| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Denizli Milletvekili Cahit Özkan, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Tokat Milletvekili Özlem Zengin, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile 182 Milletvekilinin Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2999) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 03 .07.2020 |
YUNUS EMRE (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bütün arkadaşlarımızı, sayın milletvekillerini, sayın konukları saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, tabii, başlarken bir hususun altını çizmem gerekli. Türkiye Barolar Birliği kamu tüzel kişiliğini haiz bir kamu kuruluşu. Böyle önemli bir kuruluşun Komisyonumuzda görüşlerini temsil etmek üzere, kuruluşun başkanının burada bulunması gerekirdi. Eğer Ankara dışında bulunuyorsa ya da özel bir mazereti varsa bu durumda, yine, temsil yetkisi, imkânı, kapasitesi bulunan başkan vekillerinden, yönetim kurulu üyelerinden birisinin bulunması gerekirdi. Tabii, Hanımefendiye, katılan arkadaşımıza benim büyük saygım var, Komisyona yardımcı olmak maksadıyla açıklamalarda bulundu. Lütfen bunu kendisinin şahsiyetiyle ilgili anlamasın ama Türkiye Barolar Birliğini temsilen, Hukuk Müşavirliğinde çalışan bir arkadaşımızın gönderilmiş olmasını ben Meclisin saygınlığına karşı -sözü dikkatli seçmeye çalışıyorum ama- büyük bir saygısızlık olduğunu düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, ben Dışişleri Komisyonu üyesiyim. Komisyonunuzu birkaç defa da izleme imkânım oldu. Bizim Dışişleri Komisyonunda Sayın Başkanımız Volkan Bozkır Bey'le kimi zaman anlaşamadığımız konular tabii olmuştur ancak bir toplantıda Yunus Emre Enstitüsünü temsilen, Enstitü Başkanı gelmediğinde, biz mazeret sorduğumuzda ve pek de elle tutulan bir mazeret olmadığını anladığımızda, Sayın Başkan ilgili uluslararası anlaşmayı gündemden çıkarmışlardı. Böylelikle Meclisin saygınlığını koruma görevinin iktidar ya da muhalefet fark etmez bütün milletvekillerinin ve tabii ki komisyon başkanlarının görevi olduğunu da bu şekilde bizlere de göstermişlerdi. Ben bu vesileyle bunu hatırlatarak kendisine de teşekkür etmiş olayım. O bakımdan da Sayın Başkandan, lütfen, Barolar Birliğini temsilen ya kurumun Başkanının ya da başkan vekillerinden birinin temsilini sağlamasını bundan sonraki maddeler için -ki biliyorsunuz oy kullanacağız yani 1'nci maddede Komisyon üyesi arkadaşlarımız oy kullanacaklar- doğru bilgilenmeleri açısından da önemli olduğunu düşünüyorum ama daha çok Meclisin saygınlığını korumak bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Yani Barolar Birliği Başkanının "Ben milletvekillerini ciddiye almıyorum, onlara yapacak bir açıklamam yoktur, hukuk müşavirliğinden bir arkadaşımı gönderiyorum." tavrını da kınıyorum. Ama tekrar, katılan arkadaşımızdan özür dilerim, kesinlikle kendisiyle ilgili bir durum değildir ve açıklamaları için kendisine teşekkür ederim.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, tabii çok önemli bir konuyu ele alıyoruz, çok da olgunluk içerisinde ele alıyoruz, büyük mutluluk duyuyorum bundan. Bugün tabii, çok acı bir olayı yaşadık, Sakarya'da bir fabrikada bir patlama oldu, hayatlarını kaybeden yurttaşlarımız var. Sayının artmamasını diliyorum. Hayatlarını kaybeden bütün yurttaşlarımıza rahmet, ailelerine sabır diliyorum. Tabii, bu yangından da dersler çıkarmamız gerektiği ortada. Ancak tabii, biz milletvekilleri olarak, sadece dileklerimizi, temennilerimizi ortaya koymakla yetinemeyiz. Meclisin önemli görevleri var, Türkiye'nin öncelikleri var. Bakın, burada bugün, aslında sizin geçmişte gündeminizde olmayan bir konuyu ele alıyoruz.
Bakın değerli arkadaşlarım, gelmeden önce baktım, iktidar partisinin 2001'de kurulduğundaki parti programında böyle bir konu yok, barolarla ilgili böyle bir düzenleme anlayışı yok; 2018'deki Seçim Beyanname'nize baktım, topluma böyle bir taahhüdünüz yok; Sayın Cumhurbaşkanının 2020 Yıllık Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'na baktım, böyle bir taahhüt yok; 2002 yılında AK PARTİ iktidar olduğunda Acil Eylem Planı'na baktım, böyle bir taahhüdü yok. Özetle, Türkiye'nin çok önemli sorunları var. Bu son patlamada gördüğümüz gibi, iş güvenliği, iş yerinde ortaya çıkan, hayat kaybına neden olan bu türden olaylar, iş cinayetleri... Tabii bu olayın detaylarını bilmiyoruz, bu sözcüğü kullanmam belki hatalı olabilir. Ancak, gördüğünüz gibi arkadaşlar, Türkiye'nin çok önemli sorunları var ve Mecliste bunları ele almamız gerekli. Siz bugün Meclisin gündemine aslında, geçmişte kendi gündeminizde olmayan yani seçim beyannamenize koymadığınız, parti programına koymadığınız, yıllık programlarınıza koymadığınız, hiçbir belgenize koymadığınız bir konuyu getiriyorsunuz ve çok önemli başka birtakım konularla ilgili bir şey yapmıyoruz arkadaşlar. Yani bizler milletvekilleri olarak sadece iyi niyetlerimizi, temennilerimizi söyleyip ayrılmakla mı yetineceğiz? Yani Allah aşkı için, Türkiye'nin şu Barolar Birliğinden daha önemli, baroların ekimde gelmekte olan seçimlerinden daha önemli bir konusu yok mu, yok mu arkadaşlar?
Bakın, tekrar söylüyorum, bu söylediğim aslında size göre de öyle çünkü farklı bir şey düşünseniz... Şimdi, burada açmak, söylemek istemiyorum, 2002'deki Acil Eylem Planı'nda "İlk üç ay içerisinde yapacağım." deyip de yapamadığınız birçok şey var arkadaşlar, geçmişteki hükûmet programlarında yer alan ama yapamadığınız birçok şey var. Bunları ele almak yerine niçin bunu ele alıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YUNUS EMRE (İstanbul) - Değerli arkadaşlarım bakın, bu siyasetin, tabii parlamenter siyasetin doğasında var -laf atan arkadaşlarımızı anlıyorum- ama ben de isterim ki benden sonra onlar da bu konulardaki fikirlerini söylesinler. Bu acelenin sebebini önce bir açıklasınlar yani iş yerinde hayatını kaybeden işçilerimizin durumundan bu baro seçimlerinin niye önemli olduğunu az önce bana laf atan arkadaşım açıklarsa ben de memnuniyet duyarım.
Evet, sevgili arkadaşlarım, Barolar Birliğiyle ilgili çok temel bir düzenlemeyi görüşeceğiz, görüşüyoruz. Bizim tarihimizde de insanlık tarihinde de kanunları kullanarak, hukuku kullanarak, hukukçuları kullanarak kanunsuzluk yapmanın birçok örneği vardır arkadaşlar. Bu, sadece Türkiye'ye özgü değildir ama Türkiye'de çok örneği vardır. Biliyorsunuz, büyük şairimiz Tevfik Fikret 95'e Doğru diye bir şiir yazar 1912 yılında. Tevfik Fikret, Abdülhamit dönemine çok karşı bir kimsedir ama arkasından gelen İttihat ve Terakki döneminde işlenen bazı uygulamaların çok haksız, çok yanlış olduğunu görür ve özellikle 1912'de Anayasa'yı arkadan dolanmak için atılan bir adıma -şimdi çok vaktimiz yok, detayına girmeyeceğim- çok öfkelenir ve bir şiir yazar, 95'e Doğru. 95'ten kastettiği Abdülhamit'in meclisi kapattığı eski takvimle 1295'e vurgudur. Oradan müsaadenizle kısa bir bölüm okuyacağım, birkaç mısra okuyacağım. Şöyle söylüyor Tevfik Fikret:
"Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler;
Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi!
Kanun diye topraklara sürtündü cebinler;
Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi...
Bihude figanlar yine, bihude eninler."
Arkadaşlar, bugün yine Türkiye'de üzerinden yüzyılı aşkın süre geçmiş olmasına rağmen kanun diye, kanun diye, kanun tepeleniyor arkadaşlar. Kanun diye, kanun diye, kanun tepeleniyor ve ne yazık ki Türkiye'de bu kadar uzun süre geçmiş olmasına rağmen, bu türden meseleleri yine konuşmak durumunda kalıyoruz. Az önce ifade etmiştim, kanun kullanılarak, kanun yapma yolları kullanılarak, hukukçular kullanılarak kanun tepeleniyor.
Söylemiştim, bu bize özel bir durum değil demiştim hatırlıyorsunuz, Türkiye'nin dışında da bunun çok örnekleri olmuştur. Bunun en aşırı, en berbat, en kanlı, insanlık açısından en zararlı örneği biliyorsunuz Hitler Almanyası'dır. Hitler döneminde büyük suçlar işlenmiştir, soykırım işlenmiştir, zeka gelişiminde sorun olan çocuklar öldürülmüştür, insanlar kısırlaştırılmıştır, çok acı dramlar yaşanmıştır.
Tabii, bu dramların yaşanmasına katkı veren hukukçular da vardır arkadaşlar ve çok iyi yetişmiş, çok iyi tahsil yapmış, çok iyi uzmanlığı bulunan hukukçular vardır. Sinema tarihinde çok önemli bir film: Judgment at Nuremberg, Nurenberg Yargılamaları, temelde bunu konu alır. Ben, bir siyaset bilimi öğretim üyesiydim, hukuk fakültesinden bazı öğrenciler bizim derslerimize kaydolurlardı, mutlaka bu filmi görmelerini isterdim. Hitler Almanyası'nda kanun diye, kanun diye, kanunun nasıl tepelendiğinin bir örneğiydi. Az önce ifade ettiğim, çok iyi bir kariyeri bulunan, bir hukukçu olan, Hitler Almanyası'nda adalet bakanlığı yapmış olan, filmde bir kurmaca karakter ama gerçekte olan bir kimse bu ve film de mahkeme tutanaklarına dayanıyor. Bu tartışmalar içerisinde -az önce söyledim- bu suçlar Hitler Almanyası'nda işlenirken yargıçlar ve hukukçular, bu suçları işleyen hukukçular: "Biz Üçüncü Reich'ın adaletini temsil ediyoruz." diye düşünüyorlar değerli arkadaşlarım. Hepsinin başarılarla dolu meslek hayatları var, hepsinin çok üstün hukuk bilgisi var -az önce söylemiştim- soykırım dâhil olmak üzere bu suçların işlenmesine dâhil oluyorlar. Aslında ülkemizde iç karışıklıklar var, ekonomik sıkıntılar var, tehditler var, komünizm tehlikesi var diye düşünüyorlar. İnsanlığa karşı suçlar işliyorlar bir yandan ama diğer taraftan adaleti uyguladıklarını düşünüyorlar. Milyonlarca insanı ölüme gönderiyorlar arkadaşlar ama adaleti uyguladıklarını düşünüyorlar.
Biliyorsunuz, Hitler tarafından büyük suçlar işleniyor ve bunlara katılan bir yargıç kendini şöyle anlatıyor: "Sözcüklerin yalan, yalanların kötü olduğunu bilerek neden sessiz kaldık? Çünkü ülkemizi seviyorduk, bunun için sessiz kaldık." diyor. İlgili bölümü çevirdim, kısaca söyleyeceğim. Diyor ki: "Neden sessiz kaldık, neden iştirak ettik? Çünkü biz ülkemizi seviyorduk. Ne olacak, aşırı politik görüşleri olan birkaç kişi haklarını kaybetse ne değişirdi ki? Birkaç etnik azınlık haklarını kaybetse ne değişirdi ki? Bu, sadece bir geçiş aşamasıydı. Bu, gittiğimiz yolda sadece bir aşamaydı. Eninde sonunda onlar devre dışı kalacaklardı. Hitler'in kendisi bile devre dışı bırakılacaktı eninde sonunda." Buna inanıyordu. Kendisinin ülkesini sevdiğini düşünüyordu ve bütün bu suçların işlenmesine ortak oldu. Niye ortak oldu? Ülke sevgisi adına, milliyetçi olduğu için, ülkesini savunduğunu düşündüğü için. Adaleti tesis etmek adına, adaleti yok ettiler arkadaşlar. Bunu şunun için söylüyorum: Eğer kendinize göre "Ülkenin çıkarları şunu gerektiriyor ya da partimizin çıkarları bunu gerektiriyor." diye adaleti ortadan kaldırırsanız, gideceğiniz yol budur arkadaşlar, ulaşacağınız sonuç budur. Adaleti partizanlıkla, adaleti "Çoğunluk bizde." diye çoğunluk anlayışıyla ele alamazsınız arkadaşlar. Adalet, insanlığın çok soylu bir kavramıdır. Adaleti bu şekilde kanun diye, kanun diye tepeleyemezsiniz arkadaşlar.
Değerli arkadaşlarım, dünyada demokrasi tarihinde önemli dönüşümler oldu. Artık günümüzde demokrasiyi ortadan kaldıranlar, bunu geçmişte olduğu gibi açık diktatörlükler kurarak, askerî darbeler yaparak yapmıyorlar. Özellikle soğuk savaş bittikten sonra demokrasi dışı yönetimlerin bir itibarı kalmadı. Bütün yönetimler kendilerine demokratik demek ihtiyacını hissediyorlar. Ancak otoriter zihniyetli bazı liderler, partiler demokrasiyi bu türden açık darbelere gitmek yerine çok incelikli taktiklerle yozlaştırıyor. Sandıkla geldiği iktidarda, sandığı dejenere ederek, sandıkta seçim sonucunun değişmesinin önüne geçmeye çalışarak aslında sandığa darbe vuruyor. Bunu yaparken neler yapıyor diye düşünürken, bu baro teklifinin arkasında aslında ne var, bunu daha iyi gördüm. Şöyle ki: Bu demokrasiyi dejenere etmek isteyenler, yozlaştırmak isteyenler, demokratik yolla iktidarın el değiştirmesinin önüne geçmek isteyenler ne yapıyorlar? Bir defa, kurumların içini boşaltıyorlar.
Kurum, gerek iktisatta gerek siyaset biliminde çok anahtar bir kavramdır. Kurum üzerine çok farklı tanımlamalar var ancak genel olarak "şahsi süreçlerden arındırılmış, insanların davranışları üzerine sınırlar koyan, kısıtlar koyan kurallar" olarak ele alabiliriz kurumları. Şimdi, Barolar Birliği bu yanıyla önemli bir kurumdur arkadaşlar. Türkiye'de bu türden birçok önemli kurumumuzu sayabiliriz. Bakın, bir Anayasa referandumu gerçekleşti 2017 yılında. Çok baskıcı bir anlayışla ve tabii, hatırlayacaksınız, ihraçlarla -sanıyorum İbrahim Kaboğlu Hocamız da burada, onun da bir Anayasa hukukçusu olarak olağanüstü hâl koşullarında ihraç edildiği bir ortamda, ondan kısaca bir iki ay önce- üniversitelerdeki bütün Anayasa profesörlerinin susturulduğu bir ortamda bir Anayasa değişikliği yapıldı. İşte bu türden kurumlar -Barolar Birliği gibi ya da birtakım meslek kuruluşları gibi- bu Anayasa'nın Türkiye'nin menfaatine olmadığını anlattılar arkadaşlarım değil mi? İşte kurumlar aslında bunun için var. Kurumlar, bir ülkenin ayakta kalabilmesi için, insanların davranışlarına sınırlar konulabilmesi için var, haksızlığın karşında ses çıkarabilmeleri için var. Bir de bu türden yönetimler -daha az önce söylemiştim- kurumları istemiyorlar; şahsi süreçlerin ve şahsi iktidarın önde olmasını, kişiye bağlılığın, lidere sadakatin -ehliyetin, liyakatin değil- olmasını istiyorlar. O yüzden kurumlara düşmanlar ve Barolar Birliğine karşı düşmanlığın da arkasında bu var. Bu, birinci meselemiz.
İkincisi, tabii bu türden yönetimler, yargıyı siyasallaştırıyorlar değerli arkadaşlarım. Yargıyı, iktidarın bir sopası olarak kullanıyorlar. Yargıyı, siyaseti tanzim etmenin aracı olarak kullanıyorlar. Siyasetçileri, masum insanları birtakım uydurma gerekçelerle hapislere atıyorlar, siyasi yasaklar koyuyorlar. Aranızda millî görüş kökenli değerli siyasetçi arkadaşlarımız da var, onlar da geçmişte belki bu türden mağduriyetleri yaşamış olabilirler, aranızda vardır diye tahmin ediyorum.
Özetle, yargının siyasallaştırılması bakımından bu rejimlerin böyle çok temel bir özelliği vardır. Baroların bölündüğü, çoklu baroların olduğu bir ülkede yargı bağımsızlığı büyük bir yara alacaktır değerli arkadaşlarım çünkü yargıçlar iktidara yakın baro mensupları tarafından temsil edilen fikirlerin, çıkarların, dosyaların karşısında zorlanacaklardır arkadaşlarım. Gönül böyle olmasın isterdi ama bir YSK kararı hatırlıyoruz, iktidar baskısıyla İstanbul'da seçimlerin nasıl iptal edildiğini ve tabii, sonra arkasından milletimizin nasıl büyük bir ders verdiğini, onu da hatırlıyoruz. Özetle, ülkemizde yargı organlarının nasıl partizanlaştırıldığını, nasıl siyasi kararlar vermek durumunda bırakıldığı hatırlıyoruz. O yüzden, siyasileştirilmiş barolar, partizanlaştırılmış barolar, çoklu barolar, emin olun, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracak bir temel gelişmedir ve az önce ifade etmiştim, bu türden demokrasiden uzak rejimlerin, yönetimlerin de çok temel bir özelliğidir.
Değerli arkadaşlarım, bir diğeri, bu türden rejimlerin özelliği...
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Emre, toparlayabilir miyiz.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Tabii Başkanım, tabii, toparlarım.
Zülfüyâre dokundum sanıyorum.
YUSUF BAŞER (Yozgat) - Ne alakası var?
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - O nedenle değil yani sürekli tekrarladığınız şeyler zaten, biliyoruz.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Peki.
Evet, laf atan arkadaşlarımızdan lütfen yanıt bekliyorum.
ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) - Veremezler.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Değerli arkadaşlarım, üçüncüsünü devlet imkânlarının siyasi amaçlarda kullanılması olarak belirtmiştim. Bu türden yönetimler bunları yapıyorlar. Birtakım ekonomik imkânları, ihaleleri, devletin imkânlarını dağıtıyorlar; bir ahbap çavuş yaklaşımı içerisinde dağıtıyorlar. Bunu sadece kişilere değil, bu türden bazı organizasyonlara da yapıyorlar. Kimi kuruluşlara, derneklere, vakıflara imtiyazlar sağlıyorlar, onların önünü açıyorlar; kimilerini cezalandırıyorlar, yöneticilerini içeriye atıyorlar, mallarına el koyuyorlar.
ERKAN AYDIN (Bursa) - Üniversiteleri kapatıyorlar.
YUNUS EMRE (İstanbul) - En son geçen hafta yaşadığımız hadise, üniversitelerini kapatıyorlar.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Emre...
YUNUS EMRE (İstanbul) - Evet...
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Konuya gelebilir miyiz.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Sayın Başkanım, size...
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Çünkü şöyle: Geneli üzerindeki görüşmeleri çok uzun saatler boyunca tartıştık.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, siz yaklaşık birkaç saat önce dediniz ki: "Maddeler üzerinde konuşan arkadaşlarımız da geneli üzerinde konuşurlar." Ben de sizin bu açıklamanıza istinaden konuşuyorum.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Evet ama makul süreyi değerlendirelim.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Peki.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Şimdi, sizden sonra söz alacak çok arkadaşımız var. Dolayısıyla, tek bir maddede bu kadar vakit kaybedersek yetiştiremeyiz.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Peki, Değerli Başkanım.
SALİHA SERA KADIGİL SÜTLÜ (İstanbul) - Aceleniz ne?
YUNUS EMRE (İstanbul) - İsmet Paşa'nın bu Mecliste, bu Gazi Mecliste bir sözü vardır "Suçluların telaşı içerisindesiniz." diye. Bu telaşınızı da ona yoruyorum Sayın Başkan.
SALİHA SERA KADIGİL SÜTLÜ (İstanbul) - Bravo! Aynen öyle!
YUNUS EMRE (İstanbul) - Peki, Sayın Başkan, böyle toparlamış oluyorum, kapatıyorum sözlerimi, siz devam edin.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - İsmet Paşa ile Führer arasındaki irtibatı da biliyoruz. (CHP sıralarından gürültüler)
YUNUS EMRE (İstanbul) - Atatürk'ün Meclisinde kimse İsmet Paşa'ya "Führer" diyemez! Kimse İsmet Paşa'ya "Führer" diyemez!
ÖZKAN YALIM (Uşak) - Bu ne demek ya!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Bir saniye ya...
YUNUS EMRE (İstanbul) - Geri alacaksın! Kimse İsmet Paşa'ya "Führer" diyemez!
ÖZKAN YALIM (Uşak) - Nasıl Hitler'le karşılaştırırsınız İsmet Paşa'yı! Böyle bir şey olmaz!
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - İsmet Paşa'ya "Führer" diyemezsiniz!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Bir saniye arkadaşlar, bir saniye... (Başkanlık kürsüsü önünde toplanmalar)
YUNUS EMRE (İstanbul) - İsmet Paşa'ya "Führer" diyemezsin!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar, bir saniye...
YUNUS EMRE (İstanbul) - İsmet Paşa'ya kimse "Führer" diyemez! Özür dileyeceksin!
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Sözünüzü geri alın!
ÖZKAN YALIM (Uşak) - Özür dile! Özür dile!
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Olmadı, söylediğiniz olmadı!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Ama ne dediğini biliyor musunuz?
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Aynı şeyi biz yapsak Cumhurbaşkanına kaldıramazsın ki ama ya!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Söylüyor.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Özür dileyeceksin! Özür dile!
ÖZKAN YALIM (Uşak) - Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanına böyle hakaret edemezsin!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanına "diktatör" diyor, duymuyor musun? Türkiye Cumhuriyeti'nin şu andaki Cumhurbaşkanına "diktatör" diyor, Komisyon olarak... (CHP sıralarından gürültüler)
AYDIN ÖZER (Antalya) - İsmet Paşa'ya "Führer" diyemezsin!
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Sözünüzü geri alın!
YUNUS EMRE (İstanbul) - İsmet Paşa'ya "Führer" diyemezsin, geri al!
ÖZKAN YALIM (Uşak) - Ayıp ya!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Olmaz böyle şey! Siz Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına "diktatör" diyeceksiniz, cevabı aldıktan sonra da sinirleneceksiniz; olacak şey mi! (CHP sıralarından gürültüler)
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Özür dileyeceksin!
AYDIN ÖZER (Antalya) - Özür dile!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Bakın, değerli arkadaşlar, bir dinleyin. (CHP ve AK PARTİ sıraları arasında karşılıklı laf atmalar) Bakın, ne dedi? Şunu söyledi: "Zülfüyâre mi dokunduk?" dedi. Ben "Toparla." dedim, "Zülfüyâre mi dokundum?" diyor.
Evet, arkadaşlar, boşaltabilir miyiz şurayı?
Şimdi, değerli arkadaşlar, sinirlenmenize gerek yok. Sayın Emre'yi iyi dinlemişseniz Başkanlık Divanına söylediği bir söz var. (Gürültüler)
SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Özür dileyeceksin!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - "Toparlayın." dediğim zaman "Zülfüyâre mi dokunduk?" diyor. Yani, burada, divana "Zülfüyâre mi dokunduk?" diyor. (Gürültüler)
SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Özür dileyeceksin. Gerine gerine oturduğun koltuk İnönü'nün koltuğu! Özür dileyeceksiniz!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Değerli arkadaşlar, bakın, Sayın Emre'nin konuşmasını başından sonuna dinledim. (Gürültüler)
AYDIN ÖZER (Antalya) - Ne alakası var Emre'nin konuşmasıyla?
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına "diktatör" imasında bulunan onlarca cümle kullandı. (CHP sıralarından "Bulunur." sesleri)
CAVİT ARI (Antalya) - Hadsizlik yapmayın!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Nasıl bulunabilir, bulunabilir mi böyle bir şey? (Gürültüler)
CAVİT ARI (Antalya) - Siz hadsizlik yaptınız.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Emre şunu söylesin...
SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Siz tarafsız olmak zorundasınız!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - ..."Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanına 'diktatör' imasında bulunmadım." desin, ben de sözümü geri alıyorum. (Gürültüler)
SUZAN ŞAHİN (Hatay) - İma değil realite!
FİKRET ŞAHİN (Balıkesir) - Bir tane isim yok tutanakta. Tutanağa bak, bir tane isim yok!
YUNUS EMRE (İstanbul) - Mikrofonumu açın, Başkan.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Söz verdim buyurun.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Arkadaşlar, oturun lütfen rica ediyorum. Oturun yerinize lütfen.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Söz verdim, buyurun Sayın Emre. "Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına 'diktatör' demedim." deyin, ben de sözümü geri alıyorum.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Niye demesin ya?
YUNUS EMRE (İstanbul) - Oturun yerinize bir dakika arkadaşlar.
Arkadaşlar, rica ediyorum lütfen. Sayın Başkan, dinleyeceksiniz beni, söz verdiniz, dinleyeceksiniz.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Dinliyorum buyurun.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, öncelikle bu Gazi Mecliste, cumhuriyetin iki kurucusundan birine "Führer" denmiş olması çok ayıp bir şeydir.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - "Führer" demedik, "Führer" demedik "Führer'in mektubu" dedik.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Sizi kınıyorum, sizi kınıyorum.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Ama siz Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına "diktatör" dediniz.
YUNUS EMRE (İstanbul) - Bir saniye, lafımı kesme, dinle. Ben ne dediğimi biliyorum. (Gürültüler)