KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür derim Sayın Başkan.

Evet, dün saat 16.00'dan bu yana buradayız. Özellikle dünkü toplantıya bir yollama yapmakla başlayacağım. Cahit Özkan'dan Halil Öztürk'e kadar.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Arkadan konuşmayalım.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tamam da konuşmacıları söylüyorum. Teklif sahiplerini özellikle dün gece 12.00'a kadar dinledim. Bugün de dinlemeye çalışıyorum. Neden buna değiniyorum, iyi ki Halil Bey var burada...

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - ...ama Cahit Özkan bir kavram kullandı: "Ortak akıl" dedi. "Ortak akıl arayışı içerisindeyiz." dedi. Ama şimdi, görüyorum ki burada yoğun bir risk altındayız bu tarafta ama orada teklif sahiplerini, dünkü konuşmacaları, şu anda Halil Bey dışında hiç kimseyi göremiyorum. Şimdi, bu bakımdan...

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Biz de buradayız.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - ...tamam sevgili Turan, siz buradasınız ama konuşmacılar eğer gerçekten ortak akıl arayışı konusunda içtensek o zaman burada olmamız gerekiyor.

Şimdi, bu saptamayı yaptıktan sonra hemen doğrundan 135'inci maddeye giriş yapıyorum. 135'inci açıklayacak değilim. Ama sizin dünkü konuşmacılarınızın tezi şu: "Barolar, bugünkü Türkiye baroları 135'in gereklerine yanıt veremiyor. O nedenle, biz bunu değiştirip yeni bir baro sistemi oluşturacağız." Şimdi, burada üç aşamalı amaç-araç karşılaştırması yapacağım. Buna, aynı zamanda anayasallık incelemesi de denilebilir ya da sizin sunduğunuz önerinin anayasallık testi de denilebilir. Nedir bu araç-amaç karşılaştırması? Birincisi: Bu metinde yer alan eylemler, ilk 5'i olumlu anlamda... Nedir bunlar? "Karşılamak" "kolaylaştırmak" "sağlamak" "kılmak" gibi. İkinci kesim ise "bulunamazlar" "mecburiyeti aranmaz" "yapamazlar" "aday gösteremezler" gibi. Siz bunun için bir yasal düzenleme yapıyorsunuz, bunu karşılaştıracağım. İkinci olarak: Bugünkü hukuk formasyonu ile bu yasal düzenleme arasında yine araç-amaç ilişkisi üzerinde duracağım. Üçüncü ve son araç-amaç ilişkisi ise bunu yaptıktan sonra, siz bunu yürürlüğe koyduktan sonra ortaya çıkacak baro tablosu acaba bu yasayla amaçladığınız hedefe ulaştıracak mı? Üç açıdan karşılaştırma yapmak suretiyle kısaca bunu toparlamaya çalışacağım.

Yasayla yapıyorsunuz, yasayla buradaki sorunların karşılanması arayışı -kuşkusuz- gerekliyse hiç şüphe yok, elverişli bir araç olabilir ama acaba 135'in uygulanmasında ortaya çıkan zaafların giderilmesinde araç ile amaç dengesi var mı? Yani baro sistemini bozmaya gerek var mı? İşte, esas sorun burada. Yani araç ve amaç arasında orantı var mı? Bu ilk sorudur ve çok ciddi bir sorudur, üçüncü aşamada buna yeniden dönüş yapacağım. Çünkü 135'in barolara yüklediği yükümlülükler aslında bildiğiniz gibi, burada sayılan karşılamak, kolaylaştırmak, sağlamak, hâkim kılmak gibi görev ve yükümlülükler Anayasa bütününe yayılmış bulunuyor. Anayasa bütününe yayılmış olması... Tabii, Anayasa'nın 2'nci maddesinden başlıyor, 138'e kadar hep kucaklayıcı, hep genel nitelikteki yükümlülükler yani konuya hep genel açıdan yaklaşımı gerekli kılıyor. Birinci araç ve amaç ilişkisi bu. Bildiğiniz gibi, ölçülülük ilkesi... Gerekli mi yasal düzenleme? Yasal düzenleme gerekli diyelim. İki: Elverişli araç mı bu öngörülenler? Evet diyelim. Peki, üçüncüsü: Orantı var mı? Şimdi, ikinci soruya geçince zannediyorum bunu biraz somutlaştırabileceğim çünkü burada sayılan yükümlülükler, gerek yapma gerekse kaçınma biçimindeki yükümlülükler için Anayasa koyucu kamu tüzel kişiliği statüsünü veren bir kurumsal kategori koymuş, kamu tüzel kişiliği statüsü. Yani kamu tüzel kişiliğiyle ancak bunu yapabilirsiniz, bunun için de kamusal yetki kullanacaksınız, kamusal yetki tekelci yetki olarak karşımıza çıkan bir yetkidir. Peki, acaba bu 135'in öngördüğü amaca ulaşmak için nasıl bir hukuk formasyonu öngörüyoruz ve biz hukuk fakültesi öğrencilerini hangi hedefte yetiştirmek durumundayız? 135'in amacına ulaşması için Anayasa bütününe yayılmış olan görev ve yükümlülükler için nasıl bir hukukçu yetiştirme tarzı söz konusu? Size birkaç satır okuyacağım, açılış derslerinden birkaç satır; üniversite öğrenimi ne demektir, hukuk öğrenimi ne demektir, öğrencilere hoş geldiniz derken. "Hukuk öğrenimine gelince, bir sosyal bilim dalı olarak genel ilkelere tabi olduğu gibi kendine özgü nitelikleri de vardır. Burada ezber bilgiden çok muhakeme, sorgulama ve mantık yürütme gücüne dayalı bir süreç öne çıkmaktadır. Haklı olanı ortaya çıkarmak, gerekçeyi bulmak ve adalete ulaşmak için sadece hukuk bilgileriyle donatılmış, donanmış olmak yetmez, bilgiyi aşan özelliklere de sahip olmak gerekir; dürüstlük, tarafsızlık, olay ve sorunlara çok yönlü olarak bakabilmek gibi. Bu özellikler, hukuk bilgisi ve hukukun genel ilkeleriyle pekiştirilebildiği ölçüde hukukçu olunabilir. Bu özellikleri kişiliğinde toplayan gençleri yetiştirebilmek için öğretim üyeleri çok çaba göstermelidir. Derslerde ele alınan konu, sorun ve olayları çok yönlü olarak irdelemek ve değerlendirmek esastır. Bunları yaparken teorik yani kuramsal bilgi kadar yargı kararlarına ilişkin içtihadı veriler, yürüklükteki hukuk kuralları, mevzuat karşılaştırmalı yaklaşımının sağladığı malzemeler ve uluslararası hukuk bilgilerinin birlikte kullanılması önem taşımaktadır. Hukuk bilgi yığını veya ansiklopedik bilgi toplamı değildir; hukuk problem, sorun yani mesele çözmek demektir. Anayasa hukuku ise en temel hukuki sorunları çözmek demektir. İşte burada nicelik ve nitelik sorunu karşımıza çıkmaktır. Daha çok kişiye mi hukuk diploması yoksa niteliği öne çıkaran bir yüksek öğrenim ve formasyon anlayışı mı? Kuşkusuz her ikisini birlikte sağlamak ideal olanıdır fakat bir tercihte bulunmak gerekirse nitelik öne çıkarılmalıdır. Adalet, ancak nitelikli hukukçular yoluyla dağıtılabilir." Devam ediyor uzunca ve son cümleler: "Hukukçu adayı olmak, yukarıda verilen bilgilerin özümsenmesi ölçüsünde farklı kimlikler yerine hukukçu kimliğinin öne çıkmasıyla mümkün olabilir. Hukuki bilgi, bu malzemelerin muhakeme yetisinin geliştirilmesine katkısı ve sorun çözme kapasitesi bu yolun önemli halkalarıdır. Hukukçu adayı hukuk, hak, adalet, eşitlik, hakkaniyet, özgürlük gibi temel ve evrensel kavramlarla yoğrulmalıdır. Bu vesileyle Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyeleri ve yardımcıları olarak sizlerle tanışmaktan mutluluk duyduğumuzu belirtir, Anayasa hukuku ve diğer derslerinizde içten başarılar dileriz. Yolunuz açık olsun, esenlik ve sevgiyle kalın." Neden son paragrafı, son cümleyi okudum? Yılda 1 kez cübbe giyerdim jüriler dışında, kürsümün doçent ve profesörlerinin de cübbeli olarak gelmesini rica ederdim çünkü öğrenciler hukuk fakültesine ilk adımlarını attıkları zaman nasıl bir profille, hangi tür öğretim üyesiyle, tarafsız bir öğretim üyesi nasıl olur, onunla tanışsınlar, karşılaşsınlar diye. Şimdi, buradaki satırlardan gördüğünüz gibi bizim hukuk öğreniminde ilk adımımız öğrencileri -yine kendi mahalli kimliklerini koruyabilirler, siyasal aidiyetlerini, ailevi, bölgesel, her biriyle ama- bir hukukçu ortak kimliğiyle yetiştirmek. Bildiğiniz gibi hukukun genel ilkeleri burada çok önemli bir yer tutmaktadır. Bunu tabii, benden iyi yapanlar var, kuşkusuz oldu; daha kötü yapanlar olmuştur. Ama herhâlde hepimizin hedefi, Türkiye'de hukukçu kimliğine sahip olan hukukçular yetiştirmek olmalıydı ve bundan böyle de böyle olmalıdır.

Şimdi bu 2'ncisi, yine araç-amaç ilişkisinde Anayasa madde 135'in... "Anayasa madde 2'den 138'e kadar, hatta -Anayasa Mahkemesini de dahil edersek- 155'e kadar olan maddeler bütününü kucaklayabilecek hukukçu yetiştirmek için böyle bir başlangıç yapmak gerekir." diye düşünüyoruz hukukçu eğiticileri olarak.

Amaç-araç ilişkisinde de 3'üncü aşamaya geliyorum. Şimdi, karşımızda olan yasal düzenleme bakımından bu başladığım Anayasa 135 araç-amaç ilişkisi, hukuk öğrenimi araç-amaç ilişkisi. Bu yasa yürürlüğe girerse acaba bu araç-amaç ilişkisi nasıl bir karşılık görecek? Şimdi, bununla siz bütün baro yerine, tekçi yerine bölünmüş baroyu öne çıkarıyorsunuz. Bütünün yerine parçalanmış baro yoluyla bu araç-amaç ilişkisini sağlayacağınızı düşünüyorsunuz. Şimdi, bunun, tabii ki burada yapılan konuşmalar çerçevesinde birçok sakıncasına değinildi ama ben burada sadece birine veya ikisine değinmekle yetineceğim. Şimdi biz öğrencileri hukuk ortak idesinde yetiştirip bu şekilde hâkimlik, savcılık sınavına yönlendirirken veyahut da baroya kayıt olmaları için staja başlarken burada bir klientalist ilişkinin ortaya çıkması kaçınılmaz olacak çünkü öğrencinin önünde İstanbul'da yapacaksa stajını İstanbul Barosunda staj yapacaktır, herhangi bir arayışa girmesine gerek yok. Hakkâri'de yapacaksa Hakkâri Barosudur, arayışa girmesine gerek yok. Dolayısıyla baro bellidir çünkü baro kamu tüzel kişiliğine sahip bir kamu kurumudur, bu açıdan bir tercih hakkı bulunmamaktadır. Tercihi nedir? Savcı mı olacak, avukat mı olacak? Tercihi o, yoksa hangi baro konusunda il değiştirirse baro tercihi olur. Şimdi bu açıdan özellikle Akdeniz devletlerinde çok yaygın olarak geçerli olan siyasal klientalizm, siyasal klientalist ilişki yani siyasal partilerin üye devşirmesi, siyasal partilere yurttaşların yönelme saikleri, siyasal partilerin onlara ne sundukları konusunu somutlaştıran siyaset biliminin bu kavramı korkarım ki barolar ile hukuk fakültesine ilk adımını atan öğrenciler arasında kurulacak. "Ben daha iyi bir baroyum, İstanbul'da bitirirsen hukuk fakültesini bana gel." Öbürü diyecek ki: "Ankara'da ben bir numaralı baroyum, bakın bana gelirsen eğer ben şimdi senin yurdunu sağlarım, kalacak yerini sağlarım -Anadolu'dan gelen öğrenci için- sana burs da veririm, yeter ki şimdiden bana angaje ol." Bu açıdan son derece sıkıntılıdır ve bizim ortak kimlik vermeye çalışacağımız hukuk formasyonuna daha baştan bir klientalist ilişkiyi bulaştırmak suretiyle bu hukuk eğitiminin idesini temiz ve saf, ana eğilimini zedeleyici, kırıcı ve gölgeleyici bir etki yaratacaktır. Bu açıdan tabii ki diğer açıdan bakıldığı zaman bu hedef esasen kamu kurumu tüzel kişiliği tekelci bir yapıyı dünkü konuşmamın başında belirttiğim gibi anayasal kategori olarak ayrı olmasına rağmen bir tür dernekleşmeye, sendikalaşmaya indirgeyici bir yaklaşımla sonuçlanacaktır. Oysa pekâlâ bugün olduğu gibi avukatlar sendika olarak, vakıf olarak dernek olarak örgütlenebilmektedirler. Ankara Barosunda birçok dernek var, İstanbul Barosunda hakeza, buna engel yok ve bu anayasal yol buna açık ama bizim şu hakkımız yok, buna yetkimiz yok: Anayasa madde 135'in öngördüğü bu kamu kurumu kategorisini sendikaya, vakıfa, derneğe indirgemek. İşte burada tekrar vurguluyorum, Anayasa madde 135'in kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları için öngördüğü kamu tüzel kişiliği amacıyla bağdaşmayan bir üçüncü amaç-araç ilişkisi söz konusudur. Bu bakımdan sizin ben hani Cahit Bey geldi, neyse. Hoş geldiniz Sayın Özkan, size yollama yaptım. Cahit Özkan'dan hani özveriyle hepsini dinleyeme çalıştım dedim. Şimdi, şöyle: Dinlemeye çalıştım arkadaşları, somut örnek olarak niçin çoklu sistem getirmek istiyorsunuz? Dikkatle izlemeye çalıştım, genellikle fikrî, ideolojik ve birtakım farklı siyasal eğilimler, inanç, ırk, siyasal... Ama bir somut örnek, bir somut öge olarak Diyanet İşleri Başkanının söylemi ve ona Ankara Barosunun gösterdiği tepkiyi, onu gördüm ve o konuda da bir yorum yapmak istiyorum, yorum değil daha çok saptama. Bildiğiniz gibi bir rastlantı, 136'ncı madde Diyanet İşleri Başkanlığını düzenleyen madde, 135'i hemen izleyen madde. Şimdi, bakın "...lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek..." Şimdi, Diyanet İşleri Başkanının konuşması -Diyanet İşleri Başkanı da bir devlet memurudur- bu çerçevede olmalıdır ama Diyanet İşleri Başkanının konuşması ayrıştırıcı, insanların eğilimleriyle, yaşam tarzlarıyla ilgili onlar arasında ayrıştırma sonucunu doğuran, nefret tohumları ekici bir konuşma olunca ona tepki göstermek esasen vekiller olarak da bizim görevimizdir, baroların da görevidir. Ha, barolar acaba parti biçimine tepki gösterebilir miydi? Tabii ki, yazım tarzı biraz farklı olabilirdi, ben yazsaydım madde 136'yı öne çıkarırdım ama sonuç olarak buradaki sorun Sayın vekiller, Sayın teklif sahipleri; Ankara Barosunun gösterdiği tepki, Anayasa'nın 135'inci maddesinin kendisine verdiği görev, yetki sınırları içerisinde yer alıyor mu almıyor mu? Anayasa'nın 135'inci maddesi doğrultusunda, Avukatlık Kanunu'yla barolara verilen yetkiler içerisinde midir, değil midir? Ancak bunu bu çerçevede tartışabiliriz. Şimdi, bu çerçevede tartıştığımız zaman -konuyu uzatmadan kesinlikle noktalamak için- ben esasen madde 24'e bakarım. Madde 24 "Din ve Vicdan Hürriyeti" ve madde 24'te 1 ve 2'inci fıkra, 1 ve 3'üncü fıkradaki vicdan ve inanç özgürlüğü acaba hangi söylemle ihlal ediliyor? Veya madde 24'ün son fıkrası dinin politikaya alet edilmesi. Eğer, Diyanet İşleri Başkanı her istediğini söylerse, Anayasa madde 136'nın çizdiği sınırlar dışında, madde 24 çerçevesinde özellikle son fıkrasının ihlal edilmesi ki bence edilmiştir. Şimdi, sonuç olarak burada -toparlıyorum, bitiriyorum- dikkat edin Sayın teklif sahipleri, ben, burada anayasal çerçevede kalıyorum çünkü sonuç olarak bizim bu yaptığımız metinde siz şunu önermiyorsunuz: Şunu söyleseydiniz: "135'inci maddeyi değiştirmek istiyoruz." deseydiniz, o zaman derdik ki " 135'inci maddeyi şu şekilde yazalım." ama siz, 135'inci maddenin olumlu olduğunu, 135'inci maddenin meslek kuruluşları için yeterli olduğunu savunuyorsunuz. Dolayısıyla, bizim, hukuk mantığı olarak, anayasal mantık olarak 135'inci maddeyi temel almamız gerekiyor. Dolayısıyla, 135'inci maddenin açtığı kapı doğrultusunda diğer maddelere doğru ilerlemek durumundayız. Mesela şuna gelmiyorum: Dün, hani, yargının tarafsızlığı, bağımsızlığı, avukatın durumunu konuştuk, ona gelmiyorum. Ben, bu çerçevede sınırlı kalmak istiyorum. Şimdi, burada tabii, bunları belirttikten sonra, görüldüğü gibi araç, amaç ilişkisinde özellikle madde 135 çerçevesinde gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında gerek Anayasa Mahkemesi kararlarında şu 3 kavram var, bildiğiniz üzere: Bir, bu yasal düzenleme gerekli miydi? İki, bu yasal düzenleme baroların, 135'inci maddenin öngördüğü amaca ulaşması için elverişli bir araç mı? Bu ilk ikisini tartışabiliriz. Tabii ki yasal düzenleme yapılır, yapılmalı, Covid ortamında değil de sevgili Başkan Vekilimizin de söylediği gibi Covid sonrası yapılırdı, 1 Ekimde yapılırdı, zamanı, yeri bunlar tartışılabilir. Bu ilk iki öğeyi tartışabiliriz ama üçüncü açıdan yani araç, amaç orantılılığı açısından ulaşılmak istenen amaçla getirilmek istenen sonuç orantılı mıdır? Değildir, ilgisi yok. Yani, bu 135'inci maddenin amacına ulaşması için amacı doğrultusunda uygulanması için baroların bu şekilde parçalanması amaç, araç ilişkisi açısından bir bağlantısı bulunmamaktadır. Peki, o zaman son söz ne söylenebilir? İşte, son sözde farklı hatiplerin, vekillerin dünden bu yana konuştukları yasama politikasına değinmek suretiyle sözlerimi tamamlayacağım. Sadece Haziran ayı ve bir miktar da bu salonda. Bakın bu salonda 18 Aralık 2019 günü güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını görüştük. Bir başka salonda 28-29 Ocak 2020 günü bekçi yasa tasarısını görüştük, bu salonda 18 Haziran'da 27 Mayıs affını konuştuk, yine bir başka salonda 24-25 Haziran günleri yine Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını konuştuk ve bu salonda, bu ortamda baroları konuşuyoruz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Uğursuz salon, kara Temmuzun uğursuz salonu.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - İşte burada sevgili Başkan, sayın vekiller; şöyle bir durum var. Şimdi 18 Aralık gecesi güvenlik soruşturmasını konuştuk ama itirazlarımız üzerine geri çekildi, ansızın o yasa önerisi 18 Haziran günü buraya getirildi ve 18 Aralık günü o teklifi getiren vekil yerine Sayın Ramazan Can karşımıza çıktı, hiçbiri yoktu.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Lütfen Sayın Kaboğlu bir sataşmaya meydan vermeyelim.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yok, sataşmıyorum. Biz çok iyi diyalogla götürdük, ben sadece saptama yapıyorum.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Bakın değerli Başkan, sevgili arkadaşlar; benim herhangi biçimde parti, farklı partilere mensup olan kişilerle şeyim yok ama saptıyorum.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Hocam, siz onları boş verin.

VELİ AĞBABA (Malatya) - Hocam, Ramazan'la diyaloğunu hiç yakıştıramadım.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Bir yasama politikasının resmini çalışıyorum ve sordum ilk teklifle ikinci teklif arasında hiç kimse yok. Neyse ki İçişleri Bakan Yardımcısı vardı da "Tanığı benim hocam." dedi. Dolayısıyla yoksa aynı çatı altında -biri torba komisyondu tamam, öbürü İçişleri Komisyonu- hiçbir tanık yoktu. Yani, evet, ben buradaydım ama sonuç olarak İçişleri Bakan Yardımcısı tanığı dışında bir tanık yoktu. Ve şimdi, dikkat edin altı ay sonra 18 Aralık gecesi bize deniyordu ki "Eğer bu gece bunu oylamazsak kamuya görevli alamayacağız." Biz hazırladık CHP olarak alternatif teklifimizi hazırladık, verdik "Gerek yok ama varsa bu." dedik fakat dinletemedik altı ay sonra bu geldik.

Bakın değerli vekiller, burada 28-29 Ocak günü konuştuğumuz bekçi yasasını 11 Haziranda oyladık, dikkat edin 11 Haziranda oyladık. Dolayısıyla o kadar acele etmeye gerek var mıydı?

Yine, Covid ortam ve koşullarında biz 18 Haziranda burada çok uygar biçimde konuştuk. Grup Başkan Vekillerimiz, bizler ve sizler büyük bir çaba gösterdik oy birliği olsun diye, birbirimizi medenice dinledik ve Genel Kurulda bunu yaptık ama gelin görün ki... Şimdi, biliyorum hepiniz hukukçu olduğunuz için hatta bir kısmınız benim öğrencim olabilecek yaşta.

VELİ AĞBABA (Malatya) - Hocam iyi öğrenci yetiştirememişsiniz.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Şunu söylemek için bunu söylüyorum, burada sayın üyeler, değerli vekiller, sevgili hukukçular; şöyle bir sorun var: Biliyorum ki bu parçalanmış baro bazılarınızın içine sinmiyor ve şimdiye kadar tanık olduğumuz üzere "Ya, işte CHP götürsün Anayasa Mahkemesine de, şu maddeyi iptal ederse kurtuluruz filan." diye bunu düşünenler vardır aranızda. Tabii keşke olmasaydı, keşke olmasaydı ama bu şundan kaynaklanıyor: Şu anda olmaması gereken yasama politikasının içerisinde bulunmamızdan kaynaklanıyor ve son sözüm şu olsun: Şimdi biz Anayasa madde 2'nin öngördüğü demokratik devletin temel kurumuyuz, en büyük seçimle gelen organ Türkiye Büyük Millet Meclisi, makro demokrasi anlamında ama orada mikro demokrasi anlamında madde 135 çerçevesinde barolar, seçimle belirlenmiş başkanlar söz konusu.

Değerli vekiller, Çin Halk Cumhuriyeti'nde bilimsel kongredeydik, Makao'ya indik bir haftalık tartışmadan sonra Makao da kalktı, Makao Özerk Yönetimi Başkanı dedi ki: Sizin demokrasi dediğiniz rejim iki yüzlülük demektir. Esasen bizim yaptığımız demokrasidir." Dedi. Böyle tepeden atama, biz liyakat ilkesine bakarız. Bizden de temsilci Eva Brends Belçika'dan üzerinden kalktı, demokrasi erdemlerini anlatmaya başladı, biz sizin dediğiniz gibi değiliz diye. Biraz sonra tamam, tartışma bitmiştir dedi çünkü Makao da bizden yemek saatinde, 12.30'da mutlaka yemek lazım falan dedi çünkü salonda eğer tartışmayı bitirmeseydim devam edecekti. Hong Kong tarafı da iptal edilmişti, sonra anladık niçin iptal edildiğini. Dolayısıyla bir gün eksik kaldı. Şimdi burada da çelişki ben buradaki manzaraya tanık olunca başkanlara da çıktım, Makao'daki demokrasi ve Çin Halk Cumhuriyeti uygulamasını hatırladım çünkü biz seçilmiş kişiler, onlar da seçilmiş kişiler hatta bazı baro başkanları bizimkinden daha demokratik biçimde seçilmiştir. Onlar için yasa yapıyoruz, onlar oradalar, biz de burada demokratik bir ortamda, tartışarak, konuşarak ortak akıl arayışı içerisinde -tırnak içerisinde belirtiyorum- yasa yaptığımızı varsayıyoruz veya zannediyoruz. İşte, bunun üzerinde çok ciddi olarak düşünmemiz gerekir.

Çok teşekkür ederim.