KOMİSYON KONUŞMASI

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet, ya tabii, dünden beri söylüyoruz, söylüyoruz ama hâlen baro başkanlarımız Meclisin dış kapısının duvarlarında, yerlerde oturmaya devam ediyor. Gerçekten bu konudaki ısrar, bu avukatlara yönelik tutumun ne anlaşılabilir bir yanı var ne kabul edilebilir bir yanı var. İki gündür oturmaya devam ediyorlar ve oturmaya da devam edecekler.

Sadece o da değil bugün avukatlar, baro başkanlarıyla beraber açıklama yapmak üzere ve suç duyurusunda bulunmak üzere adliyedeler. Aslında izin almaksızın, barışçıl gösteri ve toplanma hakkı anayasal ve İnsan Hakları ve Avrupa Sözleşmesinin açıkça güvence altına aldığı bir hak olmasına rağmen avukatlara yönelik ve baro başkanlarına yönelik "yürütmeyiz, dağılın" şeklinde uyarı ve yer yer gazla saldırıların olduğu bir yerden geliyorum şu an. Yani bu kadar demokratik hakkın kullanımının engellenmesi meselesi, avukatların tam da kendilerini ilgilendiren böyle bir yasal düzenlemede söz söylemek istemelerinin bu kadar engellenmesi gerçekten anlaşılabilir değil. Aslında bugünkü durumun kendisi bile, bu kadar seslerinin kısılmak istenmesinin kendisi bile, sözlerinin dinlenmemek için bu kadar ısrar edilmesinin kendisi bile bu yeni düzenlemeyi, bu çoklu baro sistemi dediğimiz düzenlemeyi neden getirdiğinizin aslında bir de göstergesi.

Hep söylüyoruz, başından beri söylüyoruz sessizleştirilen barolar istiyorsunuz. Seslerini çıkarmayan, mücadele etmeyen, iktidara biat eden barolar istiyorsunuz ve aynı zamanda da avukatlar istiyorsunuz, özellikle de avukatlar. Çünkü gerçekten bugüne kadar en büyük direnişleri, en büyük mücadeleleri, hak mücadelesini, demokrasi mücadelesini, özgürlükler mücadelesini her yerde dile getiren; savunma makamında, meydanlarda, sokaklarda, adliyelerde, katliamın olduğu yerlerde, iş cinayetlerinin olduğu yerlerde, her yerde dile getiren hep avukatlar oldu. Tüm saldırılara rağmen avukatlar geri çekilmediler, her zaman haklının yanında, haklının gerçekten adalete erişebilmesini sağlamak üzere hep mücadelenin içerisinde oldular; mültecilerin yanlarında oldular, gözaltındaki kayıplara karşı hep mücadele içinde oldular, kadına yönelik şiddete karşı mücadele içinde oldular, LGBT haklarının engellenmesine yönelik, nefret suçlarına yönelik mücadele içinde oldular.

Birçok işkence vakasında gerçekten çok ciddi raporlar hazırladılar, katliamlarda ciddi raporlar hazırladılar, kamuoyuna sundular, bilgilendirdiler. Açıkça anlaşılıyor ki bu bilgilendirmeden, bu gerçeğin açığa çıkarılma faaliyetlerinden oldukça fazla rahatsız olmuş durumda bu iktidar ve bugün, bu açığa çıkmasını istemediği, üstünün kapatılmasını istediği meseleler için de çoklu baro adı altında baroları susturmak istediği, avukatları susturmak istediği bir yasal düzenleme getiriyor.

Şimdi, baro başkanları bir yürüyüş yapmak istedi, engellediniz. Gerçekten vahim bir tablo, tekrar hatırlatmak istiyorum: Gözaltına alınma tehdidinden tutun da darp edilmeye, yemeklerine el konulmaya, tuvalete gitmelerine izin verilmemeye, güneş ve yağmur altında, çadır, şemsiye, sandalye, battaniye verilmeden, yirmi yedi saat boyunca, yorma, aç ve uykusuz bekletme gibi -işkencedir bunlar, bunun adını hepimiz biliyoruz- işkence yöntemleriyle, kötü muamelelerle, Anayasa ve tüm sözleşmelere açıkça aykırı bir şekilde bir muameleye maruz bıraktınız, sonunda ne oldu? Bütün bunlardan sonra, elbette ki avukatların ve baroların direnişi sayesinde, gerçekten güçlü duruşları sayesinde, her tarafta, her yerde barolar sözünü söylemeye, her ilde açıklamalar yapmaya başlayınca, baroların, işte, yürümesine izin verdiniz. "Oysaki, bunu, böyle bir darp meselesini, bu kadar insan hakları ihlali gerçekleştirmeden, gerçekten demokrasinin gereği olarak, Anayasa'nın gereği olarak, uluslararası sözleşmenin ve yasanın gereği olarak yürümelerine izin verseydiniz, kendi sözlerini söyleselerdi acaba nasıl bir zarar oluşurdu?" diye sormak gerekir buradan. Ne oldu? 80 baro sizin bu yasa tasarınıza karşı olduğunu açıkladı, buna karşı da tutumlarını açık, net ortaya koydular ve buna ilişkin de siz her ne kadar onlarla görüşmek istemeseniz de, onları dikkate almadığınızı açıkça, dolaylı olarak da olsa -aslında bunun adı açıkçadır- söylemiş olsanız da yine de onlar şu konuda ısrarcı oldular, dediler ki: "Biz gelmek istiyoruz, görüşmek istiyoruz ve bütün barolar olarak..." Temsili baro değil, her baronun çünkü kendi deneyimleri var, kendi sonuçları var, kendi biriktirdikleri var ve buralardan yola çıkarak bu yasaya ilişkin sözleri var, hepsi de bütün düzenlemeler konusunda aynı düşünmek zorunda değil; dolayısıyla, hepsi buraya gelmek ve burada görüşlerini size aktarmak istediler çünkü "Baroların sorunları var, avukatların sorunları var." deyip durduğunuz şeyin hayatta karşılığı olan insanlar, avukatlar ve barolardır, siz değilsiniz, muhatabı siz de değilsiniz, siz bunları yaşamıyorsunuz, hangi sorunları yaşadıkları, bunlara dair nasıl çözüm yöntemleri önerdiklerine dair dinlenebilecek olan kesim aslında tam da barolardı, avukatlardı ama maalesef dinlememek için iki gündür baro başkanlarını Meclisin dışarısında -içinde bile değil, dışında- bekleterek gerçekten Meclis için vahim bir tablo çiziyorsunuz. Yani "halkın Meclisi" denilen, halkın iradesiyle seçildiğini söyleyen milletvekilleri bu halkı buraya almayarak acaba iradeyi mi reddediyor, kimi reddediyor, kimin temsilcisi olduğunu düşünüyor? O zaman birilerinin söyleyeceği sözün kıymeti yoksa, buraya iletilmeyecekse, o zaman neden seçiliyoruz, kim adına seçiliyorsunuz, niçin burada varsınız, sadece iktidarınızın çıkarlarını ya da kendi çıkarlarınızı korumak için mi buralara geliyoruz? "Seçim bitene kadar, seçim olana kadar halkım için çalışacağım ama seçim olduktan sonra sadece kendim için çalışacağım." hikâyesine dönmüş olmuyor mu meselenin kendisi? Avukatların, evet, bizim Meclisimiz açısından baro başkanlarının Meclisin dışında, duvarın dibinde oturuyor olması onlar açısından onurlu bir durumdur. Yerlerde otursalar da, aç, susuz bıraksanız da... Ki, bugün şunu da hatırlatayım: Yani, bir zabıta aracıyla içeriye çay ve su getirmek istendi, o araç bile içeriye alınmadı. "İçeri" dediğiniz; bariyer kurmuşlar, bariyer ile oturma alanı arasında 20 metrelik bir yer var, oradan aracın sokulması ki içeriye arkadaşlarımız çay alabilsin, içecek bir şeyler alabilsin. Yani, bu nasıl bir ruh hâlidir ki, içeriye çay hangi tehlikeyi yaratıyor, hangi kamu güvenliğini yaratıyor, hangi sorunu yaratıyor acaba ki, arkadaşlarımızın bir araçla çay malzemelerinin içeri bırakılıp geri dönülmesine dahi izin verilmedi? Hani, bu noktaya getiren nedir, hangi kaygılarınızdır, hangi gelecek korkularınızdır, neden bu kadar korkuyorsunuz, gerçekten bir çayın bile içeri alınmasından bu kadar korkma hâli neyin göstergesidir? Bir açıklasanız da gerçekten öğrensek yani.

Şimdi arkadaşlarımız oturmaya devam ediyorlar, şunu da söylüyorlar: "Biz bütün baro başkanları içeriye alınıp sözümüzün söylenmesine fırsat verilene kadar burada oturmaya devam edeceğiz. Bu yasa tasarısını kabul etmiyoruz. Bizim açımızdan, savunma makamı açısından, yargı mekanizması açısından bunun getirebileceği hiçbir olumlu durum yoktur; tam tersine, çok daha ağır sonuçları olacak, yargıyı tümüyle bağımlı hâle getirecek, savunmayı tümüyle etkisizleştirecek, dolayısıyla, demokrasiye, özgürlüklere, adalete darbe vuracak yeni bir düzenlemedir ve bunun çekilmesini istiyoruz." diyorlar ve bu konuda ısrarcılar. Bir kez daha buradan tekrar edelim, belki fikrinizi değiştirirsiniz. Meslektaşlarımızın gerçekten hepsi buraya alınmalı, fikirleri dinlenmelidir kesinlikle, bu ısrardan vazgeçilmesi gerekiyor.

Şimdi yasal düzenlemeler var, bir sürü sözleşmeler var ama nedense, bugün yine avukatların yapmak istedikleri eylemlere izin verilmedi, yine bir saldırı zemini var, yine gazla müdahaleler oluyor. Oysa ki, Valiliğin daha önce OHAL'i gerekçe göstererek... Yani bu arada şunu da söylemek lazım: Bu aranın moda gündemi oldu, gerçekten her yasaklama kararının gerekçesine "Pandemi koşulları." demeye başladınız. Gerçekten bazen siz, böyle kötü olayları; darbe gibi, pandemi gibi, gerçekten herkes için ciddi riskler taşıyan olayları kendinize bir şekilde nimet sayıyorsunuz ve bu nimetlerden yararlanarak kendi istediğiniz mekanizmaları örmenin zeminleri hâline getiriyorsunuz. Şimdi bugün de avukatların yapmak istediği yürüyüşe, mitinge gerekçe olarak yine şunu söylediniz: "Valilik 15 günlük bir yasaklama kararı verdi, gerekçe olarak da pandemi yani sizin sağlığınızı düşünüyoruz." dediniz. Yani sağlığını düşündüğünüz arkadaşları gazlayarak pandemi günlerinde, şiddet uygulayarak mı sağlıklarını koruyorsunuz gerçekten? Hani, böyle korunuyorsa bilelim de herkese önerelim, tavsiye edelim yani "Bu yöntemle korunuyormuş." diyelim, herkes de böyle korunsun pandemiden. Öyle, elimizi yüzümüzü yıkayarak, tedbir alarak falan korunmamıza gerek olmaz o zaman herhâlde.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul ) - Biber gazıyla korunuyor!

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Yani herhâlde öyle korunuyor, benim anladığım o. Bu kadar kalabalığın sağlığını gerçekten yok sayarak insanların üzerine doğru gaz sıkmak ne demek, herkesin birbiriyle temas etmesi demek zorunlu olarak. "Pandemiden korumak için gaz sıkıyorum ama birbirinize temas etmek zorunda kalabilirsiniz." Yani öyle mi? Gerçekten akıl alır gibi değilsiniz ama biz şunu biliyoruz: Her şey sizin için bahane, her şey sizin için kullanılabilir bir malzeme. Bunu da maşallah, aynı işçi-işveren ilişkilerinde sermayeden yana aldığınız tutum gibi burada da demokratik hakların kullanımının önüne geçmek için kullanmaya devam ediyorsunuz.

Arada bir, gerçekten nadir de olsa güzel mahkeme kararları da çıkıyor. Daha önce Valiliğin OHAL'i gerekçe göstererek LGBT+ haklarıyla ilgili etkinliklere yönelik aldığı toplu örtülü eylem yasağı kararı, Kaos GL'nin açtığı dava sonunda, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdare Dava Dairesi tarafından kaldırıldı ve kararda şöyle denildi: "İdarece düzenlenen etkinliklerin toplumun bazı kesimlerini rahatsız edebileceği; provokasyon, saldırı veya tepkiye sebep olacağı ileri sürülmekte ise de kamu düzeni söz konusu etkinlik ve toplantıları yasaklayarak değil..." Bakın "yasaklayarak" değil, "...gerekli kolluk tedbirlerini almak yoluyla korunabileceğini, etkinliklerin süresiz yasaklanması yerine gerekli kolluk tedbirlerinin alınabildiği ölçüde, zaman, mekân ya da etkinlik sınırlaması yapılabileceğinden temel hak ve özgürlüklerin koşulsuz, belirsiz ve ölçüsüz olarak kısıtlanması sonucunu doğuran dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka uyarlık mahkeme kararında yasal isabet görülmemiştir." deniyor.

Şimdi bu karar sizin, çok uzun bir süredir iktidarın yaptığı bütün bu uygulamalara cevap veren bir karardır aslında. Çünkü siz çok uzun zamandır şöyle bir uygulama yapıyorsunuz: Bir ilde bir ay boyunca yasaklama kararı, on beş gün boyunca yasaklama kararı, bir hafta boyunca yasaklama kararı... Bir hafta bitiyor, tekrar bir hafta boyunca yasaklama kararı yani neredeyse bütün yılı yasaklama kararının olduğu bir sürece çeviriyorsunuz. Ya, bu "kamu güvenliği" dediğiniz şey her gün mü tehlikede, kim atıyor bunu bu kadar riske, nasıl oluşuyor bu? Vallahi, asıl risk sizsiniz herhâlde ki bu kadar risk görüyorsunuz kendinizde yani.

Şimdi, böyle bir karara ilişkin, bakın çok açık söylüyorum: "Yasaklayarak çözmeyin." diyor. Kamu düzeninde söz konusu bir sıkıntı varsa bile bu yasaklayarak değil... (Uğultular)

Biri bir şey mi dedi, ben duyamadım?

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Arkadan arkadaşlar müdahale ediyor.

Lütfen arkadaşlar...

Abdullah Bey... (Gülüşmeler)

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Hayır, onlar değil. Başka bir cümle duydum da... Neyse... Tam anlamadığım için bir şey demeyeceğim şimdi.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Buyurun.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Yani diyor ki: "Toplantı ve gösteri yürüyüş hakkını koruyun, kamu düzeni adı altında hakları yasaklamayın." diyor.

Şimdi, en güncel konumuz ne? E, sosyal medya kötüye kullanım durumları var; öyleyse sosyal medyayı yasaklayacağız. Okullarda çocuklar, öğrenciler birbirlerine şiddet uygulayabiliyor; okulları kapatın. Sağlık Bakanlığında sağlık çalışanları arasında şiddet çok yaygın; e, Sağlık Bakanlığını kapatın, sağlık kurumlarını tümden kapatın. Nerede bir sorun görüyorsanız oranın tamamını kapatın, sorunları kökten çözün hatta Meclisi de kapatın -vallahi aklıma kurum gelmiyor- ne varsa onları da kapatın, hepsini toptan çözün; gerçi kurumların bağımsızlığı falan filan kalmadı. Her yer saraya bağlı olunca bu kurumların da ne kadar ihtiyacı var o da ayrı. Hiçbirinin kendi kararını veremediği, aslında kendi konusunda bile bakanların bile muhatap olamadığı, bakanların bile haberdar olmadığı, bütün kurumsal yapıların tek bir yerden yönetildiği yerde, bunlara da gerçekten ihtiyaç var mı? Bakanına ya da bilmem hangi kurumun müdürüne ya da üniversitelere bile yani... Üniversitelere bile ataması seçilen kişilerden ilk sıradaki değil, Cumhurbaşkanının takdir ettiği seçiliyor. O zaman niye seçim yapıyorsunuz? İstediğinizi atayacaksanız, bu keyfîliği sürdürecekseniz o zaman niye göstermelik seçimler yapıyorsunuz hani? Dolayısıyla böyle bir mekanizmada, evet, haklısınız, belki de her yeri kapatarak çözmek istiyorsunuz, her şeyi kapatarak çözmek istiyorsunuz ama bakın, karar diyor ki: "Öyle yapmayın, yanlış yapıyorsunuz, hukuka aykırı davranıyorsunuz, Anayasa'ya aykırı davranıyorsunuz, uluslararası sözleşmelere aykırı davranıyorsunuz. Yasal hakların kullanımının, demokratik hakların kullanımının önünü açın." diyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütünün ve Uluslararası Af Örgütünün, pandemi sırasında, insan hak ve özgürlüklerin kullanımına yönelik müdahalelere ilişkin raporlarında da altı çiziliyor özellikle: "Covid-19 salgını da tıpkı OHAL gibi toplantı ve gösteri hakkını kullanmanın önünde bir engel değildir; buna ilişkin gerekli tedbirlerin alınmasıyla çözülmelidir, yasaklamayla değil." diyor. Alman Anayasa Mahkemesi de bu doğrultuda pandemi sırasında -başka bir ülke nasıl karar veriyor, hani siz en demokratik ülkesiniz ya, o yüzden örnek veriyorum- sağlığı koruma amacıyla Covid-19 salgını nedeniyle toplantı ve gösterilere örtülü bir yasak getirilmesinin hak ve özgürlüklere aykırı olduğu kararını veriyor. Siz ne yapıyorsunuz? Gösteriyi yasaklıyorsunuz; oh ne güzel, âlâ bir durum.

Şimdi, Türkiye'de avukatlar neler yaşıyor? Evet, gerçekten, sizin söylediklerinizin bir kısmı sorunları yaşıyor da gerçek sorunları neler -hani siz işinize geldiği kısımları anlatıyorsunuz her seferinde- avukatlar gerçekten ne sorunlar yaşıyor, biraz oralardan bahsedelim. Baroların kendilerini ve adalet sistemini doğrudan etkileyen bir konuda bile maruz kaldıkları bu içeri alınmama tutumu, yok saymalar, engellemeler ve yasaklamalar gibi, özellikle darbe girişiminden bu yana Türkiye'de avukatların karşı karşıya kaldığı tabloyu herkese çok net bir şekilde gösteriyorsunuz. Avukatlık mesleğine ve savunma hakkına yönelik müdahaleler ve günden güne artan baskılarınız, Türkiye'de benzer bir baskıya maruz kalan başka meslek grupları ya da topluluklar kadar gündem olmadı, olmuyor ne yazık ki. Ancak avukatlık mesleğine yönelik her saldırı, avukatın kendisi kadar savunulmaya ihtiyaç duyan herkesi ilgilendiriyor.

Adalet ve yargı sisteminin geldiği nokta itibarıyla elde kalan az sayıda güvenceyi de başta 676 sayılı KHK de olmak üzere OHAL KHK'leriyle sınırlandırdınız. Çağdaş Hukukçular Derneğini, Özgürlükçü Hukukçular Derneğini, Mezopotamya Hukukçular Derneğini kapattınız. Özellikle Diyarbakır Barosu, hazırladıkları raporlarla hedef gösterildi ve yönetim kurullarına dava açtınız. 676 sayılı KHK'yle, cumhuriyet savcısının talebi ve hâkim kararıyla bir kişinin avukatlıktan men edilmesine de imkân tanıdınız. KHK'nin 2'nci maddesine göre suç işlemek amacıyla örgüt kurma, silahlı örgüt kurma, yönetme, terör suçlarından şüpheli sanık veya hükümlü olanların müdafilik veya vekillik görevini üstlenen avukat, hakkında bu fıkrada sayılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması hâlinde müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten yasaklanabiliyor. Bu kararın, bunun nasıl uygulandığından haberiniz var mı? Bir liste yayımlanıyor, ne gerçekten soruşturmanın konusu ne kovuşturmadaki deliller ne durum; asla bakılmıyor. Böyle 40 kişi, 50 kişi, 100 kişi, 130 kişilik avukat listeleri yayımlanıyor ve bunların belli davalardan yasaklandığı söyleniyor.

(Oturum Başkanı Yılmaz Tunç tarafından AK PARTİ sıralarındaki milletvekillerinin fotoğrafının çekilmesi)

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Yakalandınız.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Kamu hizmeti gerçekleştiriyoruz. Arkadaşların ricası oldu.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Barolar da kamu hizmeti yapıyor ya hani, bir hatırlatayım, kapıda bekliyorlar. Siz kamu hizmeti yaparken şurada oturuyorsunuz da kamu hizmeti yapan baro başkanlarımız kapıda.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Şöyle panoramik de çekebiliriz.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Başkanım, ayrımcılık olmasın.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Konuşurken çekersek daha güzel çıkar.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - O zaman ben konuşamıyorum, birisine güzel çıkmaya çalışırken.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Buyurun, devam edin.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, bu maddeyle gerçekten keyfîlik konusunda sınır tanımayan bir noktaya varılmış durumda. Aslında bu düzenlemenin kendisi tümüyle kaldırılmalı ama yasal sınırlar içerisinde bile uygulanmıyor. Avukatlar, gerçekten çok keyfî bir şekilde, gerekçesi olmaksızın, neden o dosyadan yasaklandı, neden o davaya girmesi yasaklandı hiçbir gerekçe açıklanmadan "görüldüğü lüzum üzerine" işte, oradaki maddedeki klasik hükümleri, cümleleri sıralayarak dosyalardan yasaklanıyor. Şimdi, nerede kaldı savunma hakkı, nerede kaldı sanıkların müdafiden yararlanma hakkı, müdafiyi seçme hakkı? Biliyorsunuz, kişinin müdafiyi seçme hakkı da var; zorunlu müdafiyi de kabul etmek istemeyebilir, kendi istediği avukatın savunmasını yapmasını isteyebilir. Ama bu koyduğunuz hükümle aslında avukatı da mesleğinden engellediği gibi, keyfî kararlara yol açtığı gibi, savunmanın önünü kestiği gibi aynı zamanda kişinin de istediği avukatı seçme, istediği avukatla savunmasını yapma hakkını da ortadan kaldırmış oldunuz.

Yine, İnsan Hakları İzleme Örgütüne göre Türkiye'de bu KHK maddesine dayanılarak müvekkilleri özelinde avukatlık yapmaktan men edilen en az 400 avukat bulunuyor. Bu 400'ü tabii şöyle düşünün: 400 avukat ama her bir avukat için de farklı farklı zamanlarda, farklı farklı kararlar alınarak bu hep sürdürülüyor. Biraz önce bahsettiğim o hani, on beş gün yasaklama kararı bitti, bir on beş gün daha, bitti, bir on beş gün daha hikâyesi burada da devreye giriyor, yasaklama kararı veriliyor. Arkasından bittiği süre tekrar yeniden başlatılıyor ve aslında yıllara varan sürelerle avukatlar belli dosyalardan yasaklanıyor. Tekrar söylüyorum: Hiçbir gerekçesi olmamasına rağmen, hiçbir somut delile dayanmamasına rağmen keyfî kararlarla, gerekçesiz kararlarla avukatlar dosyalardan yasaklanıyor. Mesela, avukatların sorunlarını düşünüyorsanız şu maddeyle bir ilgilenseniz; niye böyle oluyor, nasıl uygulanıyor bu, nasıl bir keyfî tutum var. Hiç açıp baktınız mı mesela ne oluyor bu davalarda, neden bu avukatlar yasaklanıyor? Bir avukatın dosyadan yasaklanmasının uluslararası sözleşmeler açısından, Havana Kuralları açısından çok çok ağır koşullarda olabileceğini hepimiz biliyoruz değil mi? Ama buna rağmen önüne gelen hâkimi, savcısı avukat olunca mesele, özellikle muhalif avukatlar olunca, iktidara yakın olmayan avukatlar olunca keyfî kararlar vermekten asla çekinmiyorlar.

Son süreçteki yargı mekanizmasını hepimiz çok iyi biliyoruz. İnsanlar vallahi bir "tweet" attığı için örgüt propagandasından yargılanıyor. Bir tane gizli tanık bulunuyor, o gizli tanık -bazen açık tanık da olabiliyor- baskıyla, zorla veya ödüllendirme mekanizmalarıyla bir sürü insan hakkında aynı anda ifade veriyor. Yani 1 kişinin 300 kişi hakkında birden bu 300 kişiyle ilgili tüm ayrıntıları hatırlayıp ifade verebilmesi ne kadar mümkün acaba? Gerçekten bu gerçekliğe uyuyor mu? Bana sorsa ben bu 300 kişiyi hatırlayıp tek tek ne olduğunu söyleyemem mesela ama bu kişiden gözaltında teker teker o ne yaptı, ne etti, neredeydi, ne zamandı gibi hikâye bir ifade alınıyor, gizli tanık ifadeleriyle ya da "Biz seni Pişmanlık Yasası'ndan yararlandırırız, etkin pişmanlığı kullanırsın, seni cezaevinden çıkarırız." hikâyeleriyle -ki başka birçok insan hakkında- işkence yöntemi ya da hukuka aykırı diğer yöntemlerle -ki ödüllendirme gerekçesiyle bir insandan ifade almanın kendisi de aslında hukuka aykırı bir ifade alma biçimidir- mesela bir dosya açısından tam 300 kişi hakkında aleyhe beyan alınmış ve bu 300 kişi bir tek kişinin bu ifadesinden kaynaklı olarak tutuklanıyor, yargılanıyor, cezaevlerinde başına gelmedik şey kalmıyor, her türlü işkenceyle baş başa kalıyor, niye? Çünkü bir kişi, başka delillerle desteklenmeyen, başka bir araştırma yapılmaksızın sadece gizli tanıkların ifadelerine dayanılarak yıllara varan cezalarla yargılanabiliyor ve hatta o kadar da ceza alabiliyor. Dolayısıyla, bizim ülkemizde örgüt üyesi olmak çok basit bir şey, çok sıradan bir şey. Hatta o da gerekmez, 2 tane basın açıklamasına katılırsınız, 2 tane yerde bir açıklama yaparsınız, bir demeç verirsiniz siyasi olaylar ile gündeme dair, konuşmak istediğiniz konuya dair sizden alınma, siyasi faaliyet yürüttüğünüz, siyaset yaptığınız için size uzatılan bir mikrofona konuştuğunuz cümlelerle ilgili olarak birkaç tanesi birleştirilir, buradan örgüt propagandası, zincirleme örgüt propagandası, süreklileştiği için de örgüt üyeliğine dönüştürülerek örgüt üyeliğinden de üst sınıra doğru yaklaşılarak... Biliyorsunuz herhâlde, bir cezada alt sınırdan uzaklaşılması için bunun gerekçelendirilmesi, temel dayanaklarının, yasal dayanaklarının yazılması gerekir ama bağımlı hâkimlerimiz maalesef buna ihtiyaç duymuyor. Çünkü biliyor ki bu tarz, bu yöntem onay alıyor, bu yöntem sayesinde yükseliyorlar, bu yöntem sayesinde rütbeleri artıyor, takdir topluyorlar. Hiç gerekçeye de ihtiyaç olmaksızın alt sınırlardan da uzaklaşarak üst sınırlara yaklaşan, yıllara varan cezalarla cezalandırıyorlar, dokuz yıl, on yıl. Neden? Birkaç basın açıklamasına katılmış olmak, birkaç konuda düşünce ifade etmiş olmakla ilgili.

Bunlar da yeterli değil, dosyalarda artık şunları çok fazlaca görüyoruz: Avukatlar yargılanırken susma hakkını kullandırdıkları, müvekkile savunmasıyla ilgili bilgiler verdiği, dosyasıyla ilgili birlikte tartıştığı, birlikte konuştuğu vesaire gibi gerekçelerle, yani, en temel görevi olan işleri yaptığı için bunlar örgüt üyeliğinin gerekçesi olarak gösteriliyor ve avukat arkadaşlarımız maalesef bu gerekçelerle örgüt üyeliğinden yargılanıyorlar. Avukatlar adil bir şekilde yargılanmak için -dikkatinizi çekiyorum- artık öyle bir noktaya geldi ki adil bir şekilde yargılanmak için çareyi ölüm orucunda aramaya başladılar.

Eskiden şunu derdik: "Serbest bırakın. Hiçbir suç yok, ortada delil yok, yargılamaya konu olacak hatta kovuşturma açılacak ya da soruşturma açılacak bir delil yok, neden gözaltına alıyorsunuz, neden tutukluyorsunuz? Serbest bırakın." Şimdi, öyle bir hâle getirdiniz ki ülkeyi, artık insanlar: "Yargılanayım tamam ama adil yargılayın en azından." diyor. "Tamam, keyfî olarak gözaltına aldınız, keyfî olarak tutukladınız ama en azından yargılama sürecini adil yapın da gerçekler açığa çıksın." diyor ve bu ülkede insanlar "Adil bir şekilde yargılanmak istiyorum"u çözebilmek için, bu şekilde gerçekten yargılanabilmek için çareyi ölüm oruçlarında arıyorlar. Ebru Timtik ve Aytaç arkadaşımız bu nedenle ölüm orucundalar, özellikle Ebru, çok kritik aşamalara gelmiş durumda ve dosyaları şu an Yargıtayda. Tutuklu olmalarına rağmen dosyaları ele alınmadı, incelenmedi.

Ha! Geçenlerde de şöyle bir şey oldu, biz eskiden FETÖ döneminin yargılamalarında şunu çok görürdük: Bir davayla ilgili ya da bir gözaltı operasyonu olduğunda sorgular yapıldıktan sonra kimin tutuklanıp tutuklanmadığı açıklanmamışken basında kimin tutuklandığı, kimin bırakıldığı haberlerini görürdük. O zamanın yandaş basınıydı onlar da, şimdinin yandaş basınları gibi. Daha henüz avukatlara bir açıklama yok, karar açıklanmamış, mahkeme henüz bu konuda tartışma aşamasında, inceleme yapıyor güya dosyayı -o incelemelerin hikâye incelemeleri olduğunu hepimiz biliyoruz- ama televizyonlarda alt yazı geçtiğini görürdük: "Şu kişiler tutuklandı, bu kişiler serbest bırakıldı." diye. Şimdi aynısı, meslektaşlarımızla ilgili bir dosyada gözaltına alınan bir başkasıyla ilgili oldu ve biz bunu AKP yargısının olduğu dönemde de görmeye başladık, başka örnekleri de var ama çok yakın örnek olduğu için. Emniyette polislerin söylediği şey şu: "Sizin dosyanız zaten kesinleşmek üzere, kesinleşecek yakında." Avukatın bilmediği dosya hakkındaki bilgiyi emniyet nereden biliyor? Emniyet zaten kesinleşecek, tutuklanacaksınız siz, artık zaten bir şeyiniz olmazı nereden biliyor? Yargı, önce kararı emniyete mi bildiriyor? Avukatın bile, savunmanın bile haberi olmadan kararlar oralara mı açıklanıyor acaba? O zaman kararları kim veriyor? Gerçekten bu kararları yargı mı veriyor yoksa bir yerlerin zaten talimatı olduğu için, önceden talimat da yaygınlaştırıldığı için zaten bütün birimler de biliyor mu? Bir tek avukat bilmez, bir de sanıklar bilmez, onun dışında herkes bilir.

Şimdi, bunun izah edilebilir bir yanı var mı? Gerçekten bu avukatlarla ilgili dosya Yargıtayda onaylanırsa yani emniyetin söylediği gerçek çıkarsa biz ne diyeceğiz, nasıl düşüneceğiz bu yargıyla ilgili, nasıl bağımsız bir yargı olduğu fikriyatına sahip olabileceğiz? Şimdi, bunu gerçekten sormak gerekiyor.

Şimdi, ihraç edilmiş olmaları veya devam eden hatta bazı durumlarda hükmün açıklanmasının geri bırakılması ya da beraat kararıyla sonuçlanan soruşturma ve kovuşturmaları gerekçe göstererek yüzlerce hukuk fakültesi mezunu avukatların stajına başlamasına izin verilmiyor. Yani bir daha okumak istiyorum, belki dikkatinizi çeker: "Soruşturma veya kovuşturma gerekçe gösterilerek" Yani hakkında verilmiş ve kesinleşmiş bir hüküm var mı? Yok. Bu dosyadan beraat mi alacak, ceza mı alacak belli mi? Yok. Masumiyet karinesi nerede kaldı? Siz peşin peşin diyorsunuz ki: "Senin hakkında soruşturma var, bir dava dosyası var, biz bu nedenle senin ruhsatını vermeyeceğiz, stajına başlatmayacağız, sen böyle bekleyeceksin" Kaç yıl bekleyecek? O da belli değil çünkü bizim ülkede yargı, işine geldiğinde üç ayda, altı ayda kararları verir, işine gelmediğinde, bekletmek istediğinde altı yedi yıla varan yargılamaları süreçleriyle karşılaşırsınız.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Yirmi yedi yıl.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - İlhan Çomak yirmi yedi yıl diye hatırlattı, gerçekten öyle.

Şimdi, bu avukat arkadaşımıza siz şunu demiş olmuyor musunuz "Tamam okulu bitirdin, tamam ruhsat başvuruna da, staj başvuruna da başvurdun ama hele bir dur bakalım, senin şu davanı bir görelim sonucu ne olacak, sen bir altı yedi yıl bekle biz ondan sonra sana ruhsatını belki veririz." Ya bu, nasıl bir adalet anlayışı? Bir insanın emeğini bu kadar süre hiçleştirmeyi, onun bütün geçim olanaklarını ortadan kaldırmayı... Yıllarca emek harcayıp ki bu insanların çoğu yoksul çocukları, emek harcayarak zar zor koşullarda ailesinin bir şekilde desteğiyle ki bu ülkede eğitim almak maalesef paralı hâle gelmiş durumda, parasız hiçbir adım atılamadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu kadar zorluklar içerisinde yaşayan bu gençler, nasıl oluyor da sizin "Soruşturma ve kovuşturma var, bekleyelim, altı yedi yıl daha dur bakalım." kararınızla hayatlarını karartabiliyorsunuz. Kendi çocuğunuzu bir düşünün ya, gerçekten kendi çocuklarınızı bir düşünün; kendi çocuğunuza bu yapılsa -altı yedi yıl bekle bakalım, sen bu arada- bu genç nasıl yaşayacak, geçimini neyle sağlayacak? Yıllarca emek verdiği mesleğini yapmamanın psikolojik etkisinin, sonuçlarının dış dünyadaki, toplumsal ilişkilerdeki karşılığının farkında mısınız? Bu, nasıl bir rahatlıktır? Hadi bütün bunları geçtim, ya hukuken masumiyet karinesi diye bir şey yok mudur? Masumiyet karinesi... Peki, bu insan beraatle sonuçlandığında ne diyeceksiniz? "A, pardon ya biz öyle değerlendirmemiştik ama olsun altı yedi yılın da haybeden gitti, sen öyle kal." mı diyeceksiniz yani? Nerede kaldı masumiyet karinesi, nerede kaldı avukatların savunma hakkı, bunun kullanılabilmesinin mekanizmalarının açılması, uluslararası hukuk, Havana kuralları? Avukatların savunma görevini yerine getirebilmesinin koşullarını sağlamanız gerekiyorken tam tersine uygulamalarla avukatları mesleğini yapamaz, savunma makamını gerçekten gereği gibi yürütemez hâle getiriyorsunuz. Bu mekanizma da neler oluyor? Stajını tamamlayanların avukatlık ruhsatı başvuruları Adalet Bakanlığı ya da Türkiye Barolar Birliği tarafından bekletiliyor ya da reddediliyor. Avukatlık ruhsatı almış olan avukatlar baro levhalarından siliniyor. Bütün bu baskılar Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin ve İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün avukatlar ve Türkiye'deki yargı sistemine dair raporlarında çarpıcı bir şekilde dile getiriliyor. Şimdi, bütün bu sorunları biz yaşıyoruz gerçekten.

Hani genelde ceza hukukundan örnek verdim, aslında biraz hukuk alanından da örnek vermek gerekiyor. Ya, şimdi, istinaf mahkemeleri getirdiniz. İşte "yargıda reform" dediniz, "Yargıyı hızlandıracağız." dediniz, onu dediniz bunu dediniz, hep bir reformunuz var ama biz, bir türlü bu reformları gerçek hayatta göremiyoruz. İstinaf mahkemeleriyle beraber ne oldu biliyor musunuz? Yargı süreçleri iyice uzadı. Gerçekten hukuku bilmeyen, aslında gerekli eğitimlerden geçmemiş, gerekli mesleki deneyimlere sahip olmayan hâkimlere görevlendirmeler yaptınız. Müthiş yanlış kararlar vermeye, dosyaların yeniden yeniden dönmesine, yeniden yeniden yargılamaların uzamasına ve insanların haklarını yıllara varan süreçlere yayan, dolayısıyla da yargıya da adalete de güvenmeyen bir noktaya çektiniz; sadece ceza için değil, hukuk alanı da aslında böyle bir noktaya geldi. Ya, istinaf mahkemelerinde birkaç yıl boyunca işçi alacaklarına ilişkin davalar bekletildi ve bu sorulduğunda da bekletilmek talimatı aldığını dolaylı yollardan öğrendik. İşçi alacaklarına ilişkin işçilerin yıllarca emeğiyle, gerçekten alın teriyle kazandığı paraların ödenmesini geciktirmesine kim, hangi gerekçeyle böyle bir talimat verebiliyor gerçekten? Ya, alın terinin hakkını nasıl bu kadar kolay harcayabiliyorsunuz? Ama bu istinaf mahkemeleri tam da aslında işçilerin, emekçilerin, yoksulların haklarının geciktirilmesi noktasında çok ciddi bir sorun hâline geldi. Siz işçi alacakları için ara buluculuk getirdiğiniz, bu da yetmedi, şimdi de tüketici hakları için ara buluculuk düzenlemesi getiriyorsunuz ve gerçekten yargıda reform falan filan yok, yargıyı daha da işin içinden çıkılmaz, işlemez; dolayısıyla aslında yargıdan halkın vazgeçtiği bir noktaya getirdiniz. Kimse yargıya falan güvenmiyor. Bakın bir istatistiklere, bir sonuçlara bakın, yapılan kamuoyu araştırmalarına bakın. Yargıya güvenmiyor insanlar ya. Bu ülkede birçok kuruma güvenmediği gibi yargıya da güvenmiyor. Yargıya güvenmediğinde insanlar sorunlarını nasıl çözecek? O zaman elbette ki başka yollar aramaya başlıyorlar. Ben şunu çok yaşadım avukatlık mesleğim sürecinde: "Ne kadar sürer bu dava, kaç yılda alırım bu hakkım?" Ben de anlatıyorum, "üç yıl, dört yıl, beş yıl..." "E, o zaman ben vazgeçeyim, üç kuruşa anlaşayım daha iyi." diyor. Böyle bir yargı sistemiyle niye hak arasın, beş yıl sonra alıp almayacağı belli olmayan, üstelik de masrafını da peşin olarak aldığımız bir yargıya niye güvensin insanlar.

Bunlar da yetmiyor, "Avukatlar hâlen yargının kurucu unsuru değil, gibi görüyorsunuz." diyeceğim ama zaten öyle görüyorsunuz; bu yasa teklifinizle somutlaşmış "öyle değilmiş gibi görüyorsunuz." demiyorum, öyle görüyorsunuz artık, somutlaştı. Hâlen mahkeme kapılarında bekliyor avukatlar; hâlen duruşma sırası gelsin diye bekliyor; hâlen hâkim keyfine, canı sıkılıp sıkılmadığına, vallahi o günkü ruh hâline göre bile bir tavırla karşı karşıya kalıyorlar. İsterse duruşmadan atıyor, "Savunmanı beğenmedim." diyor duruşmadan atıyor, atmazsa "Susmazsan duruşmadan atarım." tehdidiyle konuşuyor. Ya, şimdi silahların eşitliği ilkesini savunduğumuz bir yerde bir hâkim, bir avukata nasıl diyebiliyor ki "Seni salondan atarım. Böyle konuşmaya devam edersen sustururum, seni de sustururum, müvekkilini de sustururum." Nerede kaldı silahların eşitliği ilkesi, nerede kaldı savunma dokunulmazlığı? Şimdi avukatlar böyle koşullarda duruşmalara giriyorlar, böyle koşullarda yargıyı takip etmek hak aramak zorunda kalıyorlar.

Bunlar da yetmiyor. Avukatlar emniyet müdürlüklerine gittiğinde karakollarda saatlerce müvekkiliyle görüşmek için bekliyor biliyor musunuz. Ben de bizzat bekledim, on iki saat beklediğimi hatırlıyorum. On iki saat boyunca ya bir müvekkil görüşmeyi, On iki saat boyunca beklettiler ve bazen de on iki saat sonrasında "Görüştürme yapamıyoruz. Personelimiz yok, o yok, bu yok." diyerek bizi geri gönderdiler. Bana şunu demeyin: "O zaman savcılığa başvursaydınız, oraya başvursaydınız." Hepsini yaptık, hepsini de yapmaya devam ediyoruz, bütün yargı yollarına da başvurmaya devam ediyoruz ama hiçbiri çözmüyor. Bizim, karakollarda on iki saat beklememizi -kötü koşullarda üstelik de, oturacak yer olmadan bazen, o koşullarda beklememizi- bize sunduğunuz o yargı yollarının hiçbiri çözmüyor maalesef. Bir buna bakın, bir bunu çözün. Avukatın karakollarda bu tarz muameleye tabi olmasını çözün, bu da yetmedi; cezaevlerinde müvekkillerle görüşmelerde kamera kayıtları getirdiniz, kayıt altına alma işlemleri getirdiniz, gardiyanla bekletme işlemleri getirdiniz; peki nerede kaldı savunma hakkı, nerede kaldı evrakların gizliliği, müvekkille avukat arasındaki ilişkinin gizliliği, ikisi arasında konuşulanların özel olduğu ve asla aktarılamayacağı, avukatın bile müvekkilin onayı olmadan asla bunları deşifre edemeyeceği kuralları nerede kaldı? E, bizzat bu konuşmayı dinliyorsunuz kayda alıyorsunuz ve bu kararları o kadar kolay alıyorsunuz ki Bakırköy Cezaevindeki bir kararı hatırlatayım: Bütün siyasi mahpuslarla ilgili, hepsiyle ilgili bu kararı almıştınız, hepsiyle ilgili. Bakın, böyle bir şey olabilir mi ya? Hangi gerekçeye dayanarak? Kişi ismi bile yok. O cezaevinde kalan bütün siyasi mahpuslarla ilgili bir avukatıyla ya da işte, yakınlarıyla ilgili dinleme kararları alınmıştı. Şimdi, bunun neresi gerekçe, neresi hukuk, hangi gerekçeye dayanarak yapıyorsunuz? Elinizde bir delil olması gerekiyordu değil mi en azından yasaya göre ama bu da yok.

Diğer bir sorun: Soruşturmalardaki gizlilik kararları. Ya, bütün siyasi soruşturmalarda gizlilik kararı nasıl alınabiliyor? Ya, hiç gizlilik kararı alınamayacak bir dosya yok mu gerçekten, yok mu? Bütün dosyalarda, en basit bir dosyada bile anında gizlilik kararı. Biz, hiçbir evrak göremiyoruz. Hiçbir evrak göremediğimiz dosyada bize deniyor ki: "Savunma yap." Ben neyle savunma yapacağım? Suçlamayı bilmiyorum, konuyu bilmiyorum, delilleri bilmiyorum, neyle suçlandığını bile bazen bilmiyorum ama bana deniyor ki: "Müvekkilinle görüş, git, orada bir on dakika ayaküstü..." O koşullar da yok zaten karakollarda, böyle derme çatma koşullarda on dakika görüş, ondan sonra gel savunmanı yap. Bir de uzatırsanız "Çabuk olun avukat hanım bekleyemeyiz biz sizi bu kadar süre." denilerek de, müdahale edilerek savunmaya ifade alınması isteniyor. Ben dosya hakkında hiçbir şey bilmiyorum nasıl yapacağım savunmamı? Müvekkilime ne diyeceğim, hangi hukuki konuda destek sunacağım? Hiçbir konuda. E, şimdi, o zaman, siz siyasi dosyalarda ya da bazen siyasi olmazsa bile önemli gördüğünüz, sizin açınızdan belki de gizlenmesi ihtiyacı hissettiğiniz dosyalarda gizlilik kararı vererek aslında savunmayı boşa düşürmüş olmuyor musunuz? Sadece, göstermelik bir avukat varmış gibi, şeklî olarak sadece bir avukatı orada tutarak, bazen de hatta özel avukatı olmasına rağmen özel avukatı beklemeyip CMK'den ısrarla avukat isteyip üstelik özel avukatın gidip "İfade alınacağı zaman bana haber verin." demiş olmasına rağmen haber vermeyip özellikle, CMK'den kişinin istemediği bir avukatı da dayatarak ifade almaya kalkıyorsunuz. Şimdi, o zaman, burada, nasıl bir savunma hakkından bahsediyorsunuz? Avukat burada, gerçekten nasıl kendi görevini yapacak, bunu gerçekleştirecek? Bu sorunlara biraz bakalım, biraz bunları çözelim. Bu konularda da emin olun gizlilik kararıyla ilgili de erişim kararlarına, kısıtlılık kararlarına ilişkin de her dosyada itirazlarımızı yapıyoruz. "Sonuç alabildiğiniz bir dosya var mı?" diye sorun Allah aşkına. Yok. Ya, bir tane karar mı olmaz gizlilik kararının kaldırılmasıyla ilgili ya. Bu kadar mı gizlilikle ilgili bütün kararlar doğru veriliyor da bir tane dosyamızda biz bu kararı alamıyoruz? Otomata bağlanmış bir şekilde kes-kopyala-yapıştır, bütün dosyalarda gerekçe aynı, aynı üç beş cümleyle dosyanın özgünlüğüne ilişkin hiçbir şey yok, üç beş cümleyle "Talebin reddine, itirazın reddine." diyor. Şimdi, buradan da geliyorsunuz, diyorsunuz ki "Avukatlar, avukatlık yapsın. Mesleklerini yapsın." Nasıl yapacağız? Hiçbir hakkımız yokken nasıl yapacağız? İddianameler, yalnızca iddia makamının topladığı delillerden kuruluyor. Avukatın soruşturma aşamasına olan tesiri sıfıra düştü. Yani sadece dosyayı görmemek değil... "İşte, ifadeden anladığımız kadarıyla, kısmen, şundan herhâlde yargılanıyor müvekkil, herhâlde de deliller şunlar." gibi yorumlar yaparak anlamaya çalıştığımız dosyalarda deliller sunuyoruz ama asla bu deliller toplanmıyor, bu deliller dikkate alınmıyor. Siz ne sunarsanız sunun zaten önceden hazır olan kararlar kes-kopyala-yapıştır yöntemiyle oraya yapıştırılıyor ve hüküm veriliyor. Peki, ben, dosyada bir etkim olmayacaksa o zaman neyin savunmasını yapıyorum? Neden delil ibraz etmeye çalışıyorum? Delillerle ilgili ibrazda da genelde şu oluyor: "Bu aşamada..." ya da "Hükme etkisi olmayacağından bu delillerin toplanmasının reddine" Bakın, cümle bu kadar. Hangi gerekçeyle hükme etki etmeyecek? Hangi gerekçeyle bu aşamada tesir etmeyecek? Bunları izah etmesi gerekmez mi? Hukukçu arkadaşlar bilir ama böyle bir izah yok, hepsinde aynı gerekçe. O zaman nerede kaldı adil yargılanma hakkı? Nerede kaldı avukatın savunma hakkı? Nerede kaldı kişinin savunmadan yararlanma hakkı? Nerede kaldı "silahların eşitliği" ilkesi? Tamam, görüntüde bir avukat var mı? Var. Aslında olay bu noktaya gelmiş durumda, görüntüde bir avukat var, evet. İfadeye girerken bir avukat var. Dosyada kovuşturmaya geçildiğinde bir avukat var. Sanığın yanında bulunuyor, evet, bir kişi var. Bu, artık hukuk mahkemelerine de yansıdı. Hukuk mahkemelerinde de benzer tavırlar gelişmeye başladı çünkü bir yerden başladığında bütün mahkemelere yayılıyor maalesef. Hukuk mahkemeleri de aynı cümleleri kurmaya başladı: "Uzatıyorsunuz" "Ama bu da olmaz ki" "Niye vermediniz ki?" gibi cümleleri biz hukuk mahkemesinde duymaya başladık. Avukatlara yönelik aynı saygısız tutumlar, avukatı hiçleştiren, değersizleştiren aynı tutumlar, cezalarda başladı, hukuk mahkemelerine kadar yayıldı.

Bakın, İstanbul'dan bahsetmek istiyorum. İstanbul'da biz ne savcıların odasına ne de bazı bölümlerde, hâkimlerin odasına giremeyiz; yüzlerini asla göremeyiz. Siyasi davalardaki savcıların en üst katta bir bölümü vardır, koridoru, biz oraya gidip ne dosyaya bakabiliriz, ne dosyayla ilgili direkt bilgi alabiliriz ne de savcıyla görüşebiliriz. Koridorun en başına bir görevli arkadaş konmuş, bakın kalemden de değil, görevli -normal güvenlik personeli gibi görevli- iki kişi konuyor. Biz oraya gidiyoruz, bize diyor ki: "Niçin gelmiştiniz?" Koridora giremiyoruz, bırakın savcının odasını, bırakın savcılık kalemini. Giremiyoruz, diyor ki: "Niçin gelmiştiniz?" "Biz şu dosyayla ilgili bir evrak inceleyeceğiz veya evrak vereceğiz." Arıyor kalemi: "Avukat Hanım gelmiş, ne diyorsunuz?" diyor. O da lütfederse, bakarsa bir şey söylüyor; bakmazsa, o an önünde değilse dosya -hiç gözlemleyemiyorsunuz çünkü siz aslında orada ne olduğunu- "O dosya daha açık, henüz bir işlem yapılmadı." diyor ve bizi geri gönderiyor. Böyle yargı olur mu ya? Ben dosyaya bakamıyorum, ben savcıyla görüşemiyorum, ben delillerin toplanması konusunda gerekçemi, en azından, gidip sözlü açıklamak istediğimde bunu yapamıyorum ve buna "yargı" diyeceğiz, öyle mi? "Adil yargı" diyeceğiz bir de buna. Koridora giremiyorum, bırakın onu.

Şimdi, yeni bir usul daha geldi, ağır ceza koridorlarının olduğu yerde de aynı uygulama başladı. Ağır ceza koridorlarına avukat kimliğimi vereceğim, ismimi yazdıracağım, hangi saatte girdiğimi yazacağım; ondan sonra gireceğim. Bir hâkime başka koridora girdiği zaman bu muameleyi yapıyor musunuz? Bir savcıya başka koridora girdiği zaman bu muameleyi yapıyor musunuz? Yapmıyor. Neden avukata -kurucu unsur olan avukata- ki aslında en tarafsız, en bağımsız olan noktadır avukatlık mesleğinin kendisi, savunmanın kendisi. Neden savunmaya bunu yapıyorsunuz? Neden girişlerde avukatları ısrarla aramaya kalkıyorsunuz da hâkim ve savcılar aynı muameleye maruz kalmıyor? Hepimiz kurucu unsursak neden sadece bir tarafa bu muamele yapılıyor? Benim ağır ceza kalemine girip giremeyeceğimi kapıdaki görevli belirliyor ya! Böyle bir şey olabilir mi? Şimdi, buradan da adil yargıdan bahsediyorsunuz, sorunları çözmekten bahsediyorsunuz.

Birçok dosyada, bakın, tanık hazır ediyoruz; diyoruz ki: "Bakın, bu tanıklar bu dosya açısından çok kıymetli, dinlenmesi gerekiyor." Valla dinlemiyor. Biraz ısrar ettiğimizde de tanıkları da bizi de duruşma salonundan atmaya kalkıyor. Yani, bu kadar keyfîliğin olduğu bir yargı sisteminden bahsediyorum. Ya, biliyorsunuzdur herhâlde diye düşünüyorum, bilmiyor değilsinizdir.

Tabii ki kadın avukatlar olarak da çok ciddi problemler yaşıyoruz maalesef. Diğer meslektaşlarımızdan farklı olarak kadın kimliğimizden kaynaklı da cinsiyetçi tutumlar, bazen tacize varan eylemler de yine bizim sıkça karşılaştığımız şeyler; küçük görme, aşağılama, işte, bizim mesleğe uygun olmadığımız imalarında bulunan sözlerle de kadın avukatlar olarak karşılaşıyoruz.

Yine, bir diğer sorunumuz, avukatların davalarına baktığı kişilere göre bir ayrımcılığa uğraması meselesi. Aslında bu, hani bu çoklu baro tartışılırken tam da bundan bahsediyorduk ya "Hangi baroya kayıtlıysanız ona göre, siyasi görüşünüze göre yargı kararlar verecek." diyorduk ya, şimdi, bunun bir başka yönden uygulanan, hâlen de devam eden noktası da müvekkillerimize göre avukatların yargılanıyor olması. "Müvekkilleriniz şuradansa bu avukatlar da buradandır, şu örgüttense bu avukatlar da bu örgüttendir." Bu, o kadar yaygın bir hâl almış durumda ki daha da vahimi, eğer avukatlar siyasi davalara bakıyorsa, mahkemeler önünde ya da işte, savcılıklar önünde peşin hükümle, bir yargıyla bakıldığı için taraflı kararlar verilebiliyor. Bunu sadece biz söylemiyoruz, gelen müvekkiller bize aynı şeyi söylüyor, diyorlar ki: "Şimdi, siz siyasi davlara bakıyorsunuz ya, işte, bunlar da iktidara muhalif olanların davaları ya, şimdi size davamı verirsem ben davamı kaybederim." Şu an yapmaya çalıştığınız sistemdeki gibi, aynısı. Çoklu barolarla da aslında olacak olan şey bu. Şu baroya kayıtlı olduğunda hâkim bakacak "Ha, bu, iktidarın barosu; bu, muhalefetin barosu; öyleyse ben ona göre karar vereyim." diyecek ve böyle karar verecek. Bakın, daha bu yasa gelmeden siyasi avukatlıklarda böyle oluyorsa...

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - 2'si de aynı barodaysa nasıl olacak?

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - 2'si de aynı barodaysa, eğer 2'si de AKP'liyse eşit verebilir, orada olabilir, orada belki bir hukuk uygularlar.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Kafama takıldı da.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Ha yani çözeriz, merak etmeyin, kafanıza takılan sorunu söyleyin, biz onu çözeriz. Yeter ki bize sorun, biz yöntem geliştiririz, hiç sorun yok.

Devam edebiliyorum değil mi?

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Daha çok hâkim var, son dönem gençlik kollarının hepsini hâkim yaptınız.

MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Hâkim var, avukat var...

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Züleyha Hanım, devam ediniz lütfen.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Diğer bir konumuz, avukatlara işkence. OHAL'de yapılan insan hakları ihlalleri bütün dünyada kınanırken bu ihlalleri engellemeye, bu ihlallere karşı ses çıkarmaya dönük mücadele yürüten avukatlar çok açık baskılara maruz kaldılar. Bir örnek vereyim, basın açıklaması yapmak isteyen avukat arkadaşlarımızın basın açıklamasını engellemek için savcılığın talimatıyla avukat arkadaşlarımıza saldırdı polis ve Avukat Zeycan Balcı belini kırdı, belini arkadaşlar yani basit bir şeyden bahsetmiyorum. Niye? Avukatlar kendileriyle ilgili bir meselede bir basın açıklaması yapmak istediği için. Nerede? Adliyenin önünde. Bir avukat ekibi nerede yapar açıklamasını arkadaşlar ya? Mesleki faaliyetlerini yürüttükleri, işlerini yaptıkları, savunma haklarını kullandıkları, hak arama mücadelesi verdikleri yerlerdir adliyeler. Adliyeler, sadece hâkimlerin, savcıların yerleri değildir, aynı zamanda bizim de yerimizdir ve bizim oralarda basın açıklaması yapma, sözünü söyleme hakkımız vardır. Ama bu hak ihlal edildiği için polis saldırısında Zeycan Balcı'nın beli kırıldı ve çok uzun süre tedavi görmek zorunda kaldı. Yine, hatırlarsınız, yakın bir zamanda avukat arkadaşımız trafikte "Niye uzun süre durdunuz?" diye söz söylediği için darbedildi. Yetmedi kendisinin darbedildiği, darbedenler yargılanmak yerine avukat arkadaşımız yargılandı. Şaşırdık mı, hayır çünkü bütün bu durumlarda, özellikle toplantı ve gösteri yürüyüşlerinden biliriz ya da bir kişi hakkını aramak istediğinde biliriz, bu hakkın özüne dokunan kişiler yargılanmaz, tam tersine hakkını arayan kişi yargılanır; o, polise mukavemet etmiş olur; o, efendim, polise saldırmış olur; o, gösteri yürüyüşlerini ihlal etmiş olur vesaire vesaire. Hatta bazen öyle abartıyorlar ki aynı eylemden üç dört tane suç bile çıkardıklarını gözlemleyebiliyoruz. Avukat arkadaşlarımıza yönelik de bu saldırı dalgası hep devam etti.

Biraz önce ruhsat gasbını özellikle söylemiştim. Gerçekten ruhsat gasbı meselesi avukatlara dönük en vahim noktalardan bir tanesi; tümüyle masumiyet karinesini ihlal eden bir nokta ve gerçekten çok sayıda avukat da bundan dolayı şu an avukatlık mesleğini yapamıyorlar.

Diğer bir mesele torba yasalar. Ya, gerçekten takip edemiyoruz -avukat olarak konuşuyorum şu an- gerçekten takip edemiyoruz. Hangi torba yasayla hangi yasayı çıkardınız, neyi değiştirdiniz, ne zaman değişti? Bunu takip etmek imkânsız artık. Bu koşullarda siz hâkimlerin doğru karar vermesini bekliyorsunuz, savcıların buna uygun hukuki uygulamasını bekliyorsunuz, avukatların buna uygun savunma ya da görevlerini yerine getirmesini bekliyorsunuz. Gerçekten nasıl olacağını bekliyorsunuz yani? Ama sizin bir yönteminiz oldu artık, yapboz tahtasına çevirdiniz; yasal bir düzenleme çıkarıyorsunuz, baktınız olmadı "Bu taraf olmadı şurayı değiştirdim." diyorsunuz; yama yapıyorsunuz, o yama da bir süre sonra tutmuyor; "Orası da olmadı, hadi şurayı değiştirelim." diyorsunuz ve bu yöntemle aslında gerçekten hukuku altüst ettiniz, yasaları da altüst ettiniz. Artık kimsenin ne takip etmeye ne de gerçekten ne, ne zaman değişti bunu görmeye mecali bile kalmadı yani.

Engelli avukatlar: Türkiye'de birçok adliye sarayı, emniyet müdürlüğü binası, karakollar, kamu kurumlarının binaları fiziksel yapıları itibarıyla engelli avukatların mesleğini yapmasının önünde çok ciddi bir engel. Hani geçenlerde anlatıyordunuz ya "Engelliler için çok fazla şey yaptık." falan bir de dönün engelli avukatlara bakın, engelli avukatlar mesleklerini nasıl yapabilecekler diye. Geçenlerde engelli bir arkadaşımla İstanbul Adliyesinden aşağıya inmeye çalıştık hangi asansörü kullanacağız, önce hangi merdivenden nereye ineceğiz diye; gerçekten uzun bir uğraştan sonra yapabildik çünkü direkt asansörler çıkmıyor, sürekli merdivenler kurulmuş. Önce bir asansörden başka asansöre geçiyorsunuz, oradan öbür asansöre geçiyorsunuz, oradan sonra bilmem nereleri dolanarak çıkıyorsunuz. Bakın, İstanbul'daki Çağlayan Adliyesi öyle çok eski bir bina falan değildir, yapımı yeni. Ama bu adliye yapılırken -Kartal Adliyesi de dâhil olmak üzere- engelli bir kişinin ya da engelli bir avukatın ya da engelli bir hâkimin, savcının, yürüyemeyen bir kişinin nasıl girip çıkabileceği düşünülmemiş bile. Ya, gerçekten inanın yirmi dakika boyunca nasıl çıkacağımızı bulmaya çalıştık. Şimdi, bir engelli avukat duruşmasına nasıl yetişecek, nasıl gidecek? Yürüyemeyen bir arkadaşımız nasıl bulacak? Engellilerin dünya kadar sorunu var ama çözümü yok.

İşçi avukatlar: Gerçekten işçi avukatlar dediğimiz -eskiden bağımlı çalışan denilirdi, dün de tartışıyordunuz- bağımlı çalışan değil, işçi çünkü bir ücret karşılığında çalışıyor arkadaşlarımız, bir patronu var bu da işin gerçeği; öyle "bağımlı" deyip yumuşatmanın da anlamı yok, işçi avukatlardır arkadaşlarımız ve gerçekten çok kötü koşullarda çalışıyorlar. Çok düşük ücretlerle, saatleri belli olmayan mesailerle çalışıyorlar ve buna ilişkin, işçi avukatlara ilişkin maalesef iktidarın hiçbir destekleyici mekanizması, onları güçlendirici mekanizması yok. Çok zor koşullardalar; her türlü mobbinge, her türlü tacize, her türlü baskılanmaya sessiz kalmaya zorlanıyorlar işlerini kaybetmemek için ama buna ilişkin mesela bir destekleme çalışmanız var mı? Yıllarca okuyup hayalini kurdukları avukatlık mesleğine geldiklerinde karşılaştıkları şeyin ne kadar büyük hayal kırıklığı olduğunun farkında mısınız? Bu tarz bir çalışmanın aslında avukatların bağımsızlığı nesnesini de nasıl zedeleyebileceğini görebiliyor musunuz? Mesela biraz bu işçi avukatlar meselesine eğilsek mi?

Stajyer avukatlar: Gerçekten çok ciddi sorunlarla karşı karşıyalar arkadaşlarımız; bir yandan geçimlerini sağlamak zorundalar, bir yandan stajlarını yapmak zorundalar. Bütün bu süreci nasıl birlikte yürütebilecekler, nasıl sağlıklı bir staj süreci yaşayacaklar? Mesela, neden onlara staj süreleri boyunca karşılıksız, geri alınmayan bir destekleme fonu ayırmıyoruz, birimi ayırmıyoruz? Mesela, iktidar bu konuda ne düşünüyor? Çünkü şunu biliyoruz: Aileler, zar zor okul dönemlerinde, eğitim dönemlerinde zorlanırlar ve çocuklarını okutmak için masraflarını karşılarlar, öyle ya da böyle ikinci ek işi yaparlar, temizliğe gider anneler, onu yapar, bunu yapar. Ama okul bittikten sonra, staj döneminde artık ailenizden para falan isteyemezsiniz, zaten yoksullar, vermeye devam edemezler. E, ama biz diyoruz ki: "Staj döneminde de sana destek de yok, bir şey de yok, stajını yapacaksın." Nasıl yapacak? Şimdi, aslında buna ilişkin, ekonomik sorunlarını çözmek üzere bir çözüm üretmek gerekmiyor mu arkadaşlarımız için?

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Ekonomik olarak...

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Destek diyorum...

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - İşi olsa da çalışsalar ya...

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Diyorum ki: Stajyer avukat -bu hepimizin sorunu olduğu için söylüyorum, stajda benim de üç ayım yandı- iş akdine dayanan bir kamu hizmeti, bir sözleşme, fiilî bir sözleşmeyle çalışıyor. Aynı zamanda da stajyerlik başvurusunda bulundu, Adalet Komisyonuna. Bu arada ilana çıkıyor, bağdaşıp bağdaşmadığına dair tahkikat yapılıyor. Ortaya çıktığı anda da şeyi iptal ediliyor. Veyahut da beş sene sonra, üç sene sonra biri bir ihbarda bulunuyor, diyor ki: "Bu, zamanında; şu tarih itibarıyla staj yaptığında, staj süresi askıdayken, ilandayken ya da altı aylık mahkemedeyken sigortalı işte çalıştığından dolayı, bunun avukatlıkla bağdaşmayan bir iş olduğundan dolayı..." diyor, geriye yönelik sıkıntıya giriyor. Bununla ilgili çözüm, destekleme mi olsun? İlişkilendirilsin mi? Öğretmenlerin de bu konuda bir talebi var da o yüzden sordum, böyle bir çalışma var.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Kesinlikle, etkisi eğer...

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Bağdaşsın mı?

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Tabii ki yürütecek işini. Eğer engel olmuyorsa niye staj yapması engellensin.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Şimdi, şöyle: Bunun da şu sıkıntısı var...

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Arkadaşlar, o zaman şöyle yapalım: Bu konuda söz almak isteyen kısa kısa, hemen fazla uzatmadan...

Son o zaman, siz konuşun ondan sonra...

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Başkanım şöyle: Bir çalışma var da. Bir çalışma olduğu için sordum.

Şimdi, mesela, öğretmenlerin...

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Tamam, konuşsun Ramazan Bey, ondan sonra size vereyim.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Öğretmenler hem öğretmenlik yapıp hem avukatlık... Akademisyenlerin öyle bir şeyi var.

O zaman, beraberinde şunu getirebiliriz: Yani, bir hizmet akdine dayanarak işçi olarak çalışır gibi aynı zamanda avukatlık yapabilecek mi?

Evet...

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Belli ki bu konu biraz uzun. Herkesin fikrinin olduğu, tartışılması gereken bir konu.

Müsaade ederseniz ben bitireyim, gerçekten bitireyim çünkü dağılıyor.

TUFAN KÖSE (Çorum) - Bu kanun çekelim, onu konuşalım o zaman.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet, ben devam edeyim arkadaşlar.

Bakın, CMK sistemi. CMK'da alınan ücretlerle ilgili gerçekten çok ciddi problemler var. Bilmiyorum, en son rakam neydi ama, 600 lira ağır cezaydı sanırım en son, tam hatırlamıyorum ama şu an. Bir ağır ceza dosyasına 600 liraya bakıyorsunuz. Hukukçu diliyle söyleyeyim: 600 lira ağır ceza dosyası. Şimdi, böyle bir... Yani, sadece cezaevine gidip gelseniz -ki biliyorsunuz artık cezaevleri şehir dışında, şehir merkezlerindeki cezaevlerini taşıdınız, masrafını bile karşılayacak durumda değil- bu ücretle nasıl CMK hizmetinin gerektiği gibi, gerçekten savunma hakkının gerektirdiği gibi, adil yargılanma hakkının gerektirdiği gibi ilgilenilmesini ve sonuç alınmasını bekliyorsunuz mesela. Biliyorsunuz, CMK çok yaygın bir sistem. Birçok avukat görevlendirmesi CMK üzerinden yapılıyor, çünkü insanlar yoksul, insanların öyle kendi başına özel avukat tutacak paraları yok. CMK'dan yani barolar üzerinden görevlendirme yapıyor ama bu yaptığınız görevlendirmedeki ücret gerçekten bu kadar düşük olunca, CMK hizmetinin de gereği gibi yürütülmesi mümkün olmuyor. Şimdi, mesela, bu açıdan biz hep şunu söyledik: CMK sisteminde, buradaki ücretlendirmenin en az asgari ücret noktasında olması gerektiğini. Türkiye Barolar Birliğinin tavsiye kararlarındaki rakamlara ya da en azından mantıklı bir tartışmayla bir noktaya yükseltilmesi gerek. Çünkü, gerçekten 600 liradan sanırım en son bahsediyoruz, ya, ağır ceza dosyası.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Ağır cezalarda 1280 TL, adli cezalarda 780 TL.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Yeni olmuş olabilir.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - 2020 rakamları.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Tamam yani rakamlar bunlar. Şimdi, bir ağır ceza dosyası 1.200 TL.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - 1.280 TL.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - 80'i de var diyorsunuz yani.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Masraflar hariç sizin dediğinizde.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi bakın, şöyle düşünün: Bir ağır ceza dosyasına özel avukatla gittiğinizde ne kadar bir ücret ister, tutuklu bir dosyada? Bir de bununla karşılaştırın bu rakamları lütfen. Yani ne kadar komik rakamlar olduğunu herhâlde gözlemleyebiliriz. O yüzden, o rakamın gerçekten makul bir rakama çekilmesi, bu hizmetin kalitesinin yükseltilmesi açısından da savunmanın kalitesinin yükseltilmesi açısından da önemli bir durum. O yüzden, bunun da gözden geçirilmesi gerekiyor.

Adli yardım sistemi benzer sorunlar yaşıyor, gerçekten bunların da çözülmesi gerekiyor.

Aslında, avukatların sorunlarını anlatmaya kalktığımda çok fazla sorun var, bitmiyor.

En son, bir karardan bahsedeyim. Bilirkişi raporu tebliğ edilmemiş, avukatın mazereti var, mahkeme karar veriyor, diyor ki: "Bilirkişi raporunun tebliğ edilmediği görüldü. Mazeretin kabulüne..."Arkasından diyor ki: "Hüküm..." Bakın, bilirkişi raporu tebliğ edilmemiş daha ama hükme geçiyor. Şimdi, böyle bir hâkim ekibiyle karşı karşıyayız. Şimdi, ne olacak? "Kararı verdim artık, ben el çektim, uğraşacaksınız." diyor. İstinafa gidecek, oradan Yargıtaya gidecek; oradan dolaşacak, geri gelecek, belki bir daha gidecek; bakın, bir hata yüzünden. O kadar açık bir hata ki bilirkişi raporunu tebliğ etmemişsiniz, dosyaya nasıl karar çıkarıyorsunuz? Ama kararı çıkarabilen hâkimlerimiz var. Şimdi, bu hâkimlerle siz yargının muhteşem ilerlediğini düşünüyorsunuz. Tabii, bu hâkimlerin... Hani, geçmişte çok mükemmeldi falan demiyorum ha, bu arada geçmiş yargı sistemini de eleştiren birisiyim. Ama bugün gerçekten öyle bir noktaya geldi ki bu iş, ilk atamalar yapıldığında -hatırlatmak isterim- şöyle bir karar vermişti bir mahkeme: "İki yıl ile beş yıl arasında ceza verilmesine..." Duyduğunuz mu bilmiyorum "İki yıl ile beş yıl arasında..." Avukat uyarıyor, diyor ki: "İki yıl ile beş yıl arası ceza olmaz hâkim bey, bir rakam belirlemeniz gerekiyor." "Yasada böyle yazıyor, sen benden iyi mi bileceksin?" diyor "iki yıl ile beş yıl arası" diye karar veriyor. Bakın, hâkimlerinizden bahsediyorum. Geçmişte de çok muhteşem değillerdi.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Bunu gönderebilirseniz çok mutlu olurum.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Göndeririz. Son kararı da göndereyim.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Sosyal medya sahteciliği olduğu ortaya çıktı.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Değil, değil. Bakın, bu arada sosyal medyadan duymadım, adliyedeki arkadaşlardan duydum.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Bu dediğiniz çerçevede sosyal medyada çok hata olmuş.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Doğrudur. Bakın, sosyal medya yalanı olabilir ama ben bizzat söyledim, kayıt da aldı; adliyedeki avukat arkadaşlarımdan duydum, sosyal medyadan demiyorum.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Hata olabilir yani.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Önemli değil, bu olmaz ama biraz önceki anlattığım karar...

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Bütün Türkiye'yi araştırdık, yok böyle bir şey.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - İnşallah, o kadar vahim değildir. Ama biraz önce anlattığım kararı isterseniz verebilirim, bende fotoğrafı var hatta.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Hata olabilir.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, bakın "hata" dediğiniz, gerçekten artık aldı başını gidiyor, farkında değil misiniz bilmiyorum ama bir avukatlara sorun; gidin, gerçekten avukatlara sorun "Ne yaşıyorsunuz?" diye.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Biz de avukatız.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Çalışan avukatlara sorun, mesleğini yapan arkadaşlara.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Arkadaşlar, kendi aramızda sohbet etmeyelim, kendi aramızda konuşmayalım.

Züleyha Hanım, siz de biraz daha böyle hızlandırırsanız çünkü bir saati tamamladık; diğer arkadaşlarımıza da söz verebilme adına çok iyi olacak.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Hızlandırmaya çalışıyorum, arada müdahaleler olunca olmuyor.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Eyvallah.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, bunun sebebi şöyle bir şey: Bakın, bunu kabul etmeyeceksiniz biliyorum, şu olacak, bu olacak ama kendi yarattığınız yargıdaki sorunun kaynağının sonuçlarıyla aslında hepimizi karşı karşıya bıraktınız. Evet, yargı da örgütlendi, Fetullah örgütü örgütlendi, şu oldu, bu oldu ama bunun örgütlenmesinin zeminini açanın "Ne istediniz de vermedik." diyenin siz olduğunu hatırlayınca bugün yargının geldiği durumun kaynağının da siz olduğunu herhâlde kabul edersiniz. Bu operasyonun sonucu aranızda sorun olmaya başladığında maalesef yargıyı vurdu, bir sürü hâkim görevden alındı. Ha, bu arada, görevden almaların aslında çok ciddi hukuken gerekçeleri olmadan olan durumlar olduğunu da biliyoruz. Haksız, hukuksuz şekilde, gerçekten bir yargılama olmadan da çok fazla sayıda insan arada cezalandırıldı. Ama bunun sonucunu bütün halk ödüyor. Nasıl ödüyoruz? Yargı sistemini çökerttiğiniz için ödüyoruz. Kendiniz tırnak içerisinde "Kandırıldık." diyorsunuz ya; kandırılmanızın sonucunu bu halka yüklüyorsunuz, yargıya yüklüyorsunuz ve oradan halka adalet dağıtması gereken yargı mekanizmasını bu hâle getiriyorsunuz, mecburen birtakım hâkimleri alelacele atıyorsunuz. Ha, bu arada hâkimleri atarken şunu da seçiyorsunuz tabii; kendi yandaşınız olanları, yakınınız olanları, kendi mekanizmalarınızdan geçmiş olanları atadığınızı da yakından biliyoruz elbette ki. Ama bu yarattığınız şeyin sonucunu, bedelini gerçekten halk ödüyor. Adil bir yargılanma olmayarak halk bununla karşı karşıya kalıyor.

Şimdi, getirdiğiniz bütün bu sorunları yaratmış olmanıza rağmen, gerçekten sorunların üstüne çok daha büyük bir sorun ekleyecek yeni bir yasal düzenleme getiriyorsunuz. "Çoklu baro" adı altında Barolar Birliğinin delege sistemini değiştiren, temsilde adaleti yok eden bir düzenleme. Gerçekten, hani öyle izah ediyorsunuz falan filan cümlelerle de bunların gerçek olmadığını hepimiz biliyoruz. Asıl meselenin gerçekten avukatları da hizaya sokmak olduğunu, baroların da hizaya sokulmak istendiğini; bunları da çok yakından biliyoruz. Çünkü avukatlar, özellikle yargı mekanizmasında gerçekten hizaya sokamadığınız önemli noktalardan bir tanesi. Ve bugün diyorsunuz ki: "Ben, yargının 2 ayağını zaten ele geçirdim ama -ha, bu arada hâlen direnen hâkimler, savcılar var, onlara haksızlık etmek istemem, az sayıda da olsa- avukatlar kaldı onları da ele geçirirsem bana muhalefet edecek bir savunma makamı kalmaz. İtaat eden bir yargı sistemi kurarım, bunun üzerinden de aslında toplumu sessizleştirmenin bir noktasını daha tamamlamış olurum." Devamı zaten sosyal medyayla geliyor, devamı zaten bekçi yasalarınızla geliyor, işçilere yönelik kıdem tazminatı hakkının gasplarıyla geliyor; İstanbul Sözleşmesi'nin iptali isteminizle geliyor, oradan da kadınları eve kapatmak istiyorsunuz, kadınları 4 duvar arasında, makbul kadınlar arasına sokmak istiyorsunuz. Bütün bunların hepsinin bütünlüklü bir planın parçaları olduğunun farkındayız. Yani avukatlara yönelik mesele de sadece avukatları ilişkilendiren bir mesele değil. Nasıl tabip odasına aynı şekilde bir müdahaleye hazırlanıyorsanız nasıl TMMOB'ye aynı şekilde müdahaleye hazırlanıyorsanız yani var olan size itaat etmeyen bütün kurumsal yapıların hepsini aslında hizaya getirme operasyonlarına hazırlanıyorsunuz.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Şimdi toparlıyoruz, değil mi Züleyha Hanım?

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Toparlayacağım da dağılıyor.

Evet, şimdi, bu yasanın tehlikelerine son kez dikkat çekmek istiyorum, son kez dediğime bakmayın her maddede konuşacağım ayrıyeten, son olmayacak o. Yani gerçekten bu düzenlemenin bu topluma, bu ülkeye getireceği hiçbir yararı yok. Tam tersine çok daha kutuplaştırmış, çok daha bölünmüş bir toplum ve avukatlık getirecek, böyle bir hâl alacak. O avukatlar arasındaki dayanışma mekanizmalarının yerine rekabet ilişkisini getirecek, barolar birbirleriyle gerçekten üye kaydı yapabilmek için kuralları gevşetecekler. Bakın, bu çok önemli bir risk; disiplin kurallarını gevşetecekler, belki de temel ilkeler konusunda gevşeklikler yapacaklar, eğitim sistemi konusunda gevşek davranacaklar. Çünkü şunu biliyoruz, en kolay ruhsat aldığınız yerden gidip ruhsat almak istersiniz değil midir? Ve bunu sağlamak için de bu yöntemi değerlendirirler.

Bu durumda, şimdi avukatlık mesleği şöyle bir meslek olamaz; rekabet hukukunun içine oturtulan bir meslek olamaz, savunma yapıyoruz ya biz, savunmayı savunuyorsak nasıl rekabet ilişkisinin içine böyle bir şeyi getirip diyoruz ki barolarda rekabet olacak. Şimdi, bu gerçekten kabul edilebilir bir durum değil. Evet, şunu da biliyoruz; başta söyledim yandaş barolar, muhalif barolar ayrımları olacak, bunun getireceği sonuçlar olacak, adli yardımda çok ciddi sıkıntılar yaşanacak, CMK sisteminde çok ciddi sıkıntılar yaşanacak; çocuk hakları, kadın hakları meselelerinde sıkıntılar yaşanacak, baroların müdahilliği meselesinde sıkıntılar yaşanacak; mali açıdan, ekonomik açıdan baroların meselelerinde sıkıntılar yaşanacak.

Sendikalardan şu deneyimlerimiz var, iyi biliyoruz: İktidara yakın sendikalara mali destekler açtığınızı ama muhalif olan sendikalara asla bu tarz bir destek sunmadığınızı, tam tersine, olanaklarını yok etmeye çalıştığınızı, onların üyeliklerini baskıyla, baskı yöntemleriyle engellemeye çalıştığınızı, hatta var olan üyeleri istifaya zorladığınızı da çok yakından biliyoruz. Dolayısıyla böyle bir düzenleme geldiğinde aynı şeyi avukatlara ya direkt dolaylı olarak yapacağınızı da biliyoruz. Kendi istediğiniz barolara üye olmaya zorlama ama orada üye olduğunda da sessizleştirmeye zorlama, belki de beğenmediğiniz barolara kayyum atama... Aynı belediyelerimize yaptığınız gibi, seçimle alamadığınız belediyelerimizi nasıl kayyum iradesiyle almaya çalışıyorsanız kayyumlarla ilgili herhâlde buralarda da düşünüyorsunuz, diyorsunuz ki: "Bu sisteme rağmen alabilirsek alırız baroları, Barolar Birliğini, alamazsak peşinden kayyum, zaten hazır, paket bekliyor." Alışıksınız zaten kayyum atamaya da. İradeye darbe vurmaya da alışıksınız.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Züleyha Hanım, lütfen toparlarsanız...

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Bitiyor, bitiyor, kesmeyin, bitireceğim lütfen.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Kesmiyorum da siz de biraz daha, hadi, bitirin de...

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - "Hadi" diye konuşmayalım, bitireceğim diyorum zaten, lütfen yani.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Ama bakın, bir saat on üç dakika oldu.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Tamam, olabilir, olabilir.

Şimdi başa almam gerekecek, cümleyi unuttum.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Yok, yok, unutmazsınız devam ederken.

Buyurun.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Bayağı bir... Yirmi dakika önce gideceğim galiba.

TUFAN KÖSE (Çorum) - Acele edince ne olacak? Çok mu önemli bir kanun yani?

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Size söz vereceğim zaten ya, size söz vereceğim.

TUFAN KÖSE (Çorum) - Anladım, ben bekliyorum sabırla.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Niye acele ediyorsunuz? Bir hafta daha beklesin.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Burada başka konuşmacı arkadaşlarımız var, onların haklarını da gasbetmeyelim arkadaşlar, lütfen.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Niye acele ediyorsunuz?

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Acelemiz yok yani hep beraber burada tartışıyoruz, konuşuyoruz.

ORHAN SÜMER (Adana) - Başkan, herkese cevap vermek zorunda değilsiniz ki!

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - E, vermeyelim o zaman.

ORHAN SÜMER (Adana) - Herkese laf yetiştiriyorsunuz.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Buyurun.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, şunu hatırlatmak gerekir: Gerçekten bugün bu şekilde kendi çıkarınıza diye düşündüğünüz bütün bu düzenlemeleri yapıyorsunuz ama bir gün bu düzenlemelerin hepsinden siz de zarar göreceksiniz. Siz de bu yasalarla yargılanmak zorunda kaldığınızda "Bir avukata ihtiyacım var." dediğinizde işte burada avukatın önüne koyduğunuz bütün o engellere siz de tanık olacaksınız, siz de onlarla karşılaşacaksınız ve o zaman "Bunu iyi yapmamışız." diyeceksiniz ama iş işten geçmiş olacak, siz de aynı muameleye maruz kalacaksınız çünkü yaptığınız yasal düzenleme bu.

Geçmişte, hatırlarsanız, bu mekanizmayı kendi çıkarına kullanan yapı ve özellikle de bir hâkim -hatta hatırlatmak isterim, adını hatırlayamadım ama- avukatlara gerçekten bir kurucu unsur gibi değil, ezmeye yönelik bir tavır alırdı, bizzat duruşmalarına girdiğim bir hâkimdi. Kaçmıştı ve yakalandığında ilk söylediği şey şuydu: "Avukat istiyorum."

Umarım siz bir gün "Avukat istiyorum." cümlesini kullanmak zorunda kalmazsınız, umarım bu yasalarla yargılanmak zorunda kalmazsınız ama görünen o ki siz de bu yasalarla yargılanacaksınız.

Teşekkürler.