeye dikkat edin, şurada duracaksınız." işte, bilet alırken önünüzde cam vesaire... Hani, girdiğinizde zannediyorsunuz ki uçağın içinde gerçekten bütün önlemler alınmış bir vaziyette ama 3 kişi yan yana oturuyor. Orada, uçakta pandemi yok mu? Minibüslerde kısıtlama var, uçakta yok. Türk Hava Yolları aman zarar etmesin. Türk Hava Yolları da pandemiyi bahane ederek zaten oradaki başka şeyleri de kaldırmış, çay kahve servisini kaldırmış yani her defasında biraz daha biraz daha... Evet, ya, bu mu yani? Tedbir bu mu? Böyle 3 kişi yan yana oturuyoruz, girene kadar sosyal mesafe uyguluyoruz, çıkınca da şöyle diyoruz ama: "Uçaktan inerken ilk on rakam insin." Çünkü sosyal mesafe! Yan yanaydık ya, sabahtan beri aynı havayı soluduk. Kapalı alan, kapalı!
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Hâlâ avukatlara gelemedik.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Geleceğiz, geleceğiz merak etmeyin. Bu, aynı konu.
MUSTAFA ARSLAN (Tokat) - Burada da yan yana oturuyorsunuz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Efendim?
MUSTAFA ARSLAN (Tokat) - Burada da yan yana oturuyorsunuz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - İşte, ben onu eleştiriyorum zaten, biz onu eleştiriyoruz, yapmayın diyoruz. Biz, diyoruz ki bu toplantıya gerek yok.
Neyse, şimdi, insicamımı bozarsanız eğer -ben söylediklerimi unutuyorum, bilen arkadaşlar bilir- başa almak zorunda kalıyorum, yapmayın.
Şimdi, uçakta problem yok, pandemi yok yani binebilirsiniz. Minibüse binemezsiniz, işte, baro başkanları buraya gelemez çünkü pandemi var! Ama uçakta yok! İşte, havalandırma sisteminden başka pencereyi zaten açamadığınız bir yerde insanları birbiriyle temas hâlinde bırakıyorsunuz ama onda problem yok. Öğrencilerle ilgili problem yok. 2 sınav yapıldı hafta sonları, iki hafta sonu sınav yapıldı, öğrenciler aynı odada, sağlıksız koşullarda gidip sınava girdiler. Hatta dediler ki...
MUSTAFA ARSLAN (Tokat) - Kura mı çekseydi öğrenciler...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Yok, ertelenmişti.
Şimdi, her şeye cevap verecekseniz öyle gidelim, yok değilse, bana cevap verecekseniz ona göre konuşayım. (Gürültüler)
Ya, siz su için, su için, vallaha!
Neyse, şimdi, arkadaşlar...
RECEP ŞEKER (Karaman) - Baroya gelecek misiniz, baroya?
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - İşte baro buraya gelemiyor, onu söylüyorum ben. Niye baro buraya gelemiyor, geleceğim de ben baroya, baro buraya gelemiyor, mesele o zaten. Baro buraya gelemiyor arkadaşlar.
BELGİN UYGUR (Balıkesir) - Gelmek istemediler.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar, müdahale etmeyelim.
Sayın Başaran, karşılıklı olmasın.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Ama Başkanım, baro buraya gelemiyor, arkadaşlar haklı. (Gürültüler)
OTURUM BAŞKANI YILMIZ TUNÇ - Arkadaşlar...
Yani siz de her sataşmaya cevap vermek zorunda değilsiniz.
RECEP ŞEKER (Karaman) - Sen oraya git o zaman.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Ben oraya gittim, gittim, gittim onları dinledim, sizin yapmadıklarınızı yaptım. (Gürültüler)
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Kırcalı... Sayın Kaya...
Sayın Başaran, buyurun...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Arkadaşlar, tamam, siz dinleyene kadar ben böyle dururum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Sayın Başkan, lütfen müdahaleleri durdurur musunuz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Yok, yok, Başkanım, gerek yok, biz bekleyelim böyle. Benim için problem yok, zamanımız çok. Siz acelecisiniz, biz daha çok konuşuruz, çok otururuz burada. Zaman sınırlaması yok, ben Komisyon üyesiyim.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Ben olsam susarım.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Sükûnet sağlandığına göre devam edebilirim, teşekkür ederim.
Şimdi, 2 sınav oldu arkadaşlar yani iki hafta sınav yapıldı. O öğrencilerin sınav meselesi bu dönem gerçekten kendileri açısından büyük bir kâbus oldu. Hepimiz o dönemlerden geçtik ve hepimiz hatırlıyoruz yani bazı arkadaşlar üzerinden çok zaman geçtiği için biraz unutmuş olabilir ama hepimiz o dönemlerden geçtik, nasıl bir psikoloji olduğunu biliyoruz. Siz gençlere üç saat veriyorsunuz, yaşamıyla ilgili büyük tercihler yapacağı üç saat. Bu üç saati bir ileri tarihe aldınız, bir geri tarihe aldınız. İleri aldınız, iyi yaptınız, biraz pandemiyi bir gözlemlerdik, bir görürdük, buna karşı çıkan yoktu. Sonra ne oldu? Eğer sınav ertelenirse, burada pandeminin problem olduğu, hâlâ daha hastalığın yaygın olduğu uluslararası kamuoyunda bilinecek, turizm etkilenecek diye... Ne oldu? Tavsiye edilen ilk 20 ülke arasına da girmedik ama o gençlerimizi büyük bir risk altına soktuk. Gençler için pandemi yoktu ama; gençler sınava girerken pandemi yoktu. Biraz daha erteleyemez miydik, uygun koşullar sağlanamaz mıydı? Gerçekten gençler için çok hayati önemi olan bu meselede biraz daha dikkatli olamaz mıydık, onları anlayamaz mıydık? Yapmadık. Yapmadığınız için ne oldu? Gençler cevabını başka bir biçimde verdi, "disklike"ladı sizi. Gençlerin kendilerini ifade ediş biçimi bu.
İşte, gençlerin kendilerini ifade ettiği sosyal medyayı da kapatmak istiyorsunuz ama işin çok ilginç bir şeyini söyleyeyim mi? Burada gençlere hiç sormadınız siz. Ben yine izledim bütün bu yayın organlarını, birkaçı... Hani biraz daha gerçekten, hâlâ daha özgür basının emekçisi olma yolunda ısrarlı olanları, tarafsız yayıncılık yapmak isteyenleri bir tarafa bırakıyorum, yine gençler konuşmadı, birileri çıkmış gençler adına konuşuyor: "Z kuşağı şunu ister, Z kuşağı bunu ister." Ne ister Z kuşağı? Siz mi karar vereceksiniz onlar adına, şu anda barolar adına karar verdiğiniz gibi. Bırakın gençler gelsin, söylesin. Var Mecliste genç arkadaşlarımız, doğru ama sadece temsiliyet üzerinden, temsilî olarak ifadesi bu değil. Gençlerin hayatlarında nasıl bir tahribat yarattığınızı, psikolojilerini nasıl etkilediğinizi biliyor musunuz? Ailesinin tümü hasta ve karantinada, o genç gelip o psikolojiyle sınava girmek zorunda kaldı. Yani anlayabiliyor musunuz ne yaşadıklarını, onların üzerindeki etkisini? Diyorum, belki sizin için üzerinden çok zaman geçmiştir, olabilir ama hatırlayanlar hatırlar arkadaşlar.
E, şimdi, gençler sınava girerken pandemi yok, değil mi, hiç problem yok. E, gözaltı olunca problem yok, insanları gözaltına alabilirsiniz. Biz bir yürüyüş yaptık. Yürüyüşümüz boyunca bize sosyal mesafe uyarısı yapıldı. Her yerde, en ufak bir durumda arkadaşlarımız saldırıyla karşı karşıya kaldı. O zaman sosyal mesafe, pandemi yok mu? Bulaşmıyor mu? Arkadaşlarımız korumalı mı? Öyle mi oluyor? Nasıl oluyor? E müdahale oluyor, saldırı oluyor? Her yerde oldu, vekillere saldırıldı. Vekillere, bu parlamentonun üyelerine... Parlamentoların üyelerine, şehir girişlerinde saldırırsanız o taraftan başlamanız lazım.
Bakın, şimdi bu pandemi, tıpkı 15 Temmuz gibi sizin için "Allah'ın lütfu" oldu. Allah'ın lütfuydu, 15 Temmuz'da darbe girişimi oldu, yüzlerce insan -200'den fazla insan- yaşamını yitirdi, binlerce insan yaralandı. Bu ülke büyük bir travma yaşadı ve sizin eserinizdi, sizin yol yürüdüklerinizin eseriydi. Hâlâ siyasetlerinin devamcısı olduklarınızın eseriydi. Siyasetleri devam ediyor, yani belki cemaat, o zihniyet şu anda yok burada ama düşünceleri, uygulamaları devam ediyor, hiç sekmeden devam ediyor. Kararları devam ediyor, kararları onaylanmaya devam ediyor, bunda bir problem yok. 15 Temmuzdan sonra çıkıp "Allah'ın lütfu." dediniz. Allah'ın lütfu ne yaptı? Kurumları kapattı, az önce söylediğim kadın mücadelesi yürüten kadın kurumlarını. Ya bu kadar kadının şiddet gördüğü, kadına şiddet oranının en yüksek olduğu ülkelerden biriyiz, yani bu bir gerçekliğimiz, bunula mücadele eden, kadınlara destek sunan, dayanışmayı büyüten kadın kurumlarını kapattınız. Çocuk kurumlarını kapattınız, çocuk kurumlarını kapattınız bu ülkede.
Hukuk kurumlarını kapattınız, hukuk kurumlarını kapattınız. Kayyumlar atadınız, kayyumlar eliyle bir halkın iradesini yok saydınız. "Siz seçemezsiniz" dediniz. "Seçseniz de biz izin vermeyiz, birini getiririz, valiyi getiririz oraya kayyum diye oturturuz. O kayyum hem sizin dilinizi, tarihinizi yok etmek için her türlü uygulamayı yapar hem de siz buna tepki gösterirseniz -valinin eline yetki verdik- eylem etkinlik yapamazsınız, validen izin alacaksınız." dediniz. Kayyuma karşı eylem için, bir de ben validen izin alacağım çünkü kayyum ve vali aynı. Kendisini protesto edeceğim, bunu kendisinden izin alarak yapacağım. Böyle bir durum var mı?
İşte Allah'ın lütfu o dönem, ülkeyi zapturapt altına aldınız. OHAL'i getirdiniz. "OHAL'i devlete karşı uyguluyoruz." dediniz ama OHAL'i halka karşı uyguladınız, çok net gösterdiniz. Binlerce kişi KHK'lerle işinden edildi ve en son KHK'li ihraç Haluk Savaş'tı. Kanser hastası, pasaportunu alamadı. Pasaport alamadığı için gidip tedavi olamadı. Benzeri Ahmet diye bir çocuk vardı, babası cezaevindeydi, yurt dışına çıkışı engellendi ve yaşamını yitirdi. Haluk Savaş, kanser hastası ve tedavi olması gereken bir profesördü. Ne olursa olsun, ya bu ülkenin yetiştirdiği, sizin sahiplenmeniz gereken bir değerdi. O, gidip yurt dışına tedavi olamadı, pasaportu için günlerce mücadele etti, geçen hafta yaşamını yitirdi. İşte devlete karşı ilan edilen OHAL'in halkta yansıması buydu. Binlerce insan işinden, aşından edildi. İnsanlar açlıkla terbiye edildi. İşte, OHAL buydu. Hani devlete karşı uygulanmıştı?
Şimdi de pandemi. Pandemi, toplumun sağlığı için uygulamalar... Pandemide toplum sağlığı düşünülüyormuş, onun için bazı uygulamalar yapılacakmış. Peki, hangi toplumun sağlığı? Ya, pandemi de bir fırsatçılığa çevrildi. Bir sağlık kurulumuz var, sağlık kurulunun tavsiyelerini bile biz bilmiyoruz. Saraydan onay alırsa bazısını duyuyoruz, bazısını duymuyoruz. Kişisel olarak çıkıp açıklamalar yapıyorlar ama sağlık kurulu ne der, görüşleri ne? Tabipler odası "Biz içerisinde olalım." dedi, "Yok." dediniz. "Yaparsak biz yapacağız." dediniz, onları almadınız. Biz, pandemide toplum için ne gibi tedbirler alındığını da bilmiyoruz. Çok başarılı olduğunuzu iddia ediyorsunuz, böyle bir propaganda yürütüyorsunuz. E, valla hâlâ ölümler devam ediyor. Hâlâ birçok ilde vaka sayıları çok hızlanmış, hiçbir şey yapılmıyor, toplum kendi tedbirini alıyor.
Cizre'de tedbir için defalarca çağrı yapmamıza rağmen tedbir alınmadı, toplum kendi tedbirin aldı. Kepenk indirdi. Toplum kendi tedbirini almadığı müddetçe gerçekten biz, bu iktidar bu toplum için ne yapıyor bilmiyoruz. Pandemi fırsatçılığı oldu. Pandemi fırsatçılığında ne yaptı? Her türlü saldırıya devam etti. Kadın kurumlarına saldırmaya başladı tekrar. Birkaç hafta önce Rosa Kadın Derneği ve TJA'ya operasyon yapıldı, gözaltılar gerçekleştirildi ve arkadaşlarımıza sorulan soruları biz söylemiştik, burada bir daha tutanaklara geçsin yani nasıl bir pandemi fırsatçılığı olduğu. Sorulan soru neydi? "'Gülistan Doku nerede?' pankartını taşımışsınız." Bir genç kadın, yüz seksen gün, yüz seksen gündür kaybettirilen bir genç kadının nerede olduğunu sormak suçsa hepimiz suçluyuz. Ama eğer siz bunu suç olarak tanımlıyor ve bunun karşısında durmuyorsanız tarih önünde en büyük suçlu sizsiniz.
"Kadın cinayetleri politiktir." demiş arkadaşlarımız "Bu, suç." diyor. Kadın cinayetleri politiktir. Kadına dönük her türlü yaklaşım politiktir, tarihseldir. Bunu politikadan, yürütülen siyasetten ayrıştıramazsınız; kadın cinayetleri politiktir. Kadın cinayetleri niye politiktir biliyor musunuz? Çünkü bir erkek, öldürülen bir kadınla ilgili yargılamasında giydiği takım elbiseden, taktığı kravattan iyi hâl indirimi alıyorsa; yaşam tarzıyla ilgili eleştirilere tabi tutulup kadın suçlu çıkarılıyorsa; örf, âdet, töre vesaire gibi bazı söylemlerle kadın cinayetleri meşrulaştırılıyorsa; her gün meydan meydan, alan alan çıkıp "Kadın-erkek eşit değil." deniyorsa; kadınları toplum içerisinden dışarıya çıkarmak için her türlü uygulama gerçekleştiriliyorsa kadın cinayetleri politiktir, politikaların sonucudur, ideolojiktir; birbirimizi hiç kandırmayalım. Bu sadece Türkiye'de bir söylem değil, bütün dünyada kullanılan bir söylemdir. Bütün kadınlar, örgütlü kadın mücadelesi bunu söyler; kadınlara yaklaşım politiktir, ideolojiktir. Hiç bunu örf, âdetle açıklamayalım arkadaşlar, verdiğiniz referansları da buradan kurmayalım. E, şimdi, bunu söyledi diye arkadaşlarımız suçlu kabul ediliyor.
8 Mart organizasyonu yapmak... 8 Mart bu ülkede tarihsel olarak her dönem kutlanmış bir gün ve sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanan, ta yüzyıl önce kadınların verdiği mücadelenin simgesi olan bir gün, uluslararası bir gün. 8 Mart organizasyonu yapmak suçmuş, suç kabul edildi, işte pandemi fırsatçılığı. Sorulan soru bu. Ben soruları söylüyorum, daha fazlasını değil, hepsi bu.
Barış soruldu "Neden 'barış' diyorsunuz?" "Savaş" mı diyelim? E, peki, tamam "savaş" diyelim. E, uluslararası kanunlara göre savaş propagandası suçtur arkadaşlar, defalarca söyledim. Bakın, savaş propagandası yapan, o suçu işleyen aslında Metin Feyzioğlu'ydu, savaş propagandası yapıyordu; kanal kanal gezip, sınıra gidip savaş propagandası yaptı. Esas suçluydu ama o, bu iktidarın şu anda politik olarak bakış açısına, şu anda konjonktüre uygun olduğu için, siyasetlerine uygun olduğu için problem yok ama "Barış savunuculuğu yapmak suç." diyor.
Bir de ne oldu, sorulan sorularda belli. Şimdi, işte tam da bu pandemi fırsatçılığında gözaltılar oldu, yaşlı annelerimiz gözaltına alındı; 65 yaşında Havva Kıran. Havva Kıran o dönemde, gözaltına alındığı dönemde sokağa çıkamıyordu arkadaşlar biliyor musunuz, yasak vardı, sokağa çıkma kısıtlaması vardı. İşte, kendi sağlığı açısından risk oluşabilir diye yani hastalık bulaşabilir diye Havva Kıran'ın evine baskın yapıldı, gözaltına alındı. Yani sokağa çıkması yasak, gözaltına alınması serbest, problem yok. Ben bunun gibi daha onlarca örnek sayabilirim.
Geçen hafta içerisinde DTK'ye bir operasyon yapıldı. Şimdi, DTK'nin barolarla nasıl bir ilgisi var, onu da açıklayayım. Şimdi, bazı derneklere siz OHAL döneminde yöneldiniz, onları kapattınız. OHAL kararnameleriyle dernekleri kapattınız, derneklere üye olanları bir şekilde suçlu ilan ettiniz, o yetmedi, var olan bütün organizasyonları, kitle örgütlerini saldırı altına aldınız, DTK de bunlardan biriydi, şimdi kalanı barolar. Bunlar, barolar kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olduğu için yapamıyorsunuz, böyle istediğiniz gibi müdahale edemiyorsunuz, onun için de bunun da kanunu çıkarıyorsunuz; barolara daha iyi müdahale etme kanunu, baroları daha iyi zapturapt altına alma kanunu olarak götürüyorsunuz. DTK'ye bir operasyon yapıldı, DTK'nin tabelası indirildi. Bir platform, bir sivil toplum örgütü, kendini her alanda ifade eden ve hiçbir zaman da gizlemeyen, bütün çalışmaları aleni olan bir sivil toplum örgütüne baskın yapılıyor. Hatta o sivil toplum örgütü Meclise geldi bu arada, yani bu, bir referans değil onu söyleyeyim -Meclise çok kişi geldi gitti de- ben bunu bir referans olsun diye değil... Yani bu Meclisin Anayasa Komisyonuna çağırıldı, DTK'nin görüşü alındı. Şimdi, bu sivil toplum örgütüne baskın yapıldı, çoğunluğu kadınlar gözaltına alındı; aralarında 72 yaşında bir anne vardı, 72 yaşında. 72 yaşında annenin gözaltına alınmasına bu pandemi koşullarında "Hiçbir problem yok." diyorsunuz ve bize de bu pandemi koşullarında halkın sağlığını düşündüğünüzü ifade ediyorsunuz arkadaşlar. Bunun ne olduğunu toplum da çok iyi biliyor, hepimiz de bu meselenin ne olduğunu çok iyi biliyoruz.
Şimdi, bu barolarla ilgili düzenlemeyle çoklu bir baro uygulaması öngörüyorsunuz: 2 binden fazla üyesi olan her ilde birden fazla baro kurulabilir. Şimdi, iki gündür ifade ediyor arkadaşlarımız ama galiba ısrarla anlatmakta fayda var. Arkadaşlar, bu, bir dernek, bir sendika değil, bir meslek örgütü değil yani sadece bir meslek örgütü değil, kamu niteliğinde bir meslek örgütü; kanunu var, bu kanunda düzenlemesi var ve bunun bir manası, bir anlamı var; öylesine düşünülmemiş, öylesine yapılmamış. Yani baroların avukatların kamu niteliğinde bir meslek örgütü olmasının, avukatların buraya bağlı olmasının bir manası, bir mantığı var, siz o mantığı ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz. Niye? Yargının bir parçasıdır, yargının bir parçasıdır. Az önce ifade ettiğim gibi siz Meclisin kapısında yerlerde süründürüyorsunuz avukatları, baro başkanlarını. Böyle, yerlerdeler şu anda ve sizin meslektaşlarınızlar; burada hepimiz başka baroların üyeleriyiz, hepimizin meslektaşları, hepimizin başkanları onlar.
Şimdi, yargının en önemli ayaklarından biri avukatlık, onun için kamu niteliğinde meslek örgütü olarak kabul ediliyor, onun için bölünemez. Eğer siz, bu uygulamayı gerçekleştirirseniz, ideolojilerine göre, kimliklerine göre, cinsiyetlerine göre baro kurulamaz mı? Kurulabilir. Peki, bu bir ayrıştırmayı getirmez mi? Avukatlar, bir araya gelip gerçekten yargının bir parçası olma niteliklerini kaybetmezler mi? Kaybederler. Ama siz zaten böyle ayrıştırma siyaseti yürütüyorsunuz ve dayandırdığınız şu, şimdi, diyorsunuz ki: "İşte, İstanbul Barosunun kaç üyesi vardı? 48.500." 8 bin kişiyle mi seçilmişti?
Şimdi, ben size bir örnek daha vereyim arkadaşlar, yani niye oraya kadar gidiyorsunuz? Bu ülkenin nüfusu 2018 yılında 80 milyon 313 bin, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde ülkenin nüfusu. 59 milyon 367 bin 469 seçmeni var 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde; 26 milyon 330 bin 823 kişinin oyuyla seçilmiş. Yani, bu şu anda...
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Kaç kişi oy kullanmış?
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Kullanılan oyun yarısından fazlası.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Ben seçmenden söz ediyorum yani kullanılan oy... O zaman avukatlar üzerinden kaç kişi oy kullanmış onlara baktınız mı arkadaşlar? Yapmayın şimdi. Bu şeylerle değil bu.
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - 26 bin kişi.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Böyle değil.
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Hem soru soruyorsunuz hem cevap veriyorsunuz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Hayır arkadaşlar böyle değil yani. Şimdi, baroda kaç kişi oy kullanmış onun üzerinden mi hesaplıyorsunuz?
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Barolarda 26 bin kişi kullandı.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Tamam 26 bin oy kullanılmış.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Soru soruyorsunuz, cevap bekliyor musunuz? Sonra kızıyor "Niye cevap veriyorsunuz bana?" diye.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Veremiyorsunuz çünkü.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Veriyoruz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Cevabınız yok ki ne cevap vereceksiniz? Ne cevabınız var?
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar... Sayın Güler, müdahale etmeyelim.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Siz de seçildiniz o seçimlerde, ne diyorsunuz anlamadım ki yani.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Başaran, toparlayabilir miyiz,?
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Ben, Cumhurbaşkanı seçiminden söz ediyorum.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Ne fark eder milletvekilleri de seçiliyor.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Evet, devam edelim. Sayın Başaran bir müsaade eder misiniz?
Şu anda geneli üzerinde 151 konuşma talebi var.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Evet.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Ve arkadaşlarımızın bir kısmı salonda bekliyor, bir kısmı kendi odalarında sıralarını bekliyorlar. Tabii, konuşmalarımızı teklif üzerinde yoğunlaştırırsak...
CAVİT ARI (Antalya) - Biz çok yararlanıyoruz konuşmasından.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Doğru olanı da budur. Biz tabii müdahale etmiyoruz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Başkan, yapmayın ya, konuşma teklifle ilgili, ben tekliften bağımsız hiçbir şey söylemedim.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Makul sürede tamamlamamız lazım.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, kifayetimüzakere önergesi de verildi ama işleme almadım.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Başkan, biz Komisyon üyesiyiz.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Ben tamamlayayım.
Akşam yemeğine kadar, akşam yemeği arasına kadar geneli üzerindeki görüşmeleri tamamlayalım.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Bırakırsanız tamamlayacağım Başkan.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Bir müsaade edin.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Şu anda benim süremden yiyorsunuz.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Aradan sonra da maddelerine geçelim. Maddeler sırasında da yine o söz talebinde bulunan arkadaşlarımın sözleri baki ve onlara maddelerde de söz vermeye devam edeceğiz. O nedenle, akşam yemeği arasına kadar konuşmalarımızı makul seviyede tutarsak, diğer arkadaşlarımıza bu anlamda sıra gelmiş olur.
Teşekkür ediyorum.
Sayın Başaran, devam edelim.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Başkan...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Başkan, 131 kişinin sekize kadar bitmeyeceğini gayet iyi biliyorsunuz yani.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - İmkânsız.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Yok, geriye kalanına maddelerde devam edeceğiz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Gayet iyi biliyorsunuz yani.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Geneli üzerinde de konuşabiliriz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Bitmez Başkan öyle, zaten buna gerek yok yani. Bakın, çok önemli bir şey konuşuyoruz.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Evet, devam edelim, buyurun.
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Ama yani kanundan konuşalım.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Başkan, böyle olmaz ama sessizlik olursa konuşayım.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Kaya, hep müdahale ediyorsun.
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Ben kanuna geçelim istiyorum.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Başaran bir türlü konsantre olamadı, bir saat oldu.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Daha sonra yazılı kayda alırız; yazılı, imzalı.
Şimdi, bir daha tekrar edeyim arkadaşlar buradaki rakamları.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Tekrar...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Yok, bu rakamları tekrar söyleyeceğim, baştan almayacağım konuşmamı yani alabilirim.
RECEP ŞEKER (Karaman) - Al al.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Şimdi, arkadaşlar, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde... Bir daha tekrar ediyorum, tutanaklara girsin.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Cumhurbaşkanlığından...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Ramazan Bey, siz eğer böyle yapacaksanız...
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Can, müdahale etmeyelim, yoksa yetişemeyiz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Şimdi, Cumhurbaşkanlığı seçiminde 83 milyon 154 bin 977 nüfusumuz var bu ülkede. 59 milyon 391 bin 328 seçmenin 26 milyon 333 bin 823'ü Cumhurbaşkanlığında şu anki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a vermiş ve Cumhurbaşkanı seçilmiş.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - O, o gün içindi.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Şimdi arkadaşlar, burada demokraside bir problem yok.
(Uğultular)
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Başkan, yalnız ben...
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Buyurun.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Başkan, siz şu anki durumdan mutlu musunuz, ben anlamıyorum.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Devam edin Sayın Başaran.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Bana değil, arkadaşlara söyler misiniz.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Lütfen ama gerçekten yani.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Söylüyorum, ikaz ediyorum; ne yapayım? Yani milletvekilini tavandan mı asalım?
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Hayır, siz gülüyorsunuz ama hoşunuza mı gidiyor yani?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Sayın Başkan, böyle bir usul yok, dalga geçiyorlar, alenen alay ediyorlar, bir ciddiyete davet ediyoruz. Burada ciddi bir konu konuşuyoruz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Ciddiyet ya!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar, biraz ciddi olalım, neticede burada ciddi konuşmalar var, hep beraber dinleyelim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Böyle bir şey olmaz! Orada kahkaha atıp sanki şey yapıyoruz. Hayret bir şey ya!
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Başkan, ya gerçekten ben konuşmamın başından beri en az yirmi dakika bununla gittim.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Devam edin, niye kesintiye uğratıyorsunuz konuşmanızı?
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Hayır, şöyle kesinti Başkan, olmaz: Şimdi, ben ciddi bir şeyden söz ediyorum. Eğer "demokrasi" deniliyorsa, eğer "temsiliyet" deniliyorsa bunu açıklaması lazım. Şimdi, bunda mesele yok, Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu kadar fark az oy alıp yani toplumun yüzde 50'si, 51'inin oyunu alıp seçilince problem yok, baro başkanlarında problem var ve bunu demokrasi adına yapıyorsunuz. Yapmayın arkadaşlar, bunun demokrasiyle memokrasiyle alakası yok. Demokrasi derdiniz varsa, bizim çok iyi önerilerimiz var size. Çok daha radikal önerilerle biz bu ülkede bütün sistemle, rejimle beraber ülkeyi demokratikleştirebiliriz. Şimdi, siz, bir yeri Cumhurbaşkanlığından başlatmışsınız tekçilikle, onu toplumun bütün alanlarına yaymaya çalışıyorsunuz, bize de "demokrasi" diye bunu anlatmaya çalışıyorsunuz, bunun demokrasiyle alakası yok. İşte, az kişi oy verdiği için o onu temsil etmezmiş. Başka bir sistemi bulalım. Şimdi çoklu baro olunca mı bu çözüm olacak. Çoklu baro buna çözüm mü getirecek. Ne yapacak çoklu baro olunca? İktidara yakın bir baro olacak. İktidara yakın baroya avukatlar gidecek, onlar iş alacak, onların dosyası çabuk çözülecek, mahkemeler onlara göre karar verecek; diğer tarafta da diğer barolar da terörize edilecek, hedef gösterilecek. Böyle bir sistem kurup karşı karşıya getirme uygulaması bu çoklu baro meselesi. Biz de beğenmiyoruz, hadi Cumhurbaşkanlığını da ikiye bölelim. Biz vermedik, yüzde 49'u bu ülkenin vermedi, kendinin temsilcisi olarak görmedi. Bölelim, Cumhurbaşkanlığını da ikiye bölelim. Bir tane daha alternatif Cumhurbaşkanı koyalım oraya, olur mu? Olmaz ama değil mi? Öyle olunca olmaz, en iyi demokratik örnek şu anda Türkiye'deki Cumhurbaşkanlığı sistemi ama barolarda bir başkanın seçimi problemli. Hem dediğim gibi bakın, temsilî demokrasi bence de problemli, bunu düşünmek yerine temsilî demokrasi değil, radikal demokrasiyi tartışabiliriz ama bu radikal demokrasi tartışması değil. Bize, ondan çok daha geri, çok daha geriye götüren, ayrıştıran bir düzenleme getiriyorsunuz ve bunun dediğim gibi dünyada örnekleri olduğunu söylüyorsunuz. Örnek mörnek yok! Yok böyle bir örnek.
Israrla bu yılki seçime yetiştirme derdiniz var. Bizim burada toplanmamızın nedeni o. Bu kanun, bu yılki seçime yetişsin, bu yılki seçime yetişsin ki Türkiye Barolar Birliğinin seçiminde, belirleyici olabilin. Çünkü ulaşamadığınız alan o, şu ana kadar yönelemediğiniz alanlardan biri o, avukatlar. Çünkü avukatlar, hukuk mücadelesi yürütüyor. Yani baroların tek meselesi... İşte orada sorun, avukatların meslek örgütü olması değil ki... Adli yardım barolarıyla, binlerce insan oradan destek alıyor. Peki, hangi baroya gidecek? Şey, ideolojisine göre mi gidecek? Kimliğine göre mi gidecek? Cinsiyetine göre mi gidecek? Hangisine gidecek? Nasıl olacak o?
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Yok öyle bir şey, yok öyle bir şey.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Şimdi.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - O sizin görüşünüz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Sizin görüşünüz, zaten hiçbir şey yok.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Cinsiyet dediniz...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Nasıl, kuramaz mı? Kuramaz mı bir baro? Şimdi kadınlar bir araya gelip bir baro kuramaz mı? Erkekler biz bir erkek barosu kuruyoruz, kadınları almayacağız, diyemez mi? Diyebilir.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Sayı belli.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Tamam 2 bin kadın bulunur, 2 bin erkek... Erkekler toplandı dedi ki: Biz bir erkek barosu kuracağız, öz erkekler barosu. Şimdi kurulur.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Çok farazi bir şey...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Hayır farazi değil, bu gerçeklik. Şimdi, kurulabilir arkadaşlar. Olmayacak bir şey değil. Yani, yaptığınızın nereye gittiğini bilin diye söylüyorum, olacak bir şey. Şimdi, olmayacak bir şey değil, olacak bir şey. Ve niye bu barolardan bu kadar rahatsız oldunuz? Bu, buraya geldi. Çünkü gerçekten barolar bu dönemde -bütün kurumları kapattınız, zapturapt altına aldığınız için- gerçekten insan hakları mücadelesi yürüttüler. Gerçek anlamda insan hakları mücadelesi yürüttüler.
Cezaevinde işkenceyi gündeme getirdiler, Meclis İnsan Hakları Komisyonunun yapmadığı işi yaptılar. Meclis İnsan Hakları Komisyonu kaç defa toplandı? Kaç defa gerçekten Türkiye'deki işkence vakalarıyla uğraştı? Mecliste, verdiğimiz soru önergelerinde bile "işkence" kelimesi geçiyor diye "kaba ve yaralayıcı" diye geri geldi. İşkence olayları araştırılmadı, üstü kapatıldı. En son örnek, bakın Rojbin Çetin evinde üç buçuk saat işkenceye maruz kaldı, üç buçuk saat, üç buçuk saat... Her türlü işkence... Önce iki köpek evin içerisine salındı -fotoğrafları var arkadaşlarımız Genel Kurulda bunları paylaştı- bacağını zar zor bundan kurtardı, sonra dipçiklerle, tekmelerle, tokatlarla kadın arkadaşımız üç buçuk saat işkenceye maruz kaldı, üç buçuk saat... Gözleri kapatıldı, yarı çıplak soyuldu, fotoğrafları çekildi, cinsiyetçi birçok küfre ve hakarete maruz kaldı ve 100 polis gitmişti evine.
Şimdi, valilik ne açıklama yaptı? Kendisine ve çevresine zarar vermesin diye orantılı oranda zor kullanıldı. "Orantılı oranda zor kullanıldı" dedikleri, neredeyse bacağının yarısını götürecek biçimde işkenceye uğramış olmasıydı.
İşte, barolar işkence vakalarıyla mücadele ettikleri için, takipçisi oldukları için bugün hedefteler. Hak mücadelesi yürüttükleri için hedefteler. Hiç bize anlatmayın çoklu baroymuş, yok demokrasi uygulayacaklarmış, bununla ilgisi yok. Şu valiliğin açıklaması utanç vericiydi, utanç vericiydi. Yani, hepimiz açısından utanç vericiydi. Çünkü biz bu açıklamaları 80 döneminden, 90 döneminden iyi hatırlıyoruz. Çıkıp "Kendi kendisinin kafasını duvara vurdu." diyenler, "balkondan atladı." denilenler... 80 döneminde, Diyarbakır Cezaevinde, Esat Oktay'ın yaptığı köpekli işkenceler... Türkiye'nin bir ayıbıydı, kara lekesiydi, şu anda bu dönemde yine bu ayıbı yaşıyoruz, güncel olarak yaşıyoruz hep beraber ama valiliğin yaptığı açıklama utanç verici bir açıklama. Barolar bunları takip ettikleri hedefteler, Meclis İnsan Hakları Komisyonu da bununla ilgilenmişti, dert bu. Barolar, iktidarın yürüttüğü siyasetin, temel hak ve özgürlükler konusunda kısıtlama getirdiğini söyledikleri için hedefteler. Temel hak ve özgürlükler kısıtlanmıyor mu? Az önce de söyledim. Benim ilimde, bir ilde -bana tek bir kişi açıklama yapsın- eylem ve etkinlikler 365 gün nasıl izne bağlı olur? Van'da bin günden fazlaydı en son, şu anda herhâlde 1.300-1.400 günü bulmuş durumda, eylem ve etkinlik yasağı var. Barolar bunlara tepki verdikleri için hedefteler, buna tepki verdiler, yürüttüğünüz siyasete tepki verdiler, doğru bulmadılar, uluslararası hukuku savundular. Kanun değil, ben kanundan söz etmiyorum, çünkü avukatlar kanunla konuşmazlar, avukatlar hukukla konuşurlar ve hukukla konuştukları için de, hukuki değerlendirme yaptıkları için aslında şu anda hedefteler. Çünkü siz, karşınızda, hak ihlalinde de bulunsanız, temel hak ve özgürlükleri de kısıtlasanız karşınızda konuşacak hiç kimse istemiyorsunuz, konuşmasınlar istiyorsunuz.
Avukatlar, muhalifleri savundukları için şu anda hedefteler. Bir avukat arkadaşımız, Figen Yüksekdağ'ın avukatlığını yaptığı için ifadeye çağrıldı. Peki, herkes kendi müvekkilini seçmekte özgür değil mi? Siz hiç kimseyi avukatsız bırakabilir misiniz? Bu tercih yargılanabilir mi? Avukat, mesleğini yaptığı için yargılanabilir mi? Avukat arkadaşımız mesleğini yaptığı için ifadeye çağrıldı. "Figen Yüksekdağ'ın avukatlığını yapmışsın, bu bir suç." Bu, olay bu, Figen Yüksekdağ'ın avukatlığını yapmak.
HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - TCK'de belli suçun...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - İşte çok suç oluyor arkadaşlar, arada anlatırım ben size, konuşmamı bitiremiyorum böyle yani böyle olursa üç gün devam eder. Bırakın ben bitireyim, size arada anlatırım. Evrak da verebilirim, belge de verebilirim, soyut hiçbir şey söylemiyorum. Üç yıl boyunca ben partimizin hukuk komisyonunun sözcülüğünü yaptım, bütün dosyaları tek tek takip ettim, tek tek inceledim, daha vahim şeyler var, ben size evraklarıyla getiririm, soyut hiçbir konuşma yapmıyorum.
Şimdi, dediğim gibi avukat, işkenceyle ilgili fotoğraflama yaptığı için ifadeye çağrıldı. Az önce anlattığım vakada avukat arkadaşımız fotoğraf çektiği için TEM şubedeyken, TEM şube "Gel, ifadeni alacağız." diyor. Peki, işkence bu ülkede suç değil mi, uluslararası hukukta suç değil mi? Peki, işkenceyi örtmek, üstünü kapatmak suç değil mi? Aslında işkenceyi bildirmemek suçtur, bunu görüyorsanız eğer, bununla ilgili bildirim yapmıyorsanız suç işliyorsunuz. Avukat arkadaşımız görevini yapmış, işkenceyi bildirmiş. Şimdi, aslında bu, kendisinin kamusal olarak da bir sorumluluğu. Yapması gerekeni yaptı, onurlu bir tavır takındı ama ifadeye çağrıldı. Niye ifadeye çağrılıyor? İşkence fotoğraflarının nasıl sosyal medyada başka biçimlerde yayıldığını da biliyoruz. Şimdi, orada bu tartışmaya girersek cenazelere yapılan muamele, işte insanlara işkence yapılıp sırtlarına basılırken sosyal medyada paylaşılıp rencide edilmesi, başka bir biçimde işkence vakalarına nasıl çevrildiğini de biliyoruz. Şimdi, Rojbin'in yarı çıplak fotoğrafları çekilmiş. Yarı çıplak fotoğraf niye çekilir? Daha önce benzer bir durum uygulandı. Suçu ne olursa olsun, eğer bir hukukçuysanız kendinizi insan haklarına bağlı olarak kabul ediyorsanız, uluslararası hukuka bağlı kabul ediyorsanız suç tanımlaması üzerinden konuşmazsınız, bir gencin fotoğrafı, arkadan elleri kelepçeli, sırtına basılmış, kıyafetlerinin çoğu yırtılmış biçimde bir fotoğraf servis edildi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Bir saati geçtiği için kapandı, toparlayalım.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Şimdi ben suçu tartışmıyorum, bu, işkence mi değil mi? İşkencedir. Şimdi, işkenceyi bir suçla ya da başka bir biçimde meşrulaştırmak da aslında suçtur. İşte bu avukatlar bunu yaptığı için siz zaten mutlu değilsiniz. Çünkü sizin yaptığınızı toplumla paylaşıyorlar, çünkü sizin yaptıklarınızın takipçiliğini yapıyorlar, çünkü barolar sizin karşınızda, bütün bu uyguladığınız hukuksuz, kanunsuz işler karşısında tepki veriyor. Bu, kendi görevleri. Bakın, Avukatlık Kanunu'nda da vardır, baroların temel görevlerinden biri de İnsan haklarını savunmaktır, bu bir görevdir, barolara verilmiştir. Şimdi, barolar bunu yaptıkları için aslında hedef hâlindeler. Barolar siyaset yapmıyor, barolar hukuku savunuyor. Siyaseti kim yapıyor? Siyaseti şu anda Barolar Birliği Başkanı yapıyor. Burada onunla aranızda problem yok çünkü sizin siyasetinizi yürütüyor. Siz, siyaseti sizinkini yaptığı zaman problem görmüyorsunuz zaten.
AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Biz yaptığımız zaman da siz problem yapıyorsunuz.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Ama hukuk mücadelesi verse bile sizin politikalarınızın karşında bir yerde durduğunu hissediyorsanız bir problem görüyorsunuz. Yani niçin şimdi barolar hedefinizde? Yoksa öğretmenler çıkıyor açıklama yapıyor ama "sizinkiler" problem değil. Çıkıp yapıyorlar, bir sürü kamu görevlisi yapıyor. Kamu görevlileri, kendi politik görüşlerinin yansımasını bütün her yerde ortaya koyuyor ama sizin politik görüşünüz olduğu için problem yok.
Şimdi, arkadaşlar, peki, bu sorun nasıl çözülür? Şimdi, bu kadar yargısal problem var, yargının siyasallaşması var, şu an, yargının totalleşmesi var, yani bir partinin elinde tekelleşmesi var, bir partinin komisyonu hâline gelmesi var. Yani, bu yazıktır. Sadece ceza dosyaları için de söylemiyorum, bu, hukukun tümüne yansımış bir durumdur ve insanların güveni olmadığını da kaç gündür söylüyoruz, dün de söyledik zaten siz de biliyorsunuz; insanların hukuka, adalete güven oranı yüzde 25, hatta daha altında. Şimdi, bu mesele nasıl çözülecek? Bu meseleyi bir baroyu bölerek mi çözeceksiniz yani baroları bölerek. "Biraz daha bölelim." Bu bölücü tavrınızdan vazgeçin bir defa, bölünerek çözülmez bu mesele. Şimdi, nasıl çözülür? Meseleleri... Şimdi yargıyı siyasallaştırmaktan, tekelinize almaktan, elinizde sopa olarak kullanmaktan vazgeçin. Yargı, elinizde sopa olmuş, muhalefete karşı kullandığınız bir argüman olmuş. "Bağımsız, tarafsız yargı" kelimelerle olmasın, kanunlarda 3 cümleyle olmasın. Tarafsızlık, bağımsızlık sadece cümlelerle, kelimelerle olmaz, uygulamayla olur. Bunu yapmak için de elinizi yargının üzerinden çekin. Ya, bakın, çok ilginç bir durum, dün de biz burada örneklerini çokça verdik, getirsek mesela, muhalefetle ilgili hazırlanan fezlekeleri, yargılamaların yürütülüş biçimini aslında yargının ne olduğunu hepimiz göreceğiz. Hepsi ortada.
Şimdi, yargıda en temel ilkeler şu anda ihlal ediliyor ve bununla ilgili olarak herhangi bir girişim yok. En temel ilkeler nedir? Mesela bir suçla ilgili 2 defa yargılanmazsınız değil mi? Ya, bir suçla ilgili 2 defa yargılanabilir misiniz? Yani hukukun en temeli, Roma hukukunda kalma bir ilkedir: Bir suç, 1 defa cezalandırılır ve biter. Peki, şu anda ne oluyor? Bir suçtan 2 defa yargılanabiliyorsunuz: Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş. Bir dosyadan yargılandılar, bırakıldılar. Aynı suçla ilgili başka bir dosya açıldı, o suçla ilgili de şu anda tutuklular, aynı suç: 6-8 Ekim olayları. Aynı suçla ilgili 2 defa tutuklandılar; en temel ilke ihlal ediliyor. Peki, bu, yargının siyasallaşmasının bir sonucu değil mi? Elbet. Çünkü öncesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karar vermişti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararını uygulamak zorundaydınız; "İtiraz edeceğiz, temyiz edeceğiz." dediniz. Böyle bir usul de yoktu, Büyük Daireye gitti, oradan karar çıktı, tahliye kararı verdi ama bir kanunu dolanmanız gerekiyordu, o arada şöyle oldu: Ana davadan yani AİHM'in, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin karar verdiği dosyadan tahliye ettiniz, başka bir dosyadan tekrar tutuklama verdiniz. Aynı durum, başka bir şey yok elinizde. Ya, bu, kanunu dolanmak. Çünkü öncesinde Cumhurbaşkanı çıkıp demişti ki: "Biz, çıkmasına izin vermeyiz." İzin vermedi. Şimdi bize "Yargı tarafsız, bağımsız. Savcılar, hâkimler çok iyi; çok iyi yürütüyorlar. Problem avukatlarda, barolarda." mı diyorsunuz? Yapmayın, değil. İşte yargının siyasallaşması bu; yargının iktidarın elinde sopa hâline gelmesi bu. Şu anda yargı, iktidar düğmeye bastığı anda harekete geçen bir mekanizma hâline gelmiş. "Düğmeye basayım, işlet." diyor. Böyle bir yargı mekanizması olmaz, reflekslere göre tepki veren bir mekanizma olmaz. Şimdi, bir suçun cezası neyse odur: Hakaretin cezası tutuklamayı gerektirirse tutuklarsınız, tehdidin cezası tutuklamayı gerektirirse tutuklarsınız ama kişiye göre tutuklama yapmazsınız. Ama kişiye göre tutuklama yapılıyor: İşte, Başak Demirtaş'a tehditte bulunan, cinsel saldırı tehdidinde bulunan kişi tutuklandı, sonra bırakıldı; Esra Albayrak'a -bakana- yapılan saldırıda -ki ben, Esra Albayrak'a yapılan saldırıyı da kınamış biriyim. Ben, kadınlara yönelik her türlü saldırıyı kınayan biriyim- saldırgan tutuklandı ve tutuklanış biçimleri de bir mesaj verir nitelikteydi.
Şimdi, bir suç ve ceza belli olur. Kimliğe, kişiye, mağdurun ya da failin kişiliğine göre uygulanmaz. Bu ilkedir. Bunların hepsinden soyutlanırsınız.
Üçüncüsü ve en temel ilkelerden biri, suç ve cezanın şahsiliği. Peki, bu ülkede suç ve ceza şahsi midir, yoksa toplumsallaştırılmış bir durum mudur? Bu ülkede artık suç ve ceza toplumsallaştırıldı. Sadece bir kişi değil, ailesi, çevresi, tanıdığı, selam verdiği herkes cezalandırılıyor. Bakın, bunu en net, az önce ifade ettiğim gibi küçücük bir çocuk kanser hastasıydı, babası cezaevinde olduğu için günlerce aylarca pasaport peşinde koştu, yurt dışı yasağı verildi, gidemedi, çocuk yaşamını yitirdi. Bu, toplumsal cezalandırmadır. Cezaevine almıyorsunuz ama toplumsal olarak cezalandırmadır. Bu, en temel ilkedir, suç ve cezanın şahsiliği ve tarihin en eski dönemlerine dayanır. Siz kişiyle yaparsınız, yoksa diğeri -hukuk böyledir- başka bir biçimde uygularsınız. Kan davası hâline getirmektir diğeri.
Kan davasında gidersiniz başka birini, aileden başka birini de vurursunuz, o yetmez başka birini de vurursunuz, o yetmez diğerlerini de sürersiniz. Bu, kan davası uygulamasıdır. Şimdi, peki, burada suç ve cezanın şahsiliği var mı? Yok.
E, peki, bir ilke daha, bu hem inançlarda vardır hem hukukumuzda vardır, bir kişi yaşamını yitirdiğinde her türlü suçtan artık azade olmaz mı, devam ettirebilir misiniz? Yani bir kişi öldü ama ben davasını devam ettireceğim diyor musunuz, hiç dediniz mi yani? Dava düşer, yaşamını yitirdi. Hukuken düşer, inançlarda düşer, dinen düşer, gider. Peki, ne yapıyorsunuz? O kişi öldüğünde de onun üzerinden ailesini cezalandırmaya devam ediyorsunuz. Cenazesi üzerinden, aileye kargoyla cenazeyi gönderiyorsunuz, usulüne uygun diyorsunuz. Ya tamam usulüne uygun olsun, kanunda da olsun. Peki, vicdana uygun mu, ahlaka uygun mu, toplumsal değerlerimize uygun mu?
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Başaran, toparlayabilir miyiz...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Toparlıyorum Başkan.
Uygun mu? "Uygun" derseniz amenna. Mezarlıklar kırılıyor, mezarlıklar. İşte, bu, kişinin öldükten sonra cezalandırılması, ailesinin cezalandırılması, toplumsal cezalandırmanın bir parçası olarak karşımızda duruyor. Eğer "Sorun ne?" derseniz, işte, bunların konuşulması gereken ortamda biz neyi konuşuyoruz? Avukatlar suçlu, barolar suçlu, biz bunları bir bölelim, güçlerini ellerinden alalım, bölüp parçalayıp yönetelim. Bu idealle Türkiye'deki yargı problemi çözülmeyecek. Bunu net bilmekte fayda var. Türkiye'nin en asli problemleri de bitmeyecek.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Çok uzadı...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Toparlıyorum Başkan, bitiyor.
İfade ettiğim gibi, arkadaşlar, pişman olacağınız işler yapıyorsunuz. Üç gün sonra pişman olacaksınız. Bakın, bugünü unutmayalım, bugünü not edin bir yere. Siz yarattığınız canavarların farkında değilsiniz. Bakın, bu uygulamaların hepsi toplumu birbirinden ayıran uygulamalar. Büyük tehlike içerisindeyiz. Bakın, tehlikeli bir oyun oynuyorsunuz. Biz, cemaat döneminde de aynı şeyi söyledik. Çünkü cemaat de en fazla bizi sevmiyordu. O zaman da söyledik, bakın, bu kadar yetki veriyorsunuz, ya bunlar hukuksuz iş yapıyor, kanunsuz iş yapıyor, kumpas yapıyor diyorduk, dinlemiyordunuz. "Kandırıldık." dediniz. Kandırılıyorsunuz da faturası size kesilmiyor, bu ülkeye kesiliyor, bu ülkenin halklarına kesiliyor. Yaptığınız her uygulamanın faturası bize kesiliyor, her türlü faturası.
Şimdi, siz, konjonktürel olarak, kendi siyasetiniz için, bir dönemlik işte biz biraz avukatları, baroyu da bir hizaya alalım diye yapacağınız bu uygulamada yüz yıl boyunca insanların hayatında çok bambaşka değişiklikler yapacak uygulamaları gerçekleştiriyorsunuz. Her türlü siyasetiniz bunu gerçekleştiriyor. Ayrıştırma siyaseti, ayrıştırıyorsunuz. İşte, bu ayrıştırma siyasetinden vazgeçmeniz gerektiğini bilmeniz gerekiyor. Bu, çözüm değil.
Ve ben bir daha ifade etmek istiyorum, tekrar tekrar söylüyorum: Bakın, baro başkanları kapının önünde. Baroya gelemiyorum, baro buraya gelsin, buraya gelsin baro. Baro gelsin, kendini ifade etsin. Ne istiyorlar? Esasen, bu yargıdaki problem ne, avukatların problemi ne, ya avukatlar ne yaşıyor? Bunu konuşalım. Avukatların dünya kadar problemleri var, onu birazdan anlatırım. Avukatların dünya kadar problemleri var. Ne yaşıyor bu avukatlar? Yani bunu konuşalım, yargının problemlerini. Getirin 3 sacayağını buraya; barolar gelsin, savcılar kurulu gelsin, hâkimler kurulu gelsin, 3'ü gelsin buraya, biz yargıyı konuşalım. Nasıl bir yargı? Tarafsız, bağımsız yargıyı nasıl kurabiliriz? Onu konuşalım ama bu, bizim hepimiz açısından büyük bir tehlike getirecek, sonra sizin açınızdan pişmanlık getirecek ama son pişmanlığın fayda etmeyeceği bir düzenleme olduğunu buradan bir kez daha ifade edeyim ve son olarak da bilmiyorum gazeteci arkadaşımız bırakıldı mı?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Henüz bırakılmadı.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Henüz bırakılmadı yani ben bunun bir ayıp olduğunu düşünüyorum. Meclis kapısının önünde baro başkanlarıyla konuşan bir gazetecinin, Sibel Hürtaş'ın gözaltına alınmasının bir ayıp olduğunu düşünüyorum. Bir kadın arkadaşımız hastaneye götürülmüş ve darp edilmiş, artık arkadaşlarımız onu açıklarlar.
Teşekkür ederim.