KOMİSYON KONUŞMASI

VAHAP SEÇER (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın bakanlar, sayın milletvekilleri, değerli basın mensupları, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de sözlerime son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz hem yurdumuzda meydana gelen maden facialarından, doğal afetlerden ve sınır bölgelerimizde yaşanan sıcak çatışmalar sonucu ülkemize gelen -tırnak içerisinde söylüyorum- misafirlere yaptığı katkılardan dolayı AFAD'ın bu faaliyetlerine ilişkin bazı değerlendirmelerle başlamak istiyorum.

Geçtiğimiz yıl burada yine AFAD'a ilişkin değerlendirmeler yapılırken Sayıştay 2012 Raporu'nda "İnsani yardım faaliyetlerinin ve harcamalarının herhangi bir esas ve usul takip edilmeksizin yürütüldüğü tespit edilmiştir." ibaresi var o raporda. Ayrıca, düzenleme eksikliğine de dikkat çekiliyor, deniliyor ki raporda: "5902 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 8'inci maddesiyle kuruma ayni, nakdi ve insani yardım esaslarını belirleme görev ve yetkisi vermiş olmasına rağmen bu konuda henüz bir düzenleme yapılmamıştır." Şimdi, bu noktada hangi durumdayız ya da bugün bu konuyu, AFAD'ı konuşurken bu anlamda hangi noktadayız, onu öğrenmek istiyorum.

Geçtiğimiz mayıs ayında Soma'da meydana gelen faciada acı kayıplarımız oldu. AFAD'ın orada kurtarma çalışmalarına ilişkin önemli çabaları oldu ama biz milletvekillerinin de oradaki çalışmalara ilişkin çok miktarda soru önergemiz oldu ancak birçoğuna, tamamına yakın kısmına maalesef yanıt alamadık.

Son zamanlarda yine Ermenek'te AFAD'ın ismini sıkça duyuyoruz. Orada partimize mensup milletvekillerinin bazı çalışmaları var ve tespitleri var. Az önce Sayıştay raporunda söylediğim gibi bu faaliyetler sırasında herhangi bir esas ve usulün olmadığına ilişkin burada eleştiriler vardı, orada da karşımıza çıkıyor. AFAD personelinin, orada çalışmaları sürdüren personelin sabah kahvaltılarıyla gece yarılarına kadar çalıştığı, onlar için giden erzakların planlama eksikliğinden, noksanlığından kaynaklanan sebeplerden dolayı diğer yardım ekiplerine verildiği ve dolayısıyla böyle sıkıntıların yaşandığı şikâyetleri var. Tabii, bunlar belki de teknik meseleler, aşılması gereken meseleler olduğu için de burada bir not olarak sizlere aktarmak istiyorum.

Evet, en önemli konu AFAD'a ilişkin, 2011'den bu yana özellikle Suriye, daha sonra IŞİD kaynaklı orada yaşayan birtakım halkların yer değiştirmesinden kaynaklı, özellikle Türkiye'nin uyguladığı açık kapı politikası sonucu Türkiye'ye gelen Suriyeli misafirler. Aslında önceden onları halkımız misafir olarak kabul ediyordu ama şimdi gelinen nokta çok farklı, ona da değineceğim çünkü çok önemli sosyal meseleler yaşanıyor. Ben Mersin Milletvekiliyim, özellikle Mersin'de, Adana'da, Urfa'da, Osmaniye'de, o bölgede, Gaziantep'te sizler de takip ediyorsunuz yaşanan sosyal travmaları.

Son, Ezidilerin Türkiye'ye gelmesi, Kobani'den Kürt nüfusun, Arap nüfusun, oradaki halkların gelmesi burada bazı farklı tespitlere, farklı beyanatlara... Sayın Kurtulmuş'un da o dönemdeki beyanatları hafızamda kurumdan sorumlu olduğu için. Şimdi, oradaki belediyeler diyor ki, örneğin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Kışanak diyor ki: "AFAD'ın depolarında çadır var, prefabrik malzemeler var ama bunları Ezidiler için kullanmıyor." Bu çok önemli bir iddia. Ayrıca, Suruç Belediye Başkanı diyor ki: "Hükûmetin söylediği gibi ya da Suruç Kaymakamının söylediği gibi Kobani'den 150 bin insan bu tarafa gelmedi, sadece orada sivil halkın boşaldığı imajını kamuoyuna vermek için bu iddialarda bulunuyor Hükûmet yetkilileri. Oysa ki oradan ilk etapta 50 binden ya da 50 bin civarında bir halk geldi ama daha sonra bunlar gerisin geri gitti." diye iddialar var. Burada bu iddialara sizlerin cevap vermesini istiyorum.

Şimdi, tabii, Suriye'den gelen Suriyeli misafirler, burada hukuki olarak bir sıfat da bulamıyorum, bir statü de yok, misafir, işte sığınmacı diyemiyoruz ya da mülteci de diyemiyoruz bunlara. Sonuçta, bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra Sayın Kurtulmuş'tan acaba kısa vadede, orta vadede bu sorun nasıl aşılacak, Suriye'de nasıl bir yeni Suriye oluşacak, toprak bütünlüğü korunacak mı, Suriye 3'e, 4'e bölünecek de farklı bir tablo mu karşımıza çıkacak? Bugün resmî rakamlara göre 1,2-1,3 milyon olan misafir sayısı -belki de 2 milyon gayriresmî rakamlara göre- bunların akıbeti ne olacak, geleceği ne olacak?

Sonda soracağım soruyu başta sormak istiyorum. Şimdi, sorun belli. Orta Doğu'da yeniden yüz yıl önceye gidiyoruz. O dönem nasıl bir yapılandırma var ise yüz yıl sonra o günün egemen güçleri A'ydı, B'ydi, bugün C, D; oturdular, bir plan, bir projeksiyon çerçevesinde Orta Doğu'da bazı yeni projeksiyonlar yapıyorlar. Peki, Türkiye'nin bunda etkisi ne? Az önce Sayın Gök tabii ki ortaya konan, özellikle misafirlerle ilgili çabalarına, Türkiye'nin o meselelere ilişkin politikalarına övgüler dizdi ama sonuçta aslında ortaya konulan politikalar bir Türkiye dış politikası değildi yani ülkeyi kapsayan, bizleri kapsayan, millî bir dış politika değildi. Suriye'yle ortaya çıkan krizin temel sebebi tamamen, aslında iki liderin yani o dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının ve Suriye Devlet Başkanının arasındaki kişisel kavgadan başka bir şey değildi, buna başka bir anlam yüklemeyin. Bizlerin Suriye halkıyla hiçbir problemi yok. Aslında sizlere oy veren halkın da Suriye halkıyla, Suriye devletiyle hiçbir sorunu yok. Yani, önümüze çıkıp çıkıp "Efendim, orada halkını kesen, halkına eziyet eden, halkını kesen biçen bir diktatör varken bunlara seyirci mi kalmalıydık?" sözü hiç de inandırıcı değil, onu bir kere söylemek istiyorum.

Şimdi, netice itibarıyla önemli, ulusal güvenliğimizi ilgilendiren bir sonuçla karşı karşıyayız, önemli bir ekonomik sorunla karşı karşıyayız. Sayın Başbakanın ifadesine göre 3,5 milyar dolar, Sayın Maliye Bakanının ifadesine göre 4,5 milyar dolar bu mesele için Türkiye hazinesinden çıkan para. Bunun dışında, bilmediğimiz birtakım fonlardan, kaynaklardan, örtülü ödeneklerden ya da illegal olarak, altını çiziyorum, illegal olarak oraya yapılan silah yardımı bunların dışında. Yakalanan tırlar da ortada. Şimdi, böyle bir neticeyle karşı karşıyayız. O sorularımı tekrar hatırlatmak istiyorum: Sayın Bakan, bundan sonra ne olacak?

TİKA'yla ilgili yine bir iddiayı gündeme getirmek istiyorum. Tabii, bu iddia doğru mu, değil mi, bunu Sayın Bakana sormak istiyorum. Önemli hizmetler yapıyor TİKA, bunda ayrıldığımız bir nokta yok. Gerçekten, özellikle bizim önemli tarihî, kültürel miraslarımıza yurt dışında sahip çıkıyor, tarihî eserlerimizi diriltiyor, oradaki STK'lara katkılar veriyor, sosyal projelere katkılar veriyor ama yine Orta Doğu'daki çatışmalara ilişkin, IŞİD'e ilişkin önemli iddialar var. Özellikle El Kaide unsurları olan IŞİD ve El Nusra'yla ilişkileri saptanan bazı STK'lara TİKA aracılığıyla yardım yapıldığı Kosova'da ve bunun bir mezhepsel savaş neticesinde ortaya çıkan bir tablo olarak burada resmediliyor. Deniyor ki: Hanefi, Maturidi ile Selefilik arasında yaşanan bir kavgaya TİKA vasıtasıyla aracılık ediliyor Kosova'da. Oraya yapılan operasyonlarda IŞİD üyesi olarak yakalanan, bizim restorasyonunu yaptığımız Priştine'deki Fatih Sultan Mehmet Cami'nin imamı olarak Şevket Kırasniqi... Bu iddiaların da cevabını sizlerden bekliyorum Sayın Bakan.

Sayın Akdoğan'a bağlı olan RTÜK'le ilgili bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum. Gerçekten, son yıllarda karşımıza çıkan tablo, RTÜK'ün gerçekten partizanca tutumları. Geçtiğimiz gün RTÜK'te CHP kontenjanından seçilen üyemiz Ali Öztunç'a bir saldırı oldu. Bunun gerekçesi de -tabii, gerekçe ne olursa olsun bunu mazur görmemiz mümkün değil- bir televizyon kanalında Atatürk'e hakaret içerikli yayın yapılmasına yönelik bir tartışma sonucu ortaya çıkan gerginlik sonucu yapılan bir saldırı. Şimdi, RTÜK ideolojik olamaz, olmamalı. Olursa bu işin önünü alma şansımız yok.

Bakın, çok çarpıcı bir tartışma konusu yine Beyaz TV'yle ilgili. Bir CHP Milletvekiliyle, Aylin Nazlıaka ile Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek arasındaki bir tartışmanın televizyon ekranlarından yayınlanmasına -ki hakaretamiz cümleler kullanılıyor Belediye Başkanı tarafından- ceza verilsin mi, verilmesin mi? İktidarın kontenjanından seçilen üyeler eğer konu, eğer mevzu kendi mensubu olduğu partilerin menfaatine ise ona göre oy kullanıyorlar, aleyhine ise ona göre oy kullanıyorlar. Bunların örneklerini vermek... Spesifik olarak birçok olay var.

Bakınız, RTÜK olarak cezalar kesiyorsunuz değişik gerekçelerle. Bunu daha önce konuşmacı arkadaşlarım da dile getirdiler. Son zamanlarda çatışma içerisinde olduğunuz cemaate yakın televizyon kanallarına bakıyorsunuz ve özellikle CHP'ye yakın olarak bilinen bir televizyon kanalı olan Halk TV'ye bakıyorsunuz, en üst sıralarda ama iktidarın... Zaten elimizde bizim fikirlerimizi kamuoyuyla o iletişimi sağlayacak olan herhangi bir televizyon ekranı kalmadı. Kaldıysa bir tane kaldı, iki tane kaldı, siz de bu baskıyla, bu kestiğiniz cezalarla onları karartmaya çalışıyorsunuz.

Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğüne ilişkin de bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum. Özellikle akreditasyon meselesi var, Avrupa Birliği ilerleme raporunda da var. Bu konunun gerçekten basın mensupları arasında önemli sıkıntılar yaşattığını biliyoruz. Özellikle Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve AKP çevreleri kendi toplantılarına kendi görüşleri dışında görüşlere sahip gazetecileri almamak için ellerinden gelen zorluğu yapıyorlar ve devlet tarafından verilen bu kartları vermekte zorluk çıkartıyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Seçer, lütfen toparlayın, dördüncü kez uzatıyorum.

VAHAP SEÇER (Mersin) - Şimdi, Sayın Bakanım, siz köşe de yazıyorsunuz, Sayın Akdoğan, bunu tüm samimiyetimle soruyorum. Türkiye'de birçok köşe yazarı var, biliyoruz, Hükûmetin aleyhine yazılar yazdı diye, özellikle Hükûmetin baskısıyla o mensubu olduğu medya patronuna yapılan baskılar sonucunda işlerinden atılıyorlar. Gazetecileri televizyon ekranlarında da bizler de görüyoruz, bunun bir değil, birkaç örneği var. Bir basın toplantısında Sayın Cumhurbaşkanı ya da bir sayın bakan ya da Sayın Başbakan basın toplantısı yapıyor. Eğer bir basın mensubu, basın toplantısını yapan Hükûmet sözcüsünün öyle sinirlerini bozacak, kimyasını bozacak bir söz ettiği zaman orada çocuk azarlar gibi azarlanıyor. Bu sahneleri hep birlikte yaşıyoruz. Şimdi, Maliye bir sopa olarak kullanılıyor medya patronları üzerinde. Hoş, zaten Türkiye'de belli başlı önemli...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

(Oturum Başkanlığına Başkan Vekil Süreyya Sadi Bilgiç geçti)

BAŞKAN - Sayın Seçer, son sözünüzü alayım lütfen.

VAHAP SEÇER (Mersin) -...medya unsurlarını elinde bulunduran medya kurumları kaldı. Maliye bir sopa olarak vergi cezası kesme tehdidiyle o kurumlar üzerinde tehdit unsuru olarak kullanılıyor.

Gazetelere köşe yazan bir Bakan olarak, gazetecileri en az bizler kadar tanıyan, onların çalışma koşullarını bilen bir insan olarak bir empati yapın, Türkiye'de gazeteci olmak nasıl bir şey, bunu sizden öğrenmek istiyorum.

Bütçemizin, umut ediyorum, hayırlı olacağını düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum.